Perşembe, Nisan 25, 2024

Yapılacak iş çok, gayret edecek insan lazım

“Gökkubbenin altında muazzam bir kaos var, vaziyet harika.” —Mao

Sosyalistlerin seçime dair vaziyetlerini daha önceki yazılarda izah etmeye çalıştık. Bir kez daha netleştirelim: Derdimiz seçim düşmanlığı veya seçim övgüsü değil. Derdimiz, siyasi olanın tartışma gündemimizden kaçmamasıdır. Güç siyaseti siyah beyaz olamaz. Seçim yeri gelir boykot edilir, yeri gelir seçime dahil olunur, yeri gelir Devrimci Yol’un yaptığı gibi Fatsa’da Terzi Fikri gibi aday çıkarırken ülke genelinde seçim boykot edilir. Mesele, somut durumun somut tahlili. Karşımızda güçlü bir düzen, güçlü bir düşman var. Bu düşmanın şeytanlıklarına düşmeden, ateşi doğru yerinden harlamalıyız.

Genel seçimlerden başarıyla çıkmış olsa da, Cumhur İttifakı iktidarının yerel seçimde belki biraz kan kaybedeceği, önceki senelerine göre iyice dağıldığı, ekonomiyi yönetemediği, ülkede proleterleşmenin neredeyse tamamlandığı, işçinin, emeklinin, işçinin, gencin öfkesinin dolup taştığı bir süreçteyiz. Bu sürecin dışavurumlarını yaz aylarından sonra daha sert hissedeceğiz. Sosyalizm fikrinin her ne kadar “gerileme” durumunu yaşadığını söylesek de yapılacak iş kaçamak cevapları ya da liberal eğilimleri meşrulaştırma imkânını tanımıyor. Yapılacak iş çok, buna gayret edecek insan lazım. 

Türkiye coğrafyasında küresel kapitalizmin katman katman örüldüğü, işçinin, emeklinin, işsizin, gencin, öğrencinin, kadının sömürü düzeyinin arttığı ve iktidarın kitlelerde ürettiği rızanın her gün biraz daha çözüldüğü bir tablo var. Çözülen rızanın yerine yeni denklemler kuruluyor, seçenekler aranıyor ya da zora başvuruluyor. Rıza yoluyla, zor yoluyla hükümranlığı sağlamak için iktidarın hukuku nasıl kullandığını anlatmıştık. Peki, şimdi bunların yerel seçimlerle ne alakası var?

İster yerel seçim, isterse genel seçim olsun mevcut siyasal düzenin bir rıza yenileme aracı olarak andıkları kullandığı aşikâr. Erdoğan iktidarının (AKP değil. AKP’nin ittifaksız seçim kazanamayacağı belli olmuştur.) seçim kazanma maharetini bir yana bırakırsak, darbeler (ve darbe girişimleri) atlatmış bir ülke olsak da sandığın düzene ürettiği rızayla yarışacak bir kurum var mıdır? Sanmam.

Belediye dediğimiz kurumların yerinden yönetim sıfatının uzağına düşmüş olduğu gerçeği izahtan vareste. Yerel seçimin bu rıza yenileme gayesiyle birlikte düzen açısından işlevli bir yanı daha vardır: Anadolu’daki Küresel Fabrika diye adlandırdığımız tahlildeki emperyalist işbölümü zincirinde bir şirket görevini de üstlenmiş olmasıdır. Bu görev, aynı zamanda yerel güç ilişkilerinin işçi sınıfının sonraki dönem kontrolünü sağlamak için seçim yoluyla tahkim edilmesi, yeniden üretilmesini de içerir. Katılım, yerindenlik vb. laflar bir karşı hegemonya üretiminden çok bu ilişkinin emekçiler nezdinde örtülmesi sonucuna hizmet eder. Önceki yılların emperyalizm içi sınıflar mevzilenmesi, sınıf mücadelesinin sonucu olarak devrim yayılmasını engellemek için gündeme alınmış “sosyal devlet” formu yaşıyormuş, belediyeler de o zamanlar sahip oldukları kısmı özerklere hâlâ sahipmiş gibi davranarak yerel seçim siyaseti tanımlamak teorinin güncelliğini de ıskalayan bir yaklaşım türüdür. 

Bu şirket kimi zaman STK gibi kimi zaman da yatırımcı olarak işlev görüyor. Anadolu havzasında holdinglerin yereldeki şirketleri, aydınları, zenginleri, muhalefeti, muhtarı, memleket derneklerini, sarı sendikaları nasıl dizayn ediyorsa belediye dediğimiz kurumun da bu düzenlemeden kaçması mümkün değil.

Seçim, düzenin makyajını tazelemesi ya da baştan makyaj yapmasıdır. Bu makyajda küresel kapitalist üretim bandının bir noktası haline gelmiş Anadolu’da bandı çalıştıranlarının tahayyülünden farklı bir neticenin seçim sonucunda ortaya çıkmasını beklemek mümkün değil. Çünkü ortada ne bu bandın çalışmasını aksatacak, ne bandı durduracak, ne de makineyi olduğu gibi kıracak bir güç var.

Bu dizayn biçimine Türkiye’nin birçok bölgesinden örnek verebiliriz. CHP İzmir Büyükşehir Belediye başkanı olarak Cengiz Holding ve sermayeyle haşır neşirliği aleni olan Cemil Tugay’ın aday gösterilmesinden, yine CHP’li başkan adayları Ahmet Akın’ın Balıkesir’de Eczacıbaşı’yla, Muharrem Erkek’in Çanakkale’de Nurol Holding’le yakın ilişkiler içinde olması gündeme gelebilir (örnekler artırılabilir).

İstanbul ve Ankara gibi şehirlerin ülkenin siyasal hattının belirlenmesindeki gücünün yanında bu şehirlerinden en büyük rant ve gelir kapıları olduğu gerçeği unutulmamalı. Bu şehirlerde muhalefetin bir hamle imkanı ya da niyeti olmasa da İzmir gibi hamle değişikliklerinden etkilenecek bir şehirde sermayenin hoşuna gidecek adaylara alan açılması CHP muhalefetinin de iktidar olması durumunda Türkiye’deki sermayeyle nasıl haşır neşir olacağını gösterir.

Peki, Anadolu’daki küresel fabrikanın bandında bir aksama yaratabilecek, günü geldiğinde bandı durdurup makineyi olduğu gibi kırabilecek olan nedir? 

Bu havzada var olmak ilk koşuldur. Bakırçay havzasında faaliyet yürütmeden tarım işçisinin nasıl sömürüldüğünü, Erzincan’da örgütlenmeden maden işçisinin nasıl cinayete kurban gittiğini, Milas’a gitmeden doğanın nasıl talan edildiğini, üniversitelerde veya mahallelerde ne olduğunu bilemeyiz, buradan bir mücadele de çıkaramayız. Ülkenin içinde bulunduğu konum itibarıyla çalışan işçilerin üzerindeki baskının had safhaya gelmiş olması buralardan çıkacak mücadelelerin anlamını bize gösteriyor. Bunun daha çok ekonomi temelli mücadelelerin siyasi, ideolojik mücadelelerle iç içe geçmiş boyutlarıyla var olduğunu, doğru bir mücadele tarzıyla, anlayışıyla ele alınıp değerlendirilirse işçi sınıfı ve emekçi halkın birleşik örgütlenmesinde anahtar olabilecek bir potansiyeli temsil ettiğini söyleyebiliriz. Bu durumda ilk yapılması gereken işçi sınıfının, emekçi halkın kime oy verdiğine, vermesi gerektiğine bakmadan içinde olduğu sömürü ve tahakküm ilişkilerine karşı bir örgütlenmeye dahil olmaları için yerellerde kurucu konumlanışlar içinde olmaktır.

Bergama’dan Ankara’ya yürüyen Agrobay işçileri yürüyüşünün son durağı Ankara’ya vardı. Bu direniş dahi yerel ilişkilerin, düzen siyasetinin, belediyelerin ne halde olduğunu ortaya seriyor. CHP’nin elindeki Dikili belediyesi, AKP’nin elindeki Bergama belediyesinin işçilerinin direnişi için birazcık dahi olsa farklı tutum sergilememesi ve aynı ticari, siyasi ilişkiler içinde olmaları… CHP milletvekili Tuncay Özkan’ın Agrobay şirketi patronu Arzu Şentürk’ün nikâh şahidi olduğu, Agrobay şirketinin avukatının İYİ Partili olduğu, Agrobay’ın ve Bayburt Grubu’nun AKP’li Binali Yıldırım ile yakın bağları bu düzen siyasetindeki partilerin bir farkı olmadığını gösteriyor. 

1990’larda altın madenine karşı büyük bir direnişe ev sahipliği yapmış Bergama havzası şimdi Agrobay direnişi gibi haraketliliği örgütlenmeyle içinden çıkarmış durumda. Bu havzadaki kirli siyasal ilişkiler karşısına yerleştirebileceğimiz tek hareket Agrobay işçilerinin meşru taleplerinin işaret ettiği yerdedir. Bu mücadelenin kazanım ya da yenilgiyle sonuçlanması tarihin doğru tarafında saf tutmanın gerekliliğine zerre etki etmiyor.

Peki, bu karşı hatta konumlandığını belirtenlerin adaylığı ve belediyeleri? Bu anlattıklarımızdan ötürü komünist belediyecilikten kastın ne olduğu hâlâ bir muamma. Gücünü örgütlülüğünden değil de popülistliğinden alanların belediye adındaki şirketlerin yönetimini devralma hevesi boşluğa atılan çığlıklar gibi. İsteriz ki kendine sosyalist diyenler seçimlerden kazanımla çıksın. Ama bu kazanımın neye tekabül ettiğini anlatmaktan da zerre geri durmamak gerek, boyanmış gözlüklerle dünyaya bakmamak gerek.

2024’te kapitalist sömürünün hayatımıza sirayeti ve şekillendirme gücü had safhada. Evlerimize kadar giren bu düzen karşısında popülizmle uğraşacak zamanımız yok. Bu kadar içselleştirilmiş düzene karşı örgütlülüğün de aynı boyutta bir içselleştirilmesi gerekiyor. Bunun yolu işçi havzalarında var olmaktan, bu havzalarda ilişkiler biriktirmekten, sınıfın yanında sınıfla beraber mücadele etmekten geçiyor. Bu yolu kat edersek Bergama’ya tarım işçisi belediye başkanı, Soma’ya madenci belediye başkanı, Hatay’a depremzede belediye başkanı yapılır. 

Lenin “Bolşevikler iktidarı ellerinde tutabilecekler mi?” metninde bu ifadeleri kullanmış: “Çalışmanın örgütsel biçimini biz icat etmeyeceğiz, kapitalizmden hazır olarak alacağız; bankaları, üretici sendikalarını, en iyi fabrikaları, deney istasyonlarını, akademileri, vs. devralacağız. Tek yapmamız gereken ileri ülkelerin sunduğu en iyi örnekleri ödünç almaktır.”

Güç siyasetiyle belirli bir noktaya ulaştığımızda nasıl sınıflı düzenin aygıtları olan devleti, hukuku da devralıp kullanacaksak, belediyeyi de aynı şekil devralabilir ve kullanabiliriz. Ama yeter ki somut durumun somut tahlilini yaparken hataya düşmeyelim, kapitalist düzenin “kullanışlı aygıtı” olup çıkmayalım.

Son Eklenenler