31 Mart yerel seçimleri yaklaşırken, iktidar ve muhalefet partileri belediye başkan adaylarını bir bir açıklarken, sosyalist kurumlar da adaylarını, ittifaklarını açıklıyor. Ülkemizde artık seçim gündeminin startı verildi. Maalesef bu seçim gündemi, sınıf siyaseti saikiyle hareket eden sol-sosyalistlerin (artık onyıllar olarak adlandırabileceğimiz bir süreden beridir) yine birinci gündemi oldu.
Bu yazıda amaç ne düşman edinmek ne de dost kazanmak. Amaç, siyasi olan her muhtevanın, proleter devrimciliğin ilgi alanına girdiğinden sessiz ve hareketsiz kalma gafletinden kaçınmak.
Türkiye’de yerel, genel veya başkanlık makamları için gerçekleştirilen seçimlerin bir burjuva siyaseti aracı olduğunu söylemekten geri duran bir sosyalist/komünist olacağını düşünmüyorum. Bunu söylemekten kaçınılmasa da bu sözün sonuna “ama” eklemeyen de pek bulunmuyor. Bu “ama”lar genelde seçimlerin işlevli olabileceğine dair iki gerekçeyle tamamlanıyor. İlki, seçimlerin kitlelerde siyaset üzerine tartışmaya dönük bir eğilim yarattığı bahanesiyle sosyalist gündemlerin de süregiden tartışmalara yamanabileceği iddiası. Diğer gerekçe de bir belediye başkanlığı ya da belediye meclisi koltuğu kapmanın mücadele açısından işimize yarayacağı söylemi. Bu iki düşüncenin yarattığı tahribatı sadece son 10 yıla bakınca bile görmek pekala mümkün. Kitlelerin bir ideoloji, rejim, sınıf tartışması yok. Belediyecilik anlayışını yeniden inşa etmek gibi bir beklentisi de yok. Düzenin önlerine attığı iki üç parti arasında seçim yapacaklar. Bizim mahalleden kitlelere doğru esen bir rüzgar zaten yok, o yüzden bu tartışmaları yapacak imkan da yok. Bir iki koltuk için yapılan ideolojik tahrifatın, düzen partileri ile ittifakların örgütlere kattığından çok o örgütlerden alıp götürdüğü kesin. O konum ve makamlara gelmenin sebep olduğu angajmanlar da cabası.
Seçimlerin burjuvazinin rıza yenileme aracı olduğu unutulmamalı. Makyaj değişir, ama kafa aynı kalır. Rıza yenilenirken muhafazakarlık, milliyetçilik, sosyal demokratlık, laiklik, İslamcılık ve benzerleri arasında gerektiği takdirde ideolojik bükülmeler, sapmalar olabilir. Bu sapmaların yanında, özellikle büyük şehirler haricindeki, Anadolu ya da taşra diye adlandırılan alanlarda “yerel oligarşi” diyebileceğimiz, bölgede hakim patronlar, sermayedarlar, bürokratlar gibi güçlerin de yerel seçimlere yön verdiğini görüyoruz. Örneğin Soma’ya seçilecek yeni belediye başkanı açısından ülke siyasetine entegrasyonundan daha kritik olan mesele yereldeki maden firmalarıyla entegrasyonudur.
Sol sosyalistlerin hâlâ inatla bu seçimlere anlam atfetmek için sığındıkları bahaneler belki soyutlama düzeyinde yanlış görünmeyebilir. Ama önceki deneyimler somut anlanmda karşımıza neler çıkardı?
30 Mart 2014’te Ovacık’ta oyaların yüzde 36,1’ini alarak belediye başkanı seçilen ve “Komünist Başkan” olarak “popülerleşen” Fatih Mehmet Maçoğlu, 31 Mart 2019’da Dersim Belediye Başkanı seçildi. Buna rağmen aynı seçimde “Komünist Başkan” ile özdeşleşen Ovacık’ın bir sonraki seçimde oyların yüzde 37,12 CHP’ye yüzde 30,86’sı TKP’ye gitmişti. Şimdi sorulması gereken soru şu: Belediyenin CHP’ye geçmesine yol açacak bir hata mı yapıldı? Bu kadar anlatılan Ovacık pratiğinin bir sonraki seçime hiçbir birikim bırakamaması tek başına öznel dinamiklerle mi açıklanmalı?
Şimdi ise aynı ismin, kendi içinden geldiği siyasi çizgiden de oldukça farklı olan TKP gibi bir partiyle Kadıköy’den aday gösterilmesi, “eksik pratiğimizden herhangi bir çıkarım yapmıyor muyuz?” sorusunu da sorduruyor.
CHP’nin kalelerinden biri olarak anılan Kadıköy’de gerçek bir kazanım bekleniyorsa bu ancak gerçeklikten kopukluk olarak görülebilir. Fakat bu yolla bir propaganda çalışması yapmak gibi dar ufuklu bir beklenti varsa şayet bunun da etkisizliği ortada. Komünist Başkan Ovacık’ta mücadele adına ne elde etti? Ne kadar büyük bir kazanım ortaya çıktı da Ovacık, Dersim kesmedi, şimdi gözler Kadıköy’de?
Ovacık’ta ve akabinde Dersim’de Mehmet Maçoğlu’nun seçim kazanmasını, Ovacık’ın ise o seçimde CHP’ye geçmesini düşünürsek burada bu kazanımın sosyalizm/komünizm fikrine, bu fikirle yönetilmek istenen bir belediyecilik anlayışına ait olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa buradaki keramet bir kişinin bireysel konumuyla seçim kazanmaya etkisi mi?1
Bu seçim gündemi üzerinden kendisine komünist diyen ekiplerin nasıl bir ideolojik yanılgıya düştüğünü görmek mümkün. Marksizm’in abecesini unutmuşçasına yeni terminolojilerle yazılan yazılar, yürütülen tartışmalar bu tarz siyasetin içinde bulunduğu hali bize göstermiyor mu? Bu ekiplerin içinde “biz ne hale geldik?” diyen kimse yok mu? Proleter devrimcilik çizgisinden uzaklaştıkça sol-popülizme, liberal eğilimlere dönük fikri tahrifatlar ortaya dökülüyor. Seçim gündeminin sosyalist kurumlarda bu denli belirleyici ve merkezi bir şekilde tartışılmasının, sosyalist hareketi burjuva siyaseti sınırlarına hapsettiği ve burjuva siyasetine mutlaklık görüntüsü kazandırdığı açık değil mi?
2019’da Alper Taş’ın CHP’den Beyoğlu Belediye Başkan adayı olması ve seçimi kaybetmesine bir yenilgi diyemez miyiz? Buradan çıkacak sonuç ne olmalı? Sosyalist bir partinin başkanlar kurulu üyesinin CHP’den aday olmasının devrimci mücadele adına kazanımdan ziyade zarar yazdığı ortada değil mi?
2019 Hopa Belediye seçimlerinde sosyalistlerin CHP ile yaptığı ittifak sonucunda tüm uzlaşı zeminleri berhava edildi, CHP’nin kayyum olarak Taner Ekmekçi’yi ataması üzerine ittifakın sosyalistleri tabiri caizse oyuna getirildiler. Seçim öncesinde CHP ile yapılan bu ittifakın vereceği tahribata dair yazılıp çizildi. Şimdi bu sonucu görmüşken bu tür ittifaklara çekingen yaklaşmak gerekmez mi?
Gene Hopa’dan örnek verecek olursak 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde ÖDP belediye seçimlerini kazanmıştı. 2004’te günümüze kıyasla daha dinamik bir işçi hareketliliğine, sosyalistlerin henüz bu derece çözülmemiş oluşuna rağmen o zafer herhangi bir birikim yaratamadı.
Kimi sosyalist kurumlar 6 Şubat depremi sürecinde anlamlı, gayretkar işler yaptı, yerel ilişkiler kurdu veya ilişkilerini geliştirdi. Ama bu çalışmanın seçim gündemine etkisi bu kadar doğrudan mı?
Deprem sonrasında arama, kurtarma, barınma gibi başlıklarda afet planının ne denli uzağında olunduğunu anlamanın yanı sıra siyasi iktidarın esas planının “Anadolu’daki Küresel Fabrika”nın programına uygun bir şekilde yürütüldüğünü görüyoruz. Çadır kentler, yeni deprem konut planları OSB’ler üzerine, tedarik zincirinin halkaları üzerine planlanmakta, vatandaşlar mülksüzleştiriliyor, rezerv alan, riskli alan ilanları ile gaspa kadar uzanan bir süreç işletiliyor. Şimdi burjuvazinin örgütlü bir şekilde hareket ettiği bu alanda bu sol-sosyalist ittifaklar bu plana karşı ne tarz bir hazırlık içerisine girmiş durumda? Bir sol-sosyalist ittifak Defne Belediyesi’ni aldığı takdirde bu küresel programa karşı ne tarz bir cephe inşa etmeyi planlıyor?
Bu ittifakın Defne’de elde edeceği olası bir kazanım sosyalist fikrin kitleler üzerinde tesiriyle mi, yoksa deprem sürecinin ve ilçenin etnik dini kimliğinin yansımalarıyla mı daha çok ilgili? Deprem sonrasında ittifak içinde olan sosyalist kurumların verdiği emek yadsınamaz. Ama bu kadar örnek gözümüzün önünde dururken yeni bir sonuç beklemenin ne denli mantıklı olduğu tartışılır.
Defne’ye uzak olmayan bir başka Hatay ilçesi Samandağ’da ise 29 Mart 2009’da yapılan seçimlerde ÖDP birinci parti çıkarak belediyeyi almıştı. Benzer bir sonuç olarak 2014, 2019 seçimlerinde bu sonucun bir devamı görülememiş ve CHP iki seçimde de belediyeyi tekrar almıştı. 2009–2014 yılları sonrasında sandığa yansısın veya yansımasın, yerel dinamikleri güçlendiren ne bırakmıştır?
Bu tartışmalardan yeni sorular çıkıyor. Sol-sosyalist kurumların, ittifakların tahayyül ettiği belediyeciliğin ne tarz bir belediyecilik olduğu da bir soru. Burada bildik düzen siyasetini tümden çizen bir hat mı oluşturuluyor?
“Kazanım” diye adlandırılan birçok belediyecilik örneği verdik. Ama bu örneklerin hepsinin nasıl kendini sürdüremediğini, kalıtsal bir şey bırakamadığını, devrimci mücadeleye bir eşik atlatamadığını, yereldeki pratiklerin başka yerlere örnek gösterilir hale gelmediğini görmüyor muyuz?
Ya da daha çok sosyal demokrat, halkçı, CHP’nin biraz soluna ötelenmiş bir program mı hedefleniyor? Peki, bu programın Fındıklı’nın sosyalist karakterli CHP’li belediye başkanı Ercüment Şahin Çervatoğlu’nun programından ne farkı kalıyor?
Sosyalist program ile sosyal demokrat program bu kadar geçişken, bu kadar yer değiştirir olamaz. Bu ayrımı daha da net çizmek gerekiyor. Bu çizgiler birilerinin gözünde bulanıklaştıkça Fındıklı ile Dersim’in farkı, Fındıklı ile Defne’nin farkı ne diye sorulur.
Örneğin “Komünist Başkan” 2020’de yaptığı bir açıklamada Dersim’i iç turizm açısından bir “marka” yapma öngörüsünü beyan etmişti. Bu anlayışa evrilmiş olunması bile bize komünist belediyecilik iddiası ile düzen partilerinin belediyecilik yaklaşımı arasındaki farkların silindiğini göstermiyor mu? Sosyalist ve sosyal-demokrat belediyecilik anlayışlarının bu kadar birbirine benzemesi tek başına sosyalist programın tahrife uğradığını, liberalleştiğini ortaya sermiyor mu?
Bu iddialarda tariflenebilen bir komünist belediyecilik programı var mı? Diğer adaylardan farklı taahhüt edilen belediye programı ne?
Sol-sosyalist kurumların, örgütlerin, partilerin, ittifakların başarı elde etmesi pekala isteyeceğimiz bir şey olsa de seçim gündemine bu denli boğulup, gündemini ve programını yerel, genel ve başkanlık seçimlerine göre dizayn etmek sınıf mücadelesi çizgisini tahrip etmiyor diyebilir miyiz?
Kadıköy, Defne, Dersim, Ovacık, Hopa gibi yerlerde daha öncekilerden farklı nasıl bir sonuç öngörülüyor?
Yeni Terzi Fikriler mi aranıyor? Bunun için düzen siyasetinin gündemine düşmeden, çizgini koruyup keskin müdahalelerde bulunabilmek için sırtını verdiğin, inşa edilmiş bir devrimci güç olmalı.
Fikri Sönmez’in pratiğinin gücü sadece 1979’daki yerel seçimi kazanmasından gelmiyor. O deneyim Fatsa’da uzun bir süre boyunca yürütülen devrimci mücadeleye, ülkede sosyalist hareketin aldığı ivme üzerine inşa edilen dokuz aylık bir pratiğe yaslanıyor. Devletin telaşından darbeyi beklemeden Fatsa’ya girip sıkıyönetim ilan etmesi de bu korkunun göstergesi. Çünkü o esnada bütün ülkede başka bir furya esmekte. Bu pratiği arkasından düşmana doğru esen güçlü bir hareketle birlikte değerlendirdiğimizde anlayabiliriz. Bu dokuz aylık pratiğin 45 yıl sonra bile bu şekilde anılması diğer verdiğimiz örneklerden farkını ortaya seriyor. Şimdi böyle bir fırtınanın ülkede estiğini söylemek mümkün mü?
Sosyalizm fikrinin kitlelerden belki de son yüzyılda en uzak olduğu noktadayız. Bu, fikrin güncelliğini yitirmiş olmasından kaynaklanmıyor tabi ki. Hâlâ güncel, hâlâ barbarlık karşısındaki tek çare. Ama bu gerileme dönemi içinde alınan kararlarımızı, artık eski hatalarımızı bir kenara bırakıp güncel, somut sorunlara dair bir çözüm üretecek şekle büründürmemiz gerekmiyor mu?
Sosyalistlerin, sosyalist ittifakların güç kazanması istenmeyecek bir şey değil. Ama bu seçim gündeminin sosyalist harekete ne kadar kazanım getirdiği sorgulanmalı. Kazanımın da ötesine bu burjuva seçimlerine gömülmüş, liberal pratiklerin her geçen gün sosyalist hareketi daha da etkisizleştirdiğini söyleyemez miyiz?
Anadolu’da, işçi havzalarında, işçi kentlerinde, OSB’lerde, seralarda, maden ocaklarında, fabrikalarda olmadığımız müddetçe, buradan işçinin ve emekçinin sesini bütün ülkeye duyuracak bir furya yaratılmadığı sürece belediyeden, milletvekilliğinden bir beklenti olması biraz kolaya kaçmaya benziyor. Cebinde eğer işgal, grev, genel grev, yol kesme, üretim durdurma gibi silahlar yoksa işçi sınıfının gücü de sosyalizm fikrinin gücü de seninle değildir.
Belki de yazının sonuç yerine geçecek en büyük sorusu burada ortaya çıkıyor.
Sol-sosyalist kurumların seçim gündemiyle bu kadar hemhal olması, emeğini, zamanını, imkanını buraya yığması, bu liberal tahrifatı bütün örgütüne bulaştırması yerine bahsettiğimiz havzalarda, alanlarda bir proleter devrimci güç inşası için uğraşması daha nitelikli sonuçlar bırakmaz mı? Bir fırtına güç toplarken onun momentiyle mevcut iktidara alternatif yönetimler yaratsak? Bu emeği, bu odaklanmayı, bu iradeyi ortaya koymadan, yenilgiden ders alıp “devrim” fikrine hızlı, çabuk şekillerde ulaşmaya çalışmanın kurnaz ve zekice bir tarafı yok. Kolaycı ve tahrip edici bir tarafı var.
Şimdi cebinde silah olmadan savaşmaya kalkarsan, bu savaştan da galip çıkacağın yanılsamasına kapılırsan sorarlar: Çilesini çekmediğin davanın mükafatına mı talipsin?
- 2019 yerel seçimlerinde kayyum meselesine dair HDP ile birlike tutum alınmaması sorunu ise başlı başına başka bir yazının gündemi olacak kadar geniş. ↩︎