Perşembe, Nisan 25, 2024

Dina davasında inkara dayalı ırkçılık

Gabon’dan Karabük’e üniversite okumaya gelen 17 yaşındaki Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga’nın cansız bedeni 26 Mart 2023 tarihinde Filyos Çayı’nda bulunmuştu. Dina öldürülmeden önce annesine Karabük’ten ayrılmak istediğini ve güvende hissetmediğini söylemiş, ırkçılığa maruz kaldığını belirtmişti.

Karabük Üniversitesi hazırlık sınıfı öğrencisi Dina’nın ölümüyle ilgili yürütülen soruşturmada sekiz kişi gözaltına alınmış, daha sonra sanık Dursun Acar haricindeki diğer isimler hakkında takipsizlik kararı verilmişti. Dosyanın halihazırdaki tek sanığı Dursun Acar da ancak dört kez gözaltına alındıktan sonra tutuklanmıştı. Dina’nın öldürülmesine ilişkin hazırlanan iddianame “kasten öldürme” ve “cinsel istismara teşebbüs” suçlarına dair düzenlendi. İlk duruşma 8 Kasım’da görülmüştü.

24 Ocak’ta dosyanın ikinci duruşması görüldü. Dosyayı başından itibaren üstlenen “Dina İçin Feministler Dava Takip Grubu” ikinci duruşma için de bütün kadınları davet ederek İstanbul’dan, Ankara Kadın Platformu ise Ankara’dan duruşma için araç kaldırarak onlarca kadınla Karabük’teydi. Gerçeklerin perdelenmesini, örtülmesini engellemek için erkek yargıya karşı feminist mücadelelerini sürdüreceklerini her aşamada dile getirdiler. İlk duruşmada olduğu gibi bu duruşmada da duruşma salonuna izleyicilerin hepsi alınmadı. Buna dair karar olmamasına ve yeterince yer olmasına rağmen heyet yalnızca dosyaya sahip çıkan bu iradeden duyduğu rahatsızlığını ikrar edecek şekilde “niye bu kadar kalabalık geliyorsunuz, ne oluyor kalabalık gelince, geliyorsunuz da ne oluyor?” diyerek duruşmaya başladı.

Duruşmada yalnızca dört ay önce eğitimi için Türkiye’ye gönderdikleri kızlarının telefonla ölüm haberini alan Dina’nın ailesi dinlendi. Dina’nın babası “Kızım tehditler aldı. Genç yaşta Türkiye’ye geldi, katledildi,” dedi. Dina’nın yaşadıklarını paylaştığı annesi ise dosyanın esasına dair çok şey anlatıyordu: “Ağlayarak beni aradı. PTT’ye kargo için ikinci kez gitmişti. Telefonu geri almak istiyorsa onlarla yatması gerektiğini söylemişler. Sakarya’ya gitmek istemesinin nedeni kendini tehlikede hissetmesiydi. Irkçılık gördüğünü söylüyordu. O apartmanın bodrumunda ne oldu? Naaşını almaya adli tıpla birlikte geldik. Dina’nın o bodrum katında bağırdığını görmüşler. Kim onu zorla tuttu?” Heyet başkanı, Dina’nın annesi yaşananları aktarmaya çalışırken “Öyle bir şey yok yazışmalarda!” şeklinde itham ederek defalarca sözünü kesti.

Kamuoyuyla paylaşıldığı üzere, iddianamede PTT çalışanlarından, Dina’nın o akşam yalınayak kaçmasından, oturduğu apartmanın bodrum katında bulunan saçlarından ve bodrum katında iki adam tarafından tacize uğradığını gören tanıklardan söz edilmiyordu. Dina’nın avukatları bu hususlara dair tekrar beyanda bulunarak hem bodrum katına hem de Filyos Çayı’na ilişkin keşif talebinde bulundu. Dina’nın Dursun Acar’ın arabasından kaçarak indiğini, sanığın peşinden hareket ettiğini gören tanığın da duruşmada dinlenmesi talep edildi. Ayrıca hakkında takipsizlik kararı verilen iki kişinin tanık olarak dinlenmesi talep edildi fakat tüm talepler gerçeği aydınlatmaya yönelik olmasına rağmen mahkemece reddedildi.

Dina’nın günlüğü de dosyada. Fakat bu günlükten neden seçildiği bilinmeyen yalnızca iki sayfa bilirkişi incelemesinden geçmiş, bunun sebebine ve günlüğün akıbetine avukatlar dahi ulaşamıyor.

Sanığın savunmaları ise kendisinin de söylediği üzere “basının etkisiyle” cezaevinde olması ve mahkemenin başından beri tarafını belli etmesi sebebiyle özensizce planlanmış, duruma göre değişkenlik gösteren ve çelişkili haldeydi.

Dina, yalnızca birkaç ay önce geldiği için Türkçe bilmiyordu. Dolayısıyla sanığın anlattığı üzere aracının önüne atlayıp yardım istemesi, hastane tercihi yapması, “abla beni dövdü” demesi, telefonunu istemesi, arama yapması mümkün değildi. Sanığa bakılırsa, Dina telefonla annesini birkaç defa arayıp konuşmuş. Fakat Dina’nın annesi Dina’ya ulaşamadığı o gün Türkiye’den kimse, hatta hiçbir yabancı numara tarafından aranmadığını belirtiyor.

Mahkeme heyeti sanık Dursun Acar’ın tutukluluk halinin devamına, bir sonraki duruşmanın da 29 Nisan’a ertelenmesine karar verdi. Fakat mahkeme heyetinin davaya ilişkin yegane telaşı şuydu: “Türkiye’de ırkçılık yok.” Heyet başkanı Dina’nın avukatlarına, daha önce de yaptığı gibi, “Aynı gün Gabonlu öğrencilerin kongresinde ne işi vardı? Türkiye’de ırkçılık yok. Öyle ırkçılık olsa on bin tane öğrenci burada olmaz. Medyaya malzeme çıkarmayın. Madem ırkçılık vardı, burada mutsuzdu, nasıl dışarıda rahat rahat geziyordu? Annesi niye kızını buradan almamış o zaman?” dedi. Milliyetçi dalgaya eklemlenmeyi amaçlayan özgül bir ırkçı kompleks mahkeme salonunda yankılanıyordu.

Irkçılık yok dedikleri gerçekliğe bakacak olursak, yakın geçmişte Ankara Kızılay’da polisler bir kafedeki Somalili göçmenlere “Burada istenmiyorsunuz. Sadece siz değil, Iraklısı da Suriyelisi de istenmiyor” gibi ırkçı ifadeler yönelterek göçmenleri kafeden dışarı çıkarmıştı. İstanbul’da ise Bayrampaşa’da Suriyeli mültecilerin evi bir grup tarafından basılmış, uyumakta olan Nail Alnaif isimli Suriyeli göçmen göğsünden bıçaklanarak katledilmişti. Bağcılar’da da Suriyeli üç işçinin yaşadığı binaya saldıran 6 kişilik ırkçı grup, 21 yaşındaki Muhammed Halid Şerif’i öldürmüştü. Yaklaşık bir sene önce Van’ın Saray ilçesinde Afganistanlı göçmenleri taşıyan minibüse ateş açılmış, saldırıda bir kişi ölmüş, en az 10 göçmen yaralanmıştı. İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde ise üç Suriyeli işçinin, bir saldırgan tarafından gece uyku halindeyken yakılarak katledilmişti. 6 Şubat depremlerininin ardından devletin yetersizliğinin üstü göçmen nefretiyle kapatılırken, göçük altında kalan göçmenler “bize yardım etmezler” korkusuyla Arapça seslenmek yerine yalnızca ses çıkarak yardım istemişlerdi.

Mahkeme heyeti bu düzene değil, elbette onu gösterene, hatırlatana saldırmaya devam ediyor. Merak ediyoruz, mahkeme heyetinin bahsettiği Türkiye’de göçmenler nerede barınırlar, en temel ihtiyaçlarını nasıl karşılarlar? Hayatta kalabilirler mi? Ya da mahkeme heyetinin gerçekle bağı olmayan sorusunu yeniden düzenlersek, “sahiden siyahi öğrenciler neden Karabük’ü seçiyor?”

Karabük Üniversitesi, önceki rektör Prof. Dr. Refik Polat’ın başlattığı “uluslararası öğrenci kampanyasının” bir sonucu olarak Türkiye’nin en yüksek oranda yabancı öğrenciye sahip üniversitesi. Bu bilgiler, üniversitenin internet sitesinde de yer alıyor. Yine sitedeki bilgilere göre uluslararası öğrenci sayısı 10 bin civarında, bu sayının yedi binini Afrika’dan gelen öğrenciler oluşturduğu söyleniyor. Bu süreç bilindiği kadarıyla 2019’da dönemin rektörü Refik Polat’ın uluslararası öğrenci sayısını artırmak üzere Afrika ülkelerini ziyaret etmesiyle başlıyor, bir dizi anlaşmalar imzalanıyor. 

Bu anlaşmaları Türkiye’nin Afrika’daki yayılmacı dış politikasının bir uzantısı olarak değerlendirmemiz mümkün. Yalnızca Karabük değil Sakarya, Kütahya gibi başka üniversiteler tarafından da bu tarz anlaşmalar yapılıyor. Anlaşmaların yapılması ve öğrencilerin hangi üniversiteye gönderileceği konusunda Maarif Vakfı gibi İslamcı vakıflar aktif rol oynuyor. Özellikle tıp, siyaset bilimi ve mühendislik bölümlerine yüksek meblağlar karşılığında öğrenci kabul ediliyor, bu bölümlerde yetiştirilen öğrenciler kendi ülkelerinde diplomatik işlerde ve Türk şirketlerinde çalıştırılarak Türkiye’yle ilişkilerde köprü görevi görüyor. Bu açıdan öğrenci hareketliliğinin ülkelerarası ilişkilerde ve özelde Karabük yerelinde belli önemi var.

Karabük kent ekonomisine Afrikalı öğrencilerin katkısı da göz ardı edilemez. Demir çelik fabrikalarıyla ağır sanayinin merkezlerinden biri olan bu kente Afrikalı öğrencilerin gelmesiyle yeni konutlar, lüks eğlence mekanları yapılarak kiralarda ciddi artış gözlemlenmiş. Bu açıdan Dina’nın ölümünden sonra şehri terk eden öğrenci nüfusu ekonomik anlamda bir kayıp olarak da görülüyor.

Hem uluslararası öğrenci hareketliliğinin devamı için hem de Karabük kent ekonomisindeki olumsuz etkileri önlemek için Dina’nın davasında gerçeklerin üstü örtülmek isteniyor. Öyle ki, komiserinden postane çalışanına kadar olaya bir şekilde müdahilliği olan dosyadaki diğer kişilerin ifadesine başvurulmayıp, yerelde yerleşik çıkar ilişkileri deşifre olmasın diye dosya tek sanık üzerinden yürütülüyor.

Dina’nın ölümü ne bir kaza ne de bir intihardır. Türkiye’de aydınlatılmayı bekleyen binlerce kadın cinayetinden biridir. Bununla beraber göçmen olarak uğradığı ayrımcılık ile ölümü arasındaki bağlantı yargı eliyle koparılmak isteniyor. Devletin kurumsal ırkçılığının somut örneği olarak devam eden süreçte kadın ve emek örgütleri olarak adalet için mücadele etmeye devam edeceğiz. İnkara dayalı ırkçı politikalar ve kadınlara yönelik suçlara karşı siyasi gerçekleri gerek mahkeme salonlarında gerekse meydanlarda dile getirmeye devam edeceğiz.

Son Eklenenler