Kapitalizmin nüfuz ettiği her alanda burjuvazinin ana belirleyici unsur olarak kararları, yönetimi ve düzeni kontrol ettiği biliniyor. Bu kapsamda, ulusal hukukta söz konusu olduğu üzere uluslararası hukukta da sermayenin söz sahibi olduğunu biliyoruz. Uluslararası hukukun en önemli unsurlarından biri, şüphe yok ki Uluslararası Adalet Divanı (UAD). Dolayısıyla son günlerde sıklıkla gündem olan Güney Afrika’nın UAD’ye yaptığı İsrail hakkındaki soykırım suçlamasına dair bir değerlendirme yaparken uluslararası hukukun sınıf karakterini göz ardı etmemek gerekiyor. UAD, beklendiği üzere Güney Afrika’nın talep ettiği acil geçici tedbirlere ilişkin kararını 11-12 Ocak’taki duruşma üzerinden yaklaşık iki hafta sonra 26 Ocak’ta açıkladı. Henüz davanın esası olan soykırım suçuna dair kesin hüküm bu aşamada verilemese bile geçici tedbirlere dair verilen karar kapsamında yer alan hususlar da önem arz ediyor. Geçici tedbirlere ilişkin karar, en azından soykırımın durdurulması açısından ve kamuoyu önünde İsrail’in soykırım yaptığı suçlamasıyla karşılaşması açısından oldukça kritik hususlar olarak öne çıkıyor.
Bu hususlar ışığında UAD ara kararında özel olarak bazı paragraflara değinmek gerekiyor. Zira kararın içeriğini anlayabilmek ve UAD’nin pozisyonunu sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için söz konusu paragrafları irdelemekte fayda var. Bu kapsamda, öncelikle, 13. ve 46. paragrafta yer verilen hususlar dikkat çekici.
“13. Mahkeme, mevcut davanın önüne geldiği acil bağlamı hatırlatarak başlamaktadır. 7 Ekim 2023 tarihinde, Hamas ve Gazze Şeridi’nde bulunan diğer silahlı gruplar İsrail’de bir saldırı gerçekleştirmiş, 1.200’den fazla kişiyi öldürmüş, binlerce kişiyi yaralamış ve birçoğu rehin tutulmaya devam eden yaklaşık 240 kişiyi kaçırmıştır. Bu saldırının ardından İsrail Gazze’de karadan, havadan ve denizden geniş çaplı bir askeri operasyon başlatmış ve bu operasyon büyük sivil kayıplara, sivil altyapının büyük ölçüde tahrip olmasına ve Gazze’deki nüfusun ezici çoğunluğunun yerinden edilmesine neden olmuştur (bkz. aşağıdaki 46. paragraf). Mahkeme, bölgede yaşanan insanlık trajedisinin boyutlarının son derece farkındadır ve devam eden can kayıpları ve insani acılardan derin endişe duymaktadır.”
13. paragraf, meselenin tarihsel süreci göz ardı ederek sanki çatışmalar ilk kez 7 Ekim 2023’te Hamas’ın “haksız ve insanlık dışı eylemleri ve katliamları” ile başlamış gibi bir izlenim yaratıyor. İsrail hakkındaki soykırım suçu iddiası ele alınırken başlangıçta Hamas’ın eylemlerine odaklanmak mahkemenin tutumuna dair önemli bir gösterge. Bunun ardından İsrail’in eylemlerine değinilmesi aslında İsrail’in tezlerinde belirttiği “meşru müdafaa” hakkına atıf yapıyor. Sadece “sivil zayiat” konusunda İsrail’in yeterli düzeyde önlem almadığı gibi bir eleştirinin yapıldığını söylemek mümkün. Peki, 46. paragrafta ne anlatılıyor?
“46. Mahkeme, 7 Ekim 2023 tarihli saldırının ardından İsrail tarafından yürütülen askeri operasyonun çok sayıda ölüm ve yaralanmanın yanı sıra evlerin büyük ölçüde yıkılmasına, nüfusun büyük çoğunluğunun zorla yerinden edilmesine ve sivil altyapıda büyük hasara yol açtığını not etmektedir. Gazze Şeridi’ne ilişkin rakamlar bağımsız olarak doğrulanamamakla birlikte son bilgiler 25.700 Filistinlinin öldürüldüğünü, 63.000’den fazla kişinin yaralandığını, 360.000’den fazla konutun yıkıldığını veya kısmen hasar gördüğünü ve yaklaşık 1,7 milyon kişinin ülke içinde yerinden edildiğini göstermektedir.”
46. paragrafta somut veriler ışığında İsrail’in soykırım suçu işlediğine dair bulgulara yer verilmesi kuşkusuz göz ardı edilemeyecek derecede önemli. Ancak bu somut verilerden önce “Gazze Şeridi’ne ilişkin rakamlar bağımsız olarak doğrulanamamakla birlikte” ifadesinin yer alması, verilere dair şüphelerin olduğunu belirterek saptamanın gücünü ve haklılığını zayıflatıcı bir anlam taşıyor. Oysa, şüphe duyulan veriler birçok gözlemci ve kurum tarafından açık kanıtlarla ortaya kondu. Zaten Güney Afrika’nın başvurusu da bu açık kanıtlara dayanıyordu. Dolayısıyla, burada “uluslararası hukuk” açısından uygun ve adil bir üslup benimsenmediği ve “objektif” değerlendirme konusunda UAD’nin yetersiz kaldığı söylenebilir.
Bu paragraflara ek olarak 30, 31. ve 32. paragrafları da irdelemek gerekiyor. 30. paragrafta UAD’nin İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal edip etmediğini ancak dava incelendiğinde saptayabileceğini belirtiliyor. Fakat UAD, geçici tedbirler aşamasında, iddia edilen eylemlerin sözleşme hükümleri kapsamına girebileceğini kabul ediyor. Dolayısıyla 31. ve 32. maddelerde şu sonuçlara ulaşıldığı aktarılıyor:
“31. Yukarıda belirtilenler ışığında, Mahkeme, ilk bakışta, Soykırım Sözleşmesi’nin IX. maddesi uyarınca davaya bakmak için yargı yetkisine sahip olduğu sonucuna varmıştır.”
“32. Yukarıdaki sonuç göz önüne alındığında, Mahkeme, İsrail’in davanın Genel Liste’den çıkarılması talebini kabul edemeyeceğini düşünmektedir.”
Açıkçası, UAD’nin İsrail’in taleplerini kabul ederek davayı görüşmeye dahi almaması durumunda çok daha ciddi sorunlarla karşılaşacağı aşikâr. Zira öyle yapsaydı uluslararası hukuk hakkında Soğuk Savaş sonrasında sıklıkla dile getirilen Batı’nın (yani emperyalizmin) aparatı olduğu iddiasını güçlendirmiş olacaktı. Bu yüzden kendi varlık sebebi ve “uluslararası düzen” açısından davayı görüşmesi zorunlu bir eylem oldu.
Son olarak, UAD’nin sonuç kısmında yer verdiği ifadelerin bulunduğu paragrafları ele almak gerekiyor. Bu bakımdan 78, 79, 80, 81, 82, 83. ve 86. paragraflarda değinilen ifadeleri analiz etmek uygun olacaktır.
UAD, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik Soykırım Sözleşmesi’nin II. maddesi kapsamındaki eylemleri önlemek için gerekli tüm önlemleri alması gerektiğini (öldürme, ciddi zarar verme, yaşam koşullarını kasten kötüleştirme ve doğumları önleme gibi eylemler), ayrıca İsrail’in askeri güçlerinin söz konusu eylemleri gerçekleştirmemesini derhal sağlaması gerektiğini vurguluyor (78. paragraf). UAD, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere karşı soykırım işlemeye yönelik açık kışkırtmaları önlemesi ve cezalandırması, aynı zamanda Gazze’deki Filistinlilerin yaşam koşullarını iyileştirmek için acil insani yardım ve hizmetlerin sağlanması gerektiğini belirtiyor. İsrail’in, Gazze’deki Filistinli gruplara yönelik soykırım iddialarına ilişkin delillerin korunmasını sağlamak için etkili tedbirler alması gerektiği de ifade ediliyor (79, 80 ve 81. paragraf).
Bu paragraflarda açıkça Soykırım Sözleşmesi’ne atıf yapılması ve soykırım eyleminin engellenmesi için gerekli tüm önlemlerin alınmasına dair vurgu UAD’nin dahi herkesin gözü önünde işlenen soykırım suçunun üzerini kapatamayacağını gösteriyor. UAD her ne kadar somut iddialara rağmen “olabildiğince ılımlı” ifadeler kullanmaya çalışsa da Soykırım Sözleşmesi yükümlülüklerine ve soykırımın engellenmesi için gereken önlemlere yer verilmesi en azından kayıtlara geçmesi açısından önemli. Bu kapsamda UAD 82. paragrafta Güney Afrika’nın talebi doğrultusunda İsrail’in geçici tedbirlerin uygulanmasıyla ilgili bilgi sunması gerektiğini belirtiyor. İsrail’den de belirlenen tedbirlerin yürürlüğe girmesi için alınan tüm önlemler hakkında bir rapor sunmasını istiyor. 83. maddede ise “Mahkeme, Statü’nün 41. maddesi uyarınca geçici tedbirlere ilişkin kararlarının bağlayıcı etkiye sahip olduğunu ve dolayısıyla geçici tedbirlerin muhatabı olan taraflar için uluslararası hukuki yükümlülükler doğurduğunu hatırlatır.” ifadeleri yer alıyor.
Sonuç olarak UAD, 86. maddede davanın ara kararı olarak belirtilebilecek geçici tedbirlere ilişkin olarak şu hususlara hükmediyor:
“(1) İsrail Devleti, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerine uygun olarak, Gazze’deki Filistinlilerle ilgili olarak, bu Sözleşmenin II. maddesi kapsamına giren tüm fiillerin işlenmesini önlemek için yetkisi dahilindeki tüm tedbirleri alacaktır: (a) grup üyelerinin öldürülmesi; (b) grup üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek; (c) grubun fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok olmasına yol açacak yaşam koşullarının kasten uygulanması; ve (d) grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirlerin uygulanması (ALEYHTE: Yargıç Sebutinde; Ad hoc Yargıç Barak);
(2) İsrail Devleti, ordusunun yukarıdaki 1. maddede belirtilen eylemleri gerçekleştirmemesini derhal sağlayacaktır (ALEYHTE: Yargıç Sebutinde; Ad hoc Yargıç Barak);
(3) İsrail Devleti, Gazze Şeridi’ndeki Filistinli grup mensuplarına yönelik doğrudan ve aleni soykırım kışkırtıcılığını önlemek ve cezalandırmak için elinden gelen tüm tedbirleri almalıdır (ALEYHTE: Yargıç Sebutinde);
(4) İsrail Devleti, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı olumsuz yaşam koşullarının giderilmesi için acilen ihtiyaç duyulan temel hizmetlerin ve insani yardımın sağlanmasını mümkün kılacak acil ve etkili tedbirleri almalıdır (ALEYHTE: Yargıç Sebutinde);
(5) İsrail Devleti, Gazze Şeridi’ndeki Filistinli grup üyelerine karşı Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin II. ve III. maddeleri kapsamındaki eylem iddialarıyla ilgili delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler alacaktır (ALEYHTE: Yargıç Sebutinde; Ad hoc Yargıç Barak);
(6) İsrail Devleti, bu kararın yürürlüğe girmesinden itibaren bir ay içerisinde, bu kararın uygulanması için alınan tüm tedbirler hakkında Mahkeme’ye bir rapor sunacaktır ALEYHTE: Yargıç Sebutinde; Ad hoc Yargıç Barak).”
*Söz konusu maddelere dair lehteki yargıçlar UAD’nin başkan ve başkan yardımcısı da dahil olmak üzere diğer yargıçlardan oluşuyor. Ayrıca dava kapsamında İsrailli yargıç gibi “ad hoc” (geçici) olarak görev alan Moseneke de aralarında yer alıyor.
UAD’nin geçici tedbirlere ilişkin belirttiği hususlar ve verdiği karara göre ortaya çıkan sonuç aslında mevcut düzenin bir yansımasından ibaret. Özellikle ateşkes ilan edilmesine ilişkin bir ifadenin karar içerisinde yer almaması oldukça önemli bir sorun. Henüz bu aşamada “soykırım suçu” konusunda bir karar verilemeyeceği belirtilse dahi “soykırım suçu işleme” tehlikesi/potansiyelinin kabul edildiği göz önüne alındığında kesinlikle ateşkes ilan edilmesi gerektiği belirtilmeliydi. Bunun dışında İsrail’in soykırım suçuna ilişkin olarak sunulan verilerin ve bulguların Hamas’ın eylemleriyle bir arada yer alması ise UAD’nin değerlendirmesinin “tarafsızlığını” sorgulatıyor. Sanki, Hamas 7 Ekim’de ortaya çıkmış bir olgu gibi ele alınıyor. Oysaki İsrail onyıllardır katliamlarla, yerinden etmelerle, işgallerle planlı ve organize olarak Filistinlileri yok etmeye çalışıyor. Dolayısıyla 7 Ekim sonrasında İsrail’in askeri operasyonları da bu kapsamda değerlendirilmeli. Gerek ölü sayıları gerekse hastanelerin bombalanması ve doğumların engellenmesi gibi açık eylemlerle soykırım suçu herkesin gözleri önünde işleniyor. UAD, her ne kadar olabilecek en ılımlı ifadelerle soykırımı hafifletmeye çalışsa da İsrail’in soykırım suçuyla dünya kamuoyu önünde yargılanması ve bunun kayıtlara geçmesi tarihsel açıdan önemli.
Öte yandan, UAD soykırım suçunun önlenmesine ilişkin çok daha net ifadeler kullanarak bir ateşkes ilanı belirtse dahi bunun yaptırım gücü kazanması oldukça şüpheli. Zira kararın yaptırım gücü kazanması Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’na bağlı. Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden olan ABD, Birleşik Krallık ve Fransa’nın İsrail ile mevcut ilişkileri göz önüne alındığında en az 1 veto oyu çıkacağı için UAD’nin kararlarının engellenmesi mümkün. Bu bakımdan İsrail’in kesin olarak yenilgisi ve Filistin halkının kurtuluşu ancak emperyalizme karşı halkların dayanışmasıyla ve sömürü düzenine dayanan kapitalizmin ortadan kalkmasıyla mümkün. Sömürü düzenini sürdürmek için krizdeki kapitalizme çare olarak askeri-endüstriyel komplekse, ırkçılığa, apartheid’a, katliamlara ve soykırımlara başvuran burjuvaziye karşı mücadelenin seyri emekçi halkların direnişiyle belirlenecek.