Cuma, Ekim 11, 2024

Gençleşerek ölenler direnerek yaşayacak

“Eğitim konusunda şu an birçok ülke tarafından örnek gösteriliyoruz.”
Yusuf Tekin – Milli Eğitim Bakanı

Her OSB’ye meslek lisesi açmak, mağlup ana muhalefet partisi liderinin büyük vaatlerinden biriydi. Ne var ki, hem kendisinin hem de partisinin memleketten o kadar haberi yoktu ki Anadolu’nun dört bir yanında yerel sermayenin çoktandır bu işe başladığını göremediler. Aradan yıllar geçti, sermaye de burada bedavaya yakın emek gücü, kölelik potansiyeli var diyerek çalışmalarına hız verdi. Yerel aktörler, sermaye çarkları ve tedarik zincirleri artık birbirinden ayrıştırılamaz durumda. Dikkat çekmek istediğim bir başka konu da, resmi verilere göre, 1,3 milyon çocuk işçinin yaşamını belirleyen bu mega planın A partisinin ya da B partisinin bir dönem programından ziyade sermaye sınıfının tam bir uzlaşı içerisinde yürüttüğü bir proje olması. 

Daha önce meslek liselerinin sermayedarlar için nasıl bir “memleket meselesi” haline geldiğinden kısaca bahsetmeye çalışmıştım. Ülkenin dört bir yanından çocuk işçilerin sorunlarından bahsetmek istediğim için biraz dağınık görünmeyi de göze almıştım. Bu yazıda, meslek liselerini daha dar bir çerçevede inceleyeceğim. Memleketin dört bir yanını örümcek ağı gibi saran bu okulların daha özellikli tasarlanan yüzlerini, fabrikalara ve OSB’lere kurulan meslek liselerini anlatacağım. 

MEB verilerine göre 4+4+4 eğitim sisteminin başlatıldığı 2011-2012 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de sadece 45 özel meslek lisesi varken son üç yıl içinde kamu kaynaklarıyla yapılan doğrudan destek ve teşvikler sonucunda okul sayısı yaklaşık 10 kat, özel meslek liselerine giden öğrenci sayısı ise 17,5 kat gibi olağanüstü bir artış gösterdi. Bu özel meslek liselerinin çarpıcı sayıda artışı daha önce ilgimi çekmişti. Memleketin dört bir yanında mantar gibi çoğalan bu çocuk işçi depolarını biraz araştırdım. 

Özel meslek liseleri ekseriyetle sanayinin geliştiği bölgelere yerli sermayenin bölgede hangi alanda işçi ihtiyacı varsa, o alanlara odaklanacak şekilde açılıyor. Arazileri belediye ya da doğrudan devlet tarafından hibe ediliyor. Hepsinin açılışında vali, jandarma genel komutanı, belediye başkanı, il milli eğitim müdürü, devlet erkanının yerel temsilcileri sıraya diziliyor. Kolluk kuvvetinin ya da taşra yönetiminin bu refleksinin bir açıklaması var tabii. Bu kurumlar iktidarın bir uzantısı, zor gücü gibi işlevi. Bu kurumlar bir sınıfın hizmetkarı, başka da bir amaçları yok. Hepsinin yüzünde bir pişkin sırıtış oluyor. Muhtemelen şehrin kilometrelerce dışındaki organize sanayi bölgesinde binlerce öğrenciyi asla eğitim vaat etmeyen, daha ilk seneden atölyelerde “staj” adı altında isçileştirecekleri, sakat bırakacakları, öldürecekleri için mutlular. 

Vali ve jandarma komutanı mutlu çünkü bu bir memleket meselesi, üstlerine ne düşüyorsa yapıyorlar. Artık şehrin göbeğinde işçi çocuklarına bir yer yok. Onlar da anneleri babaları gibi ait oldukları fabrikalarla tanışmalılar. Belediye başkanı mutlu çünkü araziyi hibe ederken avantasını kopardı sermayedardan. Kazan-kazan düzeyinde bir ilişkileri var. Her türlü işine koşuyorlar sermayedarın, şehrin göbeğinde bir meslek lisesine zabıta müdürlüğü yapacağız diyerek el koyuyorlar. Mesela bir hafta sonra o öğrencilerin hepsinin kaydı OSB meslek lisesine alınıyor. İl milli eğitim de mutlu, çünkü bu liseliler pek kontrol edilebilir gençler değil. Hepsinin kanı kaynıyor. Hele de meslek liseliyse, emekçi çocukları erken yaşta tanışıyor kavgayla. Pek uzlaşmacı, otorite tanıyan tipler olmuyorlar. Normal liselerde bunlarla uğraşmak zor. 

Bu noktada, diğer liselere gidenlerle meslek liselerine giden çocukların sosyoekonomik farklılıklarına dikkat çekmek gerekir diye düşünüyorum. Değişen lise yerleştirme programıyla birlikte illerde birkaç iyi liseye yerleşemiyorsanız ya imam hatip liselerine ya da meslek liselerine gitmek zorundasınız. Hızla proleterleşenlerin çocukları için hızlı para kazanmanın yegane imkanı artık meslek liselerinde. Meslek liseleri çocuklar için pedagojik eğitim ihtiyaçlarının karşılandığı, sınıf atlama hayalleri kurduran bir formatta değil. Daha çok itaati öğreten bir konumda. Lise eğitiminin proleterleştirilecek çocuklar için bir anlamı yok. 

İlköğretim hayatları biter bitmez uluslararası işbölümünde, yıllardır kendileri için planlanan alt kademelerde on yıl ve daha fazla çalışan meslek liselilerin neler yaşadığı pek görülmüyor. Bunda yerel medyasından OSB’lere ve okullara kadar her yapıyı kendine bağlayan bir mali oligarşi engeli olduğu kadar emekçilerin neler yaşadığına yabancılaşmamızın, sınıfımızla hemhal olmayı unutmamızın da etkisi büyük. Lisenin ilk yılından okulda devasa işbölümüne dahil olup ülke ekonomisi için kendisine biçilen rolle barıştırılan öğrenciler, çalışmaya başladıkça uzuvlarını kaybediyor, öldürülüyor. Marx’ın Kapital‘de manifaktür işletmelerde çalıştırılan çocukların vücutlarındaki işlev kaybını tariflerken kullandığı tüm betimlemeler Sivas’ta, Nevşehir’de, Van’da vücut buluyor. Ülkemizde son birkaç yılda emekçilerin reel ücretleri erise de kişi başına gayrisafi milli hasıla ve asgari ücretin dolar karşılığı artıyor. Türkiye’nin emperyalist hiyerarşide konumu tartışılır ancak bu konumdan memnun olmadığı aşikar. Bölgesel bazda dahi olsa sermaye için bir çekim merkezi olmak istiyor ancak bu düzeyde bir asgari ücretle zor. Mısır’da 150 dolar bandında olan en düşük işçi ücretleri ülkemizde üç katı civarında (reel ücretlerde ve alım gücündeki erimeyi hesaba katmadan konuşuyorum, bunun eksik olduğunu kabul ederek) seyrediyor. Türkiye bir yandan Tesla’ya Anadolu’da fabrika kurdurmaya çalışırken fabrikalarını yurtdışına taşıyan yerli sermayesini de konsolide etmesi gerektiğinin farkında. İşte tam bu noktada elinde iki büyük emekçi örüntüsü bulunuyor: göçmenler ve devasa bir işsiz gençlik.

Göçmenler konusunda Avrupa Birliği’yle imzalanan protokolden çoğumuz haberdarız. Türkiye bir göçmen deposu olmaya devam edecek ancak göçmenler kendi kaderini bu hapishanede tayin edemeyecek. Avrupa Birliği’nin istekleri doğrultusunda göçmen işçilerin belli alanlarda kalifiye eleman olarak yetiştirilmesi ve Avrupa’ya ihraç edilmesi üzerine bir anlaşma imzalandı. Hem Türkiye’deki sermayenin geçici ara eleman ihtiyacı karşılanacak hem de Avrupa yetişmiş işçiye kavuşacak. Avrupa açısından neredeyse “kusursuz” bir anlaşma. Buradaki sermaye için pek öyle değil. Uzun vadede yetiştirdiği işçileri kaybetme hali sermaye için bir belirsizlik getiriyor. Buna dair çözümleri de lise çağında çocukları ölümüne çalıştırmak. Bunu birkaç araçla yapıyorlar. 

En bilinen araç ise MESEM ve meslek liseleri. MESEM, bu ülkenin gençlerini her türlü üretim sahasında asgari şartlarda güvencesiz çalıştırmanın popüler adı. Yine bu hükümet döneminde çıkarılan yasaya göre zorunlu eğitim gereği okullarda olması gereken çocuklar, sigortadan ,sendika hakkından, işten ayrılma özgürlüğünden mahkum halde köle gibi çalıştırılıyor. Ucuz işgücü kaynağının tüm sermaye grupları farkında. Koç Holding’ten küçük OSB şirketlerine kadar sermaye güçleri bu pastadan pay kapmanın peşinde. 

Tüm OSB’lerde bir meslek lisesi kuruluyor. Liseliler okuldan çıkıp fabrikalara, yurtlara taşınıyor. Sosyalleşmenin hiçbir imkanını bilmiyorlar. Boş zamanlarının olmamasına değinmiyorum ki Marx özgürlüğü düşünmenin ilk koşulu olarak boş zamanı gösterir. Bizden çalınan tek şey boş zamanımız da değil. Bu meseleyi sadece çocuk işçi olarak değil bir bireyin çocukluktan tüm ömrü boyunca proleter olarak dizayn etmenin yolu olarak düşünmek gerekebilir. Meslek lisesinden doktor, mühendis, insan kaynakları uzmanı çıkmayacak. Mavi yakalı işçiler çıkacak. Çocuklardan hayal kurma özgürlükleri, sosyal yaşama katılma özgürlüğü de çalınıyor. Bu düzen her gün bir çocuğu öldürüyor. 2024 yılı başlar başlamaz sadece kamuoyuna yansıyan 11 çocuk işçi cinayeti işlendi. Daha 7 gün önce İstanbul’da 14 yaşındaki Arda Tonbul çalıştırıldığı fabrikada kafasını saç büküm makinesine sıkıştırarak yoğun bakıma alındı. Yedi günün sonunda hayatını kaybetti. Anadolu’nun her köşesinde sermayenin MESEM projesiyle sakatlanan, öldürülen gençlerin hayatı abluka altında. Öldürülen öğrencilerin sıra arkadaşları ölümlerde kazalarda bariz iş güvenliği eksikleri olmasına rağmen çocuk işçilerin suçlandığını söylüyor. Sermayedarlar çocuk işçilerin hayatına 100 bin TL değer biçip öldürmeye devam etmek istiyorlar. 

Nesilden nesile yoksulluğu, örgütsüzlüğü aktarmayı kendine görev edinen bu sınıfın karşısına ancak işçi sınıfın kudretiyle çıkabiliriz. Milyonlarca çocuğu öldürmeyi holding karlarının aracı görenlere karşı meslek liselerinin, onların emekçi ailelerinin birliğini inşa edeceğiz. İSİG meclisinin ulaştığı verilerde 600’den fazla çocuk işçi cinayetinden bahsediliyor. OSB’ler etrafında dizayn edilen Anadolu’daki küresel fabrikanın her bir bandında olmalıyız, olacağız da. Bu ülkenin çocuk işçi mezarlığına dönmesine izin vermeyeceğiz.

Son Eklenenler