Cuma, Kasım 1, 2024

Yeni Emperyalizm – Ellen Meiksins Wood

DOSYA: Neoliberal Dönemde Emperyalizm Tartışmaları I

Bir süredir emperyalizm tartışmalarının geri dönüşüne şahit oluyoruz. Sovyetlerin dağılma sürecinin ardından kapitalizmin küreselleşmesi, gezegen ölçeğinde kapsayıcı hale gelmesi ve her yerde neoliberal politikaların uygulamaya konmasıyla birlikte emperyalizm tartışmaları da bir dönem askıya alınmış ya da çerçevesini yeni küresel duruma adapte edemediği için günceli açıklamakta zorlanır hale gelmişti. NATO’nun kışkırtmaları üzerine Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, İsrail’in Gazze’de Filistinlilere karşı soykırım girişimi gibi yıkıcı olaylar ve Çin’in küresel pazar üzerindeki etkisinin Batı kapitalizminde yarattığı huzursuzluk bu tartışmaları yeniden başlatmanın gerekli, hatta kaçınılmaz olduğunu ortaya serdi. Biz de bu teorik arayışa katkı adına geçtiğimiz 40 yıldan tartışmaya değer bulduğumuz, hâlâ güncelliğini koruyan ya da bugünkü duruma ışık tutma potansiyeli olan yazıları bir dosya halinde “Neoliberal Dönemde Emperyalizm Tartışmaları” başlığıyla yayımlayacağız.

1999 tarihli bu ilk yazıda Ellen Meiksins Wood Kosova’daki savaşı ve NATO müdahalesini merkeze alarak Sovyetler sonrası bir dünyada emperyalizmin ne anlama geldiği üzerine bir tartışma açıyor. Kapitalizmin bütün gezegenin kılcal damarlarına kadar yayıldığı neoliberal küresel uzlaşı döneminde, artık emperyalizmi kapitalist merkez olarak Batı’nın, pre-kapitalist çeperi, nam-ı diğer 3. Dünya’yı kontrol altına alması ve sömürmesinden başka bir biçimde anlamak gerektiğine dair, sorgulamaları ve önerileri bugünkü tartışmalara da ışık tutacak bir yazı. 


Yeni emperyalizm

Yugoslavya’daki savaş iyi şekilde sonuçlanamaz. Acil etkileri ve uzun vadeli sonuçlarından bazıları şimdiden açıktır ve şu andan itibaren hiçbir şey, olaylar şu anda olduğundan daha kötüye git­mese bile, çoktan yapılmış korkunç hasarı tersine çeviremez.

Bu olay “emperyalizm” gibi kelimelerin sol tarafından nadiren ağza alındığı ya da bir çeşit cansız mahcubiyet içinde söylendiği bir zamanda meydana gelmektedir (“sınıf mücadelesi” gibi, mo­daya uymayan diğer bazı sözlerin akıbetine uğramıştır). Fakat Balkanlar’da olan biteni tatmin edici şekilde açıklayabilecek şu anda başka uygun bir “söylem” yok.

Savaşlar sebepsiz yere mi yapılıyor?

O halde gerçekte neler olup bitiyor? İşe bunu ilk ağızdan du­yarak başlayabiliriz. İşte Bill Clinton: “Eger dünya çapında sat­ma becerilerimizi içeren güçlü bir ekonomik ilişkimiz olacaksa, Avrupa anahtar olmalıdır… Kosova tamamen bundan ibaret­tir.”1

İşte ortada. ABD dış politikasının öncelikli ve açık amaçlan hakkında her şeyi bildiğimizi varsayarsak, -“demokrasinin” ve serbest pazann kapsamını genişletmek- (serbest pazar “demok­rasi” ile ne anlatılmak istediğini yeterli derecede anladığında, el­bette gereksiz bir formül olacaktır), Clinton’ın Yugoslavya’daki amaçlarının taslağını yorumlamak çok zor olmasa gerek.

İnsani niyetleri unutun. Bu ABD’nin küresel egemenliğiyle ilgilidir. Ve daha da önemlisi, Avrupa Birliği’nin ABD’nin kontrol etmeye ihtiyaç duyduğu küresel kapitalizmde büyük bir kutup haline geldiği bir zamanda, NATO’nun ABD’yi Avrupa’ya bağlayan rolü ile ilgilidir. Hiç şüphesiz, pek çok yorumcunun belirttiği gibi, bu aynı zamanda Rusya ve hâlâ büyük bir aktör olan bu ülkenin, Avrupa ve Asya’ya yanlamasına uzanan büyük bir güç, jeopolitik çevrelenmesiyle ilgilidir. Daha büyük olan bu amaçla­rı aklımızda tuttuğumuzda, petrol tedarikçilerinden ve boru hatlarından -en son olay da dahil ABD’nin askeri maceralarını açıklamak için düzenli olarak ve çoğu zaman haklı olarak üzerinde durulan vakalar- bahsetmek muhtemelen gereksiz olacaktır. Fakat bu büyük stratejiler bile benim burada kısaca bahsedebilece­ğim, hâlâ büyük olan strateji bağlamında değerlendirilmek zorundadır.

Clinton rejiminin yaptığı şey, vahşi ve akla gelmez görünen yerleşik ABD dış politikalarıyla tamamen uyumludur. Bu model o kadar yerleşmiş ve alışılmıştır ki, sorumsuz bir Başkan ve onun kaçık Dışişleri Bakanı plan yapmadan ya da önceden düşünmeden gözü bağlı bu modeli izleyebilmektedir. ABD savaşla­rı uzun süredir her şeyin ötesinde bir tek şeyle ilgilidir: zekice sebepler, amaçlar ya da stratejiler olsun olmasın ABD’nin ağır askeri gücünün herhangi bir zamanda herhangi bir yere konuşlan­dırabileceğini göstermek. Bu, görünüşte belli bir amacı yokmuş gibi görünen mantık dışı bir askeri güç kullanımıdır, elbette hiç­bir şey toprak üzerinde egemenlik kurmak ya da sömürgeler ele geçirmek ve hükmetmek kadar açık değildir.

Belki de bu tarz militarizm için tamamıyla yeni bir kelime dağarcığına ihtiyacımız var, fakat şimdiye kadar, buna emperya­lizm kelimesinden daha çok uyan bir kelime bilmiyoruz. Bunu anlamak için, emperyalizmin doğasında meydana gelen değişmeleri izlemeliyiz. Harry Magdoff’un çoğu zaman belirttiği gibi kapitalist emperyalizm, önceki emperyalizm şekillerinden esas olarak farklıdır, çünkü amaçları özgül olarak kapitalisttir. Örne­ğin, kapitalist genişleme için pazar ve kaynak arayışı vs., köle sahibi Roma İmparatorluğu’nun amaçları değil, genişleyen bir sermayenin amaçlarıdır. Fakat kapitalist emperyalizmin değişme şekilleriyle ilgili daha söylenmesi gerekenler var.

Eskiden kapitalist emperyalizm, kapitalist ve kapitalist olma­yan dünya arasındaki ayrıma dayanıyordu. Emperyalist güçler sömürge topraklarını fetheder ya da orayı kontrol etmek için doğrudan askeri güç kullanırdı. Ve tabii, emperyalist devletler bu topraklar üzerinde askeri araçlarla yarışırlardı. Yani, amaçları ve temel mantığı kapitalizm öncesi emperyalizminden farklı da olsa, başlardaki kapitalist emperyalizm, yöntemleri ve araçları yönünden, toprağın fethedilmesi ve kontrol edilme modelleri ya da emperyalistler arasındaki rekabet açısından, eski şekillerden çok da farklı olmayabilir.

Ancak bugünün öyküsü farklıdır. Bugün emperyalizm, kapitalist ve kapitalist olmayan dünya arasındaki ilişkiyle ilgili değildir. Daha çok küresel kapitalist sistem içindeki ilişkilerle ilgili­dir. Emperyalizm, bugün kapitalizmin “evrenselleşmesi” diye adlandırdığımız bağlam içinde yer almaktadır. Artık emperyalizm, esas olarak toprak fethi ya da doğrudan askeri kontrol ya da sömürge kontrolü meselesi değildir. Bu artık kapitalist güçlerin kapitalist olmayan toprakları, kaynaklarını doğrudan ve kaba kuvvetle emmek için istila etmeleri meselesi değildir.

Şimdi, kapitalist pazar güçlerinin dünyanın her köşesinde (bu, marjinalleştirmek ve yoksullaştırmak anlamına gelse bile) hakim olmasını sağlama ve bu pazar güçlerini en güçlü kapitalist ekonomilerin ve bilhassa ABD’nin yararına olacak şekilde manipüle etmeyle ilgilidir.

Bu yalnızca bazı toprakları kontrol etme meselesi değildir. Bu, her zaman ve her yerde bütün dünya ekonomisini ve küresel pazarları kontrol etme meselesidir. Bu yalnızca ucuz emeğin gelişmiş kapitalist ülkelere dayanan ulusaşırı şirketlerce doğrudan sömürüsü şeklinde gerçekleşmez, aynı zamanda borç ve para manipülasyonu gibi dolaylı yollarla da gerçekleşir. Emperyalist­ler arasındaki rekabet de değişmiştir. Hâlâ oradadırlar, ama ka­pitalist rekabet sürecinin aksine, daha dolaylı ve belirsiz askeri biçimlerdedirler.

Emperyalizmin doğasındaki bu değişiklikler, her şeyden önce, kapitalizmin çelişkilerini ve istikrarsızlıklarını şiddetlendirmiştir ve bu durum yeni antikapitalist ve anti-emperyalist mücadele­ler için yeni olasılıklar yaratabilir. Fakat başka sonuçlar da var­dır. Bugünün emperyalizmi kendisini sömürgelerin dogrudan askeri hakimiyet altına alınmasıyla tanımlamıyorsa, bu eskisinden daha az militan olduğu anlamına gelmez. Asıl konu eski askeri fetih ilkelerinin daha az şiddet içeren ticari ve finansal hakimiyet araçlarına kaydığı için, dünyanın daha barışçıl bir yer olmadığıdır. Tersine, askeri güç, bazı yönlerden hiç olmadığı ka­dar, emperyalist projenin merkezindedir. Fakat şimdi farklı şekillerde ve farklı acil amaçlarla gerçekleşmek zorundadır.

Konu basit bir şekilde ortaya konabilir: toprak üzerinde egemenlik sağlama ile -belli sınırlan olan açıkça tanımlanabilir toprak- anarşik bir küresel ekonomi üzerinde hakimiyet kurmak arasında büyük bir fark var. Bu farklılığı kafamızda açıklıga kavuşturduğumuz an, anlaşılmaz diğer pek çok şeyi anlamaya baş­larız: örneğin vaat ettigi amaçları gerçekleştirmeyi başaramayan ve hatta düzeltmeyi düşündüğü koşulları daha da kötüleştiren ABD’nin sürekli tekrarlanan askeri eylemleri. Kapitalizmin ev­renselleşmesinin bu tarz emperyalizmin bağlamında, hâlâ ulus devletler dünyasında meydana geldiğini aklımızda tutmalıyız. Yani küresel pazarlar üzerinde hakimiyet kurma çabası, (geçmişte belirli sömürge toprakları üzerindeki hakimiyetten daha az değil) devlet iktidarları ve hepsinin üstünde tek bir devlet iktidarının peşine düştüğü bir projedir.

Sorun bu sınırsız, bu topraksız egemenliğe, bu sınırsız emperyalizme nasıl ulaşılabileceğidir. Bir süre önce Monthly Review’ün “Editörlerden Notlar” kısmında, uzun süredir MR’nin emperyalizm analizinin merkezinde olan bir noktaya değindik: her şey söylendikten ve yapıldıktan sonra, her türlü özgül ya da görünür çıkarı dikkate aldıktan sonra, bunun en sonunda yalnızca kendisi için, yalnızca ABD egemenliğini devam ettirmek için yapılan açık bir güç gösterisi olduğunu anlıyoruz. Savaşla gözdağı vermek elbette her zaman emperyalizmin bir parçası oldu, fa­kat büyük güç gösterisi yeni emperyalizm içinde yeni bir önem arz etmektedir. Bugünün koşullarında, askeri eylemler için muhakkak özgül ve somut amaçlar bulmamız gerekmediğini söylemek istiyorum. Bulmaya gerek duymuyoruz, çünkü eylemin amacı toprağın ya da hatta kaynakların dogrudan kullanımı olmak zorunda değildir.

Bu eski moda askeri adamların bile tam olarak anlayamadığı bir noktadır. Örneğin, birkaç yıl önce, o sırada ABD Genel Kur­mayları’nın başkanı olan General Colin Powell, askeri gücün kullanımının temel koşullarını ortaya koyan Powel Doktrini’ni açıkladı: bazı açık ve hayati ulusal çıkarlar, açık bir hedef, bu hedefi kazanmak için yeterli güç ve açık bir çıkış stratejisi olmalı­dır.2 Madeleine Albright ABD’nin BM’deki temsilcisiyken, Po­wel’le bu ilkeler üzerine tartışmalar yaşadı. Söylenene göre “Kullanmadıktan sonra sürekli bahsettiginiz bu görkemli askeriyenin ne önemi var?” demişti. Söylemeye çalıştığı şey ABD askeri gücünün daha esnek kullanılabileceğidir; bu koşullardan hiçbiri o an mevcut olmasa da, açık ya da açıkça elde edilebilir amaçlar ve açık bir çıkış olmasa da ABD, askeri gücünü bir başka deyişle yapabildiği her an (ve bunu yapabildiğinden) kullanmalıdır.

O zaman Albright ve Clinton tarafından hangi stratejiler takip edilirse edilsin, Albright’ın sorumsuzca tutumu en azından yeni emperyalizm bağlamında bir çeşit anlam ifade ediyor. Aslında, bu uzun zamandır ABD dış politikasının ana başlıklarından biridir. Son tahlilde, ABD dış politikasını Harry Magdoff’un uzun yıllar önce Vietnam için söyledigi gibi, bazı özgül maddi terimlerle açıklayamazsınız. Bunun ABD gücünün herhangi bir zamanda herhangi bir yere konuşlanabileceğini dünyaya göstermekle ilgili olduğunu anlamak zorundayız. Ve, Henry Kissin­ger’in açıkladığı bir ilkeden alıntı yaparsak, stratejinin bir kısmı öngörülemezliktir; bazıları buna mantıkdışılık da diyebilir.

İnsani emperyalizm mi?

O zaman, Vietnam ya da Orta Amerika’da ABD emperyalizmi­ni protesto etmek için ortaya çıkan onlar, hatta yüzler, binler ne­redeler? Özellikle de sol nerededir? İnsanlar mı umursamaktan vazgeçtiler yoksa insanların emperyalizmi gördüklerinde tanı­mamalan mümkün müdür? Yeni emperyalizmin görünüşteki mantıksızlığını düşündüğümüzde, çok sayıda insanın, güçlü an­ti-emperyalist fikirlere sahip olan solculann bile, onu tanımakta güçlük çektiği anlaşılabilir. Körü körüne askeri güç kullanımını anlamak toprağın tamamen ele geçirilmesi ve kolonilerin sömürülmesini anlamaktan daha zordur. Ve elbette çoğu insan, her­hangi aklı başında bir insanın ya da hükümetin askeri gücü bu biçimde, ayırt edilebilir bir amaç olmadan öldürmek ve yıkmak için kullanmayacağını düşünecektir.

Fakat bu yeni emperyalizm şekline karşı muhalefetin fark edilir şekilde güçsüz olmasının bir başka nedeni vardır. Yeni emperyalizm, ABD’nin uyguladığı gibi, çok etkili bir biçimde gizlendi. Geçen zaman içinde, Uwe-Jens Heuer ve Gregor Schir­mer’in yazdığı Human Rights Imperialism adlı bir çalışmayı yayın­ladık. Bu, olaydan önce Yugoslavya’da savaş hakkında bir yorum olarak bugün yeniden basılabilecek isabetli bir çalışmaydı.3 Bu, ABD’nin insan hakları yorumunun, ortak insani çıkarların yeri­ne ABD’nin belirli çıkarlarını ve keyfi eylemlerini yerleştirerek, tüm insan hakları kavrayışlarını ihlal ettiğini ve bu tarz kavram­Iarın temellerini yıktığını açıkça göstermektedir.

“İnsan hakları emperyalizmi” nosyonu soldaki çoğu insanı ele geçirmişe benzeyen şaşırtmacayı iyi yakalamıştır. Bunu söylemek, Yugoslavya’daki olaylara “Fakat bir şeyler yapmalıyız” diye tepki gösterenlerin gerçek kanaatlerini önemsememek degildir. Biz bu tepkiye yoğunlaşmalıyız (ve sadece Kosova’daki savaş örneğinde değil). Bu savaşta ne olursa olsun, bu insan hakları emperyalizmi bitmeyecektir, ve biz bununla yüzleşmedikçe, sol en tutarlı bağlılığını, emperyalizme direnişini (çoğu insanın sınıf çatışması gibi vazgeçtiği şeylerden sonra koruduğu bir bağlılığı) kaybetme tehlikesi altındadır.

Bu sayıda,Yugoslavya’daki savaşı meşrulaştırmak için kullanılan insani iddialarla çeşitli yönlerden çatışan iki çalışma yayınla­mamızın sebebi budur: savaşın mantığındaki çelişkileri ortaya çıkaran Tarık Ali’nin çalışması ve insan hakları emperyalizminin kendi kendine ilan ettiği etik alanı, bunu sadece bir savaş olarak adlandırıp adlandıramayacağını sorarak ele alan Gilbert Achcor’ın makalesi (örneğin, Susan Sontag 2 Mayıs’ta New York Times dergisinde bu şekilde adlandırıyor.)

Diğer çalışmaların “insani” savaş hakkında söylediklerine bir­kaç şey eklemek istiyorum. Öncelikle, kimsenin gerçekleri yalanlardan tüm yönleriyle ayırabilmesi mümkün değildir. Koso­va’da gaddarlığın kanıtları arttıkça, NATO’nun gaddarlığını destekleyecek, savaşa yeterli olmayacak kadar az iddiayla gittiğine dair kanıtlar da artmaktadır. Fakat ortada, iyi niyetli insanların, ve birçok sosyalistin, durmasını istediği bir “insani” facianın olduğu önermesinden başlayalım. Onlara ne diyoruz?

Bu savaşın insani endişelerle -örneğin, ABD’nin müttefikleri tarafından işlenen ve böylesi tepkiler çekmeyen bütün gaddar­lıklar- yapıldığını söyleyen sahte iddialara karşı bütün delilleri özetlemeye gerek yok. Clinton, Kosova’nın gerçekten neyle ilgili olduğunu ağzından kaçırarak bu insani iddiayı bertaraf ettiği için, niyetlerin önemli olmadığı adil bir ortak argümana geçebiliriz. Argümana göre, karınız tecavüze uğramış ya da ölesiye dövülmüşse, ahlakça çürümüş ve namussuz olsalar da polisleri ararsınız.

Acı verecek derecede açık bazı yanıtlar vardır. Bu polisleri, kimin hangi otoriteye atadığını sormaktan kendinizi alamasanız da, kendi kendini tayin etmiş polisleri çağırmanın uzun vadeli etkilerini, ya da hukukun etkilerini düşünecek çok vaktiniz olmasa da, eğer bu polislerin eşinize tecavüz edebilecegine ya da onu dövebilecegine inansaydınız gerçekten onları arar mıydı­nız? Niyetler önemlidir, çünkü aktörün ne yapacağı ve ne yapmayacağı ve sonucun ne olabileceği hakkında çok şey anlatır.

NATO’nun emperyalist niyetlerle hareket ettigini farz edersek, bombalama başladıktan sonra durumları açıkça kötüleşen kur­banlara yardım etmekte başarısız olduğunda şaşırmamalıyız. Irak’ta oldugu gibi saldırganlardan çok masum sivillere daha fazla ve daha uzun süre zarar veren şehrin alt yapısının yıkımı­na da şaşırmamalıyız. NATO askeri aygıtının yaptığı yıkımlara, sivillerin bombalarla hemen öldürülmesi ve sakat bırakılmasına ve ekolojik felaket sayesinde bu ve gelecek kuşakların uzun vadeli ölümleri ve sakat kalmalarına -rafinerilerin ve kimyasal tesislerin bombalanmasına, biyolojik savaştan farkı olmayan ve nükleer savaşın yalnızca bir boyutu olan ABD’nin seyreltilmiş uranyum kullanımına- şaşırmamalıyız.

Bundan dolayı, güya Balkanlar’da istikrar sağlama niyetinde olan bir eylemin aşikar bir şekilde istikrarsızlığa yol açtığına ya da bitirmek için olmasa da Miloseviç’i zayıflatmak için yapılan eylemlerin onu yalnızca güçlendirmesine pek şaşırmıyoruz. ABD’nin uzun süredir tercih ettigi bir yöntem olan sürekli bir askeri yöntem kullanımına kesinlikle şaşırmıyoruz; herhangi bir savaşta iddia edilen amaçları gerçekleştirmeyi başaramamış, ama kısa vadede ve uzun vadede maksimum ve rasgele yıkıma neden olmayı garantileyen yüksek teknolojik bombalama. En temel taktiklere kadar her şey -ABD güçlerini herhangi bir riskten korumak için yüksekten uçan bombacıların, hedeflerin seçilemez oldugu gibi basit bir nedenden ötürü sivil kayıplarını (bu bombalamanın kendi yararına olması gereken insanlar) garantileme­si gibi- altında yatan temel amacı anladığımızda akıllıca ve öngörülebilir olmaktadır.

NATO’nun eylemlerinin çok uygunsuz olduğunu söyleyerek tüm bunları anlamlı hale getirebiliriz. Kesinlikle her zamankinden uygunsuz. Savaşın büyük bir hesap hatasına dayandığına ve Tarık Ali’nin bu konuda gösterdigi gibi, NATO için bir felaket haline geldiğine şüphe yok. Bu nedenle Rusya ile ilgili endişelerine rağmen ABD Rusya’yı, NATO’nun hamallığını yapması için yanına çekmeye çalışıyor. Kosovalı Arnavutların çıkarları, Balkanlar’daki diğer insanlar kadar, hazır olduklarından bile fazla emperyalist çıkarlara tabi olacaktır.

Ancak bir taraftan, eğer amaç askeri gücün ve arzuya bağlı çıplak gücün sergilenmesi ise bu hatalar pek az önemlidir. Öyle veya böyle, faillerin bu konuda söylediklerini (bunun ABD’nin küresel ekonomiyle ilgi olduğunu söylemektedirler) kabul etmek, ABD askeri eylemlerinin uzun ve tutarlı siciliyle anlamlı ve uyumlu görünmektedir. Sadece bu mercekten bakarak başka hiçbir sonucun göz önünde tutulmayacağını anlamalıyız.

Bu savaşın Kosova, Yugoslavya, Balkanlar ve Avrupa için sonuçlarının dışında, bütün dünya için de sonuçları vardır. Bunun­la ilgili bir hata yapmayalım. Bu gerçekten de yeni bir dünya düzenidir. Hiçbirimizin iki dünya savaşından sonra, ulusal dü­zenin bazı görünüşlerini korumak için ortaya konan zayıf koru­malarla ilgili yanılsamaları yoktur. Fakat bunları tamamen içi boşalmış görmek bir ilgisizlik meselesi olamaz – BM işlemez hale gelmiş ve uluslararası hukuka her vurgu bir kenara bırakılmıştır. Kosova’daki gibi bir krize asgari ve yeterli çözüm umudu olsaydı, bunu şüphesiz savaş ve emperyalizm araçları değil kurumlar oluştururlardı.

Fakat belki de NATO’nun çok büyük hataları, NATO’ya üye ülkelerinin vatandaşları arasında artan huzursuzluk, (dünyanın geri kalanından bahsetmiyorum bile) ve ABD ile müttefiklerinin saçtıkları dehşet NATO’nun sonunun başlangıcını ve ABD em­peryalizminin ölümünün yaklaştığını işaret etmektedir.


  1. Benjamin Schwartz ve Christopher Lane alıntılamıştır. “The Case Against Intervention in Kosovo”, The Nation, 19 Nisan 1999 ↩︎
  2. Eric Schmitt, “The Powell Doctrine ls Looking Pretty Good Again”, New York Times, 4 Nisan 1999, s.5 ↩︎
  3. Örneğin bkz. AGİT’in (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) Priştina yakınlarındaki Kosova Kontrol Birimi’nde bombalamanın başlamasına birkaç gün kalana kadar (20 Mart) çalışan Kanadalı Rollie Keith’in yazdığı “Failure of Diplomacy” adlı makale. Makale 9 Mayıs’ta British Columbia’daki Yeni Demokrat Parti’nin gazetesi olan The Democrat’ta yayınlanmıştır ve saldırının arifesinde NATO’nun insani felaket görüşünü detaylı olarak eleştirmektedir. ↩︎

Çeviri: Elif Dinçer
Yazının orijinali: Kosovo and the New Imperialism
Bu çeviri E. M. Wood’un seçme yazılarından oluşan ve Kalkedon Yayınları tarafından derlenen Marx’a Dönüş [2007] isimli kitaptan alınmıştır.

Son Eklenenler