Ölmekle yaşamak arasındaki çizginin eskiye kıyasla çok daha ince olduğu, bu ikisinin birbirine uzaklığının her zamanki gibi vahim senaryolar barındırdığı çağımızda, adeta bir manifestoymuşçasına muhatabını arayan iki kelimeyle karşı karşıyayız: “Yaşamak istiyoruz.” Toplumsal yaşamın her alanında, her kesiminde yankılanan ama son zamanlarda ekseriyetle Eskişehir’den duyduğumuz bu iki kelimenin beraberinde getirdiği bir de soru var: “Nasıl yaşamak?”
Bu soru her zamanki gibi “yaşamak isteyenleri” ve iktidarı tekrar karşı karşıya getiriyor. Bu soruya iktidar penceresinden bakmak adına Eskişehir’de toplumsal alanın ve öğrencilerin yaşam koşulları üzerinde hatırı sayılır bir tahakkümü olan İsmail Ağa tarikatına bağlı Hicret Vakfı’nın bir yetkilisinin konuşmasından kısa bir kesite bakınca durum netleşiyor. Geçen ay içinde olduğu ekonomik sorunlar ve türlü sıkıntılar neticesinde yaşamına son veren sıra arkadaşımız Resul ile alakalı bir konuşmasında “Yattığı yatağı var, yediği yemeği var. Ölmek kendi tercihiydi” cümlelerini sarf eden bu “yetkili”, “kredi çekmeseydi, ne yapacak o kadar parayı?” cümlelerini de sıraya dizmekten geri durmamıştı. İktidarın bize biçtiği yaşamın ölümden tek farkının ölmemek olduğunu anlamamız için elbette bu yetkilinin fikirlerini dile getirmesine ihtiyacımız yoktu. Peki, var mı yatacak yatağımız ve yiyecek yemeğimiz?
Eskişehir’de 100 bini bulan öğrenci sayısına rağmen 13 KYK yurdu ve sekiz bin yatak bulunuyor. Fakat bu tablo Eskişehir’deki öğrencilerin okuma ve yaşam şartlarını anlatmaya yeterli değil. Bu mevcut sekiz bin yatağın yaklaşık üç bini gerekli standartları ya karşılamıyor ya da asgari düzeydeki konfor standartlarını üç buçuk yıl önce yitirmiş. Eskişehir’de barınma sorunu ülkenin geri kalan şehirlerine kıyasla birkaç kat derinleşti. Eskişehir’de iktidarın yeni-liberal ekonomi politikaları ve barınmaya değil de kâr etmeye yönelik tutumları sonucu kira fiyatları astronomik düzeylere vardı. 7-8 öğrencinin Milli Eğitim Bakanlığı’ndan aldıkları öğrenim burslarının tamamını bir araya getirmesiyle karşılayabilecekleri tek şey 50 metrekarelik bir evin kirası. Kapitalizmin mülksüzleştirme kampanyasının belki de en başarılı örneklerinden biri Eskişehir.
2010’da ev sahibi olma oranı yaklaşık yüzde 67 iken bugün bu durum yüzde 40 bandına gerilemiş durumda, Eskişehir’de KYK yurtlarında kalan öğrenci sayısı kadar kişi barındırabilecek boş konut var. İktidarın yaptıkları ve hizmet ettiği serüven ortada fakat bu konuda nüfusu 20 milyonu geçen ve kira artışlarının en yüksek olduğu İstanbul gibi bir kentin birçok ilçesiyle yarışan ve “muhalefetin kalesi” olan Eskişehir’de barınma sorunu için muhalefet de mi bir şey yapmıyor? Elbette, herkes üzerine düşeni yapıyor. Belediyeler, barınma sorununa çözüm üretebilecek bütçelerinin ya da yurt yapılabilecek arazilerinin olmadığını söylerken kamuya ait belediye tesis arazilerinde yerel yöneticilerin fiyakalı otel inşaatları boy gösteriyor. Tabii ki bu örnekler münferit değil, siyasetin muhalefet kanadında bulunan kişilerin de içinde yer aldığı yerel oligarkların sistematik tutumlarının örneklerinden biri sadece bu. Bu tarz meselelere dair “sol camiadan” değil tepki kayda değer sitemler bile yükselmiyor. Zannediyorum ki bu sessizlik seçimden seçime onlara kefil olmalarının bedelidir. Herkes üzerine düşeni yapıyor, büyük bir çoğunluğu emekçi çocuğu olan ve maddi imkanları kısıtlı olan öğrenciler için “okulu bitirdikten sonra nasıl para kazanacağım?” endişesi yerini “nasıl okuyacağım?” endişesine bırakıyor.
Eskişehir’de Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ait 13 yurt bulunurken, 9’u İsmail Ağa Tarikatı’na ve ona bağlı vakıflara, 6’sı başkaca tarikat-cemaat tipi yapılanmalara ait olmak üzere resmi kayıtlarda 21 yurt bulunuyor. Elbette bunlara öğrencilerin popüler mahallelerinden biri olan Bağlar’da bulunan ruhsatsız tarikat aparatları dahil değil. KYK yurt ücretlerine zam gelmesinin aksine bu tarikat yurtları senelik 2.000-3.000 TL gibi cüzi miktarlar talep ederek bu şeytan çıkmazının parmaklıklarını güçlendiriyor.
Eskişehir’de öğrencilerin itildiği bu umutsuzluk çıkmazının bir başka bileşeni de sömürünün küresel ağlarının sevgili mermisi “uyuşturucu”. Eskişehir uyuşturucu konusunda baronların yükselen trendi olurken, öğrencilerin vakit geçirdiği belli başlı parklarda ve sokaklarda güvenlik güçleriyle torbacıların “n’aberleşmesine” tanıklık ediliyor. Edirne’de aracında 25 kg uyuşturucu bulunan Narkotik Şube amirinin, uyuşturucu üretmek suçundan tutuklanan Diyarbakır Terörle Mücadele Derneği başkanının, Cumhuriyet tarihinin en büyük uyuşturucu baskını yiyen uyuşturucu tacirlerinin ve Moldova mafyasının ortak noktasının Eskişehir olması durumu daha net bir şekilde gözler önüne sererken, İran-Eskişehir-İstanbul tren güzergahı kullanılarak büyük miktarda uyuşturucu sevkiyatı yapıldığı ortaya çıkmışken narkotik köpekleriyle trenlerde arama yapılması uygulamasına ara verildi.
Öğrenciler için günden güne durumun vahametinin arttığı bu kentte, saatlik 20 TL gibi çalışma ücretleri de ateşi harlıyor. Sonunda gençlerin “nasıl okuyacağım?” endişesinin yerini “nasıl yaşayacağım?” endişesi alıyor. Üniversite okurken çalışmak zorunda kalan, hayatının en güzel yıllarını tarikat, güvencesiz/ucuz çalışma ve uyuşturucu denkleminde yaşamak zorunda bırakılan, kaldığı yurtta her an sorumluların sorumsuzluklarından kaynaklı bir kaza sonucu ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilecek barınamayan milyonlarca gencin yaşadığı bu ülkede, “yaşamına müdahale eden mevcut duruma ve olguya yönelttiği öfkeyi, içerisine itildiği çaresizlik sarmalından ötürü kendi yaşamına yöneltip toplumsal faciayı gün yüzüne çıkararak” intihar eden bir öğrenciydi Resul.
Resul ve niceleri yaşamak istiyordu. Biz yaşamak istiyoruz, ölümden tek farkın ölmemek olmadığı bir yaşam sürmek istiyoruz. Bunu gerçekleştirmek için mücadeleden ve birliğimizden başka yol yok. Bu koskoca ve sarsılmaz gibi görünen “kağıttan kaplana” karşı durabilmek adına, sistematik şekilde atıldığımız bu cenderen dayanışmamız ve birliğimizle kurtulacağız.