Pazartesi, Ekim 7, 2024

Savaşı Pazarlamak: Magdi El Gizuli’yle Söyleşi – Adam Benjamin

Sudan’da Sudan Silahlı Kuvvetleri’yle Hızlı Destek Güçleri arasında devam eden savaş binlerce kişinin ölümüne ve milyonlarca kişinin yerinden edilmesine neden oldu. Mevcut kriz, ülke genelinde yıllar süren siyasi çalkantıların ardından geldi. 2018’in sonlarında ve 2019’da demokratik yönetim çağrısı yapan kitlesel protestolar, Devlet Başkanı El Beşir’in otuz yıllık rejiminin çökmesine yol açtı. 2019 yazına gelindiğinde, askeri-sivil geçici hükümetin farklı fraksiyonları demokrasiye geçişi başlatmayı kabul etmişti, ancak Ekim 2021’de Sudan Silahlı Kuvvetleri komutanı -Hızlı Destek Kuvvetleri’nin yardımıyla- askeri bir darbeyle ülkenin kontrolünü ele geçirdi. Nisan ayından bu yana, iki general ve eski müttefikler arasındaki çatışma, birçok gözlemcinin iç savaş olarak adlandırdığı bir hal aldı.

Magdi El Gizuli, temel ilgi alanları politik ekonomi ve düşünce tarihi olan Sudanlı bir akademisyen. Rift Valley Enstitüsü’nün sitesinde ve Still Sudan adlı kendi blogunda yazıyor. Aşağıdaki söyleşide Magdi El Gizuli, Sudan’da devam eden savaşı ve “milisleşme yoluyla birikimin” uzun tarihini tartışıyor. Ülkenin Yemen savaşındaki rolüne ve geçiş hükümetinin politikalarına bakarak, Sudan’ın militarizasyonunu küresel ekonominin çeperindeki yeriyle ilişkilendiriyor.

El Gizuli’nin söyleşinin sonunda söylediğini baştan ortaya koymak iyi olur. Kapitalizmin, özellikle çeper ülkelerde kendisini yeniden üretmekte zorlanması süreci ekonominin askerileşmesine götürüyor, bir savaşlar çağının da kapısını aralıyor. Burada anlatılanlar sadece Sudan’la ilgili değil, içinde yaşadığımız döneme ve coğrafyaya dair de çok şey söylüyor.


Sudan üzerine çalışmalarınızın kökenleri nelerdir?

Düşünsel olarak Sudan komünist hareketinin geleneğine bağlıyım. Komünist Parti’nin 1960’larda ve 1970’lerde ürettiği fikirlerin çoğu Sudan’ın siyasi evrimini açıklamanın yolları üzerineydi. Yoğun tartışmalara yol açan biyografik, otobiyografik ve tarihsel anlatıların ağırlıkta olduğu pek çok siyasi içerikli broşür ve kitap vardı.

1970’lerde ve 80’lerde Sudan’daki akademik sol içinden çıkan, politik ekonomi üzerine çalışma yapan geniş bir grup vardı, ancak bu yazarlardan bazıları Komünist Parti’yle aynı çizgide değillerdi. Bu çalışmalar 1980’lerin sonlarında bir yerde durdu. O zamandan beri, örneğin Sudan’da petrolün ortaya çıkışı ve son yirmi, yirmi beş yılda gelişen isyan türleri hakkında çok az araştırma yapıldı. Dünyaya Marksist açıdan bakmak Sudan’ın entelektüel tarihinde bir tür mazide kalmış anıya dönüştü. Benim kişisel ilgim ise mevcut durumun nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor; buna benim gibi dünyanın dört bir yanına dağılmış, göçmen ve gurbetçi emek döngülerindeki insanların çıkmazları da dahil. Ayrıca 1989’dan 2019’a kadar ülkeyi yöneten El Beşir’in yıllar süren devlet başkanlığını anlamaya çalıştım. Osmanlı’dan bu yana Sudan’ı en uzun süre yöneten kişi olması beni hâlâ şaşırtıyor. Şimdi ise artık bitmiş olan bu dönemin arkasında bıraktıklarıyla ilgileniyorum.

Şu an devam eden son çatışma döngüsünün bağlamından bahsedebilir misiniz?

Sudan’daki mevcut durum bazı etkili çevrelerde, özellikle de medyada, iki askeri oluşumu yöneten iki general arasındaki bir savaş olarak tanımlanıyor. Bunlardan ilki, tarihi 100 yıl önce İngilizlerin Sudan’da kurduğu daimi orduya dayanan ve klasik bir devlet ordusu olan Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK). İkincisi ise Hartum hükümetine karşı yürütülen isyandan ve sonrasında yapılan isyan karşıtı operasyonlardan doğan Hızlı Destek Güçleri (HDG). Birçok yazarın da belirttiği gibi bu ikincisi ucuz yollu bir kontrgerilla harekatıydı. HDG başlangıçta Kuzey Darfur’daki kırsal kesimden savaşçılar toplayarak onları Darfurlu isyancılara ve topluluklarına karşı sahaya sürdü. Ancak o zamandan bugüne Sudan, Yemen, Orta Afrika Cumhuriyeti, Libya ve Çad’da edindiği savaş tecrübesiyle bir savaş makinesine dönüştü. Sudan’daki durum bugün bir iç savaşın ana hatlarına sahip. Pek çok sosyal kesimden insan isteyerek ya da istemeyerek bu savaşın içine çekiliyor. Bir savaş başkentte yaşandığında geriye çok fazla seçenek kalmıyor. Her halükarda, bunu iki general arasındaki bir savaş olarak tanımlamak, savaşın derinliği ve yayılımı hakkında gerçek bir fikir vermeyebilir. 

Ancak savaşın asıl nedenleri kışlada, komuta ve kontrol konusundaki anlaşmazlıkta yatıyor. İki lider, HDG’den Muhammed Hamdan Dagalo (General Hemditi) ve SSK’den Abdülfettah el-Burhan -25 Ekim 2021 darbesi de dahil olmak üzere- birlikte çalışabiliyorlardı. Devlet Başkanı El Beşir rejiminin 2019’da çökmesinin ardından geçiş hükümetinde dizginleri ele alan siyasetçileri devre dışı bıraktılar.

Ancak el-Burhan ve Hemditi’nin birlikte çalışma kabiliyeti, her biri farklı bir bölgesel güç bloğuna bağlı olan iki rakip ağ tarafından finanse edilmeleri nedeniyle zayıfladı. Ben de dahil olmak üzere pek çok gözlemci için çatışma neredeyse kaçınılmaz görünüyordu. Bu savaşın ilk belirtileri, 2013 yılında HDG’nin SSK komuta zincirinden bağımsız ayrı bir savaş gücü olarak resmileşmesine kadar uzanıyor. Devlet Başkanı El Beşir’in devrilmesi ve HDG liderinin devlet başkanlığına vekâlet etmesiyle birlikte bu sesler daha da yükselmeye başladı. Hemditi muhtemelen çok geçmeden Nil kıyısındaki Cumhuriyet Sarayı’nın ofislerinin kolayca lüks gözlemci balkonlarına dönüşebileceğini ve güç damarlarının SSK karargahından dışarı aktığını fark etti.

Rakip ağlar derken neyi kastediyorsunuz?

Bölgesel ayrımlardan bahsetmek, mevzuyu basitleştiren ama netleştirmeyen bir ırksal mantığı da devreye sokuyor. HDG saflarına katılımın ağırlıklı olarak Darfur ve Kordofan’dan olduğu ve üst düzey subay rütbelerinin Sudan’ın nehir boyu bölgelerinden gelen kişilerce doldurulduğu doğrudur. İki ayrı savaş gücü de kırsal ekonomide kaybeden gençlerden oluşan bir havuzun, yani işgücü fazlasının ortak kaynağını paylaşıyor. İki kardeş nasıl olur da savaşın iki farklı tarafında yer alır? Bu, ideolojik nedenlerden değil, askerileştirilmiş bir iş piyasasının, bölgesel güç, emtia ve silah ağlarının yarattığı olasılıklardan kaynaklanıyor. 

Kuzey ve orta Sudan’da Sudan’ın burjuva sınıfını oluşturan eski bir ticaret ağı var. Bu ağın etkinliği Sudan içindeki tarımsal metaları kırdan elde etmeye dayanıyor ve dış dünyayla ticaret sayesinde kurulmuş birikim ilişkilerine sahip. Bu metalar arap zamkı gibi orman ürünleri, susam gibi tarımsal ürünler, Orta Sudan ovalarından gelen tahıl ve hayvancılık etrafında toplanıyor. Bu kırsal kesimden çıkarılan ürünlerin ve ticaret sisteminin uzun bir geçmişi var. Sudan’daki müesses nizam, bu tarihin başlıca kahramanları olarak öne çıkan, nehir kenarındaki merkez bölgeden gelen ve Jellaba olarak bilinen gezgin tüccarların dünyasından doğmuştur. 

“Devrik Liderin Yaratıkları” isimli makalenizde Sudan’daki sistemi bir tür kırsal milisler aracılığıyla birikim modeli olarak tanımlıyorsunuz. Kırsal milislerin bu durumla ilgisi nedir?

Kırsal milislerin, Zübeyir Paşa’nın 1870’lerde Darfur Sultanlığı’nı devirmek için topladığı köle ordusu da dahil olmak üzere, pek çok versiyonu var. İngilizler de Nuba Dağları’nda milisler toplamış ve silahlı direnişinin önüne geçmek için onlara güvenmiştir. Bir bakıma başlangıçta Mısır ordusundaki Sudan taburları olan Sudan ordusu bile bir tür milis kuvveti olarak ortaya çıktı. Orduyu düzenli hale getirmek kolay bir iş değildi ve henüz tam başarılı da olamadı. Sudan ordusunun tarihi pek çok açıdan ordunun kendi içinden ve dışından otoritesine karşı isyanların tarihidir. Sahel’deki büyük kıtlığın ardından 1980’lerde Sudan’ın güneyinde SPLA’ya karşı yürütülen savaşın bir parçası olarak kurulan milisler, kuzey ve güney Sudan arasındaki sınır bölgelerinde yıkıcı bir güç haline geldi.  

Kırsal milislerin en başarılı versiyonu HDG’dir, çünkü bu milislerin çıkarları 1980’lerde ve hatta daha öncesinde var olmayan bölgesel çıkarlarla örtüşmektedir. Darfur’un çöl bölgelerinde ve killi ovalarında bir iç savaş vermenin yanı sıra, bu başarılı milis gücü Yemen’de petrodolarlarla finanse edilen bir şavaşa katılma fırsatı da buldu. HDG’nin başarısının bazı unsurları 1980’deki Libya-Çad savaşına da dayanıyor ama orada olan bugünkü ölçekte, silahlanma düzeyinde ya da savaş deneyiminde değildi. HDG, El Beşir hükümeti devrilmeden önce birkaç yıldır Yemen’de savaşıyordu. Bu durum HDG liderliği ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’daki işverenleri arasında Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin resmi kanallarından bağımsız ilişkilerin olduğu bir fırsat yarattı. Gençlerin geçim kaynaklarını iyileştirmenin bir yolu olarak baktıkları bir tür yurtdışına iş yapan özel güvenlik şirketi haline geldi. 

Yemen’deki savaş bu isteklere açılan bir kapı oldu. Sudan, Güney Sudan’ın ayrılmasından sonra büyük bir petrol çöküşü yaşamıştı. Ödemeler dengesinde ve dövizde büyük bir açık vardı. Büyük bir enflasyonist dalga gelmişti ve insanların ücretlerini desteklemeye ihtiyaçları vardı. Askerlerin maaşlarını yükseltmenin bir yolu, onlara yabancı patronlarla dışarıdaki bir savaşta mücadele etme fırsatı vermekti.

Bu doğrultuda BAE merkezli şirketler Hartum’da iş bulma kurumları aracılığıyla savaşçı topluyordu. İnsanlar BAE’deki süpermarketlerde çalışmak üzere işe alındıklarını sanırken kendilerini Libya’daki eğitim kamplarında buluyorlardı. Bu durum halk arasında demokratik bir öfkeye neden oldu. İnsanlar başkentte yürüdü ve BAE’ye saldırdı. Bu, nihayetinde El Beşir rejiminin sonunu getiren 2018-19 devriminin demokratik anlamda filizlenişiydi.

HDG’nin krizi bir bakıma Yemen’deki savaşın durulmasıyla başladı. Binlerce savaşçı Yemen’den Sudan’a geri döndü ve bunların gelire, işe ve belli bir düzeyde sigortaya ihtiyaçları vardı. Hepsi önlerinde hala yıllarca sürecek savaş kariyerleri olan genç insanlardı. HDG’nin kendi yatırımları açısından nakit ekonomisini yönetmesi ve bu savaşçılar için bir amaç bulması gerekiyordu. Başka herhangi bir şirket olsa işçi çıkarmaya başlardı ama asker çıkarmak çok zordur. HDG’nin önünde iki yol vardı. Ya bir şekilde kendini lağvedecekti, ki bu da lideri Muhammed Hamdan’ın ya da Körfez’deki patronlarının çıkarlarına uymayacaktı, ya da genişleyecekti. Ancak devleti ele geçirmekten başka genişleyecek bir yer de yoktu. HDG, Sudan’ın yeni keşfedilen altın kaynaklarının önemli bir kısmını kontrol ediyordu. Bu eski ticaret sisteminin absorbe edemediği yeni bir metaydı, çünkü coğrafi olarak öyle bir şekilde yayılmıştı ki mülkünü vergilendirmek, işgücünü ve ihracat yollarını ya da kaçakçılık rotalarını yönetmek, bu metada payı olan geniş çapta yayılmış mobil bir silahlı gücü gerektirecekti. HDG işte bu silahlı güçtü. 

Yani metalarla olan ilişki zararlı bir ilişki mi? 

Evet, kesinlikle. Bu altın madenleri ülkenin dört bir yanına yayılmıştı ve 2016 gibi erken bir tarihten itibaren HDG, geçiş yollarında güvenliği sağlamak, ekipman taşımak ve ülke dışına altın kaçırmak için özelleştirilmiş bir ordu olarak hizmet verdi. Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki hamilerine giden paralel bir altın ihracat sisteminin oluşturulmasında da rol oynadı. BAE, Sudan altınlarının yurtdışındaki tek alıcısı konumunda; altın ihracatı üzerinde neredeyse tam bir tekeli var. O dönemde Sudan yaptırım altındaydı. Hartum’un 2020’de İsrail ile Abraham Anlaşmalarını imzalamaya hazır olmasının ardından ABD yaptırımları kaldırmaya başladı. Ancak BAE’nin Sudan’dan altın ihracatını kolaylaştırması ve tekelinde tutması bu imzadan öncesine dayanıyor. 

HDG başka ağlar da keşfetti: altın üzerine iyi işleyen bir kaçakçılık ağınız varsa, aynı ağ uyuşturucu da dahil olmak üzere diğer maddeler için de işletilebilir. Bir anlamda HDG büyük bir mafya gibi çalışıyordu. Bu da kentlerin mahallelerine nüfuz edebilmesini açıklıyordu çünkü pek çok insan uyuşturucu piyasası aracılığıyla HDG sistemine bağlanmıştı. HDG, tıpkı altın ticaretinde olduğu gibi narkotik ticaretini de Port Sudan ya da Hartum Havaalanı üzerinden yapabiliyordu çünkü bir bakıma devletin bir parçasıydı. 

HDG taşrada borçlara -borç piyasasına, endeksle insan satışına- yatırım yaparak çalışıyor. Bu milis kuvveti Nyala, El-Faşer ve daha sonra Hartum gibi yerlerde saadet zinciri türü yapılara yoğun bir şekilde dahil oldu. Petrolün çöküşü ve Sudan para biriminin geçici hükümet tarafından devalüe edilmesi 2019’dan sonra büyük bir enflasyon dalgasına yol açtı ve yoksullaşan geniş bir kesim için böyle bir borç piyasasının oluşmasını kolaylaştırdı. HDG, insanları borç tuzağına düşürebilen, hatta tüccarlara kesilen hapis cezalarını yatmaları karşılığında insanlara borç verebilen bir kredi kurumuydu ve bu sayede kuzey Darfur’un ötesindeki kırsal ticaret ağlarına girmeyi başardı. 

HDG’nin kentsel ve kırsal alanlara nüfuz etmesini sağlayan metalar altın, borçlar, uyuşturucu, silahlar ve kaçak arabalardı. Arabalar, Sudan dışından HDG sistemine bağlanmak için sermaye çekmeye yardımcı oldu. Libya’dan gelen büyük bir kaçak araba akını vardı, bunlar çoğunlukla Sahel bölgesinden çalınmış ya da kaçırılmıştı. Koltuğunun başlığında önceki sahibinin kanı olan böyle bir arabayı Hartum’da indirimli bir fiyata satın alabiliyordunuz. Hartum ağında bunlar yeniden kullanılabilir sermayeye dönüştürülüyordu. Çok sayıda organize yağma, tefecilik, uyuşturucu satışı ve yasadışı silah ticareti vardı. Bu da pek çok insana gelir kaynağı sağlıyordu. HDG büyük bir işverendi. HDG’de asker olarak iş bulabileceğiniz gibi başka pek çok görevde de çalışabiliyordunuz. Bu, diploma gerektiren bürokratik işleriyle devlet sisteminden ve acımasızca sömürüye dayalı tarımsal emek sisteminden uzakta, alternatif bir fırsatlar ağıydı. 

HDG, milis yapısı ve Hartum ile Nil Vadisi’nden yayılan bu tüccar sermaye ağlarıyla bir statüko tanımlıyorsunuz. Önceki yazılarınızda da 2018-19 Sudan devriminin, kayıt dışı işçiler ve radikal öğrencilerin ittifakından doğan, birbirini izleyen askeri diktatörlüklerin statükosundan bir kopuşu temsil ettiğinden bahsetmiştiniz. Çatışmanın bu en son döngüsünde Sudan devriminin demokratik hedeflerinin ve oluşturduğu mahalle konseylerinin konumu nedir? 

Yaşananlar bir bakıma karşı devrimdir. İlk unsur Haziran 2019’da Hartum’da HDG’nin de dahil olduğu oturma eyleminin ordu tarafından ezilmesiydi. Şimdi ise ezilen sadece şehrin bir bölümü değil, tüm şehir. Militarize sistemler devrimci hareketlerden gelen demokratik dürtüye tahammül edemez. 

Devrim sadece bahsedilen birkaç olayla sınırlı değil, devrim bu dürtüdür. Bu dürtünün öldüğünü düşünmüyorum. Bence savaş bile 2018’de kısmen ifadesini bulan bu demokratik dürtünün ortaya çıkardığı sorunlara bir yanıt. Ancak bu devrimci dürtüyü besleyen kentsel yaşam bugün savaşla yok ediliyor. Birçok gözlemci kentli devrimcileri hayalperestler olarak görüp alay etse de, onlar toplumda özgürleştirici bir eğilimin ifadesiydiler. Bu demokratik eğilim, Hartum ortamının artık enkaza dönüşmüş çelişkili dünyasından geliyordu. 

Sudan’daki devrimci hareket hakkında kesin ifadeler kullanmak için çok aceleci davranmamak gerektiğini düşünüyorum. Bu yıkıcı bir savaş; ölçeği, kapsamı ve derinliği henüz tam olarak anlaşılabilmiş değil. Ancak tarih kurnazdır. Buradaki zorluk, kentsel kriz ile kırsal krizin birbiriyle nasıl sentezleneceğidir. Bir yanda HDG’nin faşist yanıtı, diğer yanda ise yaşamı devam ettirmeye çalışanların sunduğu demokratik yanıt var. HDG özel mülkiyetin yağmalanmasına dayalı bir yeniden dağıtım vaat ediyor; bir prens figürüne, ırkçı söylemlere ve bir savaş gücüne dayanıyor.  

Sol, ya da soldan geriye kalan her ne ise, eşgüdümlü bir yanıt üretebilmiş değil. Pratiği, deneyimi ve direniş komiteleri var ama yeterli donanımı yok. Yine de Hartum’daki savaşa bir yanıt olarak bölgesel kasabaların geliştiğini görebilirsiniz, sanki başkent Kassala, Gedaref ve Şendy gibi yerlere ihraç ediliyor. Buralar son kırk yıldır küçük, durgun kasabalardı ve şimdi olağanüstü koşullar ve muazzam baskı altında elbette canlı, şen şakrak yerler haline geliyorlar. Adeta başkentin sınırlarının dışında yeni bir kentlilik yeniden keşfediliyor. 

Bir diğer makalenizde neoliberal ticaret politikaları ve kemer sıkma önlemlerinin devrimin ve demokratikleşme talebinin önündeki başlıca engeller olduğuna işaret ediyorsunuz. Neoliberalizm hem Sudan devriminin hem de HDG ile Sudan Silahlı Kuvvetleri arasındaki durumun kötüleşmesinin uzun tarihinde nasıl bir rol oynadı?

Neoliberalizm burada sadece belirli bir role sahip değil, tüm bu argümanın merkezinde yer alan mantık. HDG’nin kendisi de neoliberal bir ordudur. Üçüncü dünyada, kırsal bir periferide bulunan bir ordunun özelleştirilmiş versiyonudur. Eğer Margaret Thatcher Sudan kırsalında bir ordu kuracak olsaydı, bu HDG olurdu. Kurumsal bir yapı olarak işliyor; tek bir aile tarafından yönetiliyor ve kimseye hesap vermiyor. HDG liderinin taleplerini ya da kararlarını kontrol etmenin ya da bunlara karşı çıkmanın hiçbir yolu yok. Burada piyasa sistemi yeni metalar yaratır ve daha önce hiç piyasa yokken bile bunları satar. HDG’nin sattığı uyuşturucular, örneğin kristal meth, Sudan pazarında tamamen yeni bir metadır. Uyuşturucu ihtiyacı piyasa sisteminin yarattığı bir şeydir. 

Sözü geçen makalede Sudan’ın ciddi boyutlardaki enflasyonist krizine işaret ediyordum. Devrimin bedelini halka ödetmek için enflasyonist gerilimlerin hafifletilmesi gerekiyordu. Devrimin getirileri, ücretsiz sağlık hizmetleri ve ücretsiz eğitim gibi politikalar aracılığıyla Sudan vatandaşları üzerindeki piyasa baskılarının hafifletilmesine hizmet edecekti. Devrim bu hedeflerine hiçbir zaman ulaşamadı çünkü hareket iki ana unsurdan oluşuyordu: radikal bir öğrenci kesimiyle ittifak halindeki kayıtdışı sektörden emekçiler ve Sudan’ın yurtdışında çalışan iyi maaşlı uzmanlarından oluşan bir liderlik. İlk gruptakiler devrimin piyadeleriydi ancak liderlik büyük ölçüde neoliberal eğilimlere sahipti. 

BM ve IMF’den ipuçları alan bu model, serbest piyasa sistemini, kemer sıkma önlemlerini ve liberal piyasa reformlarını yürürlüğe koyarsanız, gelişen girişimci dostu bir ortamın -muhtemelen yeni doğmakta olan demokratik bir devletle birlikte- ortaya çıkabileceği varsayımına dayanıyordu. Bu Batı’nın demokrasi formülüydü ve yeterince sıkı uygulanırsa işe yarayacaktı. Bunun bir uygulaması, Sudan’da 1970’lere kadar uzanan bir geçmişi olan kemer sıkma önlemleri ve devalüasyon tedbirlerini uygulamaktı. Bu önlemler kırsal-kentsel krizi daha önce görülmemiş bir şekilde büyüttü. Geçiş hükümetinin tek çaresi, Dünya Bankası tarafından desteklenen bir nakit aktarım programı olan, sözde Aile Destek Programı’ydı. Ne organizasyonel ne de finansal olarak işe yaradı.

Geçici hükümetin ilk maliye bakanı İbrahim el-Bedevi bunu çok açık bir şekilde ifade etti: Sudan’ın -yaklaşık 70 milyar dolar olan- borçlarını azaltması gerekiyordu ve işleri yoluna koymak için 10 milyar dolara daha ihtiyacı vardı. Krizin derinliği buydu. Elbette uluslararası toplumda hiç kimse, demokrasiyi seven hiçbir devlet adamı masaya buna yakın bir şey koymadı. Kemer sıkma politikaları Sudan’daki demokratik geçiş sürecinin finanse edilmesini engelledi. Faturanın boyutu netleştiğinde ve hatta 2021 darbesinden önce, destek sözü verenlerin çoğu kesenin ağzını kapattı ve Sudan’ı kriziyle baş başa bıraktı.

Geçiş hükümetinin iki çelişkili hedefi vardı: kemer sıkma ve demokrasi. Ancak kemer sıkma sadece askeri yollarla uygulanabilirdi. Kemer sıkmayı dayatan bir demokrasi istiyorsanız, belirli bir düzeyde ideolojik maharet ve kabiliyetin yanı sıra Sosyal Demokratlar ve Hıristiyan Demokratlar gibi partilerin arabuluculuğuna ihtiyacınız olacaktır. Sudan bundan çok uzak. Geçici hükümet kemer sıkma politikalarını demokratik yollarla uygulamak için gereken ideolojik kontrole sahip değildi. Sudan’da sistem baskılara ve taleplere dayanamadı. Sonunda herkes fakirleşti ve yokluk ortamında para kazanmanın bir yolu olarak silah aramaya başladı.

Bu demokratik dürtünün uygulanmasını engelleyen neoliberal boyutun ana hatlarını çizdiniz. Bu süreçte komünistler, İslamcı partiler ya da Sufi kardeşlikleri gibi neoliberalizme karşı faaliyet gösteren diğer örgütlenmelerin rolü neydi?

Sudan’daki sömürgecilik sonrası siyasi düzen kendini yeniden üretme yeteneğini kaybetmiş durumda. Bunu Komünist Parti’deki bozulmanın yanı sıra İslami hareketin bozulmasında da görebilirsiniz. Hareketin liderlerinin çoğu yarı yarıya işlevsiz, kendi mali çıkarları ve özel hayatları yüzünden aciz durumdalar. Bugün HDG’de üst düzey İslamcı figürler bulabilirsiniz. Artık tutarlı bir İslami hareket yok ve bölünmelerinin İslamcı ideolojiyle pek ilgisi yok. Aynı sorunu komünist harekette de görebilirsiniz. HDG’nin üst düzey propagandacılarından bazılarının komünist hareket ve ona bağlı yan örgütlerde bir geçmişi var. 

2018-19’un sloganlarından biri ordunun kışlaya ait olduğu ve HDG’nin feshedilmesi gerektiğiydi. Muhtemelen bildiğiniz gibi, tüm fantezilerin kabusa dönüşme eğilimi vardır. Şimdi HDG’nin silah zoruyla tasfiye edildiği ve tüm ülkenin bir kışlaya dönüştüğü iddia edilebilir. Ordu her yerde. Aslında devrimci hareketin militarizasyon sorununa dikkat çekmesi doğruydu. Bu bir savaşa dönüşüyor. 

Bu ölçekteki devrimci gelişmeler hakkında spekülasyon yapmak zor. Ancak görebildiğim, Sudan’ın demokratik kültürünün, özellikle Hartum’da kentsel yaşamın tahrip edilmesiyle tehdit altında olduğu. Kentin kültürel başarıları, entelektüel kazanımları, mirası ve sembolleri yok ediliyor. Kentin mirası 1920’lerde kayıt dışı çalışan işçilerin ilk eylemlerine ve 1923-24’teki Beyaz Bayrak Ligi’ne kadar uzanıyor. Şehir muhtemelen kendini yeniden keşfedecek, ancak şu anda bunun hangi biçimde olacağını tahmin etmek zor.

Sudan’daki durum tamamen emsalsiz değil. Kırsal milisler aracılığıyla birikim ve bu statüko yapısı dünya ölçeğinde ne anlama geliyor? Bu bize daha geniş açıdan baktığımızda çevre ülkelerdeki kapitalizm hakkında ne söylüyor?

Sudan’ın merkantilizmi sorusuna odaklanan ve ekonomiyi bir tür budanmış veya yetersiz kapitalizm olarak nitelendiren bazı akademisyenler var. 

Ancak Sudan’da kapitalizmin budanmış bir biçimi yok; bunun yerine, kapitalizmin çevre ülkelerde bu şekilde işlediğini iddia ediyorum. Bir ülkenin para birimi standartlarına karar veren, emek politikalarını belirleyen ve tek ihracatını tekelinde tutan baskın bir merkez olduğunda, ülke zaten budanmış olur. Sadece savaş bu kapitalizmi derinleştirebilir, çünkü ekonomi ilkel birikim işlevini daha fazla yerine getirmek zorundadır. Bu da güvenlik meselelerini askerileştirerek ya da güvenliği özel bir teşebbüs haline getirerek mümkün kılınır.

HDG’nin bir diğer işlevi de ticaret yollarının, tarımın ve hasat mevsiminin güvenliğini pazarlanabilir metalara dönüştürmek oldu. Hasadınızı güvence altına almak istiyorsanız, korunduğunuzdan emin olmak için HDG’ye ödeme yapmanız gerekir. Sudan gibi ülkelerde ticaret ve piyasa sistemi bu şekilde işliyor; güvenlik ve hatta karşılıklı yardımlaşmanın ahlakî ekonomisi pazarlanabilir hale gelmek zorundadır. Sanırım bu size çıplak emek dışında satacak bir şeyiniz kalmadığında ne olacağı hakkında bir şeyler söylüyor. Bu da bugün Sudan’da ailesini hayatta tutmak için Yemen’de savaşmak zorunda kalan on altı yaşındaki bir çocuğun silah altına alınmış emeğidir. Bu, emeğin militarize edilerek sömürülmesidir. Böylece tüketilebilir ürünler yoluyla işleyen üretken bir ekonomiden, uyuşturucu, kaçak arabalar ve insanlar -başkalarının savaşlarında birilerini öldürmek için istihdam edilen askerler- yoluyla işleyen yıkıcı bir ekonomiye dönüşürsünüz. Bu olgu sadece HDG ile sınırlı değil. Belki Sudan bunun öncüsü olabilir ama Yemen, Suriye, Irak ve Afganistan gibi yerlerde de benzer durumları gözlemlemek mümkün. Bunlar anaakımla entegrasyonun başarısız olduğu bir ülkeler kuşağı, dolayısıyla milisleşme bu toplumları piyasa sistemi içinde tutmanın en etkili yolu haline geliyor. Bu ülkelerin entegrasyonu ticaret duvarlarıyla olduğu kadar Akdeniz gibi ceset denizleriyle de engelleniyor. Bana kalırsa bugün ortaya çıkmakta olan dünya bu.

Çeviri: Emre Yeksan

Son Eklenenler