Salı, Mart 19, 2024

Mevduatlarda boğulmak – Dylan Riley

Çeviri: Emre Yeksan

Dylan Riley ve Robert Brenner’ın geçenlerde çevirdiğimiz yazısı ilgi gördü. Ne yazık ki tartışmanın tüm taraflarının görüşlerini çevirecek bir zamanı ayırabilecek durumda değiliz. Aslında bu tartışmanın tarafı olmadığımız için diğerlerini çevirmek İngilizce okumayan okuyucunun daha bütüncül bir fikir edinmesi için iyi olurdu. Bununla birlikte Riley’nin ABD’deki banka iflasları üzerinden çevirdiğimiz yazıdaki argümanı daha net ortaya koyan bu kısa yazısını ilk çeviri emeğinin amacına ulaşması açısından yayınlıyoruz. İyi okumalar.

Silikon Vadisi Bankası(SVB)’nın iflası ile Credit Suisse’in kurtarılması gibi bu iflasın zincirleme etkileri ‘nitelikli basında’ her zamanki gibi bir olguları sosyo-psikolojikleştirme telaşına yol açtı. New York Times’ın yakın tarihli bir podcast’inde eski hazine yetkilisi Morgan Ricks, sorunun ‘paniğin kendisi’ olduğunu ve tüm mevduat sahiplerine genel bir garanti verilerek çözülebileceğini iddia ederek bu tarz sözde uzmanlığın yeni bir zirvesine ulaştı.

Krizin bu şekilde ele alınması, tam olarak ne olup bittiğine dair somut bir açıklama sunmuyor. Bankanın çöküşünün ardındaki kesin nedenler elbette tartışmalı; ancak temel yapısal bağlam ve bundan çıkarılacak ana dersler oldukça açık. Küresel ekonominin en dinamik ve yenilikçi sektörü olarak görülen ‘teknoloji’ sektörüne hizmet etmesi beklenen SVB, mevduatlarının büyük bir kısmını düşük getirili – ancak güvenli olduğu varsayılan – devlet destekli tahvillere ve düşük faizli bonolara yatırmıştı. Amerikan Merkez Bankası faiz oranlarını yükseltmeye başladığında, bu tahvillerin değeri düştü ve mevduat sahipleri paralarını çekmek için harekete geçince yine bildik bir bankadan kaçış hareketi başladı. Panik, sürü davranışını teşvik eden sosyal medya veya diğer dijital iletişim araçları tarafından mı kolaylaştırıldı? Kim bilir ve kimin umurunda? Önemli olan nokta, bankanın teknoloji müşterilerinden gelen mevduatlardaki muazzam artıştan boğulmuş olmasıydı – ve ne kendisi ne de müşteriler yatırım yapacak başka değerli bir şey bulamadı.

Kısacası SVB’nin çöküşü, çağdaş kapitalizmin temel yapısal sorununun güzel, neredeyse ibretlik bir göstergesi: Aşırı rekabetçi bir sistem, aşırı kapasite ve tasarrufla tıkanmış ve bunları emecek belirgin bir çıkış noktası yok. Hem Biden hem de Macron hükümetlerinde oldukça belirgin olan mevcut ‘sanayi politikası’ modasının, altta yatan bu sorunu ele almak için hiçbir işe yaramayacağı da vurgulanmalı. Devletin sermayeyi teşvik etmeye çalıştığı yeni bir yatırım turuyla ilgili acil pratik sorun yeterince açık. Yatırımcılar üç aylık getirilerini elde etmek isteyeceklerdir. Neden yeşil dönüşümü teşvik etmek ya da sağlık ve eğitim yatırımlarını arttırmak gibi uzun vadeli ve getirisi belirsiz olan çok iddialı projelere sermaye bağlasınlar ki? Daha da önemlisi, böyle bir strateji uygulanabilir olsa bile, arzu edilir mi?

Burada solun ‘neo-Kautskyci’ olarak tanımlanabilecek kesimine açıkça seslenmek gerek. Biden yönetiminin hiçbir şekilde Clinton-Obama yıllarının bir tekrarı olmadığı artık çok açık. ‘Özel sektörü’ (karar vericilerin sermaye yerine kullandıkları tuhaf bir uydurma kavramdır bu) şekillendirmek için, devletin içinde gücünü kullanmaya fazlasıyla istekli olan neoliberal karşıtı bir kanat var. Bazı üyeleri daha da ileri giderek doğrudan devlet yatırımı yapmak istiyor. Samimi arzuları iyi maaşlı işler yaratmak ve ekonomiyi yeşil, çevreye duyarlı bir hale getirmek. Buna karşılık, ABD solundaki pek çok kişi Biden’ın programını siyasi tavizleri ve çekingenliği nedeniyle eleştiriyor. Ancak bu, sosyalizmin kuruluşunu güncellenmiş bir Yeni Düzen[1] olarak görenler arasında çok yaygın olan çeşitli ‘ara geçiş’ kavramlarından gerçekten ne kadar farklı? Pek değil, markalaşmayı bir yana bırakırsak.

Sorun şu ki ne Biden yönetiminin ne de neo-Kautskycilerin sermayenin yapısal mantığına karşı inandırıcı bir cevabı var. Tartışma adına, Biden’ın ekonomik programının en iddialı haliyle başarılı olduğunu düşünün. Bu tam olarak ne anlama gelirdi? Bu her şeyden önce hem çip üretiminde hem de çevreye duyarlı yeşil teknolojide endüstriyel kapasitenin yer değiştirmesine yol açardı. Ancak bu süreç, diğer tüm kapitalist güçlerin de aşağı yukarı aynı şeyi yapmaya gayret ettiği küresel bir bağlamda ortaya çıkacaktı. Bu eşzamanlı sanayileşme hamlesinin sonucu, dünya ölçeğinde kapasite fazlası sorunlarının büyük ölçüde şiddetlenmesi ve ‘piyasa yaratıcı’ sanayileşme politikaları tarafından ‘içeri tıkılan’ aynı özel sermayenin getirileri üzerinde keskin bir baskı yaratması olacaktır.

ABD hükümeti bu konjonktüre nasıl tepki verebilir? Muhtemelen bu tepki, mal varlığı baloncuklarına yol açan parasal destek (Robert Brenner’ın ‘baloncuk ekonomisi’ olarak tanımladığı şey) ya da doğrudan karlılık garantileri şeklinde olabilecek devlet desteğinin arttırılması olacaktır. Ancak bu sadece siyasi kapitalizm olgusunu daha da kötüleştirecektir. Yani, getiri elde etmek için doğrudan siyasi mekanizmaların kullanılması giderek daha gerekli hale gelecektir. İnsanileşmiş bir toplum açısından bu ikileme verilecek uygun yanıt ne olabilir? Asıl mesele, hiçbir sosyalistin herhangi bir türde bir ‘sanayi politikasını’ savunmaması ya da yeşil veya başka türlü, kendi kendini yenilgiye uğratacak Yeni Düzenlerle bir işi olmaması gerektiğidir. Gezegenin ve insanlığın ihtiyacı olan şey, düşük getirili, düşük üretkenlikli faaliyetlere, yani bakım, eğitim ve çevresel restorasyona büyük yatırım yapılmasıdır. Sermaye bunu yapmaktan acizdir. Bu sektörlerin üretmekte zorlandığı ‘değeri’ aramaktadır. Bunun altında yatan neden açıktır: ne sağlık, ne kültür, ne de doğayı korumak meta olarak pek iyi işlev görmez. Dolayısıyla, Oskar Lange’nin daha 1930’larda sezmiş olduğu gibi, aşamacılık işe yaramayacaktır. Ekonominin hakim tepeleri – bu dönemde finans – bir an önce ele geçirilmelidir. Başka herhangi bir strateji ya yukarıda tarif edilen çıkmaz sokağa girer ya da kitlesel sermaye kaçışına yol açar. Mevcut koşullar altında, bu yarım önlemler kendi içinde çelişen saçmalıklardır. Yeni Düzenler hakkındaki zırvalar ve sepya tonlu Roosevelt nostaljileri, sosyalizmin kurulmasının önünde geriye dönük engeller olduğu için ifşa edilmelidir.

Kaynak: https://newleftreview.org/sidecar/posts/drowning-in-deposits


[1] ‘New Deal’ ABD’de 1933-1938 arasında yürürlüğe giren ekonomi politikalarına verilen isim. (çn)

Son Eklenenler