Maraş’ta 6 Şubat günü gerçekleşen iki büyük depremin ardından yavaş yavaş yaralarını sarabildiği kadar saran halkımız, kendisini enkaz altında bırakanın doğal afetten ziyade yönetenlerin siyasi tercihleri olduğunun giderek daha fazla farkına varıyor. Bunun sonucunda toplumsal mecralarda ‘hükümet istifa’ sloganının öne çıktığını görüyoruz. Zaten anlaşıldığı kadarıyla üniversiteleri bu türden tepkilerin yayılmasını engellemek için kapatan iktidarın içinden, şimdi de maçların seyircisiz oynanması gibi “cin” fikirler çıkıyor. En sıradan basın açıklamaları kaymakam emirlerine dayalı hukuksuz yasaklama kararlarıyla engelleniyor ve herhangi bir seçimli siyasal sistemde en sıradan hükümet eleştirisi olan ‘hükümet istifa’ sloganı kriminal hale getirilmeye çalışılıyor. İktidar toplumsal tepkiyi bu noktadan bastırarak seçimi anayasal sürede değil de kendisine uygun zamanda yapmanın yolunu bulmak, düzen muhalefetinin basiretsizliğiyle böyle bir politik meşruiyet bulursa da toplumsal tepkinin önünü bugünden kesmek peşindedir.
6 Şubat sabaha karşı ve öğlen saatlerinde yaşanan afetin büyüklüğüyle ancak bu iktidarın beceriksizliği boy ölçüşebilir. İktidarın içinde çeşitli bakanlıkları elinde tutan güç odaklarının gerek birbirleri arasındaki, gerek cumhurbaşkanı makamındaki kişiyle aralarındaki çekişmelerden kaynaklı yürütme mekanizmasının ancak 7 Şubat gecesi işletilebilmeye başladığı görülüyor. Olan biteni şaşkınlıkla karşılamak ise nedenleri ve ilişkileri nesnel yolla görememekten ileri gelir. Gerçeği görmek için her zaman alaca karanlığı beklemek gerekmez. Zira içinde bulunduğumuz dönemin ilişkilerini, çatışmalarını ve çelişkilerini göz önünde bulundurduğumuzda devletin de iktidarın da bu süreçteki hareket tarzının olağan bir tarafı var.
İktidar hem depremin bölgede yarattığı tahribatı ve kaybı hem de bu çekişmeleri ve beceriksizliği iktidar ve sermayedarlar lehine evriltmeye çalışıyor. İşlemeye başlayan bu mekanizma ise partizan kadrolaşma, piyasacılık, beceriksizlik ve hatta arsızlık ve ahlaksızlıkla maluldür. Özellikle, 15 Temmuz Darbe girişimi sonrasında “Allah’ın lütfu” diye girilen sürecin devlet mekanizmasını getirdiği nokta budur. Yerel siyasetin müteahhitler eliyle ve finansıyla yapıldığı, yapı denetiminin özelleştirildiği, devletin tepesindeki siyasetçilerin kupon arazi peşinde olduğu düzen budur. Tüm bunların ötesinde, neoliberal küreselleşme döneminde felaket ve doğal afetlerin evrensel çapta nasıl kullanıldığı zaten bilinen bir gerçektir. Tam da bu yüzden bu iktidar ne alelacele çıkardığı 126 nolu kararnamedeki ne de İzmir’i vuran 30 Ekim Depremi sonrası pek çok halk düşmanı uygulanmasına şahit olduğumuz 6306 sayılı Afet Yasasındaki olağanüstü yetkileri kullanma meşruiyetine sahiptir.
Bu nedenlerle, acele kamulaştırma başta olmak üzere yurttaşın anayasal haklarını askıya alan hiçbir uygulamanın seçimler öncesinde de sonrasında da gündeme getirilmesine izin vermeyeceğiz. Kanunsuz emirleri uygulayan kamu görevlileri giden ağam gelen paşam diye düşünmesin, hele de 6 Şubat sonrası muhakkak hesap soracağız. Halkımızın altında kaldığı enkazdan kar etmeye çalışan mezarcıları cezalandıracağız. Emekçi halkımız bu iktidarın nasıl iştahla inşaata bağlı olduğunu da nasıl ve hangi kalitede inşaat yaptığını da biliyor. Seçim kampanyası sırasında devletlû gözüktükleri şovlar düzenlemek için temel atma töreni yapmak isteyenler önce 2020’den beri sürüncemede bıraktıkları İzmirli depremzedelerin sorununu bütünüyle çözsün.
İstifa, edende bir gram da olsa tıynet gerektiren bir edimdir. Bunlar istifa edemez, biz göndereceğiz.