Salı, Mart 19, 2024

Amasra’da patlayan grizu değil, sömürü ve zulüm gerçeğidir

Amasra’da 14 Ekim akşamı TTK’na ait maden ocağındaki grizu patlamasında ölenlerin yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Bu satırlar yazılırken, 41 maden işçisinin öldüğü, 8’i ağır 17 maden işçisinin yaralı olduğu haberi veriliyordu.

Dün Soma’da 301, Ermenek’de 18 ve bugün Amasra’da çok sayıda emekçi yaşamını yitirdi. Bu çağda madenlerde grizu patlaması ya da göçük yüzünden ölümler ve sakat kalmalar ancak bizimki gibi ülkelere özgü bir durumdur. Bu ölümler cinayettir, çünkü günümüzde bu tür olayları önlemeye yeterli teknoloji mevcuttur. Buna rağmen önlem almayan,  elindeki olanakları kullanmayan,  bilimsel raporları hiçe sayıp siyasi ve ticarî çıkar uğruna üretim sınırlarını zorlayan, düşük ücretli ve örgütsüz hale getirilmiş işçi çalıştırmayı marifet sayan, kamuoyunu bilgilendirmeleri gerektiği halde akademiden medyaya kadar gerçekleri gizleyen, başta iktidar olmak üzere herkes bu ölümlerden sorumludur.

Türkiye genel olarak tüm sektörlerde, özel olarak madenlerde iş cinayeti istatistiklerinin ilk sıralarında yer alıyor. Bu yöndeki gerçekler ancak sessizce geçiştirilemeyecek kadar büyük boyutlardaysa gündeme geliyor.  Oysa yaşamlarını sürdürebilmek için ücretli emekçi olmaktan başka çıkar yolu bulunmayanlar her gün şurada burada yüksekten düşerek, ezilerek, boğularak, bulaşıcı hastalıklara maruz kalarak, yanarak, “ölümlerden ölüm beğen” misali yaşamını yitiriyor ya da sakatlanıyor.

Çalışırken ölmek ve sakat kalmak gibi olaylar hemen “kaza, dikkatsizlik, eğitimsizlik, ihmal” misali nedenlere bağlanıyor ya da “fıtrat, kader” diye geçiştirilmek isteniyor. Oysa sömürülmek canından can vermek demektir ve tükenen gençlik, kopan beden parçaları ya da sönüp giden canlar bunun somut kanıtlarıdır. Dünyanın bir avuç kapitalistin ve devletin mülkiyetinde olduğu bu düzende, mülksüzler yaşamlarını sürdürebilmek için ölene dek ücretli köle olmak zorundadır. Çünkü çalışanlar emekli olacak kadar yaşasa bile, bu kez de hak ettikleri maaşı almak için yaş sınırını beklemeye, dolayısıyla bulabildikleri işlerde çalışmaya zorlanırlar. Eğer bu süreçlerde sağlam başladıkları iş günü sona ermeden hayatlarını kaybederlerse bu onların değil, içinde yaşadığımız düzene egemen olanların suçudur! Ve Türkiye’deki egemenlerin bu nitelikteki suçları, benzer ülkelerdekinden daha fazladır!

Nitekim 3 yıldır Sayıştay web sitesinde duran ve olayla birlikte gündeme getirilen raporla birlikte, 2 saat gibi kısa bir sürede buna yanıt üreten TTK açıklaması da gerçeği destekler niteliktedir. Raporda kısaca Amasra’daki ocakta derine inilmesinin ve daha az işçiyle üretim yapılmasının yol açabileceği tehlikelere değiniliyor. TTK ise raporu reddetmiyor ama raporu hazırlayanların işletmeye “denetim” amacıyla gelmeyip  “nezaket” ziyaretinde bulunduğunu, dolayısıyla konuyla ilgili haberlerin “dezenformasyon” olduğunu belirtiyor.

Evet, TTK haklıdır! Haberler “dezenformasyon” ama resmî açıklama “gerçek”, ancak imal edilmiş bir gerçektir! Bilindiği üzere Sayıştay, devlet kurumlarını resmî olarak inceleyip, varsa usulsüzlükleri saptayarak raporlar hazırlayan bir kurumudur.  Buradan hareketle yapılan soruşturmalar ve açılan davalar, düzenin kendini toplumun rızasını alacak biçimde yeniden üretmesi bakımından önemlidir. Ancak bu iktidarın egemenliği altında toplumun rızası uzunca süredir hayır hasenat yoluyla elde edildiği için, Sayıştay adım adım devreden çıkartılmış ve hazırladığı raporlar TBMM gündemine de alınmayarak, kurum işlevsiz hale getirilmiştir. Dolayısıyla TTK açıklamasında da ifade edildiği üzere ilgili raporun “denetim” amaçlı olduğunu söylemek dezenformasyon ama Sayıştay’ı resmî kurumlara ancak nezaket ziyaretinde bulunur hale dönüştürmek ise bu iktidar döneminde üretilmiş bir gerçektir!

Kapitalizm, canlı emek sömürüsü olmadan varlığını sürdüremez. Çeşitli yollardan elde edilen kâr, ancak canlı emeğin ürettiği değer sayesinde anlam kazanır. Bu yüzden işçi her zaman gerekli olandan daha fazla çalıştırılır. Yaşamak için çalışmak zorunda olan, ister istemez buna boyun eğer. Bunun az bir ücret farkıyla fazla mesai yaptırmak, aynı olanaklarla ve aynı miktarda üretim için daha az işçi çalıştırmak gibi pek çok yolu vardır. Nitekim Sayıştay raporundan anladığımıza göre,  Amasra’da yeni bir ocak açma maliyetine girmektense zaten çalışan bir ocakta daha derine inerek ve bu sırada daha az işçi çalıştırarak bu yol izlenmiştir. Böylece hem üretim maliyeti düşürülmüş, hem de daha az ücret ödenmiştir. Sayıştay raporu, genellikle özel sektörde benimsenen bu yolun kamu kurumlarında da görüldüğünü kanıtlıyor.

Gelişmiş ülkelerde işçi sınıfının uzun yıllara dayalı mücadelesi ve kapitalistler arası rekabet, üretimde teknoloji kullanımının sürekli gelişmesine ve emeğin verimliliğinin artmasına yol açıyor. Bu da sabit sermaye yatırımlarını arttırırken, burjuvazinin ortalama kâr oranlarını düşürüyor ve bunalımları tetikliyor. Bu yüzden kapitalizm daha az sabit sermaye yatırımıyla daha çok işçi çalıştırma eğiliminde oluyor. Bu da küresel sermayenin bizdeki gibi emekçilerin ve genel olarak ezilenlerin örgütlenmesinin şiddetle bastırıldığı ülkelere akmasına yol açıyor. Sonuçta buradaki her yatırımdan elde edilen kâr yalnızca bu ülke kapitalistlerinin cebine girmiyor, küresel kapitalist hiyerarşi ve işbölümü çerçevesinde paylaşılıyor. Çünkü Soma, Ermenek, Amasra’dan çıkartılan kömür bizim değil, termik santrallerde enerjiye dönüşerek uluslararası şirketlerin fabrikalarında kullanılıyor. İşçileri boğaz tokluğuna ve can güvenliklerine yatırım yapmadan çalıştırarak elde edilen kârlar yeni üretim teknolojileri satın almak yerine,  borç ödemek ve siyasal iktidarın kendini tahkim etmesi için harcanıyor.

Şimdi ölenlerin ardından, yakınları hariç sahte gözyaşları dökülecek, resmî ağızlardan yerine getirilmeyecek sözler verilecek. Uzun hukuk süreçlerinde suç birkaç önemsiz kişinin sırtına yıkılacak. Ve geride kalan milyonlarca çalışan için değişen bir şey olmayacak. Bu işleyişten;  emekçinin kanı ve alınteriyle beslenenler kadar bu gerçekleri bilip, görüp açıklamayanlar da sorumludur. Bu çarkı tersine çevirmekte kararlıyız.

Yolumuz, tüm bu süreçleri baştan sona yaşamış ve buna karşı mücadele ederken can vermiş Tahir ve Ali Faik’in yoludur!

Son Eklenenler