Cumartesi, Nisan 27, 2024

Sel sarayların saltanatının yoksullara ödetilen bedelidir!

Geçen hafta Karadeniz bölgesinde artık bu aylarda rutin hale gelen sellerin bir yenisi daha yaşandı: Düzce, Fındıklı ve Arhavi’de zarar gören yurttaşlara geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Ülkemizde depremlerden sonra en büyük can ve mal kaybına neden olan seller her ne kadar “doğal afet” sayılsa da öyle değildir. Yangın, kuraklık, fırtına, salgın benzeri felâketler gibi seller de en az zararla kurtulmanın mümkün olmasına rağmen sarayların saltanatı uğruna yoksulun sefalete itilmesine neden olan olaylardandır. Bunun böyle olduğunu anlamak için yöreye akın eden bakanların demeçlerini ve bakıp da görmeyen iktidar yalakası medyanın yorumlarını alt alta sıralamak bile yeterlidir.

Her zamanki gibi olay yerine ilk ulaşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu. Delilleri topladı, gerekli önlemlerin alındığını duyurdu, can kaybı olmamasına sevindiğini söyleyerek düşen yağış miktarı ve selle ilgili bazı ayrıntılar verdi. Buna göre Arhavi’ye 170, Hopa’ya 183 kg. yağış düşmüş, Boğaziçi Mahallesi’ni etkileyen sel suları 120 cm kadar yükselmişti. Soylu yağışın mevsim normallerinin üstüne çıkması sonucu derenin tahkimat dinlemediğini belirtirken mevcut tahkimatı da övdü ve şöyle dedi: “Bu tahkimatlar olmamış olsaydı Allah muhafaza çok daha büyük bir hasarla karşı karşıya kalınabilirdi”

Bu arada Soylu “baraj patladı” haberlerinin yalan olduğunu ifşa ederek, Arhavi ile ilgili şunları söyledi: “Herhangi bir baraj da yok, baraj patlaması da yok. HES’ler var, zaten su onların üzerinden aşmış geçmiş oldu.” Sabah ‘gazetesi’ bu konuyu hemen “Artvin’deki HES provokasyonu patladı, haberler gerçeği yansıtmıyor” diye duyurdu.

Soylu’nun geniş bilgilendirmesinin ardından Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’na anlatacak fazla bir şey kalmadı. O da kendine bağlı karayollarının çalışmalarından bahisle durumun kontrol altında olduğunu belirtti. Ama Arhavi Doğa Koruma Platformu (ADOKOP) sözcülerinden Hasan Sıtkı Özkazanç durumun söylendiği gibi olmadığını ve yöreye bir sürü iş makinesi yığılmasına karşılık özel şirketlerin yürüttüğü çalışmalarla resmî kurumlar arasında koordinasyonsuzluk yaşandığını belirtiyordu.[1]

Yörede faaliyet yürüten DSİ’nin bağlı olduğu Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli de beklenen açıklamaları yaptı ve Arhavi’yi ziyareti sırasında “önce vatandaşımız kendini korumanın yollarını arayacak” diyerek yurttaşlara akıl verdi.[2] Pakdemirli çay tarlalarının artması nedeniyle yamaçlarda daha fazla yol açılmasının heyelanı tetiklediğine ilişkin bazı varsayımlarda bulunduktan sonra taşkına karşı taş duvar örüleceği, yatırım yapılacağı gibi bilgiler aktardı. Ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından kendini dinlemeye gelen yurttaşların kafasına çay fırlatılmasıyla, bir sel felâketi daha geride bırakıldı.

Öncelikle son yıllarda dünyada giderek artan sel felâketlerinin “aşırı” ya da “beklenmedik” yağışların sonucu olmadığını ifade edelim. Yaşanan olağanüstülük, içinde bulunduğumuz kapitalist yaşam evresinin olağan bir sonucudur. Bunların olacağı 40 yıldan bu yana açık seçik ifade ediliyordu ve bu sürenin yarısında Türkiye’yi bugünkü iktidar yönetti. Dolayısıyla yönetimdeki payı oranında sorumludur. Durumu kısaca ifade edelim:

Sanayi üretimi arttıkça atmosfere salınan karbon gazları da artıyor ve yeryüzünü bir örtü gibi sarıp sera etkisi yaratarak ısı artışına yol açıyor. Bunun sonucu buzullar eriyor ve havadaki su buharı oranı çoğalıyor. Su buharı güneş ışınlarını tutarak ısınmayı daha da arttırıyor ve böylece iklim değişiyor. Bu konuda 1980’lerden beri yayınlanmış sayısız araştırma var. Bilim insanları birçok canlı türünün yok olacağı, aşırı yağışların yanı sıra uzun süreli kuraklıkların yaşanacağı, kasırga, sel, büyük orman yangını, çölleşme görüleceğini sürekli vurguluyor. Yani, bizi yönetenler her şeyi gayet iyi biliyor ama siyasi ve ticari kaygılar yüzünden aldırmıyorlar. Örneğin yıkılan köprüden yurttaş zarar görüyor, yenisinin yapımını üstlenen müteahhit ve “hizmet getirdim” diyen iktidar ise yarar sağlıyor.

TMMOB raporlarına göre selden en çok etkilenen Orta ve Doğu Karadeniz’de 246 HES var. Bakan Pakdemirli heyelan nedeni olarak çay tarlaları arasına açılan yollardan bahseder ve “Türkiye çapında meteorolojik olaylar 2002’de 300 civarındayken bugün 984 afatla uğraşmak durumundayız” diye mazeret üretirken, bu HES’lerin yanı sıra daha sayısız taş ocağı, turistik tesis, maden sahası vs. için açılan binlerce kilometre yolun etkisinden hiç söz etmiyor. Yine bütün bunların yapımı sırasında patlatılan binlerce ton dinamitin yörenin jeolojik yapısını etkilediğini, kopan kayaların dere yataklarını doldurduğunu söylemiyor. Öyle ki, dinamitler yüzünden İkizdere’nin 150 yıldır akan içme suyu bile kurumuştu.[3]

Bakan Soylu “HES patlamadı” derken, aşırı yağışlarda suyun HES üstünden aşmadığını ama kapakların açılarak fazla suyun dereye bırakıldığını ve bunun sel etkisini arttırdığını nedense aklına getirmiyor.[4] Su HES üstünden aşsa, o HES zaten yıkılır.

İktidar, Karadeniz kıyısına yapılan sahil yolunun doğal ve toplumsal etkilerini hesaba katmıyor. Her yeri asfalt ve betonla kaplamanın ısıyı arttırdığından, doğanın ve toplumun denizle bağlantısını kestiğinden, yol yaparak inşaat ve otomotiv sanayicilerine çalıştığından, böylece yaylaların işgalini kolaylaştırdığından, yöre halkının geleneksel yaşamını altüst ederek yoksulluğa ittiğinden hiç söz açmıyor. Ama Bakan Pakdemirli çay yerine alternatif ürün yetiştirilmesinden bahsediyor. Yoksa ÇAYKUR’un bu iktidar döneminde zarar eder hale getirilmesinin ve çay üreticisini yoksullaştırılmanın nedeni bu olabilir mi?

Sel yıllardır “geleceğim” demiyor, geliyor. Her felâketin ardından iktidar sözcüleri aynı açıklamaları yapıyor, aynı davranışları gösteriyor. Geçimlik malından olmuş insanların borcunu erteliyor ama nasıl ödeyecekleri umurunda değil. Ölenlere rahmet dileyip, yeni ihaleler açıyor. İktidar vergisini aldığı yurttaşı felâketlerden korumakla yükümlü olduğu halde “sigorta yaptırsınlar” diyerek hem sorumluluktan kaçıyor, hem de yoksul üreticiyi korkutup yıllar boyu prim ödemesini savunarak, şirketlerden yana davranıyor.

Sel gelmez, yangın çıkmaz, kaza olmaz; başımıza gelen bütün felâketlerin nedeni bu adaletsiz yaşam düzenidir. İnsanlığın yüzyıllardır nasıl önlem alınacağını bildiği felâketler yüzünden hala tarih öncesinde yaşıyormuş gibi canımızdan ve malımızdan oluyorsak, sorumlusu toplumu kendi çıkarları doğrultusunda yöneten siyasal iktidardır. Çıkarı uğruna dağı taşı delen, yurttaşın değil inşaat şirketlerinin yararına yol ve köprü yapan, kendisi nimetlerinden yararlanırken bizleri külfetleriyle ezen bu düzene karşı örgütlenip mücadele etmedikçe; basit önlemlerle bile durdurulabilecek bu felâketler kaçınılmaz olacaktır. Bu ‘kaderi’ değiştirmeliyiz, değiştireceğiz!


[1] http://yeniyasamgazetesi2.com/dere-yatagina-yapilmis-barinaktaki-canlilar-sele-gitti/

[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/pakdemirli-sel-bolgesinde-once-vatandasimiz-kendini-korumanin-yollarini-arayacak-haber-1529435

[3] http://www.radikal.com.tr/cevre/santral-insaati-ikizdereyi-kuruttu-909842/

[4] https://www.haberturk.com/giresun-haberleri/86074015-giresunun-duroglu-beldesinde-selhes-kapaklarinin-acilmasi-sonucu-olustugu-belirtilen-sele

Son Eklenenler