Cumartesi, Nisan 27, 2024

Mesele Teslim Olmamakta: Barikatın iki yanında olan bir sosyalistin otobiyografisi

TSK’deki gizli devrimci yapılanma ve THKP-C temaslı yıllarından hapishane yıllarına, sonrasında TRT’de başlayan serüvenin sendikalarla, gazetelerle devam eden ve öğretim üyesi olduğu yılları da içeren bir otobiyografi, Atilla Özsever’in Ayrıntı Yayınları’ndan “Mesele Teslim Olmamakta” kitabı. Kişisel olarak, Milliyet’teki “Emek ve İnsan” köşesiyle kendisini “tanıdığım” amcamın Türkiye’nin yakın tarihi panoramasını sunduğu direniş dolu bir hayat hikayesi bu kitap. Meslek hayatı boyunca 12 Mart 1971 döneminin sonuçları hiç peşini bırakmamış, gazetelerde “vatan-millet” (!) bekçilerinin hedef gösterdiği, benim ise kendileriyle gurur duyduğum yazılar yazılmış:

“… Gene iddianamelere göre kardeşi Piyade Teğmen Olcay Özsever’le birlikte bu partinin (THKP) merkez komitesi yedek üyeleri olarak Ulaş Bardakçı’nın emrinde vazife görmüşler, Mahir Çayan ve dört arkadaşının Kartal/Maltepe Askeri Cezaevi’nden tünel kazarak kaçmalarını planlamışlardır. Sivil komünistlerle evlerinde çeşitli toplantılar yapmışlar, 1. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı’nca durumları tesbit edilen bu iki kardeş subay derhal yakalanıp tevkif edilmişlerdir. Bu suçlarından sıkıyönetim mahkemesine sevk edilmişler ve emekli edilerek Silahlı Kuvvetler’le ilişkileri kesilmiş…”

(Son Havadis’teki “TRT’de THKP Militanları” yazısından).

Kitap, 1970 yılında başlayan devrimci yapılanma çalışmaları ve sonrasında THKO’lu Tuncer Sümer ve Sinan Cemgil ile tanışmaları, Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir ile yapılan ev toplantıları ile başlayan devrimci mücadelelerinin ve sonuçlarının anılarıyla başlıyor. 12 Mart 1971 askeri muhtırası sonrası yaşadıkları işkenceleri (abi-kardeş) de Ziverbey Köşkü anılarından görüyoruz. Hapishane yıllarına Yılmaz Güney’in renkli dokunuşları, kitabı okurken okuyucuda bir tebessüm bırakmıyor değil. İki buçuk senelik tutukluluk sonrası 74 affıyla özgürlüğüne kavuştuktan sonra TRT’de televizyon haberlerinde, sonrasında çeşitli gazetelerde ve yayınevlerinde haber sorumlusu olarak görev yapıyor. Emek dünyası üzerine yaptığı etkili ve yön veren haberlerin, onun Yol-İş Sendikası’nda basın danışmanı, sonrasında ise Ecevit Hükümeti’nde Adalet Bakanı basın müşaviri olmasına katkı sağladığı anlaşılıyor. Ecevit Hükümeti’nin istifası sonrası ve 1980 darbesi döneminde işsiz kalan Atilla Özsever yüksek lisans ve doktora çalışmalarına ağırlık veriyor. 80 sonrası, Hürriyet’te, Milliyet’te, Günaydın’da, Sabah’ta emek haberlerini yazmaya devam ediyor. Ancak yazdığı her yazı ve devrimci tutumu başına bela olmaya da devam ediyor. Öyle ki 1987’de Süper Emeklilik Yasası ile ilgili yaptığı haberler üzerine kendisine takdir edilen ödülü, nitelikli emeğe gereken önemin verilmediğini belirten bir dilekçeyle reddediyor. Bunun üzerine Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’in tutumu ve söyledikleri de dikkat çekiyor:

“… Senin hakkında MİT raporu olmasına rağmen biz seni burada çalıştırıyoruz, bunun değerini bil… Sen üsteğmensen ben de Babıali’nin orgeneraliyim…”  

Bunun üzerine Hürriyet’teki işi sonlandırıldıktan bir süre sonra tekrar Milliyet’e dönerek, kendisini daha iyi tanıdığımız “Emek ve İnsan” köşesi ile yazılarına devam ediyor. Yaptığı birçok haber Milliyet’in manşetinde yer buluyor. Kimi zaman yazıları sansüre uğruyor, kimi zaman ise ısrarcı tutumu, Refahyol hükümeti dönemindeki nema yasasının geri çekilmesini sağlıyor. Ancak neoliberal dönüşümün sonuçlarını 2000 yılında “Emek ve İnsan” köşesinin kaldırılması ile daha da hissediyor. Sonrasında ise akademik yaşama ağırlık veriyor ve Birgün, Radikal, Cumhuriyet, Yurt gazetelerinde de yazmaya devam ediyor. Maltepe Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine başlamadan önce İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde dışarıdan ders veriyor. Ancak aradan 30 yıl geçmesine rağmen bu “vatan-millet” bekçileri Atilla Özsever’i hala hedef göstermekten vazgeçmiyor ve dönemin Akit’i (o zamanki ismiyle Vakit gazetesi) “Korkunç kadrolaşma” başlıklı yazı ile “Alemdaroğlu THKP-C örgüt üyesi Atilla Özsever’e kürsü ayarladı” şeklinde haber yapıyor.

Kitapta, mevcut sendikalara eleştirinin izlerini de görüyoruz. Özellikle yazar, 28 Şubat sürecinde Türk-İş ve DİSK’in TİSK, TOBB ve TESK ile “beşli bir sivil insiyatif” oluşturmasında İstanbul burjuvasinin etkisinin altını çiziyor ve “Emek ve İnsan” sayfasında “Sendikalar ikmale kaldı” başlıklı yazıda bu inisiyatifin MGK bildirisini desteklemesini eleştirerek tavrını da açıkça gösteriyor. 1999’da Türk-İş’te sendikacıya ballı zam haberlerini de yapmaktan geri durmuyor.

15-16 Haziran olayları ise Atilla Özsever’in hayatında önemli bir yere sahip. 15 Haziran’ın ertesi günü olayların daha da yoğunlaşacağını fark edip birliğindeki askerlerini toplayıp “Arkadaşlar! İşçiler, hakları için eylem yapıyorlar. Belki de eylem yapanların içinde ağabeyleriniz, kardeşleriniz, yakınlarınız olabilir. Bir çatışma, ateş etme gibi olaylardan kaçınacağız” diye bir konuşma yapıyor. Zira, ertesi günü Yoğurtçu Parkı’ndaki barikatı aşıp Kadıköy vapur iskelesine inmek isteyen işçilere engel olmamak için komutanlarının emirlerine rağmen çeşitli oyalama taktikleriyle işçilerin barikatı aşmasına etkisi oluyor. Atilla Özsever, ordunun tavrının 15-16 Haziran olaylarından sonra değiştiğini belirtiyor, hatta o tarihe kadar ordu içindeki Kemalist kesimin işçi sınıfı sorunlarına sıcak baktığını da söylüyor.

Kitapta sıklıkla 9 Martçıların vatansever subaylar olduğu da belirtiliyor. 9 Mart 1971 süreci, tabi Atilla Özsever gibi diğer sosyalist subayların da aslında kendi siyasal birikimleri açısından yabancılaştıkları ve kendilerini çok da ait hissedemedikleri bir süreç. Zira, cuntacı subayların (kitapta sol Kemalist subaylar olarak da belirtiliyor) yaptıkları bir toplantıya katılan Atilla Özsever’in İttihat -Terakki yemini karşısında yaşadıkları şaşkınlıklarını da görüyoruz. Ancak, yazarın 15-16 Haziran’dan önce ordudaki Kemalist subayların işçi sorunlarına sıcak baktığı, sonrasında bunun tersine döndüğü hatta 12 Mart’ın özelleştirmelere kapı açtığı vurgusu ve ayrımı, burjuva devlet yapısını ve onun mekanizmalarından biri olan güvenlik güçlerinin yapısal tutumunu biraz göz ardı ettiğinin eleştirisini vermek gerekir. Askeri lisede ve harp okulunda aldıkları eğitimin anti-emperyalist içeriğine vurgu yaparak bu çıkarımları destekliyor ancak birkaç subay hocanın kişisel siyasal tutumlarının NATO üyesi olan bir ordunun siyasal perspektifinin önüne geçemeyeceğinin de altını çizmek gerekir. Burada Lenin’in “Her devlet, ezilen sınıfa karşı yöneltilmiş ‘özel bir baskı gücü’dür. O halde, hiçbir devlet ne özgürdür ne de halk devleti” sözünü hatırlatarak bu baskı gücünün araçlarından biri olan ordunun ise Marx’a göre merkezi düzeyde örgütlenmiş, büyük bir askeri-bürokratik aygıttan bağımsız olamayacağını belirtmek gerekir. Bu eleştirilerimi, amcamın affına sığınarak yaptığımı da söylemem gerekir.

Atilla Özsever, Milliyet’teki “Emek ve İnsan” köşesinde şiirlere yer verdiğini de kitabında belirtiyor. Sıklıkla Erich Fromm güzellemeleri de dikkat çekiyor. Dönemin ulusalcı atmosferinden ve özellikle gençliğinde mensubu olduğu ordudaki askeri-hiyerarşik havadan sıyrılmayı başarabilmiş (ancak bu atmosfer, az da olsa siyasal değerlendirmelerine etki yapmış) Atilla Özsever’in, sosyalist ve inatçı duruşunun yanı sıra “romantik” devrimci yanını da bu sayede fark ediyoruz. Kitabın sonunda ise THKP-C davasında birlikte yargılandığı İsmet Öztürk’ün “THKP-C’den Kurtuluş’a Mücadele Hayatım” adlı kitabında Selimiye Askeri Cezaevi anılarını anlattığı şu paragraf ise amcamların 70’lerin devrimci mücadelesinde bıraktıkları izi bize gösteriyor:

“…Mustafa Alabora, Atilla Özsever gibi birçok arkadaşımız, kişisel onurlarını inandıkları davanın onuru ile kaynaştırıp hiçbir gösterişe tevessül etmeden, şatafatsız ama asil bir duruş sergiliyorlardı. Bir kısım insanlar ise kelimenin gerçek anlamıyla dökülmüşlerdi.” Kitabın sonunda ise bu zamana kadar yaşadıklarından direnmeyi ve umudu kaybetmemeyi öğrendiğini söylüyor: “Kendimi bildim bileli, hayatım boyunca sosyalizme, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya özlemine olan inancım, sadakatim hiç bitmedi. Ömrümün sonuna kadar da devam edecek…”   

Son Eklenenler