Pazartesi, Aralık 2, 2024

Dr. Moreau sendromu ve Filistinli insansı hayvan

Dr. Moreau, dirikesim yöntemiyle hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerin tepki toplaması nedeniyle İngiltere’den ayrılıp Büyük Okyanus’taki bir adada yaşamaya başlamıştır. Hiçbir amaca ulaşmayı hedeflemeden, sadece neyin mümkün olduğunun sınırlarını öğrenmek tutkusuyla hayvanları insana dönüştürür. Ortaya, iki ayak üzerinde yürüyen, giysilerle edep yerlerini kapatan, konuşabilen, az da olsa düşünebilen ve sadece bitkilerle beslenen domuz adam, maymun adam, kurt kadın gibi yarı insan yarı hayvan canlılar çıkar. Ancak kendilerini insan zanneden bu canlıların barındırdığı hayvani cevher zamanla, her seferinde ve her seferinde şiddetle ortaya çıkmakta; “yaratıkların içindeki hayvan şüpheye ya da inkara yer bırakmayacak şekilde”1 gözler önüne serilmektedir: 

“Kanun dedikleri bir şey var. ‘Hepsi senindir’ gibisinden ilahiler okuyorlar. Kendi kulübelerini yapıyor, meyve topluyor, yerden ot kökleri falan söküyorlar. Hatta evleniyorlar. Ama hepsinin içini görebiliyorum, ruhlarının ta içini ve gördüğüm, ölüp giden hayvanların ruhlarından, öfkelerinden, yaşamalarına ve kendilerini tatmin etmelerine yarayan şehvetlerinden başka bir şey değil.”2 

Bu sözleri sarfettikten kısa süre sonra onlardan biri tarafından saldırıya uğrayarak öldürülecek olan Dr. Moreau’nun insansı hayvanlarının hikayesi, insanlaşmak için biyolojik ve kültürel medenileşme sürecinden geçen canlıların eninde sonunda doğa kanunlarına teslim olmalarının hikayesidir. 

İnsansı hayvan için yürürlükte olan bir hukuk varsa, o da güçlünün hukuku ya da doğa kanunlarının dişe diş, kana kan intikamcılığıdır.    


Gazze. 41 km boyunda, 12 km derinliğinde bir toprak parçasına sıkıştırılmış 2,5 milyon Filistinli için Gazze bir toplama kampı gibiydi. Oraya sürülmüş ve hapsedilmişlerdi. Hamas, 7 Ekim 2023’te Gazze’den İsrail’in işgali altında bulunan topraklara bir saldırı düzenledi. Saldırıda çoğu sivil yaklaşık 1.200 kişi hayatını kaybetti. Eylemin amacı, İsrail içindeki ve dışındaki kanıksanmış statükoyu bozmaktı. Bunun ardından dünyanın en militer ve saldırgan devletlerinden olan İsrail, Gazze’yi bombalamaya başladı. 

İsrail, Gazze’ye elektrik, yiyecek, yakıt tedarikini kesti ve topyekûn abluka uyguladı. Gazze bombalanırken askeri tesis ve sivil yerleşim arasında ayrım yapılmadı, daha ziyade sivil altyapı hedef alındı. Sivil nüfusa, çatışmalarda doğrudan yer almayanlara, insani yardım ve barışı koruma misyonu personeline saldırıldı. Somut ve doğrudan askeri avantaj sağlamayan saldırılar yapıldı; köy, konut ve kamu binaları bombalandı. Gazzeliler, yardım malzemeleri dahil olmak üzere hayatta kalmak için elzem olan nesnelerden mahrum bırakıldı. 

Bu yaşananlar, II. Dünya Savaşı sonrasında yavaş yavaş oluşmaya başlayan (ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasıyla zirveyi gören) savaş esnasında uyulması gereken uluslararası teamüller hukuku tarafından yasaklanan eylemlerdi. Öyle ki, Birleşmiş Milletler özel raportörü Gazze’ye yönelik tam kuşatmanın savaş suçuna vardığını belirtti. Birçok yorumcu için İsrail’in yaptığı ırk ayrımcılığına dayanan bir saldırı, bir soykırımdı.  

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırıya orantısız bir misillemeyle yanıt verirken İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Filistinliler için “hayvan” benzetmesinde bulunuyor ve “insansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz”3 diyordu. Benzer şekilde İsrail’in Birleşmiş Milletler Daimi temsilcisi Gilad Erdan, Hamas’tan bahsederken “hayvansı teröristler” ifadesini kullandı.4 

Filistinlileri insansı hayvan olarak niteleyerek insan kategorisi dışına sürmek ne sadece aşağılama ve hakaretti ne de sadece İsrail’in yaptığı bir işti. Filistinliye insan muamelesi yapmamak, İsrail’i yaratan ve koruyan başta ABD olmak üzere Batı demokrasilerinin ortaklaştığı bir tutum oldu. 

16 Ekim’de on beş üyeli BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail-Filistin çatışmasında acil ve kalıcı insani bir ateşkes talep eden Rusya’nın karar tasarısı oylandı. Tasarı, sivillere yönelik her türlü şiddet ve düşmanlığı, terör eylemini kınamaktaydı. Ayrıca tüm rehinelerin güvenli bir şekilde serbest bırakılması, Gazze’ye gıda, yakıt ve tıbbi tedavi de dahil olmak üzere insani yardımın engelsiz bir şekilde sağlanması ve dağıtılması çağrısında bulunuyordu. Tasarı, Fransa, Japonya, İngiltere ve ABD’nin ret oylarıyla karara dönüşmedi. Brezilya, Malta, Arnavutluk, İsviçre, Ekvator ve Gana ise çekimser kaldı.

Birleşik Krallık’ın BM temsilcisi Hamas’ın terör saldırılarını kınamadığı için karar tasarısına ret oyu verdiklerini söyledi. Benzer şekilde ABD’nin BM temsilcisi Linda Thomas Greenfield yaptığı konuşmada, Gazze’deki insani krize yol açanın Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısı olduğunu ama önerilen tasarının Hamas’ı kınamakta yetersiz kaldığını belirtti. ABD temsilcisi, suçun İsrail’e atılmasına izin ve kurbanların onurunu zedeleyen bir karar tasarısına oy vermeyeceklerini söylüyordu: “Bu konseyin suçu haksız bir şekilde İsrail’e atmasına ve Hamas’ı onlarca yıllık zulmünden dolayı mazur görmesine izin veremeyiz. Nokta”.5 

Halbuki ortada “nokta” denebilecek bir bitmişlik, bir tamamlanmışlık yok. Hatta ortada büyük bir safsata var:

Karar Tasarısı: Bir insani krizle karşı karşıyayız, ateşkes gerekli.
ABD, Birleşik Krallık: Krizi Hamas başlattı. 
Karar Tasarısı: İnsani kriz var. Ateşkes?
ABD, Birleşik Krallık: Metin iyi yazılmamış.   

ABD ve Birleşik Krallık, metnin değindiği ilkeler ve temel konusu olan insani krizi tartışmayıp sessiz kalıyorlar ve metnin değinmediği, dışarıda bıraktığı bir konu (kim suçlu?) üzerinden tasarıyı reddettiklerini belirtiyorlar. Ancak tasarının dili ve içeriği yetersiz bulunuyor, tasarıya dahil edilmeyen bir suçlamaya dahil edilen insani ilkeler kadar önem veriliyorsa, aynı gerekçeyi öne süren Malta gibi çekimser oy da verilebilirdi. O halde ret, hakikaten neyin reddi? 

Bu bağlamda Birleşik Arap Emirlikleri’nin BM temsilcisi Lana Zaki Nusseibeh’in sözleri durumu açıklar: “Ülkem bu karar tasarısına mükemmel bir metin olduğu için değil desteklenmesi gereken temel ilkeleri açıkça ifade ettiği için olumlu oy verdi.6 ABD ve Birleşik Krallık da karar tasarısına yetersiz bir metin olduğu için değil temel insani ilkelerin desteklenmesini tasvip etmedikleri için ret oyu verdiler. Ret, açıkça, insani ilkelerin Filistinliler için uygulanmasının reddiyesidir. İşlevi de bu yönde olmuştur.” Ret oyu, Gazzelilerin ölümlerinin “insani kriz” olarak değerlendirilmesine ve bu çerçeve içine çekilmesine engel oldu. ABD ve Birleşik Krallık öne sürdükleri gerekçede itirazlarının sebebi olarak metnin dile getirdiği temel ilkeleri ve insani yardım gereksinimini hedef almasalar da, yaptıkları eylem tam da bu ilkeyi işlevsiz bıraktı. 

Benzer bir safsata kendini 18 Ekim’de (ve ardından 8 Aralık’ta) tekrar etti. Brezilya’nın sunduğu karar tasarısı hayati yardımların ulaştırılması için çatışmalara “insani bir ara” verilmesi çağrısında bulunuyordu. BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinden 12’si lehte oy kullanırken, ABD tasarıyı veto etti. ABD’nin BM temsilcisi Greenfield ise ülkesinin tasarıyı veto etmesinin gerekçesi olarak tasarıda İsrail’in meşru müdafaa hakkından bahsedilmemiş olmasını gösterdi. 

18 Ekim (ya da 8 Aralık) itibariyle ateşkes ilan etmemek ve Gazze nüfusuna insani yardım ulaştırmamak İsrail’in müdafaasına ve güvenliğine yarayacak nitelikte değildi. Ateşkese hayır demenin tek bir sonucu vardı: Daha fazla ölüm. Daha fazla can kaybı istemek; öldürülen İsraillilerin onurunu, öldürülen Filistinlilerin kurtaracağını düşünmek, intikamcılıktı; ama aynı zamanda İsrail’e yeni bir zımni hak bahşetmekti: Öldürme hakkı. 

İşte böylece Filistinlilerin durumu neticeye bağlandı. Tam da Ürdün’ün BM temsilcisinin 16 Ekim’de dediği gibi oldu ve uluslararası toplumun uzun süren sessizliği Gazzelileri insanlıktan çıkardı. İsrail’in kendini tehdit altında hissettiğinde sınırsız öldürme hakkını kazanması, Filistinlilerin “insansı hayvan” addedilip uluslararası hukuktan doğan haklarının düşürülmesiyle ele ele ilerledi.    

Filistinli insansı hayvan nedir?  

Medeniyet kavramının Avrupa’daki tarihsel seyahatinin üzerinde işlediği ve aynı zamanda medeni insanın karşıtı olarak konan canlı “hayvan” değil, barbardı. Barbar da bir insandı, medeni insan ve barbar insan arasında dikatomik değil, diyalektik bir ilişki öngörülmüştü; zira barbar eğitilebilir ve dönüştürülebilirdi. Medeni insanla karşılaşan, onunla haşır neşir olan, onun üstünlüğünü kabul ederek yönetimi altında eğitim gören (en azından bazı) barbarların giderek medenileşeceği; barbar ulusların da medeni ulusları taklit etmek suretiyle zaman içinde medeni memleketlerin seviyesine çıkacağı kabul edilmişti. I. Dünya Savaşı sonrası Wilson prensipleri doğrultusunda ulusların kendi kaderini tayin hakkının tüm dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde Afrika ülkelerine dayatılan manda sisteminin gerekçesi; bu ulusların söz konusu ilkelerin anlamını anlayıp bu ilkelerin getirdiği avantajlardan yararlanacak derecede medeni olmadıkları, bu nedenle ancak medeni ağabeylerinin yönetimi altında bir süre eğitildikten sonra Milletler Cemiyeti’nde temsil edilen medeni devletlerle eşit olabilecekleriydi. Bu nedenle bu yarı barbar kalmış uluslara egemenlik verildi; ama bağımsızlık verilmedi.

Medeni olmak da bir kez kazanıldığında ilelebet kalan bir özellik değil; gelişim ve ilerlemenin yolunda her zaman uğraş gösterilerek korunabilecek bir özellikti; aksi takdirde medeni ülkeler liginden yavaş yavaş alt liglere düşmek mümkündü.  

Barbar insanın durumu kısaca buydu. Hayvansı insanın örnekleri ise edebiyat ve mitolojideydi. Yarı keçi yarı insan satirlerde, vampirde ya da kurt adamda hayvansılık, insanı güçlendiren; onu doğaya bağlayan ve toplumsal hayatın yasaklarını kırmasını sağlayarak içindeki doğanın gücünü açığa çıkartan bir öğeydi. Toplum-doğa ikiliğini aşabilen ve toplumun olduğu kadar doğanın da bir parçası olan bu canlılar, bu ikili hayatlarıyla insandan üstündü. Bu üstünlüğün günümüz versiyonunda ise toplum-doğa karşıtlığının ve hayvanımsı insanın bu ikisi arasındaki geçişkenliğinin silindiği; sadece hayvana ait güçlerin “süper” addedilerek insana geçmesine vurgu yapan örümcek adam, yarasa adam, kedi kadın vardır. 

Peki, ya insansı hayvan? Medeni insan karşısında o kimdir, nedir? 

İnsansı hayvan, Dr. Moreau’nun canlılarıdır.  

Dr. Moreau insansı hayvanı günlerce süren ağır işkenceler yoluyla kendi elleriyle yaratır. Hayvanların canlı canlı doğranması nedeniyle attıkları çığlıklara asistanı Montgomery alkolik olarak katlanabilmiş; bir gemi kazası nedeniyle şans eseri adaya düşen Edward Prendick ise sesleri duymamak için evden uzaklaşıp ormana kaçma yolunu seçmiştir. Ancak ormana kaçtıkça insansı hayvanlarla karşılaşır; ormanın onların evi olduğunu anlar. Zira Dr. Moreau’nun deneyleri başarılı sonuç vermemekte; insanlaşan her bir hayvan zaman içinde hayvaniliğini gösterdikçe Dr. Moreau onları evden uzaklaştırarak ormana sürmektedir. Yıllar süren bu deney-başarısızlık-sürgün süreci sonunda Dr. Moreau ve asistanı için ormanın anlamı değişmiştir. Orman, her an kendilerine saldırabilecek insansı hayvanlarla dolu olan bir tehlike ve korku mekanıdır artık. Bu nedenle Dr. Moreau ve Montgomery olabildiğince evden ayrılmazlar; ayrılıp ormana girecekleri zaman ise yanlarından kırbaç, silah ve bıçaklarını eksik etmezler. Kırbaç, Dr. Moreau ve Montgomery’nin en büyük terbiye aracıdır. 


İsrail ve İsrail’in Batı dünyasındaki koruyucularının gözünde Filistinliler toprağa kültürüyle bağlı olmayan, toprak üzerinde bir oraya bir buraya sürülebilen, toprağa düşerse kaldırmaya da gerek olmayan ve hatta toprağa karışması tercih edilen hayvan sürüsü muamelesi görürler.

İsrail ve İsrail’in Batı dünyasındaki koruyucularının gözünde Filistinli aslen kültür dünyasına değil, doğaya aittir; şiddeti de hayvani bir şiddettir. Bir Filistinli hiçbir zaman medenileşmiş sayılmaz; her an saldırıya geçebilir, her an ellerini pençe olarak kullanabilir, her an diş gösterebilir. Bu sebeple Hamas, Hamas’ın askeri kanadı ve Filistinli arasında bir ayrım yapılmaz; çünkü bir Filistinli içindeki hayvani cevher nedeniyle her an silaha sarılabilir. Hatta Filistinlinin çocuğu da böyledir. Çocuk olduğuna bakmaz, eline taş alıp, sopa alıp, sapan alıp direnişe geçer; hayvanlaşır. Bu nedenle Filistinli çocuğa da “insan evladı” muamelesi yapılmaz. Her Filistinli yaşadığı sürece İsrail için bir tehdittir ve bir korku kaynağıdır. Velhasıl, mevzu bahis İsrail’in şiddeti ve öldürme hakkı olduğunda Filistinliler için Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku’nun kabul gören asker, sivil, kadın, çocuk, yaralı, esir, hasta ayrımları yoktur. Neticede bu ayrımlar, medeni insanı tasnif eden ayrımlardır. 

Filistinlinin insanlığı ise biyolojisindedir. Filistinli sadece biyolojik insandır. Kendisine bir silahlı çatışma anında ne olacağı ve onunla ne yapılacağı Uluslararası İnsancıl Hukuk bağlamında değerlendirilmez, konu İsrail’in değerlendirmesine bırakılmıştır. Özünde insan kabul edilmeyen bu canlıyı öldürebildiğiniz müddetçe, kendisinden sakınılacak hiçbir şeyi yoktur. Ama öldüremezseniz, o zaman Filistinli biyolojik insan dokunmamanız gereken bir canlıya dönüşür ve bir ara dönemin kendine verdiği sıfatın maliki olur: Sivil. 

Sivil, İsrail’in kurşunundan, bombasından, askerinden kaçarak hayatta kalmayı başarmış olandır. Sivil, o ana kadar ölmemiş olması hasebiyle artık öldürülmemesi gereken ve yaşamasına çaba harcanandır. Bu niteliğiyle de Agamben’den öğrendiğimiz kavramlaştırmayla, kutsallaşmıştır. Bu kutsal sivilin hayatta tutulması için uluslararası toplum bin bir türlü çaba harcar. Onu yaşatmak için yardımlar gelir, seferber olunur, yaşayınca sevinilir. Zira Filistin topraklarında sivili yaşatmak, evrensel insan haklarının evrenselliğinin ve insanlığının namusunu kurtarmanın elde kalan tek yoludur.

Velhasıl, Filistinlinin şiddetinin hayvani şiddet olarak değerlendirilmesi, İsrail’in yıllardır yaptığına “işgal” diyememekten kaynaklanıyor. Bir kez Filistinlinin şiddetine; evini, toprağını elinden almış olan işgalciye karşı yıllardır süren müdafaa denebilse, Filistinlinin saldırısı insanlık dışı bir şiddet olarak değerlendirilmeyecek (ki bunu kimi devletler halihazırda yapıyor). Ama İsrail ve İsrail’in Batı dünyasındaki koruyucuları İsrail’in yıllara yayılan şiddetini yok saydıkça Filistinlinin şiddeti hayvanileşiyor. Filistinlinin şiddeti hayvanileştikçe de, İsrail Dr. Moreau sendromuyla yaşıyor: Kendi elleriyle bin bir türlü işkenceyle ve acıyla yarattığı, sürgüne maruz bıraktığı canlılar tarafından bir gün öldürülebilecek olmanın korkusuyla.


  1. H. G. Wells, Doktor Moreau’nun Adası, İthaki Yayınları, 2020, s. 125 ↩︎
  2. H. G. Wells, Doktor Moreau’nun Adası, İthaki Yayınları, 2020, s. 116 ↩︎
  3. Israel recaptures areas near the Gaza Strip overrun by Hamas ↩︎
  4. US demands condemnation of Hamas at UN meeting, but Security Council takes no immediate action ↩︎
  5. UN Security Council votes down Russia resolution calling for humanitarian ceasefire in Gaza ↩︎
  6. Israel-Gaza crisis: US vetoes Security Council resolution ↩︎

Son Eklenenler