Yıllardır iş cinayetlerini takip eden bir avukat olarak, Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası Davası’nı da takip etmek için Sakarya’ya gittim. Bu yazımda duruşmada tanık olduklarıma, fabrikanın patronu Yaşar Coşkun’un ifadesindeki kimi hususların diğer iş cinayetleri davalarında işittiklerimizle nasıl paralellik gösterdiğine, iş cinayeti davalarına dair bu patron savunmalarının neleri işaret ettiğine değinmeye çalışacağım.
Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası’nda ne olmuştu? Kısaca hafızamızı tazeleyelim.
3 Temmuz 2020’de Sakarya Hendek’te, Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası’nda meydana gelen patlamada yedi işçi hayatını kaybetmiş; 128 işçi yaralanmıştı. 9 Temmuz’da fabrika yerleşkesindeki patlamamış patlayıcıların güvenlik gerekçesiyle taşınması sırasında ikinci bir patlama meydana gelmiş; üç asker hayatını kaybetmiş; sekiz jandarma personeliyle kamyon şoförü yaralanmıştı.
İlk patlamanın ardından, 4 Temmuz’da, fabrikanın Sorumlu Mesul Müdürü Asiye Angın, Genel Ustabaşı Erşan Öztürk, Fabrika Müdürü Hasan Ali Velioğlu, İş Güvenliği Uzmanı Aslı Bozkurt gözaltına alınmış; 6 Temmuz’da tutuklanmışlardı. 7 Temmuz’da fabrika sahibi Yaşar Coşkun da tutuklanmıştı. Yaşar Coşkun’un babası, büyük patron Ali Rıza Ergenç Coşkun ile Sorumlu Müdür Ahmet Çağırıcı ise tutuksuz yargılanıyordu.
Davanın ilk duruşması 6 Ocak 2021’de görülmüştü. Salonun küçük olması, SEGBİS’le (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) duruşma yapılmasının kabul edilmemesi, yüz yüzelik ilkesi gereği sanıkların duruşma salonunda hazır edilmesi talepleri nedeniyle duruşma 15 Mart 2021’e ertelenmişti.
Cezaevi değil, Ceza İnfaz değil, kampüs!
15 Mart sabahı erken saatlerde Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin duruşmayı yapacağı Ferizli’deki Büyük Duruşma Salonu’nu aramaya başladık. Anayoldan çıktıktan sonra navigasyon yardımıyla köylerden, orman yollarından geçtik. “Kesin kaybolduk, ormanda duruşma salonu mu olur?” diye söylenirken, ormanın ortasında, devasa bir yerleşke olan Ferizli Cezaevi Kampüsü’ne ulaştık. Sakarya – Ferizli Ceza İnfaz Kampüsü’nün inşaatı bitmek üzere. Devasa yeni cezaevi kampüslerinden biri. 450 dönüm arazi üzerinde kurulu, 3000 kişi kapasiteli. Hep üniversiteyle özdeşleştirdiğim kampüs kelimesiyle cezaevini, ceza infazı yan yana getirmek bir nevi akıl tutulması yaşatıyor insana. 3000 yatak kapasiteli kullanımı, sanki tatil köyünden, hastaneden, yurttan bahsediliyormuş gibi tınlıyor. Kampüsle, 3000 yatak kapasitesiyle üzeri örtülense daha büyük, daha izole, daha beton, daha gayri insani bir ceza infaz kurumu. Kurulduğu yere bakıldığında doğanın katledildiği, doğa suçu işlendiği de apaçık bir gerçek. Bu kampüslere, yerleşkelere kapatılacak insanların Soma’da 301 işçiyi, Hendek’te yedi işçiyi katleden patronlar olmayacağı da aşikâr.
Patron değil, işçi babası!
Duruşmanın ilk günü tutuklu sanıkların beyanlarını dinledik. İlk söz fabrika sahibi Yaşar Coşkun’a verildi. Sakarya MÜSİAD (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) Başkanı olduğunu (tutuklandığı için başkanlığa yardımcısı getirildi), Cumhurbaşkanı’nın kendisini telefonla aradığını, İçişleri Bakanı’nın gelip kendisiyle görüştüğünü, Bakan’a “sabotaj iddiası”ndan bizzat kendisinin bahsettiğini anlattı.
Coşkun ailesinin Sakarya’nın, duruşmaya katılanların -ölenlerin yakınlarının ve yaralı kurtulanların- “velinimeti” olduklarını vurguladı. Babası Ali Rıza Ergenç Coşkun’un sadece kendi babası olmadığını, fabrikadaki bütün işçilerin babası olduğunu söyledi. Patron değillerdi, işçi babalarıydılar! Çocuklarını azarlayan bir baba üslubuyla, salondakileri tehdit etmekte bu nedenle pek bir beis görmedi. “Emniyet ifadelerini okudum. Bazıları bizim hakkımızda olumsuz şeyler söylemiş. Herkes söylediklerine dikkat etsin, dikkatli konuşsun!” deme cüretini gösterebildi.
Kan parası değil, tatlıya bağlamak!
Coşkun derhal serbest bırakılmalıydı. “İşçileri” işsiz kalmıştı. Hapishaneden çıkar çıkmaz, MÜSİAD Başkanı olduğu için, dost ve arkadaşlarının fabrikalarında, işyerlerinde “işçileri”ne iş bulacaktı. Kimseyi mağdur etmeyecekti. Daha ne yapsındı?
Kamuoyu baskısının kurbanı olmuş bir mağdurdu Coşkun. Baskı olmasaydı tutuklanmayacaklarına inancı tamdı. Türkiye’de her gün onlarca işçi ölürken, Coşkun bu vahim tabloyu vaka-i adiye gibi göstermeye çalışmaktan çekinmedi. “Türkiye’de her gün iş kazası oluyor. Bu tutuklanma sebebi midir? Zaten biz de kamuoyu baskısı nedeniyle tutuklandık” diyebildi rahat rahat.
Coşkun’un avukatının iş cinayetlerine dair itirafı kan donduracak cinstendi: “Daha önce de böyle şeyler oldu, ama ailelerle anlaşıp tatlıya bağlamıştık. Bu sefer de ev alalım dedik, tatlıya bağlayalım dedik, ama ailelerle aramıza giren kötü niyetli insanlar oldu, maalesef tatlıya bağlayamadık.” Ölen bir işçinin değeri bir evdi! Kötü niyetli insanlar olmasaydı, iş cinayetini “kan parası” vererek “tatlıya bağlayacaklar”dı. Ah, şu kötü niyetli insanlar olmayaydı!
Patronların dilbirliği
Yaşar Coşkun canhıraş kendisini savunurken, ne kadar “saygın”, ne kadar “işçi sever”, ne kadar “memleket sevdalısı” olduğunu anlatırken, Soma Katliamı Davası’nda, Soma Holding Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın savunmalarını hatırlıyorum Gürkan çok iyi eğitim almış bir finanasçıydı. Dünyanın en büyük firmalarından teklifler almıştı. Kabul etseydi çok yüksek ücretlere çalışıp rahat bir hayat sürebilirdi. Kendisini vatanı, milleti için feda etmişti. Ülkesi gelişsin, istihdam yaratabilsin diye çırpınmıştı. Ülkeye döner dönmez gece gündüz çalışmıştı. Aile olarak 7000 kişiye ekmek vermişlerdi. Derhal serbest bırakılmalıydı. Madenlerini tekrar açmalıydı. İşsiz kalan madencilere iş sağlamalıydı. Madendeki yangın kesinlikle “sabotaj”dı. Sabotajcılar duruşmadan duruşmaya değişse de, PKK, DHKP-C, FETÖ’ydü. Müge Anlı’nın programında konuşan bir kadının kocasının laflarının delil olarak gösterilmesine kadar düşebilirdi çıta. Yeter ki patron sorumluluğu olmasındı.
Cinayet mahalli olan işyerlerinin patronlarının, “işçi babasıyım”, “velinimetim”, “kaza değil sabotaj”, “fıtrat”, “iş kazası oldu diye patron hapse mi atılır”, “ülkemin kalkınması için, istihdam ve üretim sağlamam gerekir, derhal serbest bırakılmalıyım” türünden savunmaları, tüm iş cinayeti davalarının baskın savunma argümanları. Patronlar dilbirliği etmişçesine aynı güdük argümanları sıralayıp durmaktan çekinmiyorlar. Pandemi koşullarında bile hiç ara vermeden, ağır koşullarda, canları pahasına çalıştırdıkları işçilerin emekleri üzerinden servetlerini katlarken, kendilerini işçilerin “velinimeti” olarak görebiliyorlar. Dil, nelere kadirsin! İşçi çalışırken ölmüşse, hata kendisinindir. Sorumlular patronlar değildir. Mağdurdur onlar. Yaşanansa “kader”dir, “fıtrat”tır, “sabotaj”dır.
Soma’dan Hendek’e, alınmayan İSİG tedbirleri
Soma’da İSİG (işçi sağlığı ve iş güvenliği) kurallarının tamamı ihlal edilmişti. İşçilere verilen kişisel güvenlik donanımları ya yetersizdi, ya bozuk, ya kullanım süresi geçmişti. Yeni açılan ayaklar nedeniyle, yeni havalandırma yolu açılması gerektiğine dair TKİ’ye (Türkiye Kömür İşletmeleri) başvurulup izin alınmış, ama havalandırma yolu hiç açılmamıştı; çünkü maliyetliydi, bütçe ayrılmamıştı. Havalandırma yolu yapılmadığı için S panoları 260 işçiye mezar olmuştu, ama aslolan kârdı, maliyetleri minimuma çekmekti.
Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası’nda da, tıpkı Soma Katliamı’nda olduğu gibi, tıpkı diğer cinayet mahallerinde, fabrikalarda, madenlerde, inşaatlarda olduğu gibi işçi sağlığı ve iş güvenliğine hiçbir yatırım yapılmamıştı. Bu fabrikada yıllara yayılan iş cinayetleri olmuştu. Tam 14 patlama meydana gelmiş, işçiler ölmüş, ama Yaşar Coşkun İSİG önlemlerini almamakta ısrar etmişti. Yedi işçinin öldüğü son patlama için büyük bir pişkinlikle, sorumsuzlukla “iş kazası her gün oluyor, bu nedenle insan hapse mi atılır” diyebilmişti. Peki bu gücü nereden alıyorlar?
İş cinayetlerinde sessiz uzlaşma
İş cinayetlerinin ardından, en yetkili ağızlar, insanlar henüz yakınlarının cenazelerini bulup defnetmeden, “fıtrat” derse, ölenlere “şehitlik” payesi dağıtmaya başlarsa, iş cinayetlerinden sorumlu işverenlerin, denetlemekle yükümlü kamu görevlilerinin, cinayetlerin bütün suç ortaklarının, korunup kollanılacakları, suçlanmayacakları, hesap sorulmayacağı, etkin bir yargılama yapılmayacağı, caydırıcı cezalar verilmeyeceği teyit edilmiş oluyor. Patronlar rahatlar, çünkü başlarına bir şey gelmeyeceğini, en hafif cezalarla sorumluluktan sıyrılacaklarını, “memlekete hizmet” etmeye devam edeceklerini biliyorlar. İş cinayeti davalarında cezasızlığın sayısız örneğine şahit oldular. İş yaşamındaki başıboşluğu, denetimsizliği, yaptırımsızlığı görüyorlar.
Sermaye – siyasi iktidar – yargı arasındaki sessiz uzlaşma iş cinayetlerinin önlenemez yükselişinin de temel nedeni. İşçi katliamlarından sonra en yetkili ağızlardan gelen “fıtrat”, “kader” açıklamaları, aslında siyasi iktidarın sermayeden yana açık tavır aldığının göstergesi. HSYK’nın (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) yapısı, atama şekilleri göz önünde bulundurulduğunda yargıdan umudu keseli de çok oldu. Yargılama sürerken varolan heyetin dağıtılıp, davaya özel mahkeme heyeti oluşturulduğuna defalarca şahit olduk. Soma Katliamı Davası’nı hatırlayın. Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi heyeti dava devam ederken dağıtılmıştı. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin üç ay önce verdiği olası kast kararı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazıyla tekrar aynı Daire önüne gelmişti. Bu arada mahkemenin üç üyesi değiştirilmiş, yeni gelen üç üyenin çoğunluk kararıyla Daire kendi kararını kaldırmış, tüm tutuklu yöneticileri tahliye etmişti.
Sanık patronlar duruşma salonlarında bu sayede işçileri, işçi yakınlarını, mahkeme heyetini tehdit edebiliyorlar. Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık Can Gürkan’ın müdafii mahkeme heyetini “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” diyerek tehdit ettiğini hatırlayalım. Kısa bir süre sonra tüm mahkeme heyeti dağıtıldı. 2011’de Ciner Holding’e ait Park Teknik AŞ’nin Çöllolar Kömür İşletmesi’nde 11 işçinin öldüğü iş cinayeti davasında sorumlulara para cezası veren mahkeme başkanı atandı.
Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık Yaşar Coşkun, mahkeme heyeti önünde savunmasını yaparken, sık sık Cumhurbaşkanı’nı, İçişleri Bakanı’nı, iktidarın Sakarya Milletvekillerini, MÜSİAD Başkanlığı’nı dile getirip arkam güçlü demeye getiriyor. Buradan aldığı güçle acılı ailelere, yaralı kurtulup tedavisi devam edenlere, elini, kolunu, gözünü kaybetmiş işçilere dönüp “akıllı olun” tehdidini savurabiliyor.
10 Haziran’ı unutma İşçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili yasal düzenlemeler patronların ve devletlerin bir lütfu olarak değil, işçilerin tüm dünyada uzun mücadeleleri sonucu yapıldı. Aynı mücadele kararlılığı gösterilmediğinde, bu yasal düzenlemeler kendiliğinden güvence sağlamıyor. İşyeri denetimleri önceden patrona haber veriliyor. Usulüne uygun olmayan ekipmanlar ve çalışma yöntemleri, uygunmuş gibi gösteriliyor. Raporlar masa başında yazılıyor. Siyasi iktidar üretim pahasına patronlara işçiyi öldürme yetkisi verdi dersek abartmış sayılmayız. Davalarda şahit olduğumuz kafkaesk durumlar, başka iş cinayetlerinin olmasına kapı aralamaktadır. Tekil (tek) iş cinayetlerinin artık haber değeri bile yok. 301 işçinin öldüğü Soma Katliamı gibi davalar bile kadük hâle getirilebiliyor. Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası Davası’nda neler olduğunu yakından takip etmek, bu gidişata dur demek önümüzdeki asli görevlerden biri olarak duruyor. 10 Haziran’da görülecek dava öncesinde kamuoyu baskısı oluşturmamız, Yaşar Coşkun’un duruşma boyunca tek doğru sözünü, “kamuoyu baskısı olmasaydı, tutuklanmayacaktık” ifadesini hiç unutmamamız, ailelerin yanında yer almamız gerekiyor. Aksi takdirde örneklerini defalarca gördüğümüz gibi Coşkun’lar hep mağdur olacak, suç işçilerin sırtına yüklenecek. Türkiye’nin kaderi doğa katliamında, kadın katliamında olduğu gibi iş cinayetlerinde zirveye koşmak olacak.