Pazartesi, Nisan 29, 2024

Hayırseverlik: Kapitalist aldatma sanatı – Susan Rosenthal

Çeviri: İlker İnmez


Bill Gates, 80 milyar dolarlık serveti ile dünyanın en zengin insanıdır.* Gates 1998’de,  sahibi olduğu Microsoft şirketinde yasa dışı işler yapan acımasız bir tekelci olmakla suçlandı. Dört yıl sonra ise, başında olduğu hayır kurumunun yardımları sayesinde cömert bir hayırsever olarak övülüyordu.

Ancak bu hızlı değişim herkesi aynı biçimde etkilemedi. Bilindiği üzere, herkesi her zaman kandıramazsınız. Yine de bu hızlı değişim birçok işçinin kafasını, Bill Gates’in bir sınıf düşmanı mı yoksa iyi insan mı olduğu yönünde karıştıracaktır. Karışıklık, işçilerin düşmanlarına karşı kararlı bir şekilde hareket etmelerini engeller. Hırsız kapitalistler 19. yüzyıldan beri toplumu kendi tasarladıkları gibi biçimlendirmek amacıyla, kapitalizmin doğası hakkında kafa karıştırmak için herkesin karşısına geçer ve azizler gibi poz vererek hayırseverliği kullanırlar.

Çıplak gerçekler

On dokuzuncu yüzyıl kapitalizmi kölelik, yerli halkların imhası, acımasız sömürü, kitlesel açlık, savaş gibi suçları herkesin gözünün önünde işliyordu ve kurbanlarının karşısında çıplak bir biçimde duruyordu.. Bu canavarın sürekli kovaladığı ezilenler ve sömürülenler, sonunda isyan ettiler.

Bir azınlık, çoğunluğu yalnızca zor kullanarak yönetemez; kurbanlarını boyun eğmeye ikna etmek ya da kafalarını karıştırarak karşı koyamaz hale getirmek gibi yollardan da yararlanması gerekir. Kapitalist sınıf bunu gerçekleştirebilmek için kendini insanlığın başbelası olarak değil, velinimeti, hatta kurtarıcısı gibi gösterir. Hayırseverlik bu dönüşümün anahtarıdır.

Amerikalı çelik devi Andrew Carnegie Servetin İncili’nde (1889), zenginlerin saygıdeğer şeylere bağış yaparak toplumsal protestoyu önleyebileceğin dile getirir. Carnegie, kârları azaltacağı için ücretlerin ve yaşam standartlarının yükseltilmesi taleplerini reddeder. Bunun yerine “insanların kendilerini daha iyi hale getirmeleri için fırsatlar” yaratmayı tercih eder. Elbette bu fırsatlar kârlı olmalı veya kâr etmeyi teşvik etmelidir.

Carnegie zenginlere, hükümetlere para vermeleri yerine toplumu iş dünyasına doğru çekecek hayır yapan vakıflar kurmalarını tavsiye etmiştir. Petrol patronu JD Rockefeller bu stratejiyi benimsemiş ve ısrarla “…toplumun kötülükleri temelde ekonomik değil, fiziksel ve ahlâkidir. Halk sağlığı ve genel ahlâki iyileşme ile düzeltilebilirler… ” görüşünü savunmuştur.

Bu amaçla, 1901’de Rockefeller Tıbbi Araştırma Enstitüsü ve 1913’te Rockefeller Vakfı kurulmuştur. Bu yatırımlar karşılığını vermiştir. Rockefeller’ın, grev yapan madencilerin öldürüldüğü 1914 Ludlow katliamındaki rolüne karşı halkın öfkesi doruğundayken, New York gazeteleri Rockefeller’i hayırsever çalışmalarını alkışlamış ve onu Nobel Barış Ödülü için önermiştir.

Biyoloji

E. Richard Brown,  Rockefeller’ın Tıp Adamları (1979) kitabında, Leland Stanford, John Hopkins, Andrew Carnegie ve JD Rockefeller gibi Amerikalı kapitalistlerin, hayırseverliği eğitim, bilim ve tıp kurumlarının kapitalizmi destekleyecek biçimde nasıl kullandıklarını anlatır.

Rockefeller hayırseverleri, tıbbın “bilimsel” olması ve biyolojinin hastalığın kökenine yerleştirilmesi konusunda ısrarlıydılar.. “Bilimsel” kelimesini biyolojik olarak tanımlamak, sosyal faktörlerin ideolojik olarak reddedilebileceği ve dolayısıyla bilimsel olmadığı anlamına gelir. Böylece stresli bir yetişkin, baskı altında değil, anksiyeteli olarak teşhis edilir. Yüksek tansiyonu olan bir işçiye yardımcı olmak için değil, işini güvenli bir şekilde yapması için ilaç verilir. Tıp, semptoma neden olan sosyal koşulları değil, semptomu (belirtiyi) tedavi eder.

Sosyal sorunları biyolojik kusurlara indirgemek, ırkçılığı tıbbi araştırmanın, tedavinin ve eğitimin içine yerleştirir. ABD’deki tıbbî istatistikler genellikle “ırk” temelinde toplanır. Bebek ölüm oranlarının, hastalık oranlarının ve beklenen yaşam süresinin ırk bazında ölçülmesi, insanlığın ırklara bölündüğü ve ırkın geçerli bir biyolojik kategori olduğu efsanesini desteklemektedir. Afrika kökenli Amerikalılar, farklı biyolojileri oldukları için değil, ırkçı bir toplumda yaşamanın biyolojik sonuçları olduğu için daha fazla sağlık sorunu yaşarlar.

1900’lerin başlarında, kapitalist hayırseverler Stanford, Yale, Harvard ve Princeton’dan akademisyenleri destekleyerek, “ırk bilimi”ne ve nihayetinde “sosyal açıdan uygun olmayanları” ortadan kaldırmak için öjeniğe* teşvik etti. Rockefeller, Carnegie ve Harriman gibi hayırseverler; 1910 yılında yoksulluk ve eşitsizliğin kalıtsal temelini belgelemek amacıyla Harvard Üniversitesi’nden biyoloji profesörü olan Charles Davenport’u finanse ettiler. Davenport’un Öjenik Kayıt Bürosu, Amerikan öjeni politikasının iki kolunu şekillendirmede etkili oldu: zorunlu kısırlaştırma ve ırkçı göç kontrolleri.

1935’e gelindiğinde ABD’den 20.000’den fazla kişi; suçlular, alkolikler, uyuşturucu bağımlıları, hasta ve engelliler, yoksullar, öksüzler, işsizler ve bir IQ testinden düşük puan alanlar dahil “sosyal açıdan yetersiz sınıflara” ait oldukları için zorla kısırlaştırıldı. Rockefeller Vakfı, Alman öjeni projesini de finanse etti ve Davenport’un 1922 “model kısırlaştırma yasası”, Almanya’nın 1933 tarihli Kalıtsal Hastalıklardan Etkilenen Nesilleri Önlemek adlı Nazi Yasasını hazırlamak için kullanıldı.

1960’lardaki ve 1970’lerdeki protesto hareketleri, sosyal koşulları kötü sağlığın bir nedeni olarak tanımladığında Rockefeller Vakfı, 1975’teki bir konferansla sağlık politikasına “yeni bir yön” belirlemeye karşı çıktı. Konferans konuşmacıları, “hastalığı teşvik edici davranışlara” kendini kaptıran ve “sorumlu” insanlara daha yüksek vergiler yükleyen “sorumsuz kişileri” kınadılar.

Rockefeller politika belgeleri, ABD hükümetinin Sağlıklı İnsanlar: Genel Cerrah’ın Sağlığı Geliştirme ve Hastalığı Önleme Raporu (1979) raporunun temelini oluşturdu. “Kişisel aşırılıklar” “kaçak sağlık masrafları”ndan sorumlu tutuldu ve halka doğru yemek, aktif olmak, sigarayı bırakmak, sorumlu bir şekilde içmek, uyuşturucuya hayır demek, seksten uzak durmak, güvenli çalışmak vb. talimatları verildi.

Savaş

Kapitalist sınıf, savaşı “insani müdahale” gibi gösterme icadının içine bir de hayırseverlik kattı. Böylece savaşı destekleyenler ve savaştan kazanç sağlayanlar saldırdıkları kişiler hakkında kaygılarını dile getirebiliyor ve  savaş karşıtlarının eylemlerini kendileri için desteğe dönüştürebiliyorlardı.

ABD hükümeti, Amerika’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişini Avrupa’ya demokrasi getirdiğini iddia ederek ‘pazarladı’. ABD’nin Vietnam’a karşı savaşı sırasında, köyler “onları komünizmden kurtarmak için” bombalandı. ABD Afganistan’ı bombalarken, Amerikalılar Afgan mülteciler için bağış yapmaya çağırıldı ve sağlık çalışanları insani yardım ulaştırmak için gönderildi.

“Uluslar arası yardım” biçimindeki hayırseverlik, emperyal sömürüyü gizler. Yoksul ülkeler tipik olarak, aşırı sömürülmüş yerine az gelişmiş (fırsat eksikliği) olarak tanımlanmaktadır. Kalkınma için bağışlanan yıllık 130 milyar dolar, alışılageldiği üzere bağışçılar için yeni pazarların açılması veya genişletilmesine yatırılır. Dahası 130 milyar dolar, ters yönde akan servetin sadece yüzde 6,5’idir. Şirketler her yıl yoksul ülkelerden 900 milyar dolardan fazla para çekmektedir. İlave olarak 600 milyar dolar, borç ödemesi şeklinde alınır. Toplamda yoksul ülkelerden, zengin ülkelere yılda toplam 2 trilyon dolardan fazla para aktarılmaktadır.

İş

Hayırsever vakıflar ve sponsorluklar – bunların hiçbiri doğru olmamasına rağmen- biz neyi önemsiyorsak iş dünyasının da önemsediğine ve onların çıkarlarının bizim çıkarlarımız olduğuna bizi inandırmaya çalışırlar. Satışların bir kısmını hayır kurumlarına bağışlamak müşterileri çeker, müşteri sadakati oluşturur, kârı artırır, bireyleri toplumsal sorunların çözümünden sorumlu kılar ve sorunun kapitalizmden kaynaklandığı gerçeğini gizler.

Frederick Engels’in 170 yıl önce açıkladığı gibi: Kapitalistler vermezler; alırlar.

“İngiliz kapitalist sınıfı, kendi çıkarları için hayırseverdir; Açıkça hiçbir şey vermez, ancak armağanlarını bir iş meselesi olarak görür, yoksullarla pazarlık yapar ve şöyle der:

Hayırsever kurumlara bu kadar para harcarsam, böylece daha fazla rahatsız olmama hakkını satın alırım ve bu suretle karanlık deliklerinizde kalma ve sefaletinizi açığa çıkararak hassas sinirlerimi rahatsız etmemeye mahkum olursunuz. Daha önce olduğu gibi umutsuzluğa kapılacaksın, ama görünmeden umutsuzluğa kapılacaksın, bunu istiyorum ve bunu revir için yirmi poundluk aboneliğimle satın alıyorum! “

Bir Hristiyan kapitalistin bu hayırseverliği rezildir! Yağmalanan kurbanlara, kendilerine ait olanın yüzde birini geri verdiklerinde, önce kanlarını emip sonra kendilerini insanlığın kudretli hayırseverleri olarak dünyanın önüne koyarak, sanki işçilere bir hizmet sunmuş gibi olurlar!”

2003 yılında dünyanın en zengin adamı, güvenli seksi teşvik etmek amacıyla dünyanın en fakir fahişelerinden bazılarıyla görüşmek için Botswana’ya gitti. Medya Gates’e merhametinden ötürü övgüde bulundu. Gates’in servetinin neden Botsvana’nın tüm GSYİH’sinden dört kat büyük olduğunu kimse sorgulamadı. Gates Vakfı’nın her yıl dağıttığı 2 milyar dolar, Gates’in servetinin ancak yüzde 2,5’idir ve ona bol miktarda vergi indirimleri sağlamaktadır.

Hayırsever vakıflar gelirleri için çok az veya hiç vergi ödemezler ve topladıkları bağışların çoğu vergiden düşülebilir. Bu uygulama milyarlarca insanı devlet hazinesinden faydalanmaktan alıkoyar. Vakıf fonlarının büyük ölçüde kamu tarafından sübvanse edilmesine rağmen, paranın nasıl harcanacağına dair kamunun hiçbir söz hakkı yoktur. Özel hayırseverler, yalnızca kendilerinin iş dünyası ağırlıklı yönetim kurullarına karşı sorumludur. Sonuç olarak, projeleri asla sınıf ilişkilerine meydan okumaz veya kâr akışını kesintiye uğratmaz.

Kapitalistler asla koşulsuz para vermezler. “Bağış yerine katılım” ilkesi, kapitalist sınıfın artık değeri biriktirdiği için değil, insanların fırsattan yoksun oldukları için fakir oldukları inancını besler. Kapitalistler “bağış yapmayı” küçümserler. Carnegie, insanlara para vermenin “tembelleri, sarhoşları, ve değersizleri” cesaretlendirdiğini savunmuştur. Elbette kapitalistler, ellerine geçen tüm bağışları ise alırlar.

Dayanışma

İşçiler kaçınılmaz olarak tek gerçek hayırseverlerdir. İşçi sınıfı, kapitalist sınıfa üç şekilde kazandırır: insan ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kullanmak yerine, işverenler tarafından gasp edilen, artı değeri üreterek; insan ihtiyaçlarını karşılamak yerine zenginleri destekleyen vergileri ödeyerek; ve hayır kurumlarına bağış yaparak. Böylece zengin ve güçlüler yarattıkları sefalet için daha az sorumluluk hissederler.

İşçiler hayır kurumlarına şirketlerden daha fazlasını verirken, bizim bağışlarımız hayatı daha iyi hale getirmez. Hayır kurumlarına ne kadar çok bağış yaparsak, o kadar çok hükümet sosyal hizmetleri kesintiye uğratır ve parayı işletmelere aktarır.

Bugün dünyanın en zengin 300 kişisi, en fakir 3 milyar insan kadar servete sahiptir (Hindistan, Çin, Brezilya ve ABD’nin toplam nüfuslarına eşdeğer). 2016 yılında dünya nüfusunun sadece yüzde biri, diğerlerinin toplamından daha fazla servete sahip olacak. Zengin zenginleştikçe hayatlarımız daha zor, daha yoksun ve daha çaresiz hale geliyor.

Bolluk dünyasında, hayırseverliğe değil dayanışmaya ihtiyacımız var. Kapitalist hayırseverliğin ne olduğunu ifşa etmeliyiz – işçileri aldatma ve kafa karıştırmanın bir yolu.


* Bill Gates’in serveti, makalenin yazıldığı 2015 verilerine göredir. Bugün Gates   140 milyar dolar olduğu tahmin edilen servetiyle Jeff Bezos (183 milyar dolar) ve Elon Musk’ın (180 milyar dolar) ardından 3. Sırada yer alıyor.

* [Öjenik:  Kısırlaştırma ve yapay seçilim yoluyla üstün insan ırkı yaratma projesidir. Almanya’da Nazi’ler iktidardan düşene kadar emperyalist uluslar tarafından özellikle azınlıklar üzerinde ve sömürge topraklarında kullanılmıştır.]

[Socialism is the Best Medicine bloğunda 4 Mayıs 2015 tarihinde yayınlanan İngilizce orijinalinden İlker İnmez tarafından e-komite okurları için Türkçeleştirilmiştir.]

Son Eklenenler