Cumartesi, Nisan 27, 2024

Latin Amerika dosyası 2: Trump’ın Küba Politikası – Samuel Farber

Gazete Hayır’ın notu: Bilindiği gibi Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra, uluslararası Sol’un ilgisi ağırlıkla Latin Amerika’daki alternatif oluşumlara yöneldi. Venezuela, Bolivya ve Brezilya’da sosyalist veya sosyal-demokrat hükümetlerin iş başına gelmesi, Şili, Kolombiya, Arjantin ve Nikaragua gibi ülkelerde neoliberal politikalara karşı gösterilen halk tepkisi ve ortaya çıkan veya yeni bir görünürlük kazanan sosyalist hareketler, tüm gözleri bölgeye çevirmişti. Ancak son dönemlerde bu ülkelerde yaşanan ekonomik krizler, sol yönetimlere karşı yapılan protestolar, uluslararası ana akım medyanın yansıttıkları yeni sorular ve kafa karışıklıkları yaratmakta. Özellikle finansal krizin ardından tekrar popülist söylemlerin ağırlık kazandığı, neoliberal politikaların daha fazla açmazlara sebep olduğu, uluslararası kapitalist aktörler arasındaki paylaşım mücadelesinin tekrar yoğunlaştığı bir dönemde Latin Amerika’daki son gelişmeleri takip etmek önemli bir gereklilik. Çünkü bu bölge son on yılda sosyal-demokrat veya sosyalizm iddiasına sahip hükümetlerin belli bir ivmeyle yükselişine tanık oldu. Oysa şimdi aynı ülkeler, anti-demokratik uygulamalar, ekonomik ve toplumsal kargaşalarla anılmış durumda. Trump’la birlikte daha popülist ve gerici bir eğilimin Amerika kıtasına damga vurduğu bu dönemde, solun buradaki gelişmelere dair özgün değerlendirmeleri takip edilmelidir. Bu çeviri dizisiyle GazeteHayır okuyucularına Latin Amerika’yla ilgili alandan son gelişmelerin ayrıntılı bir şekilde iletmeyi amaçlıyoruz.

Dosyamızın ikinci çevirisine Jacobinmag’de yayımlanan Samuel Farber’ın ‘Trump’ın Küba politikası’ makalesiyle devam ediyoruz:

16 Haziran günü Başkan Trump, Miami’deki Little Havana’da bulunan Manuel Artime Tiyatrosu’nda (ismini 1961 Domuzlar Körfezi çıkartmasının liderinden almıştır), Obama döneminin ABD ile Küba arasındaki ekonomik ilişkileri normalleştirmeye dönük politikalarını kısmen ortadan kaldıracağını ilan etti.

Trump, Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi’ne (YBKO), adayla ABD arasındaki yetkilendirilmemiş münferit ticari ilişkileri ortadan kaldırmaya dönük kurallar koyması için otuz günlük süre verdi. Bundan sonra sadece Küba’da hala akrabası bulunan Küba asıllı Amerikalılar ile devletin yetkilendirildiği şirketlerce ayarlanan turların katılımcıları serbestçe adaya gidebilecek.

Ayriyeten Trump, Küba ordusuyla bağlantılı herhangi bir kurumla yapılacak her türlü ticari girişimi yasakladı. Bu emir Küba ekonomisinin yarısından fazlasını kapsar durumda ve bunun içinde adanın turizm sektörüyle ilişkili sayısız şirket de var.

Kübalı-Amerikalı sağcılar Trump’tan talep ettiklerinin çok azını aldılar ancak bu kısmi geriye gidiş onlar açısından her şeye rağmen önemli bir zafer oldu: Görece küçük ve yerel bir politik güç Obama’nın uzlaşma politikasını yürürlükten kaldırdı, böylece ablukanın kaldırılmasıyla ilişkilerin normalleşmesini belirsiz süreyle ertelemiş oldu.

Sıcaklaşan İlişkiler

Normalleşme süreci 2014 yılında, Eisenhower’ın Küba’yla diplomatik ilişkileri koparıp adaya ekonomik abluka uygulamaya başladığı tarihten yaklaşık elli yıl sonra başladı. Başkan Barack Obama ile Başkan Raul Castro, ülkeleri arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulduğunu ilan etmişlerdi.

Ekonomik ablukanın kapsamını genişletip uygulamaların şiddetini arttıran 1996 tarihli Helms-Burton Yasası’nı ihlal etmekten imtinayla kaçınan Obama, bir dizi değişiklik yapmıştı. Bunların arasında Kübalı Amerikalıların akrabalarına gönderebildikleri havalelerin üzerindeki sınırın kaldırılması da vardı. Obama ayrıca Küba’ya yapılan ve düzenli bir şekilde planlanmış ticari uçuşların yeniden başlamasına izin vermişti.

Turistik geziler resmiyette yasa dışı olmayı sürdürdü, ancak Amerikalılar Washington’un formüle ettiği on iki kriterden birine uyuyorlarsa, devletin onayını almadan adayı ziyaret edebilmekteydiler. Bu kategorilerden biri olan “Küba halkına destek amacıyla” seyahat yapmak, normal koşullar altında turist sayılabilecek herkesi kapsamı altına almaktaydı.

Küba Komünist Partisi’nin günlük gazetesi Granma’nın belirttiği gibi, Obama Amerikan yurttaşlarının Küba’dan tedavi hizmeti almasına izin vermek gibi başka türden ablukayı yumuşatan önlemleri hayata geçirmemişti.
Obama çeşitli yerlerde ekonomik ablukanın “çağdışı” olduğunu söylese de, politik sermayesini Kongre’yi Helms-Burton Yasasını yürürlükten kaldırmaya ikna etmek gibi zorlu bir göreve harcamak istememişti. Ancak görevdeki son günlerinde, 1966 tarihli Kübalılara Yönelik Düzenleyici Kanun’u askıya alarak, Küba hükümetinin uzun süredir talep ettiği bir şeyi kabul etti.

Bu kanun, herhangi bir Küba vatandaşının Amerikan topraklarına vardıktan sonra ABD’de yasal olarak ikamet edebilmesine ve bir yıl sonra tam barınma hakkına sahip olmasına olanak tanıyordu. Göçmenler, normalde politik sığınmanın gerektirdiği bazı kuralları yerine getirmek, örneğin politik kavuşturmaların kurbanı olduklarını kanıtlamak zorunda kalmıyorlardı.

Bu kanunun askıya alınması, Trump’ın göçmen karşıtı ve yabancı düşmanı tutumu göz önüne alındığında muhtemelen geçerliliğini koruyacaktır, ancak Küba hükümeti için bir pirus zaferinden ibaret kalabilir. Onlarca yıl boyunca ABD’ye yapılan koşulsuz ve sınırsız göçler, ülkedeki huzursuzluğun yatıştırılmasında önemli bir güvenlik supabı olmuştu.

Seçim Matematiği

Trump’ın birçok kararının aksine, bu mevzuda geri adım atmasının arkasında kişisel husumetler yahut ticari kaygılar yokmuş gibi görünmektedir. New York Times’ın haberine göre, Trump’ın şirketi ticari olanakların keşfedilmesi için 1998’de adaya yaptığı bir ziyarete 68,000 dolar harcamıştır. Bu Amerikan kanunlarının açık bir ihlali olmakla birlikte, başkanın en azından o dönemde Küba’ya yatırım yapmaktan hiç çekinmediğini kanıtlar niteliktedir.

Trump aldığı kararı açıklarken, ağzına insan haklarına yönelik suiistimalleri doladı. Ancak sürekli Amerikan dış politikasının insan haklarını değil ‘ulusal çıkarları’ ön plana alması gerektiğini söylediği dikkate alınırsa, bu gülünecek bir mazerettir. Rodrigo Duterte’den Vladimir Putin’e despotik liderlere yaptığı övgüler ve baskının ayağına dolanmasına izin vermeyeceğini ifade edişi, bu meseleye umursamadığını iyice kanıtlayan şeylerdir.

Aksine Trump’ın aldığı kararın altında, katıksız bir seçim hesabı yatmaktadır. Hesabı, başlarını Senatör Marco Rubio ile babası ve dedesi Batista diktatörlüğünü desteklemiş Kongre Üyesi Mario Diaz-Balart’ın çektiği Kübalı-Ameirkalı sağcıların desteğini almaktır.

Bu Cumhuriyetçi politikacıların her ikisi de Floridalıdır. En kızgın rekabetin yaşandığı Florida eyaletinde, seçmenlerin %5’ten fazlasını Kübalı-Amerikalılar oluşturmaktadır. Kübalı-Amerikalı sağcıların hatırı sayılır bir politik gücü vardır. Seçilmiş görevlilerin ağırlıkla aralarından çıkması bunun kanıtıdır. Ayrıca Güney Florida’daki büyük medya organlarında önemli nüfusları vardır. Bu organlar arasında radyo ve televizyon istasyonlarının yanı sıra El Nuevo Herald ile Miami Herald’ın İspanyolca versiyonu da bulunmaktadır. Ancak bu nüfus bir süredir azalmaktadır.

Sandık sonuçlarına göre, Kübalı-Amerikalı seçmenlerin yarısından biraz fazlası 2012’de Romney’e vermiş, yakın bir oran 2016 seçimlerinde Trump’ı desteklemişti. Genç Kübalı-Amerikalı seçmenlerin oldukça yüksek bir kesimiyse Demokratlara oy verdi.

Dahası Florida’da Kübalı-Amerikalıların yoğunlukta olduğu ve Ileana Ros-Lehtinen’in temsil ettiği yirmi yedinci seçim bölgesindeki sonuçlar, topluluğun politik tercihlerinde önemli bir değişimin yaşandığını göstermektedir.

Ros-Lehtinen %45.1’e %54.9’luk oyuyla yeniden seçildi ancak Hillary Clinton’un bölgede aldığı oy Trump’ın yirmi puan yukarısındaydı. Geçtiğimiz Kasım ayında kazandığı yirmi üç Cumhuriyetçi seçim bölgesinde en yüksek oranı burada yakalamıştı.

Clinton’un cumhuriyetçilerin kalesinde kazandığı ikinci büyük zafer, Florida’nın yirmi altıncı bölgesiydi. Kübalı-Amerikalıların yoğun olduğu ve Carlos Curbelo’nun temsil ettiği bölgede, Clinton %41’e karşı %57 oy aldı.

Sonuçlar ortada pusulaların bölünmeye başlandığını gösteriyor. Artık Ros-Lehtinen ve Curbelo’ya verilen destek demek ki, sağcı politikalarının onaylanmasıyla aynı şey değil. Bu temsilcilere verilen oylar belki, seçmenlerin sosyal hizmetlere erişim mevzusunda bu insanlardan aldıkları yardıma duydukları minnetten ya da kendileri gibi Kübalı olan birine duydukları sadakatten kaynaklıdır.

Kübalı-Amerikalı sağa yönelik destek, son dönemde daha fazla göçmen yurttaşlığa geçip oy kullanma hakkına sahip oldukça azalmaya devam edebilir. Altmışlar ve yetmişlerde gelenlere kıyasla çok daha yoksul kesimlerden gelen bu insanlar, sürgün politikalarından ziyade Küba’daki akrabalarının refahıyla daha çok ilgileniyor gibidirler.

Dahası, Alex Portes’in uyardığı üzere 1980’den sonra ABD’ye gelmiş (ve topluluğun çoğunluğunu oluşturan) Kübalılar, sosyo-ekonomik açıdan diğer Latin Amerikalı göçmenlerden pek de farklı değillerdir. Aslında Florida’daki Kübalı-Amerikalı nüfusun önemli bir bölümü, kamuoyu anketlerine göre Obama ve Castro arasındaki anlaşmayı desteklemiştir.

Asimetrik Güçler

Bugün gittikçe daha fazla Amerikalı sermayedar ve ticari basının daha büyük bir bölümü, Küba üzerindeki ambargonun yumuşatılmasını destekler haldedir. ABD Ticaret Odası bir süredir, ekonomik ilişkilerin bütünüyle yeniden başlatılması için baskı yapmaktadır.

New York Times’ın 5 Haziran’da yaptığı habere göre, işletmecilerin, ekonomistlerin ve Küba uzmanlarının oluşturduğu Engage Cuba örgütü, Obama’nın politikalarını iptal etmenin Amerikan ekonomisine 6.6 milyar dolara mal olduğu ve on iki binden fazla kişilik bir istihdamı etkilediğini tahmin etmektedir. Tarıma, imalata ve nakliye sektörüne dayanan kırsal toplulukların dışında (hepsi 2016’de Trump’ı desteklemiş) Florida, Louisiana, Teksas, Alabama, Georgia ve Mississippi de bundan ağır şekilde etkilenecektir.

Dolayısıyla endüstriyel tarımın, Trump’ın aldığı cezalandırıcı önlemleri hoş karşılama ihtimali düşüktür. Ne de olsa Granma’nın da belirttiği gibi, bu şirketler Kongre’nin ambargoya istisna getirdiği 2001’den itibaren Küba’ya yaptıkları tarım ihracatından 5 milyar üzeri gelir elde etmişlerdir. Bu politika değişikliği, ABD’yi Küba’nın temel ithalat kaynaklarından biri haline getirdi ve Kongre eğer Amerikan şirketlerine nakit ödeme yapıldıktan sonra teslimatın yapılabileceğini söyleyen bir şart getirmemiş olsaydı, yukarıdaki rakam daha da artabilirdi.

Trump’ın tarım bakanı Sonny Perdue, bu Mart ayında yaptığı kabul konuşmasında, ilişkilerin sürdürülmesine verdiği desteği etkili bir şekilde ifade etmişti. Kongre’den Küba pazarını Amerikan tarım ürünlerine daha fazla açmasını ve özel borç veren kuruluşların tarım ihracatını finanse etmesini sağlayacak adımlar atmasını istedi.

Sözleri çok da şaşırtıcı değildi: Perdue Georgia valisiyken, Küba’ya yollanan bir tarım delegasyonunun başkanlığını yapmıştı. Bu grubun içinde başta Güney, Orta-batı ve dağ eyaletlerinden sayısız Cumhuriyetçi ve Demokrat siyasetçi vardı.

Ancak on bir milyonluk nüfusu ve Pensilvanya büyüklüğündeki topraklarıyla Küba, Amerika’nın öncelikler sıralamasında hiç de yukarılarda değil. ABD daha çok Çin’le ve Asya ile Avrupa’daki eski komünist ülkelerle iş yapmakla ilgileniyor.

Fakat yakınlığı, doğal kaynakları ve eğitimli işgücü, Küba’yı sadece tarım şirketleri için değil turizm sektörü için de cazip kılıyor. Diğer Amerikan firmalarıysa, Küba’nın zayıf tele-komünikasyon altyapısını elden geçirmek veya adanın ümit vaat eden eczacılık ve biyo-teknoloji sektörüyle ilişkiler kurmak istiyor.

Küba’nın ekonomik açıdan görece küçük bir öneme sahip oluşu, adayla ekonomik ilişkilerin yeniden başlamasına karşı olan ve bunu destekleyen güçler arasındaki asimetrinin temel kaynağı. Normalleşmeye verilen destek oldukça yaygın (içinde büyük işletmeler, her iki partiden politikacılar ve kamuoyunun büyük kısmı var) ancak aynı zamanda zayıf ve yüzeysel.

Bu grupların hiçbiri, bu mevzu için Trump’la çatışacak kadar Küba’yı umursamıyor. Nitekim ambargonun sona erdirilmesine karşı gösterilen muhalefet dar olduğu için (Güney Florida ve New Jersey’deki sağcı Kübalı-Amerikalı güçlerle sınırlı) oldukça derin ve güçlü. Ambargonun sürmesi, Kübalı-Amerikalı muhafazakârların en büyük önceliği.

Bu durum, örnek olarak, Diaz-Balart’ın neden Küba’ya karşı sert tutum alınması karşılığında Trump’ın sağlık planını destekleyeceğine söz verdiğini açıklıyor. Bunun çok maliyetli bir kumara dönüşme ihtimali var. Özellikle kendi bölgesinde, devlet destekli sağlık yardımlarına bağımlı olan bir kitlenin Obamacare’i iptal etme girişimlerine nasıl öfke duyduğu düşünülürse.

Diğer yandan zayıf olmalarına rağmen, Küba’yla normalleşmekten yana olan güçler görünüşe göre, Trump’un daha sağcı taleplere yönelme isteğini sınırlamış durumdadır.

Bu esnada Senato ve Meclis’te, Küba’yla ticaretin, özellikle de tarım ticaretinin serbestleştirilmesi için her iki partiden de tasarılar gelmiştir. Belki çıkması daha muhtemelen olan diğer taslaksa, adaya seyahat etme hakkıyla ilgilidir.

Arizonalı Cumhuriyetçi Senatör Jeff Flake ile Vermontlu Demokrat Senatör Patrick Leahy, Küba’ya yapılan turistik gezilere konmuş sınırlamaları kaldıracak, Küba’ya Seyahat Özgürlüğü Yasa tasarısını sundular. Şimdiye dek iki partiden elli beş senatör bu tasarıyı onayladı.

Küba’ya Etkisi

Trump’ın saldırgan Küba politikası, adanın ekonomisini, özellikle de canlanan turizmini kesinlikle olumsuz etkileyecektir. İlişkilerin tekrar başlatılmasından sonraki yıl 161,000 Amerikalı Küba’ya seyahat etmişti. Bu sayı 2014’te gidenlerin nerdeyse iki katıdır. 2016’da yaklaşık iki yüz bin Amerikalının Küba’ya gitmesiyle, sayı daha da artmıştır.

Turizm diğer ülkelerde de artışa geçmekle birlikte, Küba geçtiğimiz yıl dört milyon turistle rekor bir seviyeye gelmiştir. (Ancak önde gelen Kübalı iktisatçı Carmelo Mesa-Lago şöyle bir uyarıda bulunmuştur: Turizmi desteklemek için gereken malların ve gıdaların büyük kısmı ithal edildiği için, ülkenin bu büyüyen sektörden tam olarak ne kadar net gelir elde ettiğini anlamak imkânsızdır.)

Ne yazık ki turizmdeki patlama, adanın karşılaştığı diğer ekonomik baskıları hafifletmemiştir.

Venezuela’daki kriz, petrol fiyatlarındaki keskin düşüşle birlikte Küba ekonomisini kötü sarsmıştır. Profesyonel hizmetlerden elde edilenler (doktorlar, hemşireler, öğretmenler) şeker sektöründeki çarpıcı düşüşten sonra geliri arttırmaya yardımcı olmuştur. Fakat şimdi bu alanda da zayıflık emareleri görünmektedir. Küba’nın önemli ihracat kalemlerinden nikelin getirdiği gelir, küresel emtia fiyatlarıyla birlikte düşmüştür.

Bu gelişmelerin sonucunda, Küba GSYH’si 2016’da %0.9 küçülmüştür. Trump’ın politikaları muhtemelen bu eğilimi daha da şiddetlendirecektir.

Verimlilik düşüktür ve Küba stoklarını genişletip yenilemeye yetecek sermaye yatırımlarından yoksundur. Trump’un ordusuyla ilişkili kurumlara Amerikan yatırımlarının yapılmasını yasaklaması, ekonomisinin bu yönünü doğrudan etkileyecektir.

Ayrıca ülkenin on yıllık bir hazırlıktan sonra söz verdiği tek para birimine geçememesi, ekonomik belirsizlik iklimine katkı yapmıştır.

Devlet memurlarının reel ücretleri, Sovyet bloğunun çöktüğü 1989 yılındaki seviyenin hala epey altındadır. Bunun sonucunda nüfusun yaklaşık %65’i, yurt dışındaki aile üyelerinin ve dostlarının gönderdiği paralara muhtaçtır.

Trump’ın yeni önlemleri havale akışını açık tutmuş olsa da, yabancı yatırımlardaki ve turizmdeki düşüş, adanın yaşam standartlarını daha da aşağıya çekecektir.

Maalesef Raul Castro’nun ekonomi politikaları, işleri büyük ihtimalle daha da kötüleştirecektir. İktidara geldiğinden bu yana (2006’da geçici olarak, 2008’de resmi olarak), Raul ülkeyi Çin-Vietnam tipi bir devlet kapitalizmine dönüştürmektedir. Bu sistemle devlet, tek partili yönetimle politik iktidar üzerindeki tekelci konumunu korumaktadır. Ayrıca ekonominin bankacılık gibi stratejik kısımlarını denetim altına alırken, geri kalanını yurt içi ve dışından özel sermayeyle paylaşmaktadır.

Ancak bu oldukça çelişkili bir rotadır. Küba devleti “hem pastam dursun hem karnım doysun” demektedir. Ekonomideki serbestleştirme hamlelerini sürdürürken, adanın politik denetimini sağlamak açısından bunların etkinliğini sürekli kısıtlamaya çalışmaktadır.

ABD Emperyalizmine Karşı

Donald Trump’ın ekonomik saldırganlığını haklı çıkarmada insan hakları söylemini alaycı bir tarzla kullanması, Küba devletinin sivil ve politik haklara yönelttiği tacizlerin acı gerçekliğini yumuşatmıyor.

Mevcut hükümet, Fidel Castro’nun şiddete başvurmamış hoşnutsuz kişileri uzun dönemli hapis cezalarına mahkûm eden uygulamalarına büyük oranda son vermiştir. Aksine Uluslararası Af Örgütü’nün belirttiği gibi, daha kısa ve az sayıda ceza vermekte, muhalefetin gözünü her yıl binlerce kısa süreli tutuklamayla korkutmaktadırlar.

Bu değişim (içlerinde ülke içindeki ve dışındaki yurttaşların hareket özgürlüğünü olabildiğince kolaylaştıran 2012 göç reformlarının da olduğu diğer önemli adımlarla birlikte) Raul’un devleti demokratikleştirmeden ekonomiyle toplumu serbestleştirme stratejisiyle yan yana gitmektedir.

Trump’un yeni duyurduğu önlemler, ciddi bir ekonomik ve politik krizin yaşanma ihtimalini arttırmakla birlikte, bir tür kuşatma zihniyetini pekiştirmektedir. Bunun Küba halkına muazzam zararı olacak ve sadece adadaki anti-demokratik güçlerin yararına olacaktır.

Sol Küba’yla ekonomik ilişkilerin normalleştirilmesini, sadece bu türden pratik kaygılar sebebiyle değil, çizmeyi aşan ABD emperyalizmi karşısında tüm ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını savunduğumuzdan ötürü de desteklemelidir.

Bu yazı orjinalinden Gazete Hayır kolektifi tarafından çevrilmiştir.

Son Eklenenler