Salı, Nisan 30, 2024

Katalonya’yı tartışmak- Alberto Gazron ve Paul Llonch’la sohbet (jacobin)

Gazete Hayır’ın notu: 1 Ekim tarihinde gerçekleşecek olan Katalonya Bağımsızlık Referandumu, Madrid hükümeti tarafından ‘yasa dışı’ ilan edildi. Katalonya’da bulunan kamu binaları basılarak 14 üst düzey kamu personeli gözaltına alındı. Merkezi hükümetin şiddetine sokağa dökülerek yanıt veren Katalanlar arasında ‘bağımsızlık’ düşüncesinin, merkezi hükümetin uyguladığı baskı sonucu artığı belirtiliyor. Katalan Bölgesi’nin İspanya’nın en zengin bölgesi olması hasebiyle bir ‘refah şovenizmi’ dalgasından söz eden kimi sosyalistler dayanışma vurgusu yaparak, ayrılığa karşı çıkıyor. Bir kısım sosyalist ise burjuvazinin bağımsızlığa ‘hayır’ dediğini belirterek, kapitalizme karşı örgütlenmede ulusal hareketin olanaklar yaratabileceğine vurgu yapıyor. Aşağıdaki çevirinin amacı sizlere İspanyol solunun bağımsızlık referandumuna ilişkin yaklaşımlarını aktarmaktır.

İktisatçı ve CUP aktivisti Pau Llonch ile Izquierda Unida milletvekili Alberto Garzon, 1 Ekim tarihinde yapılacak Katalonya Bağımsızlık Referandumu ile ilgili solun alması gereken pozisyonu tartışıyor.

Seçimle ilgili tartışmalar hararetlenirken, iktisatçı ve CUP aktivisti Pau Llonch ile Izquierda Unida milletvekili Alberto Garzon, Katalanların kaderlerini tayin etmesiyle ilgili olarak Solun nasıl tavır alması gerektiğini tartışıyorlar.

Izquierda Unida milletvekili Alberto Garzón, Katalan bağımsızlık referandumunu CUP’tan Pau Llonch’la tartışıyor.

1 Ekim’de Katalonya’da yapılacak bağımsızlık referandumu İspanyol solunda bir dolu tartışmaya yol açmış halde. Uluslararası düzlemde kabul görmeyen ve anayasada hukuki bir temeli olmadan yapılan oylama, Mariano Rajoy’un muhafazakâr merkezi hükümetine karşı kitlesel bir sivil itaatsizlik eylemi olacak. Ancak Podemos ve Izquierda Unida Katalanların kaderlerini tayin etme ve İspanyol devletinin baskılarına direnme haklarını savunmalarına rağmen, İspanyol solunun önde gelen güçleri bu oylamayı desteklemeyecek.

Desteklemek yerine bu partiler ve Unidos-Podemos ittifakı oylamanın meşru bir politik seferberlik biçimi olduğunu görüp meselede orta yol bulmaya çalışmışlardır. Onlara göre bu karar gerçek bir referandumdan ziyade bağımsızlık yanlısı güçlerin güç gösterisidir.

1 Ekim’de yapılacak oylama karşısında, Podemos’un bölgesel müttefiki Catalunya en Comu’nun başındaki Pablo Iglesias ile Xavier Domenech, geniş bir anayasal sürecin parçası olarak hukuken bağlayıcı bir referanduma bağlı olduklarını yeniden belirtmişlerdir. Bu referandumun amacı çok uluslu, federal bir İspanya’nın kuruluşuna hizmet edecek olup, basit bir kopuş referandumu onlara göre bu seçeneği devre dışı bırakmaktadır.

Ancak önerilen bu değişikliklerin gerçekleşmesi uzak bir ihtimal, özellikle de İspanya anayasasında yapılacak bir reformun parlamentodaki her iki kamaradan da üçte ikilik kabul alması gerektiği düşünüldüğünde. İspanyol devletinin bu eylemi suç olarak ilan etmesi ve ülkenin politik düzeninin referandumu tanımama kampanyası karşısında, Katalonya’daki bağımsızlık yanlısı sol güçlü bir şekilde referandumdan yana tavır almıştır.

Bağımsızlığa verilen desteğin artması, 2006’da Katalonya için Bağımsızlık Yasası’na kadar geri götürülebilir. Yasa sonrasında İspanyol parlamentosu tarafından sulandırılmış, en sonunda da 2010’da Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Bu karşıtlığın üzerine, kemer sıkma politikalarının da etkisiyle bağımsızlığa verilen destek iki katın üzerine çıktı (yüzde 20’nin altından %45’lere). Diğer yandan bağımsızlık yanlısı iki solcu parti, sosyal demokrat Esquerra Republicana (ERC) ile radikal Candidatura d’Unitat Popular (CUP) seçmenler arasındaki güçlerini arttırdılar. Başını sağcı Partit Democrata Europeu’nun (PDeCAT) çekyiği ayrılıkçı bölge yönetiminin desteğiyle, ERC ve CUP 2016’da Ekim’de evet oyu çıkması halinde on sekiz ay içinde bağımsızlık vaadinde bulundular.

Seçimle ilgili tartışmalar hararetlenirken, iktisatçı ve CUP aktivisti Pau Llonch ile Izquierda Unida milletvekili Alberto Garzon, Katalanların kaderlerini tayin etmesiyle ilgili olarak Solun nasıl tavır alması gerektiğini tartışıyorlar.

Somut Gerçeklikten Bir Parça

Bir başkasına baskı uygulayan hiçbir ulus özgür olamaz.  — Karl Marx

Sevgili Alberto Garzón

Öncelikle kendimi sayısız hayranınızdan biri olarak gördüğümü söylemekle başlamama izin verin. Önce sizin heterodoks bakış açısıyla kapitalist krizleri değerlendiren 2014 tarihli makalenizdeki teorik dehanızı keşfettim ve basit bir medya figüründen fazlası olduğunuzu gördüm. Siz kendisini Komünist olarak tanımlamakta tereddüt etmeyen Marksist ve materyalist bir kişiydiniz. Bu sebeple bu hafta Katalonya’daki demokratik sürece dair tutumunuzu okumak bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

1 Ekim referandumuyla ilgili olarak geçenlerde internette yaptığımız görüşmede, Lenin’in ulusların kaderini tayin etme hakkını savunuşunu alıntılamıştım. Buna yanıtınız kutsal metinlere atıfta bulunmak yerine “somut gerçekliğin somut tahlilini” istemek olmuştu. Bu isteğinizi yerine getirmekten mutluluk duyarım.

1. Sınıf meselesinden başlayalım. Pratik açıdan tüm Katalan burjuvazisi, öz kaderini tayin etme hakkının uygulanmasına, Ekim referandumuna ve bağımsızlığa karşıdır. Çalışmanız birçok kişiye karmaşık bir sınıf tahlili getirme ihtiyacının varlığını göstermiştir. Ben de çalışmamda modern kapitalist toplumlardaki yedi sınıflı sınıflandırmanızdan yararlandım. Peki referandumu Pujolelerle (Katalan elitler) aynı tarzda değerlendirirken bu incelikli tahlilleriniz nereye kayboldu?

Somut gerçeklik şu ki, belli başlı lobiler, Caixa ve Sabadell bankalarıyla La Vanguardia gazetesi tamamen referanduma karşıdır. Makalenizde burjuvazinin üç başat unsuru (asalak, kurgusal ve yatırımcı sermaye) olarak tanımladığınız gruplar arasında hiçbir aktör oylamayı desteklememektedir. Sadece küçük ve orta burjuvazinin bazı kesimleri oylamadan yanadır.

Şu anda önümüzdeki şey, demokratik devrimlerin tümünde hep olduğu gibi farklı sınıflardan destek alan ulusal bir halk hareketidir. Politik düzlemde Katalan sağının sadece bir bölümü (PDeCAT içindekiler) çekincesiz referandumu destekler pozisyondadır. Ancak Embat’tan Revolta Global’e, CUP’tan Esquerra Republicana’daki sosyal demokratlara özgürlükçü örgütler ve bağımsızlık yanlısı sol kanat referandumu koşulsuz şartsız desteklemektedirler.

2. Sizin soyut alternatiflerinize karşı somut olasılıkları savunmaktayız. Somut tahliller istediğinizden, Katalan Cumhuriyeti’nde hegemonya kurma potansiyeline sahip kurumsal düzlemde şöyle bir alternatif mevcuttur: Catalunya en Comu, Esquerra Republicana ve CUP’un birleşimi. İspanyol devletindeki düzlemin aksine, merkez sol Sosyalist Parti’yi bile kenara atmayı kaldırabilecek durumdayız. Bu tek başına Katalonya’da sosyalizmin inşasını garanti altına almayacak. Nitekim bu hep olduğu gibi kurumlardan ziyade sokaklarda yaşananlara bağlıdır. Fakat kriz sonrasında kapitalizmin yeniden örgütlendiği şu dönemde, olası seçenekler için mücadeleye devam etme şansı sunacaktır.

Şimdi Barcelona belediyesinde olan Jaume Asens’in, harekette kurumlara yönelik “saldırı yapma” stratejisinin diğer Avrupa kentlerine örnek teşkil edebileceğini söylediğini hatırlıyorum. Gelecekte olması muhtemel bu ittifak benzer bir işlev yerine getiremez mi: Yabancı düşmanlığı ve faşizmin yayıldığı Avrupa’ya bir seçenek sunamaz mı?

Buna karşılık aldığınız konum, yalnızca öz kaderini tayin etme hakkının soyut bir savunusu olabilir. İspanyol anayasasının reformdan geçmesi gerektiği ve [İspanya’daki Katalan referandumuyla ilgili] olumsuz kamuoyu algısı düşünüldüğünde, böylesi bir senaryo ancak on yıllar sonra olası hale gelebilir. Daha da önemlisi, öz kaderimizi nasıl tayin edeceğimiz, ne Rajoy veya İspanyol devletinin ne de sizin veya Pablo Iglesias’ın iznine tabidir. Şimdi kim daha somut, kim daha soyut acaba?

3. Bağımsızlık hareketimizin temelinde, toplumsal ve politik hakları güvence altına alma arzusu yatmaktadır; şovenist ve kimliksel unsurlar bizim tamamen dışımızdadır. Belki bunu anlamakta güçlük çekebilirsiniz fakat bu ülkede hegemonya bağımsızlık arzusunun başından bu yana ağır ağır sola kaymaktadır. Ancak birinin bunu görebilmesi için İspanyol solundaki ön yargılara değil, sokaklarda ve Katalan parlamentosundaki eylemlerle söylemlere odaklanması zorunludur. Katalan başkanı Puigdemont seleflerinin aksine, “İspanya bizi soyuyor” cümlesini asla kullanmadığını ve bunun toplumsal çoğunluğun lugatından çıkarılması gerektiğini söylemiştir. Aksine mevcut aşamada bağımsızlıkçı hareket, yakın zamanda CUP’tan David Fernandez’in (2015’te makamını bıraktığında kamuoyunun onayını almış bir anti-kapitalist – sözde elitlerce yönetilen bir ülkede başka bir anomali) başını çektiği Kurtuluş (dışlanma, yoksulluk ve eşitsizlikten kurtulma) kampanyaları gibi şeyleri örnek almaktadır.

Madrid’teki Yüksek Mahkeme varlığını hükümsüz kılsa da, Katalan Parlamentosu tahliye edilenleri barındırmayı yasaklayan kanunu, ülkemizdeki mevcut sağduyu sebebiyle kabul etmek zorunluluğunu duymuştur. Ayrıca temel geliri garanti altına alan, göç tecrit merkezlerini ve polisin plastik mermi kullanmasını yasaklayan yasalar da çıkarmıştır. İspanyol devletinde bu tür önlemler alan politik bir çoğunluğun olması sizce mümkün müdür? Hayır, bence de mümkün değildir.

4. Bu çatışmanın demokratik yollar dışında bir çözümü yoktur fakat böyle bir çözüm İspanyol Krallığı altında mümkün değildir. 78 anayasası şu üç ayak üzerinde inşa edilmiştir: Üretim tarzı olarak kapitalizm, monarşi ve ulusların kaderini tayin etme hakkının inkârı. Bu referandumun düzenlenmesi için verilen on dört resmi dilekçeden ve yedi yıldır gemlenen kitle seferberliğinden sonra, direnme ve mücadele etme yetimiz üzerinden vazgeçilmez öz-kaderimizi tayin etme hakkımızı uygulamaktan başka alternatif yoktur.

İspanyol devletinin otoriter yapısı dikkate alındığında, önce bağımsız olmaya işaret eden bir federalizm türüne geçit yoktur. David Fernandez’in sözleriyle, bağımsızlık için demokratik bir yol yoksa, ülkenin tüm halklarına demokrasi getirecek bağımsızlıkçı bir rotaya ihtiyacımız vardır. Birçok ulusalcıyı bu referandum için mücadele etmeye yönelten şey işte bu materyalist tahlildir. Halk oyuyla bağımsızlığa hayır derse, yolsuz İspanyol devletini reformdan geçirmek için gayret eden sizler gibi, halkımızı desteklemeyi sürdüreceğimizden şüphe etmeyin. Tek istediğimiz karşılıklılıktır.

5. Sol teminat istemelidir fakat kimden, devletten. Izquierda Unida’nın pozisyonu savunulamaz. Hukuki teminatlarla ve geniş politik konsensüs üzerinde temellenmiş bir referandum yapılmasını istiyorsunuz fakat bu talepleri referanduma engel olan anti-demokrat devlete değil, Katalan hükümetine yöneltiyorsunuz. Bu tutum, demokratik devrimlerin kanunlara uygun şekilde değil, aykırı şekilde gerçekleştiği gerçeğini de unutmaktadır.

6. Referandumun toplumsal ayrım çizgilerini netleştirme imkânı vardır. Bu yoldaşınız, Katalan Komünist Manuel Delgado’nun ileri sürdüğü iddiadır. Öz-kaderi tayin etme hakkının kabul edilmemesi, halk sınıfları içinde anormal ayrımlar yaratmıştır ve referandum şimdi bu ayrımları yıkabilir. Kurucu bir süreci başlatırken ümidimiz, bunun bu tür çarpıklıklardan kurtulmuş bir halde burjuvazinin hegemonyasına karşı çıkmayı sürdürecek bir konum almaktır.

Marx at the Margins kitabında, Kevin B. Anderson, Marx’ın enternasyonel tutumunun asla soyut anlamda düşünülmemesi gerektiğini, İrlanda ve Polonya’nın kurtuluş mücadelelerine verdiği destekte görüldüğü gibi somut biçimler alabildiğini söyler. Neyse ki eserinizde siyasal iktisada yaptığınız gibi ulus meselesini de aynı titizlikle tahlil etmeye başlama şansınız var, çünkü Jordi Pujol’un [Katalan merkez sağının tarihsel lideri] ismini anmayı sürdürürken soyutlamalardan kurtulup, demokratik devrimimizin somut tarihsel gerçekliğine ulaşmayı hiç beklemeyin.

Katalonya’nın Soyut Bağımsızlığı

“Neden,” diye sordu Bay K, “neden birden bir milliyetçi oldum? Çünkü bir milliyetçiyle karşılaştım.” — Bertolt Brecht

Yakın zamanda CUP aktivisti ve Taifa Eleştirel Ekonomi Semineri üyesi Pau Llonch, Katalan meselesiyle ilgili olarak bana kamuya açık bir mektup kaleme aldı. Bu ihtilafın arkasında, Izquierda Unida’nın 1Ekim referandumuna katılmama kararı yatıyordu. Nitekim bu karar Llonch’a göre “büyük bir hayal kırıklığı” olmuş. Öne sürdüğü tezlere ilişkin değerlendirmelerim şöyle:

1. Otoriter referanslardan başlayalım. Sosyal medyayla ilgili ilk tartışmalardan birinde, Llonch Lenin’in öz-kaderi tayin etme hakkı üzerine söylediklerini alıntılamıştı. Nitekim bu sözler doğrudan alındığında, Marksistlerin bağımsız olmayı arzulayan tüm halklara destek olması gerektiği anlamı çıkar. Bu ancak şu iki önkoşul söz konusu oldukça geçerlidir: Homojen bir Marksist ekol diye bir şey varsa ve Lenin’in yorumu bu ekolün ayrılmaz bir parçasıysa. Ben her zaman klasik Marksistleri sanki kutsal gerçekleri anlatan kişiler gibi okumaktan ve yazdıklarını kutsal metinler gibi görmekten imtina etmişimdir. Bu bağlamda paradoksal bir biçimde yönümü, Lenin’in Marksizmi “somut gerçekliğin somut tahlili” olarak tanımlayışına çevirmekteyim.

Bu noktada, aramızdan çıkan en iyi Marksistlerden biri olan ve klasik metinlerin otoriter alıntıların kaynağı olarak görülmemesini, aksine o anki tarihsel duruma hep duyarlı olmuş çoğul ve heterojen bir gelenek olarak ele alınmasını salık veren Francisco Fernandez Buey’le aynı görüşü paylaşıyorum. Aksi takdirde Llonch’un yazısının başında Marx’tan yaptığı alıntıyı ve onun İskoçya ya da İrlanda’yla ilgili tutumunu özgün tarihsel koşullarından kopuk bir şekilde yorumlama riskine düşeriz.

Ayrıca klasik metinlerimiz içlerinde sayısız çelişki barındırmaktadır. Kim İngiltere’nin oynadığı rolü “tarihin bilinçsiz aracısı” olarak tanımlayan Marx’ın Hindistan’daki vahşi sömürgeleşmeye dair tutumunu unutabilir? Engels ABD’nin Meksikalılara karşı yürüttüğü “fetihçi savaşı” haklı çıkarmış, “onunla ne yapacağını bilmeyen tembel Meksikalılardan Kaliforniya’nın alınmasının cidden talihsiz olup olmadığını” sormuştu. Peki İkinci Enternasyonel hakkında ne söyleyeceğiz? Beşinci Kongresi’nde, “uygar ülkelerin, nüfusu alt gelişim aşamalarında kalmış ülkelerde hâkimiyet kurma hakkını” kabul etmişti. Kısaca ihtiyacımız olan şey, Marksizmin kaba bir okumasından ziyade, somut durumun somut tahlilidir.

2. Ulus kategorisine bakalım. Dogmatik olmayan bir materyalist olarak ben, ulusların toplumsal yapılar olduğu yahut Benedict Anderson’un belirttiği gibi hayali cemaatler olduğu gerçeğinden hareket ediyorum. İspanyol, Katalan veya Fransız olmak, tarihsel koşullar ve kişisel gelişimlerce tahkim edilen veya parçalanan inanç sistemlerimizin parçasıdır. Bu bilimsel bir mesele değil politik bir meseledir. Bir insanın İspanyol veya Katalan kimliğine duyduğu inancın nesnel geçerliliğini tartışmayacağım fakat tartışacağım şey bunların, ister sosyalizm olsun isterse yaşam koşullarının iyileştirilmesi olsun, politik hedeflere aracılık etme kapasitesidir.

İşte bundan dolayı tüm milliyetçilikleri aynı kefeye koyup atmak saçmadır. 1914’teki Alman milliyetçiliği veya Frankocu İspanya’nın Milliyetçi Katolikliği, Latin Amerika halklarının ulusal kurtuluş mücadeleleriyle veya yirminci yüzyılın ortasındaki sömürgecilik karşıtı mücadelelerin milliyetçilikleriyle kıyaslanamaz. Buradan ilk sonucumuza varabiliriz: Öz-kaderi tayin etme hakkı kendi başına amaç değildir, bana göre bağımsızlık hakkı da böyle değildir. Somut gerçekliğe bağlıdır.

3. Bir halk da toplumsal bir yapıdır. Bu da varlığını kabul etmenin politik bir eylem olduğu anlamına gelir. Örneğin ben kurumları (dili, kültürü, normları vd.) 1713’e kadar geri uzanan [İspanyol Veraset Savaşı’nın sonu] Katalan halkının varlığını kabul ediyorum. Kuşkusuz İspanya’nın uzun yıllar boyunca Burbonlar tarafından değil de Avusturya hanedanı tarafından yönetilmesi, Katalan halkının gelişimine etki etmiştir. Ancak devleti inşa etmede sorumluluğun halka değil burjuvaziye ait olduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla Katalan halkını yaratan, aşağıdan olduğu kadar yukarıdan da etki eden güçler vardır. Aşağıdaki gücün izleri, 1909 genel grevinin yaşandığı trajik haftaya ve iç savaş sırasında Barcelona’nın müdafaasına kadar geri götürülebilir.

4. Öz-kaderi tayin etme hakkının kabulü Marksistler açısından temel bir ilkedir. Manuel Sacristan’ın söylediği gibi, “hiçbir ulusal sorunun öz-kaderini tayin etme hakkı dışında bir çözümü yoktur.” Halklar ve uluslar toplumsal yapılar olduğu için, gerçek hayatta sanki nesnel varlıklarmış gibi hareket ederler. Eylemlerinin gerçek sonuçları olur. Bir halk sebebi ne olursa olsun diğeriyle çatışmaya girdiğinde, tek çözüm diyalog ve pazarlıktır. Aynı soyut koşul hem İspanyol hem de Katalan milliyetçiliğine uyarlandığında, birinin pahasına diğerinden yana taraf tutamayız. Aksine her şeyden önce halklar arasındaki diyalog süreçlerinin ayrılmaz parçası öz-kaderi tayin etme hakkını kabul ederek, sorunu çözmeye dönük kurumsal kanallar oluşturmak mümkündür.

5. Öz-kaderi tayin etme hakkını savunmak, federal bir modelle uyumludur. Bu hak tüm halkların bağımsızlığını şart koşan bir inanca dayanmadığından, federal bir devleti savunmakla uyumsuz değildir. Bu, ideal açıdan dayanışma ve öz-yönetim ilkeleri üzerinde temellenmiş ortak kurumlarıyla halkların birlikte uyum içinde yaşamasını savunmaktan başka bir şey değildir. Böyle bir dayanışma, Antoni Domenech’in de açıkladığı üzere, cumhuriyetçi-sosyalist gelenekten gelir ve diğer birçok şeyin yanı sıra enternasyonalizme de ilham kaynağı olmuştur. İspanya’daki halkları ve milletleri birbirine düşürmek yerine tanıyan federal bir devlet, olumlu bir beklentidir. Ve mümkündür de.

6. Önce bağımsızlıkçı olmamanın yolu yok mudur? Llonch’un önerdiği şey, İspanyol devletinin otoriter yapısı düşünüldüğünde önce bağımsızlıkçı olmadan federallik yanlısı olmanın imkânsız olduğudur. Adeta şöyle bir şeydir: Federalist olmak istiyorum ama bunu imkânsız hale getiriyorlar. Burada bir nebze gerçeklik payı da vardır. Devletin otoriter yapısı ve iki temel partisi buna engeldir. Çatışmayı çözmek için gerekli olan, referandum gibi kurumsal kanalların gelişme olasılığını PP ve PSOE birlikte engellemektedirler.

Ancak yakın dönemde bağımsızlık yanlısı oylardaki artış, sadece bu kördüğümden dolayı yaşanmamıştır. Aksine ulus meselesi, kriz ve kapitalizmin yarattığı gerilimlere popülist bir kanal oluşturmak amacıyla kullanılmaktadır. Bağımsızlık Katalan halkının demokratik hakkı olarak değil, bir dizi ekonomik ve toplumsal kötülüklerin çözümü olarak sunulmaktadır. Katalan sağı, bayrak sallamaların kriz zamanlarında etkili bir kılıf olduğunu görmüştür. “İspanya bizi soyuyor” sözü hiç işitilmese de, kuşkusuz altta ekonomik bir ton yatmaktadır. Bunun arkasında, İspanyol devletinin az gelişmiş bölgeleriyle bağlantılı olmanın bir külfet olduğunu gören Katalan sağı da vardır.

Şu sorunun hala cevabı yoktur: Katalonya’da federalist olmak mümkün müdür? 1 Ekim referandumu meselesine bakıldığında, olmadığı ortadadır. 9 Kasım 2014’teki sembolik müzakereden tamamen farklı bir şeydir. Bağımsızlıkçı olmayan, İspanyol veya Katalan milliyetçisi olmayan biri 1 Ekim’de neye oy verebilecek? Kısaca 1 Ekim referandumunu savunanların belirlediği çerçeve, Katalan toplumunun kendisini tam anlamıyla ifade etmesini olanaksız kılmaktadır.

7. Teminat ihtiyacı hukukilik meselesinin ötesine geçmektedir. Sürecin teminattan yoksun olduğunu söylerken, sanki önceliğimiz 1978 rejimine saygı duymakmış gibi onun hukukiliğinden değil, çatışmayı çözmek açısından mekanizmanın kullanışlı olup olmadığıdır. Sadece federalist bir seçenek devre dışı bırakılmakla kalmamış, oylama çatışmayı çözme aracından ziyade politik bir silaha dönüşmüştür. Katalan yönetiminde referandumun nasıl gerçekleşeceğiyle ilgili tartışmalar, çok az kişinin bunun çok şey değiştireceğine inandığını göstermektedir. Meşru ama pratik değeri olmayan bir güç gösterisi olacaktır.

Temin edilmesi zorunlu şey, Katalan halkına danışılırken onların kendilerini açıkça ifade edebilmeleridir. Ciddi ve özenli bir tartışmadan sonra fikirlerini sunmalarıdır. Öz-kaderi tayin etme hakkı gerçekten de toplumsal ayrımları netleştirebilir fakat bunu Ekim’de önerilen haliyle yapamaz. 78 rejiminden bağımsızlık oyu vermeden kurtulmayı isteyen insanlar da kendi özel mekânlarına ihtiyaç duyacaklardır.

8. Katalan burjuvazisinin gücünü hafife almak parlak bir fikir değildir. Katalan burjuvazisinin önemli bir kısmının, bağımsızlığı desteklemeyen bir görüntü verdiği doğrudur. Ayrıca eski merkez sağ İttifak ile yeni PDCat içinde gerilimlerin yaşandığı da gerçektir. Ancak bana göre, Katalan burjuvazisinin süreci tali güçlerin eline bırakacak kadar aciz olduğuna inanmıyorum. Son beş yılda gördük ki, yönetimde olanlar hala Katalan elitleri ve önümüzdeki güzergahta kimin kimi denetlediğinden emin değilim. Kovulma karşıtı kanunları çıkarabilen bir güçler koalisyonu gerçekten de vardır ve bu çok olumlu bir şeydir. Fakat bunun bağımsızlığı nasıl haklı çıkardığını anlayamıyorum. Benzer yasalar Navarra ve Andalusia’da da hazırlanmış, hepsinde de 1978 rejimi Anayasa Mahkemesi’yle kararları bozmuştur. Ancak bu durum beni parçalardan birinin bağımsızlığını değil, ortak düşmanı düşünmeye yöneltiyor.

9. Referandum rejimden kopmanın en iyi yolu mudur? Görünüşe göre Llonch’la Soldan birçok kişinin tartıştığı şey bu. Sorun bağımsızlığın rejimden kopmanın en iyi yolu olduğunu varsaysak bile (rejim bir üretim tarzını ve çeşitli güç yapılarını korumak üzere kurulduğu ve sırf daha fazla devletin kurulmasıyla bu durumun değişmeyeceği için bu varsayımı kabul etmiyorum), ortadaki sürecin bize ait olmamasıdır.

Bu kopuşun hiçbir parametresini kontrol edemiyoruz. Bu senaryoda her şey yaşanabilir ve hiçbir şey önceden belirlenmiş değildir. Bağımsızlıktan sonra yönetimde CUP’tan yoldaşlarımız mı yoksa Katalan sağı mı olacak? Bağımsızlık devletin geri kalanında kopuştan yana güçleri canlandıracak mı, yoksa yeniden alevlenen İspanyol milliyetçiliği karşısında geri çekilmeye mi zorlayacak?

Yazıya başlarken yaptığım Brecht alıntısını boşuna seçmedim. Bana göre İspanyol milliyetçiliği binlerce Katalan milliyetçisi yaratmıştır; ancak Katalan milliyetçiliği de İspanya genelinde başka milliyetçi hassasiyetler doğurmuştur. Bu ikilem içinde akla gelen şey, Alman ve Fransız Sosyal Demokratların uluslarını korumak için sınıflarına ihanet ettikleri 1914 yılıdır. Buna rağmen aklıma getirmeyi tercih ettiğim şey, halklarımızın birlikte mücadele ederek, aşağıdan yükselttikleri demokratik ve toplumsal bir kopuştan bahsedebileceğimiz formüllerdir.

Sonuçta, kapitalizm toplumsal sınıfları üretim alanlarında olduğu gibi diğer alanlarda da birbiriyle rekabet etmeye zorlar. İş için, sosyal hizmetlere erişim için, statü için rekabet ederiz. Geleneğimizin büyük yazarları (Marx, Engels, Luxemburg, Lenin, Gramsci vd.) bunu gayet iyi anlamışlar ve sınıfların hem nesnel bir olgu (üretim alanında işgal ettiğimiz konum) hem de toplumsal olarak inşa edilen yapılar olduğunu görmüşlerdir. Bu sebeple misal “sınıfsal oluşum” terimi, parti ve sendika gibi kurucu örgütler için kullanılmıştır.

Örgütlenirken koordine olmaktan fazlasını yaparız: Bizi bölen sistem karşısında nerde ortaklaştığımızı ilan ederiz. İşte bu sayede, kapitalizmin standart batağı “yoksullar arasındaki savaştan” kaçınıp bir “biz” inşa ederiz. “Dünyanın tüm işçileri birleşin” sözü yalnızca yüce bir slogandan ibaret değildir. Özgün durumlarda yatan evrensel unsuru ifade etmektedir. İnsanlığın mülksüz ve acı çeken ancak dünyanın her yerinde kendisini özgürleştirmek için mücadele veren kısmını ifade eder. İşte somut tahlil içinde billurlaşan odak noktam, soyut dünya görüşüm budur. Katalan meselesine gelirsek aldığım tutum net ve açıktır: Öz-kaderi tayin etme ve federal cumhuriyet hakkı. Ve ayrıca sınırları olmayan bir sosyalizm.

Salud y República,
Alberto Garzón

Son Eklenenler