Çarşamba, Haziran 26, 2024

Biz unutursak devlet hatırlatır

1 Mayıs her zamanki gibi geldi ama her zaman olduğu gibi geçmedi. 50 arkadaşımız 1 Mayıs eylemlerinin ardından üç farklı gerekçeyle gözaltına alınıp tutuklandılar. 13 Mayıs’ta Van’da kayyum atamasına karşı gelişen direniş ve dayanışma eylemlerine karşı yapılan operasyonlarla aralarında arkadaşımız Mehmet Cezai’nin de bulunduğu onlarca kişi gözaltına alınıp tutuklandı. Bunlara ek olarak 17 Mayıs’ta Kobani davası sonuçlandı. Selahattin Demirtaş’a 42 yıl, Figen Yüksekdağ’a 30 yıl olmak üzere onlarca siyasetçiye onlarca yıl hapis cezası verildi. Bunların hepsi iki haftada yaşandı, neredeyse iki üç günde bir operasyonla ikametleri belli olan arkadaşlarımız evlerinden alındılar ve tutuklandılar. Uzun süredir böyle geniş bir toplumsallıkta yapılan tutuklamalar görülmemişti. Bu son tutuklamaların nedenlerini şöyle kategorize edelim:

1. Taksim. İşçi sınıfının tarihsel 1 Mayıs alanı olan Taksim’e çıkma cüretini gösteren onlarca insan, birkaç gün içinde farklı operasyonlarla gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Bu sıralarda bazı solcu dostlarımız Taksim’in çok da önemli olmadığına dair yazılar yazıyorlardı. Devlet için neden bu kadar önemli olduğuna dair cevapları ise uzun zamandır yok.

2. Filistin. Bugün topraklarımızda bir Müslüman ve İslamcı mücadelesi olarak görülse de, tarihsel olarak Filistin Direnişi sosyalistler tarafından yürütülmüş, dünya çapında onlar tarafından desteklenmiştir. Türkiye’de ise İsrail’e karşı mücadeleyi (gerek Denizlerin eğitimini Filistin’de bizzat FHKC’den alması, gerek 6. Filo askerlerinin denize dökülmesi ve gerek İsrail elçisi Elrom’un THKP-C tarafından cezalandırılması) devrimciler yürütmüşlerdir. Bugün de Filistin İçin Bin Genç Hareketi üyeleri, 1 Mayıs’ta gözaltına alındı ve “Katil İsrail, İşbirlikçi Erdoğan” sloganları gerekçe gösterilerek “İslamcılar tarafından” tutuklandı.

3. Kürt Özgürlük Hareketi. 31 Mart yerel seçimlerinde Van Belediye Başkanlığı’nı kazanan Abdullah Zeydan’ın yerine mazbatanın ikinci olan AK Parti adayına verilmesi üzerine Van’da başlayan fiili, meşru, militan direniş sonuç verdi. Mazbata Zeydan’a iade edildi. Bu mesele AKP’nin içinde çatlaklar oluşturdu. Ancak direnişin üzerinden 1,5 ay geçmesinin sonunda, onlarca kişi direnişe katıldıkları gerekçesiyle tutuklandı.

4. İbrahim Kaypakkaya. 1 Mayıs tutuklamalarının hedeflerinden biri de İbrahim Kaypakkaya bayraklarıyla alanda olan Partizancılardı. Yazımızın konusu da budur.

Bu tutuklamaların neden bugün yapıldığına dair tartışmalar yapılabilir. AKP’nin seçim yenilgisi sonrası saldırganlaşması, CHP’nin yumuşama siyaseti, Orta Vadeli Program’a karşı büyüyeceği öngörülen direnişlerin önünün alınması gibi birçok birbiriyle ilişkili sebep sayılabilir. Ama her şeyin sonunda operasyonları düşünen, tasarlayan, planlayan ve yürüten devlettir. Bu tutuklamalar devletin kendi korkularının üzerine gitmesi meselesidir.

Bu dört sebeple iki hafta içinde yapılan tutuklamalar, aslında devlet aygıtında cisimleşen sermaye iktidarının en çok korktuğu dört sembolü ifade ediyordu. İşçi sınıfı sermaye iktidarının doğal düşmanıdır, onun sembolü de Taksim’dir. Taksim’e dair bir ısrar kabul edilemez. Kürt direnişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren düşmanıdır, onun ilerlemesi de kabul edilemez. Filistin direnişi, İsrail’le olan tarihsel ortaklık nedeniyle korkutucudur. Ama Türkiye halklarının Müslüman doğası ve Filistin ile doğuştan vicdani ortaklığı sebebiyle devleti de kontrpiyede bırakır. Yine de Filistin İçin Bin Genç gibi bir hareketin ortaya çıkması ona Denizleri, Mahirleri hatırlatır. Filistin namlusunun kendine doğrultulması onun rıza üretim mekanizmasını parçalar. Nitekim 31 Mart’ta görülen de budur. Bir de bunların hepsini içinde barındıran, bu meselelerin tümünü savaş konusu ilan eden, genelde 71 Devrimci kopuşu, özelde İbrahim Kaypakkaya korkusu. 

71 Devrimci kopuşu, Türkiye topraklarında Filistin direnişini sahiplenen ve bir soykırım aygıtı olarak İsrail devletini yaratan emperyalist işbölümünü Türkiye üzerinden kırmaya çalışan tarihsel bir dönüm noktasıydı. Bu açıktır. Kaypakkaya ise işçi sınıfıyla olan teorik-pratik-tarihsel bağı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve doğasına ilişkin ulusal sorundan hareketle yaptığı analizler ve eylemleri nedeniyle Türk Devleti’nin düşmanıdır.

Taksim’de (yani işçi sınıfının mücadelesinde), Filistin’de (yani antiemperyalizmde) ve Kürt halkının özgürlüğünde ısrar komünistler açısından başattır. Kaypakkaya’da ısrar ise bizim açımızdan devrimcilikte ısrardır. Kaypakkaya’sız, 1971’de devrimci kopuşun bir kere yaşandığını unutan ısrarlar boşa düşmeye mahkumdur ve devlet bunu bizden iyi bilir. 

Görüyoruz. Taksim’i yalnızca CHP’nin icazet verdiği anda gidilecek bir yer olarak gören, Filistin’le dayanışmayı salt bir vicdan meselesiyle çözmeye çalışan, Kürt Özgürlük Hareketi’ni devletin izin verdiği ölçüde destekleyen sosyalist sol bugün ağırlıktadır. Onlar, bu meselelerden vazgeçmemiştir. Vazgeçtikleri tek figür Kaypakkaya’dır. Ama bu vazgeçilen tek figür diğer tüm meselelerde gösteri siyasetinden öteye geçemeyen yollar dışındaki tüm yolları kapatır. 

71 kopuşu bir kere yaşandı. Toplumların hafızası bir günde sıfırlanmadığı sürece yaşanmış olmaya da devam edecek. Kaypakkaya, çatışmayı işçi sınıfıyla sermaye arasında bir kere kurdu. Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Kemalizm’e dair düşman tariflerini bir kere yazdı. Ona göre bir kere eyledi. Yakalandıktan sonraki savunmalarında Trakya’da topraksız köylülerin eylemlerine, Demir Döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, Pertrisks, Ege Sanayi, Gisvaled, Gamak, Singer, Derby işçi eylemlerine, 15-16 Haziran ayaklanmasına bilfiil iştirak ettiğini bir kere gururla söyledi. İbrahim Kaypakkaya bir kere başını verdi. Sırrı bizde durur.

Yenilgi sürdükçe, sosyalist solun hafızasında bazı dosyalar silinip gidiyor. Unutmak, insanın doğal işlevlerinden ve hayatta kalmasını sağlayan içgüdülerden biri. Ama yazı da bir kere bulundu, kağıt da. Şimdi hafıza kartları, terabaytlarca sabit disk sürücüleri. Bir de Ekim yaşandı, devrimci idealler ölmedi. 

Bu yüzden hatırlatalım. 71 kopuşundan beri, yasalcılığa karşı geliriz. Ana mücadele alanı olarak meclisi, belediyeleri, dernekleri değil devletin dışında, işçi sınıfının içinde yoğrulmayı, onun kendi gücünün farkına varıp onu özgüvenle kullanmasını, yasa da yapılacaksa o anki yasaları tanımadan yapılacağını, nerede direniş varsa onu büyütmeyi biliriz. Mücadelenin demokratlar ile otoriterler arasında değil işçi sınıfı ile sermaye arasında olduğunu, isyanın da bu eksen üzerinde kurulacağını bir kere öğrendik. 

Devrimi arayan bir figür, bir tarihsel özne, bir komünist devrimci olarak İbrahim Kaypakkaya ve onun örgütsel olmasa bile tarihsel yoldaşları, zamanında çizgiyi kalınlaştırdılar.

Bugün mesele Kaypakkaya’yı yeniden var edecek bir devrimci hareketi yaratmaktır, sonunda onu da aşarak kemiklerini en sonunda rahatlatmaktır. Mesele Taksim bayrağı altında emekçileri özgürleştirecek bir işçi sınıfı örgütünü yaratmaktır. Mesele Filistin bayrağının altında emperyalist işbölümünün zincirlerini Türkiye’den kıracak antiemperyalist hareketi kurmaktır. Mesele bu hareketlerin, Kürtlerin bayrağının altında kurulmuş Kürt Özgürlük Hareketi’ne koşulsuz şartsız destek verecek ve bu desteğin meseleyi değiştirecek bir öneme kavuşmasını sağlayacak siyasal kudrete ulaşmaktır. Mesele, bunların başarılmasını sağlayacak, kurucu bir devrimci siyasal cephenin adımlarının atılmasıdır.

Kendi örgütsüzlüğümüzde, güçsüzlüğümüzde ve bunların sonucu olarak teorik-pratik yalpalama ve dağınıklığımızda kendi analizlerimiz boşa düştüğünde, devletin analizlerine güvenelim. Çünkü o bizden çok daha örgütlüdür, dünyayı ve Türkiye’yi bizden daha iyi okur. Kendimize yol bulamıyorsak, onun korkularına, üstüne gittiklerine, kapatmaya ve kapalı tutmaya çalıştığı yollara bakalım. Çünkü belli ki onlar açılması gereken yollardır.

Biz unutursak devlet hatırlatır. Gökteki ayı. Dağdaki kayayı. İbrahim Kaypakkaya’yı.

Son Eklenenler