Pazartesi, Haziran 24, 2024

15-16 Haziran’ın yıldönümünde “kendiliğinden” isyanlar üzerine

Özgür Öztürk, birkaç gün önce “İşçiler kendiliğinden mi eyler?” diye sormuştu. O yazıdaki argümanı 15-16 Haziran’ın yıldönümünde pekiştirmek istedim. Zira Türkiye solunda herhalde Zafer Aydın İşçilerin Haziranı’nı yazana kadar bu efsanevi ve sonuç almış işçi kalkışmasını da “kendiliğinden” bir eylem olarak değerlendirmek daha yaygın olan yaklaşımdı. Bunun bir nedeni sıkıyönetim mahkemelerinde sendika yöneticilerinin belki de amaca ulaşmış bir eylemliliği bütünüyle üstlenmeyi gereksiz bulması sonucu arkadaki hazırlığı önemsizleştirerek savunma yapmaları olabilir. Bu savunmalardan sonra eylem bir anlamda ortada kalmıştır. Ama daha önemlisi aynı toplumsal ortamda büyümekte olan devrimci hareketin proleter kitle seferberliğiyle ilişkisinin yeterli olmamasıdır.

Kuşkusuz bu bir tercih değildi. 15-16 Haziran’dan hemen sonra, aynı toplumsal ortamdan beslenen fakat farklı zamanlamalarla ve farklı hareket zemin ve mantığından yükselen devrimci siyasi hareketle, işçi radikalleşmesi yeterli ilişkiselliği oluşturamadan 12 Mart darbesiyle egemen sınıf sürece müdahale etmişti. 12 Mart sonrası mahallelerde ve okullarda antifaşist mücadele üzerinden yürümek durumunda kalan devrimci hareket kendi yolunda gelişti. DİSK’te cisimleşen radikal işçi seferberliği de DGM grevleri, 1 Mayıs kutlamaları gibi tarihsel dönemeçlerde siyasi muhtevasını kuvvetlendirdi. Dolayısıyla solun daha az hemhal olduğu 15-16 Haziran büyülü bir an, tarih öncesi bir mit gibi hatırlanırken 12 Mart sonrasının daha politik işçi eylemleri devrimci hareketin hafızasına daha çok yerleşti.

Peki, 15-16 Haziran’ın arkasındaki hazırlık neydi? Bugün bu konuda elimizde yeterince veri var. Türk-İş etrafında bir sendika tekeli yaratmak isteyen yeni yasa taslağına karşı DİSK’in hazırlığı, bir yandan mecliste temsil edilen partileri bu yasanın antidemokratik karakterine ve anayasaya aykırılığına ikna etmeye çalışmaya, bir yandan da büyük bir protesto mitingi örgütlemeye dayalıydı. Bu büyük miting için de aşamalı bir mücadele stratejisi düzenlenmiş, ilk adımda fabrikalarda iş bırakılması planlanmış ve bu plan geniş bir temsilciler toplantısıyla işyerlerine aktarılmıştı. Açıkçası bu toplantı ve toplantıda konuşulanlar sır da değildir, bu geniş toplantıda bulunan emek haberciliği alanında artık bir efsane olan Şükran Soner tarafından ertesi gün sıcağı sıcağına Cumhuriyet gazetesinde de yayımlanmıştı. Zafer Aydın, kitabında toplantıya katılan sendika yöneticisi ve işyeri temsilcilerinin tanıklığını da aktarmaktadır. 15 Haziran iş bırakmaları DİSK yönetimi tarafından planlanmış ve Merter’deki merkezde yapılan toplantıda bizzat Kemal Türkler tarafından işyeri temsilcilerine aktarılmıştı.

Bu noktada unutulmaması gereken Kavel Direnişi’nden itibaren İstanbul ve civarındaki fabrikaların işgal formu da dahil militan işçi eylemlerine yabancı olmadığıdır. 1960’lar böyle pek çok eyleme tanıklık etmiştir, dolayısıyla bu bölgedeki işçiler belli bir eylem alet çantasına haizdirler. Bir iş bırakmanın nasıl yapılacağı bellidir ve işçinin eylem hafızasında yerleşiktir. Merkezden gelen plan doğrultusunda şalterler indirildikten sonra fabrikanın önüne çıkılması ve iş bırakmak noktasında çekinceli davranan fabrikalardaki işçileri cesaretlendirmek üzere bunların önüne gidilmesi bu alet çantasının parçasıdır. Sabahki bu hareketlilik, katılımın büyüklüğü, bu kitleselliğin verdiği cesaret kuşkusuz başlangıçtaki planın çok ötesine giden, işçilerin şehrin kalbine aktığı ve böylece tarih yazdığı iki eylem günü ortaya çıkaracaktır. Bir gece önce temsilcilere aktarılan plan böyle devasa kitle eylemlerinde görülebileceği üzere tasarlananın ötesine geçen bir toplumsal harekete dönüşmüştür. 

Bu dönüşüm konjonktürün yani yasaya karşı işçilerdeki kitlesel tepkinin, DİSK yasa yoluyla etkisizleşirse tüm işçilerin kaybedeceğine dair popüler algının “kendiliğinden” iş görmesi gibi düşünülürse popüler algıların tek başına efsanevi direnişler yaratacağı boş beklentisine kapılmak mümkün olabilir. Eylemler, direnişler örgütlenmelidir. Bu, sadece plan yapmak anlamına gelmez aynı zamanda konjonktürün uygun olacağı andan önce alanda konuşlanmak ve öncesinde küçük çaplı da olsa bir eylem hafızası oluşturacak şekilde faaliyet göstermiş olmak anlamına gelir. 1960’ların işyeri bazlı tekil direnişleri olmadan 15-16 Haziran da olmazdı. O direnişlerden öğrenen yerel işçi önderleri olmadan 15-16 Haziran olmazdı. Tabii ki Kemal Türkler, Rıza Kuas kuşağı sendika liderlerinin kimileri de “sendikacı” değil işçi önderiydi.

Bir kitle eylemi ancak arkasında dolaylı da olsa böyle bir örgütlenme ve eylem hafızası varsa başta planlananın ötesine geçebilir. Herhalde konjonktürün de bir etkisi vardır ama yukarıda da altını çizdiğimiz gibi konjonktür tek başına devasa boyutta herhangi bir kitle seferberliğini tetikleyemez. Eylemler kendiliğinden olmaz kitle eylemi içinde “spontane” yükselişler olabilir ama bu ancak öncesinde gerekli bir hazırlık varsa gündeme gelir. Hatta denebilir ki iyi örgütçüler sayıları ne kadar az olursa olsun doğru konjonktürde tabanın kas hafızasındaki eylem potansiyelini açığa çıkarabilenlerdir. Ama aynı durumda öncesinde bir kitle eylemi hafızası yoksa hiçbir konjonktür büyük direnişler ortaya çıkarmayacaktır.

Kuşkusuz yarım asır önce gerçekleşmiş İstanbul ve Kocaeli şehirlerini sarsmış o büyük işçi eylemini unutmamak lazım, sınıf mücadelesi hafızası önemlidir. Ama o olayın bugün için bize neler söylediğini anlayabilmek de önemlidir. TEKEL Direnişi’nin bir tür sendikacılığın sonu olmak anlamında bir milat olduğunu başka yazılarda iddia ettim. O tarihten itibaren küçük küçük tekil işyeri direnişleri neredeyse Anadolu’daki küresel fabrikanın her havzasında ortaya çıktı, doğru konuşlanmanın henüz olmadığı bir süreçte Metal Fırtına’yı da yaşadık. Son yıllarda da İnşaat İş, Bağımsız Maden-İş, BirTek-Sen, Özel Öğretmenler Sendikası, Enerji Sen, DGD-Sen gibi daha mütevazı kaynaklara sahip kimi işçi örgütleri bir kas hafızası oluşturabilecek eylem ve direnişler ortaya koymuştur. Herhalde Anadolu’daki küresel fabrikanın her havzasında daha iyi konuşlanmak, örgütlülüğü daha çok pekiştirmek gerekir ama bir başka Metal Fırtına’ya bu kez hazırlıksız yakalanmamak, 15-16 Haziran’ı Türkiye işçi sınıfı tarihinde bir daha tekrarlanmayacak “mitik bir an” olarak bırakmamak da gerekir. Kanaatim odur ki tüm olumsuzluklara rağmen bu yöndeki hazırlık ilerlemektedir. 

Yeni 15-16 Haziran eylemleri için hazırlık yapanlara, örgütlenenlere selam olsun.

Son Eklenenler