19 Mart eylemlerine katıldıkları için 300’den fazla genç tutuklandı. Tam sayıyı bilmiyorum çünkü sürekli yeni tutuklamalar ve tahliyelerle değişiyor ama onlarca öğrenci halen cezaevinde. Ben tahliye edilenlerden biriyim, 17 gün tutuklu kaldım. İnsan ömründe 17 gün nedir, bir şey değil. Bir şey sanıyorlar, işte bu yazı onunla ilgili.
Hukuk ilginç bir kavram, Arapçada Hak’ın çoğul hali. Hak’ın hukuki anlamı dışında “tanrı” anlamı olduğunu da biliyoruz. Aslında ikisi de “gerçek, doğru olan, varlığı kesin” anlamlarına geliyor. Toplum olarak aramızdaki sorunları eskiden tanrının buyruklarıyla çözüyorduk. Aydınlanma, bize bir “Hukuk Tanrısı” vaat etti. Yaklaşık 300 yıldır, farklı zamanlarda farklı kimselerce sekteye uğratılsa da, bu âdem icadı tanrıyı tanımayanlar olsa da dünya toplumu bu putun önünde secde ediyor. Ona bir tanrı buyruğu muamelesi yapılıyor. Onu tanımamak, tanrıyı tanımamak demek oluyor. Cezayı da gene tanrının buyruğu belirliyor.
Yeni hukuku, büyük oranda dinle iç içe olan eski hukuktan ayıran temel şey (gülümseyin) dinle iç içe olmamasıdır. Aslında bu önemli görülen farklılık hiçbir şeydir. Tabii ki eski zamanda hakikaten tanrının buyruğunun uygulandığını düşünmüyorsanız. Hukuk, farklı toplumlar ve farklı zamanlarda, şu ya da bu kılıfla, şu ya da bu inançla, ânın toplumsal mücadelelerinin bir ürünüdür. Tapınılarak herkesin kabul etmesi gerektiği buyrulan geniş anlamda anayasa, bir sonraki anda değişiverir. Bir bakmışsınız bir protesto eyleminde bulunmak öldürülmenin haklı sebebidir ve tanrı buyruğudur, bir bakmışsınız protesto yapmak haktır ve tanrı buyruğudur. Tanrımız fikirlerini sürekli değiştirir, kulları nasıl istiyorsa, öyle karar verir.
Ve kitabımız, hiçbir zaman ortada hiçbir şey yokken kişilerin yan yana gelip başka bir hukuk maddesinin önerilmesi ve bunun daha mantıklı bulunmasıyla ortaya çıkmıyor. Hukukun bir bilim olmadığını, ideal bir hukuk olmadığını, genel olarak “daha mantıklı” bir hukuk olmadığını anlamamız gerekiyor. Dedim ya, hukuk tanrı buyruğudur ve tanrı buyruğu da bilimin değil inancın meselesidir. Hukuk, herkes ona inandığı için hukuktur.
Hukuk toplumsal mücadelelerin ürünüdür dedik. Sınıflar mücadelesinin merkezi konumu olmak üzere sınıf içi karşıtlıklar, çeşitli toplumsal gruplar, hatta kişiler arasındaki kişisel mücadeleler de hukuku şekillendiriyor. Tanrının kelamı olarak buyurulduğu zamanda bile hukuk, somut, maddi, gündelik hayatın içindeki olaylarca şekilleniyor. Aslında hukuk, bilindiği üzere, bir toplumsal sözleşmedir. Bir savaşın sonundaki barış anlaşması gibidir. Bu anlaşmadan memnun olanlar ile olmayanlar, bu sözleşmeye katlananlar ile gülerek imzalayanlar olacaktır.
Sözleşme imzalandığından bu yana gücü artan veya gücü azalıp da gücünü artırmak isteyenler sözleşmenin sınırlarını zorlamak, gerekirse aşmak ve yeni bir sözleşmeyi kabul ettirmek zorundadır. Durum eskisi gibi değildir ve tanrımızın güya yeni fikirleri vardır. Selçuk Kozağaçlı’dan referansla, en az bir taraf acıkmıştır ve put helvadandır.
Ahvalimiz işte budur: Yeni anayasanın ötesinde, önümüzdeki 20 yılın hukukunda kimin pastadaki payını büyüteceği, kimin yatağının başında reddedemeyeceği bir teklif olacağı… Mevcut hukukumuz ülkemizin her tarafını ele geçirmiş, insanların tümünü ya köleleştirmiş ya da köleleştirmeye göz dikmiş holdingler ve onların iktidarının hakimiyetiyle şekillendi. Ufacık kalan haklarımız bizim değil bizden seneler önce mücadele edip kazanmışların bakiyesindendir. Şimdi onlara da göz dikiliyor. Yeterli gelmiyor, yurttaşlığın temeli olan seçme ve seçilme hakkına saldırı ondandır. Anlaşmanın öncülü çatışmadır, ülkemizde de dünyada da o çatışma hız kazanmıştır.
Mevcut hukukun temel yasaları iktidar tarafından çarpıtılıyor, iktidar lehine esnetiliyor, gerektiğinde inceldiği yerden koparılıyor. Devletin merkezine hakim olmaları sebebiyle aymazca davranıyorlar. Toplumsal güçleri zayıfladıkça hukuki meşruiyeti de tanımıyorlar. Bir öğrencinin yalnızca eylem yapması tutuklama gerekçesi sayılıyor. Kaçma, kuvvetli suç şüphesi olmamasına hatta talep edilen cezanın yatarı olmamasına rağmen 300’den fazla öğrenci tutuklanabiliyor. Ben dahil, onlarca öğrenciyi uyuşturucu satıcılarıyla aynı koğuşlara atıp “ıslah etmek” istiyorlar. Bunları yapabiliyorlar, çünkü onların lehine olmasına rağmen tanımadıkları hukuku, aleyhine olmasına rağmen tanımaya devam eden, bölük pörçük, “güç” olamamış bir topluluk var karşılarında.
Hukuk iflas etti. İflas etmesinin sebebi kavganın keskinleşmesidir. Eski anlaşma bozuldu. Ancak dünyayı değiştireceğini iddia edenler, bozuk bir anlaşmayı kendilerine tanrı bellemiştir. 1 Mayıs’ta Taksim diyemeyenler, toplumsal mücadelenin gerisinde, iktidarın peçete muamelesi yaptığı yasal düzenlemeleri sahife diye okuyup kabul etmeye devam ediyorlar. Hukukun dışına çıkmayı, sözde “kitleler hukuk dışına çıkmaya hazır değil” bahanesiyle, özünde “tarihsel bir görev” gibi yasaklıyorlar. Oysa tutuklanan 300 küsur gencin yalnızca azınlığı örgütlüdür. 300 küsur gencin tutuklanmasına rağmen tutuklanmayı göze alarak başta Taksim’e, sonra her yere çıkmayı göze alan kalabalık bir gençlik kitlesi var olmaya devam ediyor.
25 Nisan’da polis bizi geriye doğru ittirirken geri geri yürüdüğümüz sırada polisin “yürüyün” diye bağırmasına “zaten yürüyoruz” demem nedeniyle hedef gözetilerek işkenceyle, boğazım öldüresiye sıkılarak gözaltına alındım. En son ölü taklidi yapınca boğazımı bıraktı. Bütün kitle süpürülmüştü, etrafımda polisler olduğu halde dakikalarca ayağa kalkamadım. Kafelerde oturan ve çalışan insanlar, “gözaltına almayın zaten kötü durumda eylem de bitti” demesine rağmen ters kelepçeyle araca bindirildim. Çıktığımda konuştuğum kafe çalışanları “su vermek istedik engellediler” dediler. Araçta ayağımı diğer ayağımın üstüne atmama sinirlenen polis, bacağımı kırmaya çalıştı, araçtaki diğer tehlikeli arkadaşlarımız sayesinde kurtuldum, ayağımı da indirmedim. Üç gün gözaltı sonrası tutuklandım. Aynı cezaevine gittiğimiz İbrahim arkadaşla ayrı koğuşlara verildik. 28 kişilik kapasiteli koğuşda tahliye olduğum gün 52 kişiydik ve koğuştaki odaların dışında, meydanda, kameralar olduğu için söndürülmesine izin verilmeyen beyaz ışığın altında 17 gün geçirdim.
Bu paragraf tutuklanan 300’den fazla gencin yaşadığı 300’den fazla deneyimden yalnızca biri. Bu deneyimde hukukun dışında işler olsa da, büyük oranda hukuka uygundur. Yani bir şekilde hukuka uydurulur. Boğazım sıkılmasa gözaltına alınamayacağım, sonuçta kalıcı bir hasar olmadığı dolayısıyla orantılı güç kullanıldığı kabul edilebilir. Ben de aksi bir şey söyleyemem, bir sürü arkadaşım beni orada gözaltına vermemek için büyük çaba gösterdiler. Alınacak gibi değildim.
Ama sorun “hukuka uygun” alınıp alınmadığımız, “hukuka uygun” muamele görüp görmediğimiz değil. Sorun düşmana mağlup olmak. Hayatımıza çöreklenmiş, bizi ömür boyu çalıştırıp üç kuruşa tamah etmemizi bekleyen bu düzen, bu düzenin temsilcisi siyasi iktidarın tamah etmediğimizde hukuklu veya hukuksuz üstümüze çökmesi, seçme hakkımızı elimizden alması, üniversitelerimize polis sokması, depremde onbinlerce insan öldürmesi, bebekleri katletmesi, her bir sokağı uyuşturucuya açması, sokak ortasında veya evin içinde kadınları rahatça öldürecek cesareti yayması vb.
Biz böyle hukuku tanımayız. Meşruiyeti o hukukta aramayız. Biz yeni bir hukuk istiyoruz, emekçilerin ve öğrencilerin egemen olacakları bir hukuk. Eski olanı tanıyarak yeni olan kurulamaz. Hukukun lehimize olan yasalarını kullanıyor, aleyhimize olanları reddediyoruz.
Cezaevinde korkacak bir şey olmadığını da öğrettiğiniz için teşekkür ederiz. En başta dedim ya bir şey sanıyorlar, bir şey değil. Evet, gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz. Korkmayanlar savaşsın, korkanlar bir daha ne kendisi ne başkası korksun diye savaşsın.
Ama korkacak bir şey yok, hapse giren kilo alarak çıkıyor, orası evlerimizden daha sıcak. Birçok sorun var, evet, ama dışarıda yok mu? Kızılay Sincan’dan, Taksim Silivri’den daha mı özgür?