Perşembe, Şubat 6, 2025

Trump nasıl yeniden seçildi? – Phil Neel

Kendisiyle yaptığımız söyleşileri 2021’de Küresel hinterlandın hayaletleri, 2023’te ise iki bölüm halinde, Güneydoğu Asya’dan Afrika’ya küresel fabrikanın peşinde ve Küresel fabrika, küresel isyan başlıkları altında yayımladığımız ABD’li komünist coğrafyacı Phil Neel’in geçtiğimiz aylarda İtalyan politik internet portalı infoaut.org’la yaptığı, üç bölümden oluşan söyleşinin güncel küresel bağlam ve emperyal güç i̇li̇şki̇leri̇ üzerine olan kısmını Kaos imparatorluğu ve çürüyen hegemonya başlığıyla ve sınıf mücadelesinin, örgütlenmenin ve öncü eylemin bugün ihtiyacımız olan biçimleri üzerine olan ikinci kısmını Fikirler zihne kulaklardan değil, açık yaralardan girer başlığıyla yayımlamıştık. Bu üçüncü ve son bölümde ise Neel ABD siyaseti ve Trump’ın yeniden seçilmesi süreci üzerine değerlendirmelerini aktarıyor. İyi okumalar.


Trump’ın koalisyonu bu dört yıl içinde nasıl değişti? 

Burada kısmen birbirinden farklı iki soru var. İlki Trump koalisyonuyla, yani Trump’ın başkan adaylığını destekleyen elit güçlerle ilgili. İkincisi ise ona oy veren insanlarla ilgili, ki bu çok daha geniş bir grup. İlk soruya dönecek olursak, elit güçler tarafından Trump’a verilen desteğin zemini pek de değişmiş değil. Mike Davis’in bu konuda 2020 seçimlerine dair harika bir analizi var ve bu analiz Trump hakkında yapılmış en önemli yorum olmaya devam ediyor. Davis, enerji çıkarları ve savunma müteahhitleri gibi Cumhuriyetçilerin olağan kurumsal destekçilerine ek olarak, Trump koalisyonunun gerçek temelinin “büyük ölçüde geleneksel ekonomik güç alanlarının çevresinde kalan” ve Grand Rapids, Wichita, Little Rock ve Tulsa gibi servetleri gayrimenkul, özel sermaye, kumarhaneler ve özel ordulardan zincir tefeciliğe kadar çeşitli hizmetlerden gelen, hinterland bölgelerinde yoğunlaşan “lümpen” burjuva çıkar grupları arasında bulunabileceğini savunuyor. Başka bir deyişle, bunlar genellikle kent merkezleri dışında kalan ya da çoğunlukla kırsal bölgelerde “kente” en yakın biçim olarak ortaya çıkan “istatistiki olarak mikropol alanlardan” yönetilen küçük çaplı nüfuz bölgeleri.1

Bu konuda özellikle faydalı bir örnek, doğrudan tüketicilere (çoğunlukla ikinci el) araçlar satan otomobil satıcılarının rolü. Bunlar, insanların genellikle “işçi sınıfı” girişimleri olarak gördükleri, inşaat müteahhitleri tarafından işletilen küçük işletmelere benzer türden işlerdir. Hiçbir şey üretmezler ve esasen sadece ticari aracılardır. Ne var ki, hem oto galericiler hem de inşaat müteahhitleri ABD’de en çok kazanan yüzde 0,1’lik kesimin en yaygın meslekleri arasında yer alıyor ve yılda 1,58 milyon dolardan fazla gelir elde ediyorlar. Otomobil bayilerine gelince, bunların yüzde 20’sinden fazlası 1,5 milyon dolardan fazla kazanan bireylere ait.2 Bunlar kesinlikle büyük kapitalist çıkar grupları değil ve aslında çoğu zaman “büyük iş dünyası” ile çatışan çıkarlara sahipler. Ancak bununla birlikte bunların iş insanları olduğu ve bu nedenle burjuvazinin bir kesimini oluşturdukları konusunda hiçbir belirsizlik yok. Ne var ki, işçi sınıfıyla hiçbir gerçek bağları olmamasına rağmen “lümpen” karakterleri yine de sınıfı kültürel göstergeler ve teknik referanslar üzerinden okuma eğiliminde olan naif kentli liberallerin kafasını karıştırıyor. Yani bu iş adamları belki de lise mezunu oldukları ve Carhart marka ceket giydikleri için (tabii ki her zaman fazlaca temiz olan) “beyaz işçi sınıfı” gibi görünüyorlar. Bu nedenle Hinterland kitabımda bu lümpen burjuva çıkar gruplarını “Carhart Hanedanı” olarak adlandırdım.

Peki, son birkaç yılda bu koalisyonda önemli bir değişiklik oldu mu? Kökten bir değişiklik yok. Ancak, bu zeminin kanıtlanmış gücü, klasik bir faşist siyasi programın ilk aşamalarına kesinlikle benzeyen şeyleri savunan sanayici ve siyasi stratejisti gitgide daha çok çekmeye başladı: böylece Musk, Thiel ve (TikTok’un önde gelen yatırımcısı ve İsrail’deki aşırı sağcı düşünce kuruluşlarının finansörü) liberter milyarder Jeff Yass gibi figürler, Timothy Mellon ve Miriam Adelson gibi yerleşik destekçilere katıldı. Bu durum, 2021’de Heritage Vakfı’nın başkanlığına daha geleneksel muhafazakar Kay Cole James’in yerine geçen, tuhaf Falanjistlere benzer bir Katolik olan Kevin Roberts’ın kaleme aldığı Proje 2025 skandalında da görüldü. Ancak Trump’ın kendisi bu konuda biraz ikircikli ve demokrasiyi geçersiz kılacağı yönündeki abartılı korkuların aksine, yerleşik egemen sınıf kurumlarının katılığı büyük olasılıkla Trump’ın ilk başkanlığında olduğu gibi ikinci döneminin de ABD yönetiminin normlarına doğru eğilim göstermesine neden olacak. Trump’ı “faşist” olarak tanımlayanlar bu terimi sadece sulandırıyor. O aslında muhafazakar ortalamaya dahil beyaz bir baby boomer.

Peki, seçmenlerinin sosyal yapısı için ne dersin?

Buna biraz ihtiyatla cevap vereceğim, çünkü tam olarak neyin nerede değiştiğini söylemek için biraz erken, hâlâ çok güvenilir verilere sahip değiliz ve sadece anket verileriyle hareket ediyoruz. Yine de, seçilebilir nüfusun yalnızca yaklaşık yüzde 64’ü oy kullandığını görüyoruz ki bu oran 2020’dekinden daha düşük, ancak yine de tarihsel olarak yüksek. Özellikle Trump halk oyu çoğunluğunu kazanarak on yıllardır bunu başaran ilk Cumhuriyetçi aday oldu. Ancak ilk etapta sadece yaklaşık 245 milyon kişinin seçme hakkına sahip olduğunu da unutmamak gerekir ki bu da 335 milyonluk ABD nüfusunun yaklaşık yüzde 70’ine tekabül etmektedir. Seçme hakkına sahip olmayanlar ya henüz reşit olmadığı için oy kullanamayanlar, ya oy kullanma hakkı elinden alınmış suçlular ya da ABD’de hiçbir zaman oy kullanma hakkına sahip olmamış göçmenlerden oluşuyor. Dolayısıyla, her ABD seçiminde olduğu gibi, karar aslında nüfusun yarısından daha azı tarafından verilmiştir. Araştırmalar da sürekli olarak oy kullanma hakkına sahip en yoksul seçmenlerin oy kullanma olasılığının en düşük olduğunu göstermiştir, bu nedenle veriler her zaman yukarı doğru bir sapma içerir. Örneğin, 2022 ara seçimlerinde oy kullanma hakkı olan ev sahiplerinin yaklaşık yüzde 58’i oy kullanırken, oy kullanma hakkı olan kiracıların sadece yüzde 37’si oy kullanmıştır. Aynı seçimde, yıllık 100.000 doların üzerinde geliri olan seçmenlerin yaklaşık yüzde 67’si oy kullanırken, yıllık 20.000 doların altında geliri olanlarda oy kullanma oranı sadece yüzde 33’tü.3 Bu nedenle, her seçimde olduğu gibi, insanlara her zaman oylama verilerini ham demografik verilerle karıştırmamalarını tavsiye ediyorum: örneğin Hispanik seçmenlerin yüzde n’si Trump için oy kullandıysa, bu Hispanik nüfusun yüzde n’sinin Trump’ı desteklediği anlamına gelmez. Eğer oy verme verilerinin bir şeyi gösterme eğilimi varsa o, daha varlıklı tabakalar arasındaki ideolojik kaymaları ve daha yoksul tabakalar arasında oy vermeme konusundaki değişen kalıpları gösterme eğilimidir.

Bununla birlikte iki büyük değişimin meydana geldiği görülüyor: (100 binden fazla kazanan) birçok varlıklı seçmen Demokratlara kaymış ve bu gelir seviyesinin altındaki Demokrat seçmen tabanındaki çöküş, daha düşük gelir dilimleri arasında Trump’a artan desteğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak bunlar aslında Trump’a doğru bir kayma değildir, çünkü bu durum özellikle Teksas ve Florida gibi eyaletlerde olmak üzere genel olarak Demokrat oyların kan kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, Demokrat bir şehir ile Cumhuriyetçi bir kırsalı karşı karşıya getiren “Trump Ülkesi” anlatısının aksine, Demokrat tabanın çöküşü, büyük şehirlerin merkezi de dahil olmak üzere tüm metropol alanlarında milyonlarca oy kaybetmelerine neden oldu. Bunların herhangi biri Trump’a verilen oylardaki bir “kazançtan” kaynaklanıyorsa da, kazanç marjinal görünmektedir. Trump’a doğru gerçek bir kayma nerede meydana gelmiş gibi görünüyor? Muhtemelen beyaz olmayan daha zengin seçmenler, özellikle de Hispanik seçmenler arasında. Bu kayma Demokrat tabanın çöküşünden kaynaklanan kaymayı aşmış görünüyor. Bu kısmen daha önceki seçimlerde görülen ve Teksas’taki Rio Grande Vadisi gibi sınır bölgelerinde yoğunlaşan eğilimlerin bir devamı niteliğinde. Ancak bu döngüde, Philadelphia gibi yerlerdeki çekirdek kentsel alanlara da yayıldı.4 Bu da şaşırtıcı değil. ABD’deki göçmen nüfus üzerine yapılan çalışmalarda on yıllardır böyle bir şey öngörülüyordu ve aşırı sağın son 30 yıldaki gelişimini takip eden herkes aynı eğilimi fark etmiştir. 

İtalya’da, çoğunlukla liberal eğilimli ana akım medya, Capitol Hill’deki olayları kolektif bir cinnet ya da darbe girişimi olarak değerlendirdi ve sonrasında haber kaynağından hızla sildi. Trump siyasi olarak bitmiş sayıldı. Peki, bu olaylar ABD’de, kurumsal siyaset ve medya dünyasının dışında ne anlama geliyordu? Sıradan insanlar arasındaki farklı tepkiler nelerdi?

Çok karışık bir olaydı, gerçek bir olaydan ziyade karnavalesk bir ayaklanma paodisiydi. Ama kim bilir. Gelecekte sağcı güçler daha fazla güç kazanırsa, belki de bu olay Beerhall Darbesi’ne benzer bir şey olarak görülecektir: trajediyi önceleyen bir fars, tersi değil. Bunun Trump’ın “işinin bittiğine” işaret ettiğini düşünenler siyasetin nasıl işlediğini anlamıyorlar. Devlet gücüne sahip olanların belirli bir samimiyet sergilemeleri gerektiğine dair liberal efsaneye inanıyorlar ki elbette bu hiçbir zaman doğru olmamıştır. Trump’a karşı açılan ceza davasına karşı tutumları da benzerdi; bir suçlunun asla Başkan seçilemeyeceğine inanıyorlardı. Nihayetinde liberallerin, sizi işçi sınıfından ayırabilecek tüm içi boş kültürel göstergeler olan kimlik, eğitim, temiz sicil gibi şeylere çok değer veren insanlar olduğunu unutmamalısınız. Onlara göre, Kongre Binası’nın basılması sadece politik bedene musallat olan ve makul bir toplumu yapılandırması gereken hiyerarşilerin çöküşüne işaret eden akıl almaz bir deliliği temsil edebilir. Ne var ki, faşizm mikrobu diyeceğimiz esas nüveyi, bu baskını yapanların Kongre koridorlarına bıraktığı kargacık burgacık karalamalarda değil, tam olarak bu bakış açısında bulabiliriz.

İtalya’da Trump’ın zaferini açıklamakta kullanılan anahtar kelime enflasyon. Yorum yapan kişinin siyasi yönelimine bağlı olarak üretilmiş bir algı ya da gerçek bir şey olarak tanımlanabiliyor. 2022 tarihli bir makalende enflasyonun çağdaş kapitalizmde daha derin bir şeylerin dışavurumundan başka bir şey olmadığını söylemiştin. İki yıl sonra hangi değerlendirmeleri eklersin?

Trump 2016’da deflasyonist koşullarda, faiz oranları şimdiye kadarki en düşük seviyedeyken ya da buna yakınken seçildi. Yani resmin tamamı bu olamaz. Enflasyonist dalga, geleneksel olarak “ekonomik kaygı” olarak tanımlanan durumda kesinlikle bir rol oynadı ve ekonominin durumuna ilişkin öfke seçimde merkezi bir faktördü. Ancak Trump enflasyonu düşürmek için herhangi bir program sunmadı. Aslında, önerdiği gümrük tarifeleri uygulanırsa, neredeyse kesin olarak yeni bir enflasyon sürecini başlatacaktır. Trump bu konuda ajitasyon yapmak yerine öfkeyi daha kolay hedeflere yönlendirdi. Aslında bana göre bu seçimle ilgili en dikkat çekici şey, her iki tarafın da esasen herhangi bir program ortaya koymamış olmasıydı. Trump sadece göçmenler hakkında saçmaladı, Çin’i işaret etti ve kültür savaşının tüm doğru düğmelerine bastı. Daha da önemlisi, altı haneli rakamların altında kazanan herkesin karşılaştığı ekonomik sorunlara karşı haklı öfkeyi körükledi. Bu arada, Biden ve Harris birbirlerinin sırtını sıvazlamaktan başka bir şey yapmadılar, mevcut politikalarının geniş çapta kabul gören başarı hikayeleri olduğuna içtenlikle inanıyor gibi göründüler ve böylece gerçeklikten tamamen kopuk olduklarını bir kez daha kanıtladılar.

Bir an için eczaneden bir şeyler almaya giden sıradan bir Amerikalı olduğunuzu düşünün. Çok da ayrıcalıklı bir yerde olmadığınızı mesela: ne büyük kıyı metropollerinde ne de muhafazakar “mikropolitan” kasabalarda. Belki de güney çölleri boyunca yayılan o büyük, basık şehirlerden birindesiniz. Diyelim ki Albuquerque’desiniz ve büyük ecza marketi Walgreens’e girdiğinizde ilk göreceğiniz şey, şehir merkezindeki işletmelerin kiraladığı özel güvenlik şirketi tarafından görevlendirilen haki yeşili askeri kıyafetler giymiş ağır silahlı korumalardan biri olacak. Gülümseyen paralı askerin yanından geçip, yetersiz sayıda personele sahip ecza bölümü önünde saatlerce beklemek zorunda olan, muhtemelen yüz kişilik kuyruğa giriyorsunuz. Kuyruk sonunda bu kişilere doktorları tarafından reçete edilen ilacın maliyetini sigorta şirketinin karşılamayacağı, çünkü sigorta şirketinin maliyetleri düşürmek için istediği ön izni alamadığı söyleniyor. Belki de bazılarının kuyrukta, binalarının kirayı üç katına çıkarmak isteyen Santa Fe’li bir emlakçıya satılacağından nasıl endişe ettiklerini ya da Mora’daki yıkıcı yangın nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldıklarını ve hâlâ afet yardımı ödemelerini alamadıklarını konuştuklarına kulak misafiri oluyorsunuz. Diğerleri ise Pueblos sınırına yakın, şehrin hemen batısındaki Amazon deposunda 10 saatlik vardiyalar sırasında oluşan yaralarını bilinçsizce ovuşturuyor, cepleri ibuprofen tipi ağrı kesicilerle dolu.

Koridorlarda ilerlerken her bir diş fırçasının ve diş macunu tüpünün kurşun geçirmez camın arkasında olduğunu fark edeceksiniz. Şeker, çamaşır deterjanı ve tabii ki bebek maması da öyle. Mağazanın farklı bölümlerinin kilidini açmak için bir o yana bir bu yana koşturan tek personel nefes nefese kalmış ve bayılmak üzere; terinden yükselen o hafif amonyak kokusu endokrin sebepli bir hastalığa işaret ediyor, yoksullara karşı özel bir ilgisi olan vebalar bunlar. Almak için geldiğiniz şey de diğer ürünler gibi stokta kalmamış, camın arkasında sanki soluduğunuz hava size pahalıya mal olacakmış gibi bir fiyat etiketi bulunan boş bölmelerden başka bir şey yok. Sebepsiz yere bir paket cips alıyorsunuz ve kasiyerin dönmesini bekliyorsunuz, anahtarlar zincir gibi şıngırdıyor. Vergiler eklendikten sonra, bir poşet cips size ulusal asgari ücret üzerinden neredeyse tam bir saatlik çalışmaya mal oluyor. Bunun üzerine şu iki kampanyayı gördüğünüzü hayal edin: Demokratlar “emekçiler” için “tarihi kazanımlar” sağlayan iyi yönetilmiş süreçler için kendilerini kutluyor ve Cumhuriyetçiler kıtanın altında yatan o derin, karanlık, kan kuyusuna ellerini daldırıp oradan damlayan nefretin bir avuç dolusunu yukarı çıkarmaktan başka bir şey yapmıyor.

Yani, evet, enflasyon burada bir rol oynuyor, ancak bu gerçekten de olup bitenlerin sadece küçük bir kısmı. Konut maliyetleri “deflasyonist” dönemde bile şişiyordu. Ve aslında, insanların günlük yaşamlarında yaptıkları sıradan alışverişlerde (benzin, gıda, barınma vb.) “hissedilen” enflasyon ile bir bütün olarak ekonomideki “sağlıklı” fiyat seviyesini ölçmeye çalışan “çekirdek” enflasyon arasında büyük bir farklılık var.5 Bahsettiğiniz makalede de açıkladığım üzere, enflasyonun kendisi de küresel üretimde meydana gelen daha büyük değişikliklerin bir yansıması.6 Bunlardan en önemlisi, benim küresel üretimin “bölgeselleşmesi” olarak adlandırdığım ve genellikle “küreselleşmenin gerilemesi” ile karıştırılan, ancak aslında çoğunlukla Çin ve ABD arasındaki ticaret büyümesi durgunlaşırken, “yakın kıyı” ortaklarıyla ticaret büyümesinin özellikle Avrasya’da hızla artması meselesidir. Sonuç, üretim ağlarının bölgeselleşmesi ve her bölgenin küresel üretim ağlarına yeni yollarla yeniden entegre olmasıdır. Örneğin, Çin’deki tedarik zincirleri gerçekten daha az önemli hale gelmedi -ABD’nin Çin’le resmi anlamda herhangi bir “ayrışması” söz konusu değil- ancak artık Güney ve Güneydoğu Asya, Meksika ve Doğu Avrupa’daki montaj hatlarına da yönlendiriliyor. Yoksul insanların ABD’de karşı karşıya kaldığı acıların da bu değişikliklerle bağlantılı olduğu açık. Hem Trump hem de Biden tarafından dayatılan artan gümrük vergileri, Çin’de yükselen ücretler ve pandemi sonrasında faiz oranlarının yükseltilmesiyle birleşince, Amerikalıların küreselleşme döneminde, durgun ücret artışının yalnızca ucuzlayan mallar ve serbestçe akan kredilerle telafi edilerek tolere edilebildiği on yıllar boyunca yararlandığı fiili sübvansiyonu daha da azaltmaya yaradı. Büyük Durgunluk bu sübvansiyonun erozyona uğramasının ilk aşamasına, salgın sonrası kriz ise ikinci aşamasına işaret ediyor.

Yani Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasası gibi şeylerde görülebilen “sanayi politikalarına” yönelmesinin etkisiz olduğunu ve Trump’ın ekonomik platformunun popüler olmasının bir nedeninin de bu olduğunu mu söylüyorsun? 

Pek sayılmaz. Biden döneminden kalma bu yeni sübvansiyonların nasıl bir etki yarattığı tartışılabilir ancak bazı sektörlerde oldukça etkili bir şekilde yeni yatırımlar yarattıkları ortada. Ama asıl mesele bu değil. Sorun, her iki partinin de aslında çok fazla istihdam yaratabilecek ya da reel ücretleri artırabilecek herhangi bir program ya da plan ortaya koymamış olması -pandemi sonrasındaki nominal ücret artışları tamamen enflasyon tarafından yutuldu. Trump, Foxconn ile yaptığı anlaşma ile Wisconsin’e on binlerce fabrika işi getirmeyi vaat etti ancak bu hiçbir şekilde mümkün olmadı çünkü bu iş kârlı değildi. Çoğu malın, özellikle de büyük miktarda vasıfsız işgücü gerektiren malların ABD’de üretilmesi hâlâ kârlı değil. Hele ki geçim ücretine yakın bir ücret sunmak istiyorsanız, bunu yapmak kesinlikle kârlı değil. Peki, Wisconsin’deki büyük Foxconn fabrikası vaadi gerçekte ne oldu? Microsoft sonunda araziyi satın aldı ve bir avuç insanın çalıştığı bir veri merkezine dönüştürdü. 

Bu da, Enflasyonu Düşürme Yasası gibi önlemlerle yeni yatırımları seçici bir şekilde teşvik etmede sınırlı “başarı” sağlayan Biden dönemi politikalarına geçişi işaret ediyor, çünkü bu politikalar yatırımın zaten daha olası olduğu düşük istihdamlı sektörleri hedef alıyordu. Dolayısıyla bu politikaların teşvik ettiği yeni yatırımların çoğu, batarya üretimi gibi istihdamın en düşük olduğu sektörlerde gerçekleşti. Elektrikli araç üretimi gibi diğer alanlarda, sübvansiyonlar büyük otomobil üreticilerinin kapasitelerini artırmalarına yardımcı olmuştur, ancak bu aynı zamanda üretimi istihdam açısından etkin bir şekilde küçültmektedir, çünkü elektrikli araçların üretilmesi için ortalama olarak daha az işçi gerekmektedir. Bu tesisler başlangıçta daha fazla işçi çalıştırıyor gibi görünse de, bu daha çok üretimin ilk aşamalarında yaygın olan daha yüksek işgücü kullanım oranları ve daha fazla dikey entegrasyonla ilgili, çünkü işi yapanların çoğu taşeronlar yerine doğrudan şirket tarafından istihdam ediliyor.7 Başka bir deyişle, sanayi politikasının yeniden canlanması, tam da daha derin istihdam sorununu göz ardı ettiği için yatırım sorununun belirli yönlerini çözebilmiştir.

Bu istihdam sorununu detaylandırabilir misin? Çalışmalarında tartışmaya açtığın “artık nüfus” sorunu gibi daha büyük meselelerle bağlantılı görünüyor. Bu yeni sanayi politikalarının fabrikasyon üretimi geri getirme şansı gerçekten yok mu? 

Meseleyi üç farklı boyuta ayırabiliriz. Birincisi, uzun süreli işsizlik, hapis, evsizlik, göçmen nüfusun muazzam bir bölümünü oluşturan çatışmalardan ve çevresel felaketlerden kaçan tüm insanlar gibi aşırı yoksunluk biçimlerinde görülebilen mutlak yoksunluktur. İnsanlar bugün oldukça iyi bilinen bir Marksist kavram olan “artık nüfus” hakkında düşündüklerinde, genellikle akıllarına gelenler bu uç örneklerdir. Bu tam olarak yanlış olmasa da gerçeğin tamamı değildir. Çünkü “artık nüfus” bundan çok çok daha geniştir ve bu örnekler çoğu yerde hâlâ normu temsil etmeyen istisnai vakalardır, bu türden mutlak eziyete maruz kalan insanların sayısı artıyor olsa bile. Trump ve Harris istihdam krizine yönelik herhangi bir politika önerdikleri noktada, büyük ölçüde cezalandırıcı çözümler sundular: toplu sınır dışılar, sınır kontrollerinin güçlendirilmesi ve daha da agresif suç karşıtı politikalar önerdiler. Örneğin “liberal” Kaliforniya’da bile bir dizi agresif “suçla mücadele” önleminin kabul edildiğini ve hapishane köleliğini yasaklayan bir teklifin reddedildiğini gördük.

İkinci olarak, yeterli gelir getirmeyen güvencesiz işlerde çalışan insanları ya da aktif olarak iş arayan işsiz insanları da içeren çeşitli türlerde “yarı istihdam” durumu var. Ancak bu ikinci grubun en önemli bölümleri arasında “işgücüne dahil olmayanlar” yer alıyor. Bu grup son yirmi yılda önemli ölçüde büyüyerek işgücüne katılım oranını yüzde altmışa kadar düşürdü.8 Peki çalışma çağındaki nüfusun bu yüzde kırklık kısmı nasıl hayatta kalıyor? Baby boomer’ların emekliliği bunun kısmi bir açıklaması ve 2020’lere gelindiğinde emekliler en büyük tekil payı oluşturmaya başlamıştı. Ancak istihdama katılım göstermeyenlerin yalnızca yarısını oluşturuyorlardı. Ve emeklilik, (25-54 yaş arası) “esas çalışma çağında” olanlar arasındaki istihdama katılmama oranındaki benzer artışı açıklayamaz. 2010’ların sonlarında, işgücüne dahil olmayan 25-54 yaş arasındaki kişilerin yarısından biraz azı, özellikle hasta veya yaşlı aile üyeleri için bir tür bakıcı konumundaydı. Bu sayı 2020’lerde önemli ölçüde artmıştır. Yaklaşık üçte biri, 1980’lerde ve 1990’larda ABD’de birincil devlet desteği aracı olarak sosyal yardımın yerini alan engellilik statüsündeydi.9 Bu arada, öğrencilerin toplam işgücüne katılmayan nüfus içindeki payı aslında azalıyor ve 2010’ların sonlarından beri esas çalışma çağındakiler arasında toplamın yalnızca yüzde sekizini oluşturmakta.10 Emeklilik fonları dışında, bu bireylerin geçimini sağladığı gelirin çoğu (engellilik durumunda olanlar için bile) sosyal hizmetlerden değil aileden elde edilmekte. Çalışma çağında olup istihdama “katılmayanların” bulunduğu haneler de gelir dağılımının en yoksul beşte birlik diliminde orantısız bir şekilde temsil ediliyor.11 

Üçüncü husus, düzgün iş eksikliği olarak düşünebileceğimiz farklı bir eksiklik türüdür. Elbette iyi iş diye bir şey yoktur, çünkü tüm ücret sistemi sizi şirketlerin keyfine göre yaşamaya zorlayan bir rehine durumundan ibarettir. Ancak “düzgün” işi, kira ve hatta ev kredisi ödemenize, çocuklarınızı ve hatta belki de eşinizi geçindirmenize, sağlık hizmetlerine erişmenize ve biraz birikim yapmanıza olanak tanıyan bir iş olarak düşünelim. Bazılarımız için çok vahşi olmasa dahi çoğumuzun yaşadığı gerçeklik de değil bu. Neden böyle? Çünkü nüfusun büyük bir kısmı ekonomik büyümenin gerçek motoru olan çekirdek, yüksek üretkenliğe sahip sektörlerden dışlanmış durumda. Bunun sonucu olarak, hizmet işlerinin hakim olduğu ve bu hizmetlerin yüksek ücretli işlerin küçük bir azınlığı ile düşük ücretli işlerin büyük bir çoğunluğu arasında bölündüğü, ikincisinin genellikle birincisine hizmet ettiği bir “ikili işgücü piyasası” ortaya çıktı. İkili işgücü piyasaları aynı zamanda göçmen akınlarıyla da ilişkili, çünkü bunlar gıda hizmeti, temizlik işleri, çocuk bakımı ve hatta inşaat gibi düşük üretkenliğe sahip sektörler ve ücret ödemeleri toplam maliyetlerin çok büyük bir bölümünü oluşturur ve bu nedenle kârlılık esasen düşük ücretler gerektiriyor.12 Kolayca başka bir yere taşınamayan imalat sanayileri arasında uzun çalışma saatleri, tehlikeli işler ve son derece düşük ücretler normdur, tıpkı işçilere asgari ücretin altında ödeme yapılması veya çocukların et paketleme tesislerinde çalışmaya zorlanmasıyla ilgili zaman zaman ortaya çıkan skandallarda olduğu gibi.

Elbette denizaşırı ülkelerden “iyi işleri geri getirmekten” bahsediliyor. Ancak bunun sınırlı bir etkisi oldu. Belki de bir başarı hikayesine en yakın şey, iyi işlerin değil, ABD’nin güneyinde, genellikle Doğu Asya firmalarından gelen doğrudan yabancı yatırımların yönlendirdiği ve daha sonra bileşen tedarikçilerinde taşeron istihdamı yaratan yeni, düşük ücretli imalat mesleklerinin büyümesidir. Ancak bunlar pek de “düzgün” işler değil. Aslında, birkaç yıl önce Güney’de yaşanan çocuk işçi skandallarının merkezinde bu tür firmalar vardı; Alabama’da Hyundai ve Kia fabrikalarına tedarik sağlayan otomobil parçası fabrikalarında çocuklar haftada 60 saate kadar çalışıyordu.13 Genel olarak, yaşanan gerçeklik aynıydı: düşük istihdamlı ancak yüksek ücretli sektörlerde büyüme ve bu küçük bir avuç daha iyi ücretli işçinin daha sonra bu geliri yerel topluluklarda harcayacağı varsayımı. Örneğin, Washington eyaletinin küçük bir kasabası olan Moses Lake’de açılmakta olan federal sübvansiyonlu iki büyük akü fabrikasından birinde çalışan mühendisler paralarını yerel marketlerde harcayacak, yerel gayrimenkul satın alacak, çocukları için yerel dadı tutacak, yerel vergi matrahına ödeme yapacak vs. ve böylece toplam harcamaları yoluyla daha düşük ücretli birkaç hizmet işi ortaya çıkaracaktır. Ekonomik coğrafyada buna “dolaylı istihdam” diyoruz ve bu çarpan etkisi, yerel yönetimlerin herhangi bir yatırımın potansiyel “değerini” nasıl hesapladığının son derece önemli bir parçası. Ancak bunun herkes için düzgün işler sağlayabilecek türden bir istihdam tabanı olmadığı da açık, çünkü yüksek ücret, düşük ücret eşitsizliği temel dinamiğin içine işlemiş durumda: bir mühendisin geliri, yan hizmetler için o kadar çok sayıda “geçim ücreti” ödemesine bölünemez. 

Peki, Ukrayna’daki savaş ve Gazze’deki soykırım bu seçimde ne kadar etkili oldu?

Gazze’deki soykırımın önemli olduğu kesin gibi, hatta muhtemelen belirleyiciydi. Harris’in bunu bir nebze olsun kabul etmesi ve bir ateşkes planının temel iskeletini ortaya koyması bile sadece gençlerin oylarını çekerek ona seçimi kazandırabilirdi. Seçim öncesinde yapılan anket verilerine ve seçim sonrasında gençlerle yapılan görüşmelere dayanarak, Gazze’nin çoğu seçmen için “ana mesele” olmamasına rağmen gençlerin Demokratlara olan desteğinin azalmasında büyük bir rol oynadığı açık. Aslında durum ilk bakışta oldukça gerçeküstü görünüyor. Bu, gözlerimizin önünde işlenen, vergilerimizle yürütülen ve titizlikle belgelenen dünya tarihine geçecek bir vahşet. Amerikalıların çoğunluğunun İsrail’in askeri harekatını onaylamadığı sürekli olarak işaret edildi, her ne kadar bu sayı başlangıçta 50/50’ye yakın olsa da. Gençler arasında onaylamayanlar ezici bir çoğunlukta. Gençlerin bu çoğunluğu, ABD’nin İsrail’e yaptırım uygulanması konusunda uluslararası toplumun çoğunluğuna katılması çağrısında bulunarak büyük protestolar düzenledi. Bu durum hakkında kesinlikle hiçbir belirsizlik yok. Oysa liberal konsensüs tam tersi yönde: soykırıma yönelik her türlü eleştiri “anti-semitizm” olarak görülüyor, İsrail tamamen haklı bulunuyor ve ABD’nin vergi paralarının sivillerin ve yardım görevlilerinin katledilmesinde kullanılmaya devam edilip edilmeyeceği konusunda hiçbir soru işareti bulunmuyor. Buna karşılık, Ukrayna savaşı seçimler için özellikle önemli değildi -muhtemelen Trump oyları onun maliyetliye ilgili endişeler nedeniyle hafif bir destek almıştır- fakat aynı korkutucu mantığın iş başında olduğunu görebilirsiniz. Bu bir sürpriz değil, ancak tüm “aklı başında liberal” tiplerin bir gecede kana susamış savaş şahinlerine dönüştüğünü görmek kesinlikle dehşet verici bir şey.

Çeviri: Emre Yeksan
Özgün Metin: “A fistful of dripping hate”


  1. Mike Davis, “Trench Warfare: Notes on the 2020 Election”, New Left Review, 126, Kasım/Aralık 2020 ↩︎
  2. Alexander Sammon, “Want to Star Into the Republican Soul in 2023?” Slate, 30 Mayıs 2023 ↩︎
  3. National Low Income Housing Coalition, “New Census Data Reveal Voter Turnout Disparities in 2022 Midterm Elections”, National Low Income Housing Coalition, 15 May 2023. ↩︎
  4. Eva Xiao, Clara Murray, Jonathan Vincent, John Burn-Murdoch ve Joel Suss, “Poorer voters flocked to Trump – and other data points from the election”, Financial Times, 09 November 2024. ↩︎
  5. Ölçme sorununa genel bir bakış için bkz: Adam Tooze, “Chartbook 327 From ‘anti-core’ to ‘felt inflation’: Or how I calmed my populist demons & resolved my cognitive dissonance on inflation, and how the Fed could do more to help”, Chartbook, 16 October 2024. ↩︎
  6. Daha fazla ayrıntı için makalenin tamamına bakınız: Neel, Phil A., “The Knife at Your Throat”, The Brooklyn Rail, October 2022. ↩︎
  7. Genel olarak, elektrikli araçlar daha az parça gerektiriyor ve daha basit güç aktarma organları tasarımlarına sahipler; bu nedenle, bugün ABD işgücünün neredeyse altıda birinin doğrudan veya dolaylı olarak otomobil endüstrisi tarafından istihdam edildiği savaş sonrası zirvesine kıyasla (mutlak anlamda, çıktı birimi başına ve kişi başına) çok daha az işçi istihdam eden, zaten oldukça rasyonelleşmiş bir endüstrinin daha da rasyonelleşmesini temsil ediyorlar. ↩︎
  8. Bağlam açısından, bu rakamın en son bu kadar düşük olduğu dönem, kadınların işgücüne kitlesel olarak yeni yeni katılmaya başladığı 1970’li yıllardı. ↩︎
  9. Engellilikteki artış hakkında bkz: Chan Joffe-Walt, “Unfit for Work: The startling rise of disability in America”, NPR, 22 March 2013. ↩︎
  10.  Kadınların işgücüne katılması, işgücüne katılım oranının 1970’lerde yükselmeye başlamasının başlıca nedeniydi, ancak mevcut eğilimi yönlendiren önemli bir “haneye dönüş” olmadı. İşgücüne katılmama için gösterilen temel nedenler cinsiyete göre farklılık göstermedi. Bununla birlikte, emekli olmayan kadın katılımcıların çoğu bir eş veya partnerle birlikte yaşamakta ve lise altı eğitimli kadınlar hala işgücü dışındaki en büyük çalışma yaşı grubunu oluşturmakta. Bu arada, işgücü dışındaki erkekler çoğunlukla bir ebeveynle birlikte yaşadıklarını bildirmiştir. ↩︎
  11. İşgücüne katılım oranına ilişkin veriler Bureau of Labor Statistics’ten alınmıştır. İşgücüne katılmayan nüfusun yapısına ilişkin veriler ise Hamilton Projesi tarafından 2017 yılında yayınlanan bir araştırma raporundan alınmıştır: Diane Whitmore Schanzenbach, Lauren Bauer, Ryan Nunn, Megan Mumford, “Who is out of the labor force?” The Hamilton Project, 17 August 2017. Katılımcı olmayan toplam nüfusun 55 yaş ve üzerindekiler de dahil olmak üzere dağılımına ilişkin daha güncel veriler burada özetlenmiştir: Victoria Gregory, Joel Steinberg, “Why are Worker’s Staying Out of the U.S. Labor Force?”, Federal Reserve Bank of St. Louis, 02 February 2022. ↩︎
  12. Bu fenomene ilişkin klasik bir çalışma: Michael J. Piore, Birds of Passage: Migrant Labor and Industrial Societies, Cambridge: Cambridge University Press, 1979. ↩︎
  13. Mica Rosenberg, Kristina Cooke ve Joshua Schneyer, “Child workers found throughout Hyundai-Kia supply chain in Alabama”, Reuters, 16 December 2022. ↩︎

Son Eklenenler