Pazartesi, Haziran 23, 2025

Sosyalist solda eğilimler ve bir araya geliş ihtiyaçları

19 Mart uzun bir süre bir milat olarak anılacaktır. Henüz içinden geçtiğimiz sürecin nasıl sonuçlanacağına veya tarihin hangi yönde akacağına bağlı olarak “yeni bir dönemin başlangıcı”, “kırılma anı” veya “yenilgiden önceki son hamle” olarak tanımlayanlar da olacaktır. Sonucundan bağımsız olarak bir süre daha söze başlarken veya değerlendirme yaparken “19 Mart’tan önce ve sonra” diye başlayacağımız kesin. Biz de bu yüzden 19 Mart’tan sonra sol adına da yeni bir dönemin açıldığını söyleyerek başlayalım. Buna ek olarak, kanımızca 1 Mayıs 2025 de soldaki önemli ayrım noktalarının açığa çıkması için bir “uğrak” olarak değerlendirilmeli. 

19 Mart’ın simge eylemi, İmamoğlu’nun diploma iptalini Beyazıt’ta protesto eden üniversite öğrencilerinin polis barikatını aşmasıydı. Sosyal medyada yayılan bu ana ait görüntüler geniş halk kesimlerinde bir moral üstünlük yarattı ve bir eşiğin aşılmasına vesile oldu. 19 Mart’tan sonra ayağa kalkan başta öğrenciler olmak üzere geniş halk kitlelerinin eylemleri ikinci günde bütün memlekete yayıldı, gündüz kampüslerde süren direniş akşam güvencesiz işlerde çalışan gençlerin de katılımıyla kent meydanlarına taşındı. Yetmişin üzerinde şehirde eylemler yapıldı. Gezi’den bu yana en kitlesel katılımlı eylemlere şahitlik ettik. Yurttaşlıktan kovulan, kazanılmış hak olarak ne varsa elinden alınan, güvencesizlik ve geleceksizliğin kuşatması altındaki milyonlarca insan seçme hakkına da yönelen son saldırıya karşı kitlesel biçimde sokağa çıktı. Devletin kolluk güçleriyle uzun süren çatışmalar yaşandı, iktidarın ev baskınları ve tutuklama dalgaları ise öncülüğünü üniversite gençliğinin yaptığı bu halk hareketini kırmaya yetmedi. Sonuçta ilk saldırı püskürtülmüş oldu. 

Ancak devrimci bir hareketin olmadığı koşullarda, halk hareketini yönlendiren büyük oranda CHP oldu. CHP ise bu hareketi ehlileştirmeye, kendi çizdiği sınırlar dahilinde kontrol altında tutmaya ve erken seçim hedefiyle iktidar değişikliğine yedeklemeye çalıştı. Üstelik CHP iç çekişmelerinin halk hareketi rutinleştiğinde, ki an itibariyle böyle bir durum vardır, mücadelenin akışına etki etmesi de beklenir.

Bu saldırının halk tarafından ilk anda püskürtülmesi, AKP içindeki çatlakların da daha görünür olmasını sağladı. Adliyedeki gelgitlerle de açığa çıkan bu çatlak sonucu İBB’ye kayyum kararı aldırılamadı. Hareketin ilk haftalarındaki boykot çağrısı yoğun karşılık bulunca AKP’li bakanlar boykotun etkisiz geçtiğini işe yaramadığını açıklama telaşına girişmişken Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli imzasıyla paylaşılan yazılar dikkat çekicidir. Bir yazısında “boykot bir hak, işgal suçtur” diyerek “içeriden” CHP’ye “boykot yapın ama sokaktan uzak durun” uyarısı yapıldı. CHP bu süreçte eylemler daha fazla yerele yayılıp mahallelerde halk kürsülerine dönüşmeye başlamışken haftalık miting formatına geçti. Muhtemelen 19 Mart’ta barikatı yıkan, yasak tanımayarak meydanları dolduran irade olmasa belki bir iki miting ve kayyum atanmış belediye binasında bir iki “gösteri” dışında bir şey yapamayacaktı. Ancak geleceksizlik ve güvencesizlik sarmalına karşı bir isyanı içeren bu halk hareketinin hem İmamoğlu’nu hem de CHP’yi aştığının devlet de farkında, bu yüzden zorla bastıramasa da çok yönlü müdahalelerle düzeniçileştirme, soğurma ve dizginleme gayreti içinde.

Devlet içindeki kimi kliklerin kafalarını kaldırdığı anlaşılıyor, soldan da kimi ekiplerle mesailerinin sıklaştığını düşündürecek gelişmeler oldu. Bu sırada yeni Vatan Partisi olma yolunda emin adımlarla ilerleyenlerin kitap reklamını yapmak da Soner Yalçın’a düşmüş. Bolca Cumhuriyet, Milli Mücadele, Mustafa Kemal güzellemesiyle yürüttükleri propagandayı sadece kitle hareketi içindeki Kemalist eğilimleri örgütleme çabası olarak görmek yanıltıcı olur. Bu çizgi zaten uzun bir süredir cumhuriyetçi orta gelir grubuna yönelik siyasi faaliyet yürütüyordu. Aynı ekibin Medusa’nın Salı belgeselinde ordu istihbarat gerilimini anlatının temeline koyması, bir devlet kliğini küresel sermaye çevrelerine uyumlu hareket ederken diğerinin sınıflar üstü ama yanlış yönlendirmelerden ötürü hatalı tutum almış göstermesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Herhalde kendilerinin paşalara Perinçek’ten daha doğru ve etkili akıl vereceği kanaatindeler, hayırlı olsun.

Solun ağırlıklı kesimi de hareketin genel taleplerine göre değil kendi dar grup çıkarlarına göre pozisyon aldı ve kitlelerin gerisine düşerek selden kütük kapma yarışına girişti. “Mitinge değil eyleme geldik” diyen gençlerin gerisinde kalarak isyanın dizginlerini CHP ile birlikte tutmaya çalıştılar. Nitekim öğrencilerin kitlesel eylemlerinin doruk noktası denebilecek Beşiktaş ve Maçka eylemlerinin ardından Cevahir AVM önündeki eylemde büyük oranda bu çizgiye mensup oluşmuş eylem komitesinin sorumsuzca tavrı ve eylemi bitirmesi sonucu öğrenci kitlelerinde örgütlü sola karşı büyük bir güven sorunu oluştu. Her fırsatta Beyazıt’taki aşılan barikata atıf yaparken “barikattan uzak durulması”, “polisle karşı karşıya gelinmemesi” ve “gözaltı verilmemesi” gibi hassasiyetlerle hareket edildi. Böylece ayağa kalkmış kitleler pasifize edilerek düzen muhalefetinin ajandasında soldaki boşluğu doldurma telaşıyla hareket edildi. Bu reformist-parlamentarist yapıların veya “Ekrem İmamoğlu sosyalizmi” ile radikal demokrasi heveslilerinin, emekçi sınıfları düzenin restorasyonuna ikna etmekten başka bir işlevi olmayacağını bir kez daha ifade edelim.

DEM Parti kontenjanından parlamentoya giren veya bir süredir bir sonraki seçimlerde aynı kontenjana dahil olma yönünde politik mesai yapan yapılar, “terörsüz Türkiye” süreci başlarken birbirlerine yakınlaşmış gözüküyor. Bu yapıların hem 1 Mayıs’ın Kadıköy’de kutlanması kararı alınırken, hem de 1 Mayıs sonrasındaki ortak eylem çağrılarında görüldüğü gibi aralarında bir koordinasyon olduğu açık. Bu, hayırlı bir gelişmedir. Bu reformist-parlamentarist çizgi bir önceki meclis sürecinde bir aktörün başarıyla yürüttüğü CHP’nin sol kanadında bir vekillik performansına ve bunun yaratacağı medya etkisinin sağlayacağı popülerliğe siyasi stratejisini kısa ve orta vadede bağlamış görünüyor. Siyasetin giderek gösteriye dönüştüğü ve gösterinin sosyal medyada aldığı etkileşime göre değerlendirildiği günümüzde bu gösteri siyaseti ilginç olabilir. Biz hep doğrudan eylemi ve Anadolu’daki küresel fabrikanın kalbinde konuşlanmayı savunduk. 19 Mart sonrasının halk isyanı da doğrudan eylem çizgisini pekiştirmiştir. Şimdiki ihtiyaç, bu çizgiyi kurumsallaştıracak örgütlülük formunun inşasıdır. Aynılar bu inşanın olanağını pratik içinde tartışmak gayesiyle reformist-parlamentarist yapıların buluşmasıyla da karşıtlık içinde aynı yerde buluşacaktır.

Bu yılki 1 Mayıs tartışmaları ve birleşik Taksim iradesi bu ayrımın kristalize olmasına ve saflaşmanın netleşmesine de vesile oldu. Aynı çizginin, dörtlünün Kadıköy kararı sonrası oluşan yoğun tepki nedeniyle 1 Mayıs’a nerede katılacaklarını son haftaya kadar açıklayamamaları da acınası bir durum. Alınan kararda en büyük etkinin bu sosyalist kurumlara ait olduğunu hem toplantıya katılanlardan hem de DİSK başkanının yaptığı yazılı açıklamadan öğrenmiş olduk. 

Erol Eğrek cinayetini protesto amacıyla Çalık Holding genel merkezinin önünde düzenlenen protestolar da bizim hiç öyle bir amacımız olmamasına rağmen aynı ayrımı yansıtmıştır. Yapacak bir şey yok, tarih belli bir yönde akmaktadır.

Günümüz mücadele sürecinde bir başka hatalı eğilim de her konuşmada ve her metinde sendikal bürokrasi eleştirisi yaparken sendikal bürokrasinin hakim olduğu alanlara ve çağrılara ellerinde tuzlukla koşanlar eliyle üretiliyor. Bu aymazlıkla hareket edenler 2 Mayıs’ta 1 Mayıs tutuklamalarını protesto için Çağlayan Adliyesi önünde yapılan eylemde sarı sendikacı Asalettin Aslanoğlu’na söz verecek kadar şaşırmış vaziyette. Sarı sendikacı takımı ve artık bir holding aparatına dönüşmüş sendikal yapılar hâlâ muteber bir yere sahipse, bunda en büyük sorumluluk bunun inşa edilmesine aracı olan ve bunlara alan açan sosyalistlerdedir. Aynı oportünist çizgi “genel grev, genel direniş” çağrısına koro halinde katılırken genel grevi neredeyse imkansız hale getiren sendikal yapıları sorgulamamakta, bu ilişkilerin yeniden üretilmesinde kolaylaştırıcı pozisyon almaktadır. Söylemde işçi sınıfının tarihsel kurtuluş mücadelesine dair en radikal cümleleri kurup, bugün bu “sendikacı” dünyası ile mesafelenemeyenler son tahlilde bu ilişkilerin yeniden üretilmesinin aracı olmaktadır. Yukarıda çizdiğimiz ayrımda, bizim saflarımızda bunlara yer olmayacaktır!

Bugün düzen güçleri arasında bir pata kalma durumu söz konusu. Uzun süredir siyasi rakibini ortadan kaldırmak için hazırladığı hamlesini öne çekerek yapan Erdoğan sokaktan beklemediği bir karşılık gördü, şimdilik yeni planını tasarlamak için tempo düşürdü. Yeni hamleler de yapacaktır zira altındaki zeminin sallandığının farkında. Yeni adliye operasyonlarının yanında siyasi cinayetler ve benzerlerini de görebiliriz, ülke tarihi bunun çokça örneğiyle doludur. Devrimciler düzen güçleri arasındaki çatışmalara seyirci kalkmamalı ayağa kalkan halk kitlelerinin kalıcı direniş mevzilerini inşa etmelidir. Bu mevzilerin kurucu faaliyeti olarak 19 Mart’ta ayağa kalkan, düzen güçlerinin tüm çabalarına rağmen sokakları terk etmeyen, liselilerin eylemleriyle tekrar kendini gösteren, 1 Mayıs’ta yönünü Taksim’e dönen isyanın talepleriyle emekçi halkın taleplerini ortaklaştıracak, isyanı yeniden körükleyecek eylemlere ihtiyacımız var. 

Bunu bütün sarı/bürokratik sendikal hegemonyaya rağmen yapabiliriz. Fabrikalarda, madenlerde, inşaatlarda, atölyelerde işçi hareketi tarihimizdeki çeşitli eylem biçimleriyle dahil olunabilecek, okullarda boykotlarla büyüyecek, kent meydanlarında halk kürsülerine dönüşecek eylemleri örgütleyebiliriz. İşçi ve emekçilerin önümüzdeki dönem gündemleri bunun için uygun bir hareket zemini sunuyor. Kamu çerçeve protokolü sonrası oluşacak eylemli atmosfer, temmuzda asgari ücrete ara zam talebi, çiftçilerin belirlenen ürün fiyatlarına karşı ve zirai don zararlarının karşılanması talepli eylemleri ve sonbaharda metal işçilerinin (MESS) toplu sözleşme dönemi bu yönde değerlendirilmelidir. 

Ancak bu hamleyi toplumsal muhalefetin artık kadavralaşmış geleneksel inisiyatif merkezleri yapamaz. Bunun için işçi sınıfının bağımsız, devrimci bir inisiyatif merkezine ihtiyaç vardır. Bunu kuracak irade 1 Mayıs 2025 Taksim Tertip Komites’ini kuran siyasi iradeyle açığa çıkmıştır. Bugün işçi sınıfının devrimci mücadele cephesi dünden daha mümkündür ve gereklidir. Bu cepheyi kuracağız.

Son Eklenenler