🔗 Grup Yorum albümlerinin tamamını bu linkten indirebilirsiniz.
Türkiye Cumhuriyeti devleti Grup Yorum karşısında kırk yıldır sürdürdüğü tutarlı saldırısında geçtiğimiz hafta yeni bir hamle daha yaptı, grubun albümlerini ve parçalarını internet platformlarından toplu olarak kaldırttı. Topluluğun yasaklar ve saldırılarla geçen tarihine aşina olanlar açısından tabii ki bunda şaşılacak bir taraf yok. Hatta esas şaşılacak olan şey bunun bugüne kadar yapılmamış olması olabilir. Devletin neden şimdi böyle bir hamleye ihtiyaç duyduğuna geçmeden önce bu beyhude yok etme çabasının dinamiklerine bir bakalım.
İlk olarak şunu not düşmek lazım, bu saldırının artık kültürel ürünlere ulaşmak için hemen hepimizin gündelik kullanımdaki tek aracı olan, kültürel dağıtım tekelleri de diyebileceğimiz internet platformlarının hayatımızdaki belirleyici yerini ortaya sermesi kapsamlı bir yazıyla başlı başına ele alınması gereken bir mesele. Buna ek olarak sermayenin endüstriyel, finansal ve kültürel alanlardaki etkinliğiyle devletin bu sermaye fraksiyonları arasındaki idari düzenleyici rolünü göstermesi açısından da önemli bir vaka bu. Son yıllarda kültürel alana müdahalelerini gittikçe artıran hükümetin yarattığı sansür tartışmaları açısından yeni bir sayfa daha açıldığı da iddia edilebilir.
Fakat şu da bir gerçek ki, bunu herhangi bir sansür vakası olarak okumak Grup Yorum’un tarihini de yadsımak olur. Kuruluşundan bu yana geçen kırk yılda defalarca yasaklanmış, albümleri toplatılmış, üyeleri cezaevine atılmış, terör davalarında yargılanmış bir devrimci kültür kolektifini diğer sansür tartışmalarından ayıran bir çizgi var elbette. Müzik eserlerine karşı bu tarz bir susturma girişimi, egemen grupların kültürel alanı düzenleyici bir zor aracı olarak kullandığı tarzda bir sansür pratiğinden ziyade devletin devrimci siyasetin yeniden yeşerme ihtimali karşısında güttüğü ezeli saldırı siyasetinde yeni bir perde olarak görülmeli. Çünkü Grup Yorum ürettiği müziğin sözleri ve içeriğiyle değil (ya da sadece onlarla değil) varoluş ve işleyiş biçimiyle mevcut düzen karşısında bir tehdit olarak durmaya devam ediyor.
Kişisel tarihimde Grup Yorum’la tanışmam 14 yaş civarına, 90’ların ortalarına denk geliyor. Politik kimliklenme sürecimin daha başında, devrimciliğe ilgi duyduğuğum ama ağırlıklı olarak popüler rock ve punk gruplarını takip ettiğim bir dönemde hem politik kavrayışımın gelişmesinde hem de müzikal zevk skalamda yeni bir sayfa açan karşılaşmalardan biri de Grup Yorum olmuştu. Yine o dönem dinlemeye başladığım Yeni Türkü ve Ezginin Günlüğü’nden farklı olarak Grup Yorum doğrudan toplumsal mücadelenin içinden gelen, örgütlü ve keskin bir politik kültür üretiminin de nadir örneklerinden biriydi.
Piyasalaşma ataklarının yasak ve baskılarla, kültürel özelleştirmelerin Kürt hareketine ve Türkiyeli devrimcilere karşı saldırılarla, gözaltında kayıplarla, asit kuyularıyla, Madımak gibi pogromlarla kol kola gittiği 90’lı yıllarda Grup Yorum dinlemek kendi başına tehlikeli bir iş yaptığımız hissini de uyandırıyordu. Bugünden geriye baktığımda ise Grup Yorum’un 30 yıldır benim için sadece müzikal bir alışkanlıktan ibaret olmadığını, mücadele içinde gelişen duygularıma, öfkeme, sevincime, politik arayışlarıma da eşlik eden, zaman zaman ters düşsem de beni bırakmayan bir yoldaş olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’de düzenle, devletle, sermayeyle derdi olan çok insan için de böyle olduğunu biliyorum.
Bunun da ötesinde, karşılaşmamızdan bugüne geçen süre boyunca topluluğun dayanıklı yapısına, devletin türlü saldırısına karşı nasıl ayakta kaldığına, nasıl kendini yenilediğine de şahit oldum. Şüphesiz ki Grup Yorum’un müziği egemenler için salt bir kültürel çıktı olmanın ötesinde de anlamlar ifade ediyor. Ürettikleri müziğin içeriği kadar sürekli devinen, yenilenen, kişilere bağlı kalmayan kolektif yapısıyla da topluluğun düzenin savunucuları karşısında inşa ettiği güçlü çizgi bu saldırıların aynı anda hem sonuçsuz kalmasına hem de kesintisiz biçimde devam etmesine vesile oldu.
Kendisini sürekli yeniden üreten, örgütlü bir kültür üreticisi olarak Grup Yorum’un yok edilemezliği devlet için başlı başına bir sorun. Son yayından kaldırtma girişimiyle de kısamadıkları bu sesin insanlara ulaşmasının önünü kesmeye çalışıyorlar. Ama halihazırda kapitalizmin işleyişine içkin bir pratik olan sansüre karşı duruş sergilemek bu olay açısından tali bir mesele. Daha önce de belirttiğim gibi sansür karşıtlığı (genel geçer şiddet karşıtlığına benzer şekilde) liberal bir etik etrafında kuruluyor ve sansürle sonuçlanan meselelerin yapısal nedenlerini görünmezleştiriyor.1 Tam da bu yüzden sansürün arkasındaki mekanizmalara bakmak, devletin dönemsel idari müdahaleleriyle düzeni toptan savunmaya dönük müdahaleleri arasındaki ayrımı açmak gerekiyor. Çünkü devletin Grup Yorum karşısında 40 yıldır sürdürdüğü kesintisiz saldırının bu yeni hamlesi liberal bir ifade özgürlüğü tartışmasını aşacak nitelikte devrimci politik mücadelenin bugün taşıdığı imkanlarla ilişkili.
Topluluğun albümleri bütün platformlardan aynı anda kaldırıldığına göre anlaşılıyor ki bir süredir bu işin bürokrasisi geri planda işletiliyordu. Bu hazırlıklı saldırının arkasındaki muhtemel nedenler geçtiğimiz aylarda beni şaşkınlığa sürükleyen bir durumun devletin de gözünden kaçmadığının kanıtı gibi. Grup Yorum solun, sosyalistlerin, devrimcilerin dağarcığında özel bir yere sahip olsa da görece sınırlı bir dinleyici kitlesine sahipti. Fakat 19 Mart isyanıyla birlikte bu alanın bir anda genişlemesine şahit olduk.
Kendi sınırlı deneyimimden hareketle ifade edersem bu tarz bir müziğe, sözlere hiç ilgi göstermeyecek insanların, özellikle de yakın çevremdeki gençlerin Grup Yorum şarkıları paylaştığına, bu müzikleri sosyal medya hikayelerine fon yaptığında çok defa şahit oldum. “Silahımız söyleyecek son sözü” gibi oldukça sert, toplumun büyük kesimleri açısından temkinle karşılanacak sözlere sahip Haklıyız Kazanacağız şarkısının dahi eylemlerde, meydanlarda, grev ve direniş alanlarında hep bir ağızdan coşkuyla söylendiğini gördüm. Grup Yorum halkın içinde kabaran öfkeye yolunu bulmasında yardım ediyor, yüzyılları aşan bir isyan geleneğinin hafızasını hayatı için kavgaya soyunan gençliğe taşıyor, başka bir dünya yaratmaya doğru gelişen devrimci arzuya akacağı yatağın nerede olduğunu hatırlatıyordu. Böyle şeyler devletin gözünden tabii ki kaçmaz. Müesses nizam Grup Yorum’un sesini kısamayacağını, onun şarkılarını insanlardan kaçıramayacağını bilse de bu hamleyi yapmak zorundaydı.
Kültür ürünleri konusunda daha önceki yazılarda da dile getirdiğim ve tekrarlamayı gerekli gördüğüm bir nokta var. Filmlerin, kitapların, şarkıların politik gücü söylemin yeniden üretimiyle sınırlıdır. Bunlar dilsel alan içinde kalan, özellikle de estetik bir deneyim oluşturmaya dönük üretimlerdir. İnşa ettikleri evrenler, yarattıkları duygu haritaları bu eserleri alımlayanların dünya deneyiminden beslenir ve orada birbirinden oldukça farklı biçimlerde karşılık bulur. Bu yüzden hem zevkler ve renkler tartışılmaz, hem de sanatın tetiklediği estetik deneyim, eserin arkasındaki (bireysel ve kolektif) aklın politik amaçlarıyla birebir örtüşme içinde olmaz.
Fakat belli anlarda eserler bir kısa devre yaratmayı başarır. Başka zamanların direniş ve mücadele deneyimlerini tarihte sıkıştırıldıkları yerden alıp şimdiye ve buraya taşır. Nasıl ki metal işçilerinin 2015’te yarattığı büyük fırtına “Harranlılar” deyimini 1979 yapımı Kibar Feyzo’dan alıp o âna taşıdıysa2 19 Mart isyanı da Grup Yorum’un şarkılarında biriktirdiği direniş ve mücadele hafızasını bugünün bağlamında yeniden harekete geçirmiştir. Kültür ürünlerinin politik olarak görüp görebileceği tek işlev de zaten budur, süregiden bir isyan dalgasına geçmiş isyancıların ruhunu üfleyebilmek. Grup Yorum bunu yapmıştır. Bu az şey değildir.
Kişilere bağlı olmayan, başka bir dünyanın imkanına dair fikrin, kavganın ve mücadelenin kolektif ve devingen taşıyıcısı olan Grup Yorum her şeyden önce bir tavırdır, duruştur, yoldur, yöntemdir. Bu yüzden egemenlerin saldırılarıyla yok olmaz. Sesi de kısılamaz. Sızacağı çatlağı, akacağı yatağı bulur. Çünkü bu kavga bitmez ve öfkemiz biriktikçe dağların göğsünü yarar, sıyrılıp gelir bir isyan.
- Sansür konusunu sinema bağlamında daha detaylı işleyen bir değerlendirme için bkz: Festivaller ne işe yarar? ↩︎
- Metal Fırtına işçilerinin “Harranlılar” ismini kullanmalarına ilişkin yazdığım değerlendirme için bkz: “Harranlılar”: İşçi Sınıfı ve Popüler Sinema ↩︎