Popüler siyaset bilimi yeni kavram icat etmeyi pek sever. ABD merkezli olarak “lawfare” terimi Biden’ın oğlu ve Trump’a dair dava açmanın iyice olağan hale geldiği son yıllarda, bu bağlamda ortaya çıktı. “Law” yani hukuk, “warfare” yani savaş durumu sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuş uydurma bir terim, ama dedim ya, bugünlerde popüler. Adliye mekanizmasının siyasi rakiplere, muhaliflere karşı bir sopa olarak kullanılması tabii ki yeni bir uygulama değil. Günümüzde bir ayrıcalık gibi görülen milletvekili dokunulmazlığı on dokuzuncu asırda mutlak monarşiler demokratikleşirken oluşan parlamentolardaki muhalif vekilleri saraylıların hışmından korumak için düşünülmüş bir mekanizmaydı. Zira o dönemde vekillerin sözleri saraylılara dokunduğunda, günümüz gençliği anlasın diye biraz renkli Türkçe ifade edersek, adliye mekanizması devreye giriyor, krala hakaret, monarşi değerlerini aşağılama gibi suçlamalarla vekillerin tutuklanması, mal varlıklarına el konması söz konusu oluyordu. Milletvekili dokunulmazlığı dönemin parlamentolarını danışma meclisi olmaktan gerçek yasama organlarına çeviren uygulamalardan biriydi.
Günümüzde de durum değişmemiştir, sevgili dostum Kıvanç Eliaçık da geçenlerde hatırlatmış. Lula’ya yapılan adliye operasyonu kitabi bir lawfare uygulamasıydı. Hatırlatmak gerekirse, Brezilya’da savcılık başta Petrobras olmak üzere dev Brezilya kamu tekellerinin büyük ihaleler verdiği taşeron firmalardan (özellikler inşaat şirketleri) rüşvet aldığı ve bu paranın iktidardaki siyasi partilere finansman amacıyla aktarıldığı iddiasını araştırıyordu. Tabii iddia diyoruz ama memleket insanına siyasetin bu yolla finanse edildiğini zaten söylemeye gerek yok, fakat iktidardaki İşçi Partisi (PT) ve meclisle senatoda onu destekleyen partilerin araştırılması bizim insanımıza ilginç gelebilir. Zira bizde sadece muhalefetin yolsuzluğu soruşturulur, iktidarın ya da ona yakın olanların yolsuzluğunu soruşturmak darbe girişimidir. Cumhuriyet savcılarımız bu durumun idrakindedir. Lava Jato (Oto Yıkama) diye bilinen soruşturmayı yürüten savcı ekibi ise siyaseten motive ve PT’yi etkisizleştirmeye kararlı bir gruptu. PT, Türkiye’dekinin aksine iktidarda geçirdiği uzun dönemi devlet bürokrasisinde partizan bir kadro yetiştirmeyi değerlendirmediği için askeriye, emniyet ve adliyede üst düzey görevlerde küçümsenmeyecek sayıda Brezilya siyasetine yeni binyılda damga vuran bu partiden kurtulmak isteyen görevliler var. Bunlar açığı bulunca harekete geçmiştir.
Lava Jato savcıları partiye lideri Lula’ya değmeden istedikleri darbeyi vuramayacaklarını bildiklerinden, Lula’nın iki dönem cumhurbaşkanlığından sonra emekliliğinde satın aldığı tripleks apartman dairesinin bu rüşvet paralarıyla alındığına dair de bir iddia ürettiler. Bunun üzerinden soruşturmaya kattıkları Lula’nın cumhurbaşkanlığı seçiminde emeklilikten dönüp Bolsanaro’nun karşısında aday olmasını engellediler. Kamuoyu araştırmalarına göre emekli bir asker, uzun süredir de milletvekili olan, ciddi bir siyasi örgütlülüğü olmayan ama 2008 sonrasının krizli ortamında yoksullaşan orta gelir gruplarının tepkisel desteğini alan faşist Bolsanaro’yu yenebilecek tek aday Lula ortadan kalkınca Bolsanaro başkanlığa seçilebildi. Tabii böyle bir yolsuzluk operasyonunu yürüten savcılar ve davanın yargıcı Sergio Moro ulusal kahramanlara dönüştü. Moro’nun Anayasa Mahkemesi’ne atanacağı ve bir vadede Anayasa Mahkemesi başkanı olacağı konuşuluyordu. Fakat operasyonun diğer kısımlarını aksine daha zayıf delillerle Lula’ya uzanması yolsuzluk soruşturmasını gölgelediği gibi bu savcıları ve yargıcı politik figürler gibi gösterdi. Moro ancak Bolsanaro’nun Adalet Bakanı olabildi.
İşler burada ilginçleşiyor. Zira savcıların yargıçla yazıştığı, ki bu Brezilya kanunlarına göre yasak, bir Telegram grubunun içeriği basına sızdı. Yazışmalar önce PT’nin müttefiklerinden Brezilya Komünist Partisi’ne (eski Maocu) ulaştı. Onlar da Brezilya’da yaşayan, Edward Snowden’ın elde ettiği Amerikan istihbaratının yurttaşları kanunsuz bir biçimde dinlediğini ispatlayan belgeleri yayımlayan ünlü gazeteci Glenn Greenwald’a ulaştırdılar. Bu yazışmalar savcıların siyasi motivasyonunu, Lula’nın soruşturmaya siyasi saikle bağlandığını ve bütün bu sürecin aynı zamanda yargılamada kanuni hükmü veren Moro tarafından yönetildiğini açıkça ortaya koyuyordu. Yazışmalar en az bir Anayasa Mahkemesi üyesinin de işin içinde olduğunu gösteriyordu. Brezilya derin devleti Lula’yı adliye sopasıyla elemişti.
Bu da yerli okuyucuya ilginç gelmeli zira Vaza Jato diye bilinen bu gazetecilik başarısı Bolsanaro iktidardayken onun Adalet Bakanı’na karşı gerçekleşti ama kimse Greenwald’ı darbecilik ya da casuslukla suçlamadı. Bu Brezilya vatandaşı olmayan gazetecinin tabii ilk anda eline nasıl geçtiğini kesinlikle açıklamadığı ama sonuçta başkalarının kişisel konuşmaları olan verilere dayalı bu gazetecilik başarısı iktidardan çok tepki görse de sonuçta darbe değil bir gazetecilik faaliyeti olarak görüldü.
Sanırım bu örnek adliyeyi sopa olarak kullanmanın hem yaygınlığını gösteriyor hem de mevzunun bütün dünyada oluyor bizde de var basitliğiyle anlaşılamayacağını. Derin devlet mekanizmaları, saraylı iktidarlar, hatta eğer Romanya’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerini takip ediyorsanız liberal demokrasinin kalesi diye bilinen kurumlar bile adliye sopasıyla siyaseti paşa gönüllerine göre dizayn etmeye çalışıyor. Bazı örneklerde Brezilya gibi bir vade içinde işe yarasa da bunun panzehiri var. Lula örneği birlikte kullanılsa etkili olacak iki ilacın özgür olmaya cesaret eden basın kurumları ve örgütlü bir halk olduğunu gösteriyor. Popüler bir figür olmak da her zaman avantaj, mesela Romanya’da safdışı bırakılmaya çalışılan Calin Georgescu Lula ile karşılaştırılabilir bir popülaritesi olmadığı için dezavantajlı durumda.
Aslında adliye sopası sadece meşhur siyasetçilere karşı kullanılmıyor. Pek çok mücadeleci muhalif insan uydurma deliller, zorlama hukuki metinlerle bazen buna bile gerek görülmeden yatarı olmayan suçlardan hapse atılarak siyaset dizayn edilmeye, sokaklar pasifize edilmeye çalışılıyor. Özgür olmaya cesaret eden habercilik ve örgütlü bir halk en çok böyle durumlarda yaşamsal bir gereklilik. Bunun olmadığı yerlerde adliye sopası, siyaseti halkın değil çıkar odaklarının belirlemesi için kullanılmaya devam edecektir. Bugünlerde tam da bunu yaşıyoruz, adliye sopası hem yüksek siyaseti dizayn etmek hem de sokakları pasifize etmek için fütursuzca, yarın yokmuş gibi kullanılıyor. Oysa yarın var, hesap günü gelecek.