Cuma, Mayıs 23, 2025

Sırrı Süreyya Önder’e “Somaca” bir veda

13 Mayıs 2014’te Soma Katliamı’ndan sonra Sırrı Süreyya Önder sessiz kalmakla suçlanmıştı. Dahası vekil heyeti ve eşbaşkanları düzeyinde Soma’ya gitmiş olan HDP de “Soma için verdikleri gensoru önergelerini geri çektiler, çünkü AKP’yi rahatsız etmek istemiyorlar ve işçi haklarını savunmuyorlar!” türünden hezeyanlarla tümden hedefe koyulmuştu. Muhtemelen Gezi Ayaklanması’ndan sonra hızla artan teveccühe karşı geliştirilmiş zavallıca hamlelerdi bunlar. HDP, gereken açıklamayı yaptı sonradan ve biliniyor ki böyle safsatalar, oluşan sempatiye tırnak ucu kadar leke sürmedi. Sırrı Süreyya Önder ise Soma Katliamı ile ilgili öyle berrak bir açıklama yaptı ki insanın neredeyse iyi ki o dönem hedefe konmuş da tarihe bu notu ilk ağızdan düşme fırsatı bulmuş diyeceği geliyor.

“Soma’daki cinayette ilk mermi, Soma’nın esas gelir kaynağı olan tarımın öldürülmesiyle sıkılmıştır. Tütün, şeker pancarı, buğday ekimini emperyalist sistemin talimatıyla yasaklayanlar, rızkını toprağın üstünde arayan bölge halkını diri diri mezara inmek zorunda bırakmıştır. İş cinayetlerinin ikinci mermisi taşeronlaştırılma, güvencesiz çalıştırılmayla ve bunun meclisten kaçırılırcasına geçirilmesiyle sıkıldı. Bu yasalar yeni cinayetlerin önünü açtı. Herkese yanlış bir şekilde empoze edilen bu algı operasyonuna HDP ve BDP verdiği soru önergeleriyle karşı çıktı. Üçüncü kurşun kamu kaynaklarının özelleştirme adı altında neoliberal sistem tarafından talan edilmesiyle sıkılmıştır. Dördüncü kurşunu da sendika yönetimine işverenin zorla üye yerleştirmesine ses çıkarmayan sarı sendikacılık sıkmıştır. Bu halkın ve emekçinin üstüne bir şarjör mermi boşaltılmış. Patlayan trafo bunun son mermisidir. Bugüne kadar bununla ilgili hiçbir şey yapmayıp, hatta tam tersine bu talanlara sessiz kalanlar bu cinayetin de sorumlusudurlar. Taziye dilemekle de bundan kurtulamazlar.”

İşte size Soma tarihinin kısa bir özeti. Bugün hâlâ Soma’da (ve Bakırçay havzasının tümünde) aynı zincirlerden kurtulmak için görünenin katbekat üzerinde sert geçen mücadeleler içindeyiz, ne yalan söyleyeyim ve ne yazık ki Sırrı Süreyya Önder’in “müzakerenin ortasında” yakaladığı bu netliği, en mücadeleci olduğunu söyleyen dostlarımızda bazen göremiyoruz.

10 yıl sonra

Gelelim 2024’ün Soma’sına ve Sırrı Süreyya Önder’ine… Birçoğu Soma Katliamı’ndan sağ çıkmış, yüzlerce arkadaşını kaybetmiş madenciyle, havzadaki işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini de tartışmaya açan Fernas direnişini yürütüyoruz. Soma’dan Ankara’ya yürümüşüz, 301 için 301 kilometre yolu yalınayak gelmişiz. Defalarca barikatlarla durdurulmuş, tehdit edilmiş, onlarla yüzlerle gözaltına alınmış, saatlerce bekletilmişiz. Hatta 10 yıl sonra bir madenci tekrar tekmelenmiş hakkını arıyor diye ve binbir türlü eziyetle 50 günlük madenci direnişinin onurunu taşıyoruz. Bakanlıkla görüşmek için yola çıktığımız sırada önümüz kesilince taşın üstünde yatmaya, açlık grevine ve sessizliğe karar vermişiz, üç gün de öyle geçmiş. 

Gece 12’ye doğru, Sırrı Süreyya Önder Kurtuluş Parkı’na geldi. Bizim talep, hatta rica dediğimiz; kendisinin görev dediği bir konuşma sonucunda patron tarafıyla görüşmüş, görüşmenin sonuçlarını aktardı madenci meclisine. “Ben aracı, arabulucu, müzakereci değilim, işçinin tarafındayım. Sizin talebinizi, derdinizi, mücadelenizin yarattığı etkinin büyüklüğünü anlattım. Bu sorun çözülmezse açlık grevinin de etkisi eklenecektir, dedim. Aramızda şöyle şöyle konuşmalar geçti…” dedi, bütün açıklığıyla görüşmelerini ve kendi açlık grevi deneyimlerini de anlattı. Onunla tanışan herkesin neden “Sırrı Abi” diye bahsettiğinin kanıtı bir diyalog biçimi vardı. “Siz bunları tartışırken ben de dışarıda bir sigara içeyim, saatlerdir Meclis oturumunda oturuyorum.” 

Başaran Aksu’nun bir gün ayrıntıları anlatacağını söylemesine güvenerek kısa keseyim. Sadece kaç kişinin o sırada orada olduğunu hatırlamadığım için şu anekdotu ben aktarayım: Madenci arkadaşlardan biri “Yani sizce çözüm yoluna kesin girdik mi?” diye sordu. Herkesin gözünde kolayca canlanabilecek muzip tavrıyla “Valla ben çözüm süreçlerine güvenmemeyi çok bedeller ödeyerek öğrendim” dedi, “Son karar sizindir. Bu mesele buradan çözülmezse, ben de ertesi gün sizinle açlık grevine başlarım.” Aynı lafı, bundan sadece bir gece önce Kurtuluş Parkı’ndan gözaltına alındığımızda arayıp en üst düzey yetkililere de söylediğini, “madencileri bırakmazsanız, ben de yarın sabah Kurtuluş Parkı’nda oturmaya başlarım” dediğini sonradan öğrendik. 

Yüzyıllar önce

Soma’dan on beş dakika uzaklıkta Kırkağaç var, onun da ortasında bir şairin anıtı var. Şair Eşref, hem İstibdatçıları hem de İttihatçıları hicvederek yaşadı bu havzada. Biraz terbiye ederek mealen söylemek gerekirse “İstibdat zamanında söz söylemek yasaktı, hemen cezalandırılırdı. Şimdi hürriyet zamanındayız, önce söyletip sonra cezalandırıyorlar” diyor bir şiirinde. Sırrı Süreyya Önder, bu toprakların yüzyıllara dayanan bu geleneğini bile bile konuştu ne konuştuysa. Müdahale, mücadele ve müzakere dillerinin tümünde konuştu üstelik, dil bilmezler ona ne kadar şerh etse etki etmez. Bir sosyalistti, emekçisi olduğu siyasi hareket tarafından barış ve çözüm müzakereleri için görevlendirilmiş bir devrimciydi. Elbette dostumuzdu.

Son sözü yine bu topraklardan bir hikayeye, üstelik kendisi gibi bir Meclis konuşmacısına bırakayım. Tarihin ilk köle ayaklanmacısı olarak bilinen ve Soma’ya hemen kırk beş dakika uzaklıktaki Bergama’dan Aristonikos’u da etkilemiş birine… Milattan önce 133’te Roma Senatosu’nda konuşan Tiberius Gracchus şöyle sesleniyordu: “Generaller askerlerini daha iyi dövüşmeye çağırdıkları zaman, onların düşmana karşı evlerini, ocaklarını ve atalarının mezarlarını koruduklarını söylerken doğru konuşmuyorlar, yalan söylüyorlar. Çünkü onlara gerçekte, başkalarının zenginliklerini korumak için kanlarını dökmelerinin ve ölmelerinin istendiği söylenmiyor. Bu adamların hiçbirinin bir yuvası yoktur ve hiçbiri atasının mezarını bilmez. Onlara yeryüzünün hakimi oldukları söyleniyor. Oysa hiçbirinin bir avuç toprağı yoktur.” Sırrı Süreyya Önder’in bir meclis konuşması olduğunu söylesek, kim inanmaz?

Sırrı Süreyya Önder en çok Kürtçede yaşayacak. Anadili olmayan bir dilde böyle canlı kalacak olmak her faniye nasip olmayacak bir onur. Günlerdir Soma’da da Türk, Kürt, Çepni, Roman, Çerkes, Manav, Ordulu, Kütahyalı, Zonguldaklı, Çorumlu, Vanlı, Muşlu, Mardinli, Somalı, Kınıklı, Savaştepeli onlarca madenci Sırrı Süreyya Önder’in ölümüne nasıl üzüldüğünden bahsediyor. Öyleyse bizimki de ona bu topraklardan; yüzyıllar, yüz yıl, on yıl ve bir yıl önceden Somaca bir veda olsun. Hoşça kal Sırrı Başkan…

Son Eklenenler