Pazartesi, Haziran 23, 2025

Sermayenin şiddeti, direnişin gerçekliği

Türkiye’de son dönemde hakkını arayan işçilere karşı art arda yaşanan şiddet olaylarını, bir dizi münferit “asayiş” sorunu olarak değil, egemen sınıfın örgütlü ve sistematik saldırısı olarak ele almak gerekiyor. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki’nin direniş çadırındaki işçilere saldırması, içlerinden birini yumruklaması, sonrasında Muhammed Sadık Erdoğan isimli işçiyi makamına çağırıp orada dövmesi, Çalık Holding’e bağlı güvenlik görevlilerinin Erol Eğrek’i döverek katletmesi, İzmir Temel Conta grevinde patronun grev kırıcı işçilerinden birini direniştekilerin üzerine gönderip saldırtması ve Limak Holding’le ortak DMT Elektrik patronunun işçilerin üzerine araç sürmesi, hakkını arayan emekçileri silahla tehdit etmesi… Tüm bu olaylar Zonguldak’taki kaçak maden işletmesinde patronların kayıtdışı çalıştırdıkları Afganistanlı Vezir Nourtani’yi canlı canlı yakarak katlettiği korkunç cinayetle de birleşiyor. Emekçilere yönelik gitgide artan bu hesapsız şiddet vakaları bir toplumun sadece sosyal ve hukuki olarak yozlaşmasını değil, sermayenin sınıfa karşı ilan ettiği savaşın boyutlarını da gözler önüne seriyor.

Kapitalist düzen, kriz dönemlerinde baskı ve şiddeti artırarak ayakta kalmayı hedefler. Yoksulluk derinleştikçe, işçi sınıfı haklarını daha fazla talep eder hale gelir. Ancak egemen sınıfın bu taleplere cevabı, müzakere değil, cop, araç, kurşun ve linç oluyor. Bu saldırılar yalnızca fiziksel değil aynı zamanda ideolojiktir de. Sermaye, “yerini bilmeyen” işçiye haddini bildirmenin peşindedir. Belediye binasında yaşanan darp, sermayenin kamusal alandaki temsilcilerinin bile denetimsiz güç hırsını gösterirken, özel sektördeki saldırılar, sendikal örgütlenmenin sistematik olarak bastırılmaya çalışıldığına dair de bir kanıt niteliğinde.

Çalık Holding’in kanunsuzca gasp ettiği hakkını talep etmeye gelen Erol Eğrek’in güvenliklerce öldürülmesi, Türkiye’de işçi güvenliğini yalnızca “kask takmakla” sınırlı gören zihniyetin aslında işçiyi “harcanabilir” gördüğünün kanlı ispatıdır. Aynı şekilde Temel Conta’da işçilerin uğradığı saldırı, sendikalaşmanın değil, kölelik düzenine boyun eğmemenin cezalandırılmasıdır. Patron yanına çektiği grev kırıcı işçiyi direnişteki emekçilere saldırtarak düşmanlığı sınıf içinde yaymaya çalışmış, bu girişimi istediği sonucu vermeyince de işbirlikçi olarak kullandığı işçiyi işten atmıştır. Limak ve DMT Elektrik’teki araçla ezme girişimi ise sadece fiziki değil aynı zamanda sembolik bir şiddettir: Bu açıkça “Sizi yok sayıyoruz, sizi ezeriz” demektir.

Bu saldırılara karşı verilecek yanıt da bireysel değil kolektif olmalıdır. Patron şiddeti, polis koruması altında uygulanırken; medya susar, yargı görmez, sendika bürokrasisi çoğu zaman sessiz kalır. Ancak işçiler sessiz kalmadıklarında tarih değişir. Trendyol kuryelerinden Farplas işçilerine, İzmir’den Antep’e kadar örgütlenen her grev, her direniş bu çarkı durdurmaya adaydır.

Şimdi ihtiyacımız olan, bu saldırılara karşı tüm emek güçlerinin birleşik ve militan bir hatta buluşmasıdır. Sadece işçilere yumruk atan elleri değil, işçinin boğazına çöken bütün bu düzeni hedefe koymak gerekir. Mücadele yalnızca maaş pazarlığı değil yaşama hakkını savunma mücadelesidir artık.

Şiddet onların diliyse, direniş de bizim cevabımızdır.

Son Eklenenler