Bir haftayı geçen, ağırlıklı olarak üniversite öğrencilerinin öncülük ettiği isyan dalgasında, faşizan milliyetçi kanadın tarihsel devletçi konumlanışından ayrılan biçimde alanlara çıkan bir yüzü var bugün. Fakat düzen güçleri adına direniş ve isyan sürecini sabote etme görevini üstlendiği belli olan Zafer Partisi ve onunla ilişkili ırkçı kesimler sadece Türkiye’ye özgü bir fenomen değil. Daha önceki yıllarda örneklerini Ukrayna ya da ABD başta olmak üzere batı ülkelerinde de gördüğümüz sağın bu yıkıcı olma iddiasındaki kanadının, mevcut düzeni yeniden tahsis edici bir rolü nasıl üstlendiğine dair Phil Neel’in 2018’de yayımlanan Hinterland kitabından bir bölümü paylaşıyoruz. Yazı, benzerlikleri kadar farklarıyla da dikkat çekecek bu oluşumları ve bugünkü isyan dalgasında Zafer Partisi’nin yüklendiği kitleyi bölücü ve öfkeyi sönümlendirici rolü anlamak için de iyi bir çerçeve sunuyor.
Bugünkü siyasi eğilimleri, bir soyutlama biçiminde de olsa, partizanlığı nasıl anladıklarına ve kendilerini dünya genelinde yayılan direniş ve isyan silsilesine göre nasıl konumlandırdıklarına göre kabaca şematize edebiliriz. Öncelikle bu küresel mücadele döngüleri, Marx’ın “tarihsel parti” olarak adlandırdığı şeyin geri dönüşüdür.1 Bu kavram, esasen toplumsal çalkantıların bir dereceye kadar uluslararası sınırları aşacak şekilde genelleşmesinin, yeni mücadelelerin görünür olma hızının ve ulaşabildikleri yoğunluğun artmasına verilen isimdir. Tarihsel parti içindeki tüm mücadeleler, daha iyi bir ifade bulunamadığı için “talepsizlik” olarak adlandırılabilecek bir eğilime sahiptir. Bu, tek tek mücadelelerin belirli talepleri olmadığı anlamına gelmez, bilakis bu mücadeleler aslında birbiriyle de çelişebilen taleplerle dolup taşma eğilimindedirler, öyle ki onları birleştiren tek şey mevcut düzenin genelleştirilmiş bir reddidir: tüm politikacıların gitmesi gerektiği, niteliği ne olursa olsun bazı köklü değişikliklerin olması gerektiği, mevcut olana daha fazla katlanılamayacağı fikri. Bu aynı zamanda genelleştirilmiş bir isyan haline gelme eğiliminde oldukları anlamına da gelir, çünkü hiçbir basit reform paketi hayata geçirilemez ve bunu yapmaya yönelik (örneğin Syriza, Podemos gibi) tüm girişimler, seçim başarıları ne düzeyde olursa olsun başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Komünizmin hayaleti, bu talepsizlik, yani mevcut sistemin kötü yönetilmekten ziyade temelde imkansız olduğunun eylemde kabul edilmesi sayesinde yeniden diriliyor. Komünizmin “değişmez programı”2, insanların sermayenin maddi toplumu karşısında bir tür muğlak tanımlı komünalizmi alttan alta vurguladığı, şimdiki zamana karşı genelleştirilmiş eylemiyle ortaya çıkartılır. Fakat bu hayalet isyana ancak çeperlerinden musallat olur ve komünal olan kolayca cemaatçiliğe dönüşür.
Buna karşılık “formel parti”3, tarihsel partinin hareketi içinden örgütlenmenin ortaya çıkışına karşılık gelir. Buradaki örgütlenme, verili bir mücadelenin maddi sınırlarıyla yüzleşme ve bunların üstesinden gelme anlamındadır. Bu sürece dahil olanların kendilerini bir örgüt” içinde görüp görmemeleri önemsizdir. Gerçek şu ki, bu tür eylemler üyelik kimlik kartından ziyade bir mücadeleyi sürdürmeye dair verilen yemin yoluyla fiiliyata geçirilen ortak hareket tarafından birleştirilir. Bordiga, özel olarak proto-komünist partizanlardan bahsederken, biçimi ve varlığı tarihsel koşullara bağlı olduğu için bunu “geçici parti” olarak adlandırmıştı. Marx, dönemin basınının korku taciri söylemleriyle alay etmek için buna “Anarşi Partisi” adını verir. Tarihsel parti içeriğe atıfta bulunurken, formel parti tam olarak pragmatik biçime -bu durumda mücadeleye dair yemine ve iktidarın inşasına- atıfta bulunur, çünkü pratik olarak üstesinden gelinmesi gereken olumsal bir tarihsel koşullar bütünü içinde konumlanır.
Bordiga ve Marx, formel ve tarihsel partilerin birleşmesini Komünist Parti’nin ortaya çıkışı olarak görüyorlardı. Ancak formel ve tarihsel partiler arasında, bireylerin ya liberal statükoyu savunduğu ya da gerici bir alternatifin taraftarları olarak anti-komünist partizanlar rolünü oynayabildiği çeşitli birlik dışı biçimler de vardır. Marx, Anarşi Partisi’ne karşıt olarak, egemen çıkarlar ittifakını “Düzen Partisi” olarak tasvir etmişti,r çünkü siyasi ayaklanmalara ilişkin egemen anlayış bu tür olayları yalnızca kaotik sapmalar olarak gören bir anlayıştır. Bu bireyler için dünya yalnızca kara parçalarından, ekonomi ise insanlığın çıkarlarını sermayenin çıkarlarıyla birleştiren devasa bir makineden ibarettir. Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, bunlar seçimden sonraki sabah uyandıklarında sanki uyurken birileri ayak bileklerine ip bağlamış ve onları Amerika’nın sanayisizleşme sonucu çökmüş taşrasına sürüklemiş gibi şok içinde etraflarına bakan kentlilerdir. Böyle bir durumda yüz ifadeleri tamamen kül rengine dönmüş bir halde çılgınca telefonlarına tıklayarak kendilerini eve götürmesi için bir Uber çağırmaya çalışırlardı herhalde. Ama o Uber asla gelmez. Tüm samimiyetleriyle, Hillary’nin kazanamadığı bir dünyayı akılları almıyor. “İnsanlar nasıl bu kadar çıldırmış olabilir” diye soruyorlar kendi kendilerine, sonra da Facebook’ta sorumlu grupları, ırkçı taşralıları, üçüncü partilerin seçmenlerini, o sonsuz belalı anarşistleri ya da Amerikan siyasetindeki o büyük çoğunluk partisini, “Oy Vermedi” yazılı pusulanın inançsız fanatiklerini aramaya başladılar. Düzen Partisi, yalnızca isyanın ya da ayaklanmanın yatıştırılması arzusuyla tanımlanabilir. Reformların uygulanmasını istiyorlar. Adaletin yavaş çarklarının dönmesine izin vermemizi istiyorlar. Polislere gövde kamerası takılmasını istiyorlar. Toplum destekli polislik istiyorlar. Odada yeteri kadar siyahi yüz görmüyorlar. Herkesin masada olmasını istiyorlar.
Bu nedenle Düzen Partisi hem aşırı sola hem de aşırı sağa karşıdır. Onlar için sorun “aşırılıktır” ve bu sakin, tatsız statükonun sürdürülmesini isterler. Politikaları yoktur, sadece yönetimleri vardır. Aşırı sağcı popüler figür Jack Donovan’ın4 liberalizmi “kartalsız bir gökyüzü” olarak tasvir etmesi, onların bu düzleştirilmiş dünyası için yanlış bir benzetme değildir. O halde aşırı sağ, kendisini Düzen Partisi’ne karşıt olarak görüyor, hatta geniş anlamda kendisini Anarşi Partisi’nin bir parçası olarak da algılayabilir. Çünkü onlar da tarihsel partinin isyan rüzgarıyla yol alıyor, aynı ayaklanmaların parçası oluyor ve küresel elitler tarafından savunulan şiddetli, mekanik düzene karşı yıkımı arzuluyorlar. Ancak Donovan’ın bu tek sesliliğe karşı önerdiği çözüm, partizanlığın genelleştiği bir çağda aşırı sağ pozisyonun gerçek doğasına dair ipuçları veriyor. Donovan’ın tek sesliliğe bulduğu çare, organik bir hiyerarşiye sahip Nietzscheci kabilecilik, onun “dünyayı yeniden başlatmak” talebinde özetlenen bir tür ilkel yerliliğe geri dönüştür. Ama yeniden başlatmak istediği bu dünya tam olarak nedir?
Aşırı sağın formel partileri tarihsel partiyle kaynaşamazlar çünkü özünde onun açtığı potansiyelleri, hem ayaklanmanın anarşisine hem de statükonun yozlaşmış, sahte düzenine karşı olan bir tür sağlıklı, organik düzene geri dönebilecekleri kapılar olarak görürler. Onlara göre, gerçekten mülksüzleştirilenlerin ayaklanmaları da sistemin çöküşünün semptomlarıdır. Bu öfkeden beslenirken bile politikaları, tarihsel partinin sunduğu gerçek potansiyelleri görmezden gelme -komünizm hayaletini inkar etme ve partizanlarını ortadan kaldırma- girişimiyle tanımlanır. Onlar için bunlar yalnızca çöküşü hızlandıracak fırsatlar olduğu ölçüde fırsattır. Böylece siyaseti belirsizleştirirler; bu nedenle de “sağ ve solun ötesine” geçtiklerini iddia etmeleri doğaldır. Pratikleri, krize komünist bir yanıt potansiyelini gizleyen bir pratiktir; dolayısıyla ideolojileri de herhangi bir tutarlı siyasi programla değil, komplo ve şaşırtmacayla damgalanmıştır. Tarihsel partiyi olası bir geleceğin habercisi olarak görmezler, bunun yerine sermayenin dünyayı parçalayan ritüellerinin yarattığı çöküşün ortasında dünyaların geri dönüşünün habercisi olarak görürler. Siyasi olay silikleştirilir, çöküşün hızlandırılması devrimin, duvar örme hazırlığı da komünleşmenin yerini alır. Dolayısıyla aşırı sağ, ne Anarşi Partisi ne de Düzen Partisi’dir; o Anti-Parti’dir.
Anti-Parti’nin siyasi pratiği, gelecekte kurulacak sağlam ve dirlikli bir düzen adına erilleştirilmiş şiddet pratiğine odaklanmaktadır. Maddi anlamda aşırı sağ, küçük mülk sahiplerinin ya da serbest meslek sahibi ama yine de orta derecede varlıklı taşra işçilerinin çıkarları arasında kümelenme eğilimindedir. Ancak gerçek şu ki, bu olguların hiçbiri taşra insanının doğal olarak sağcı çözümlere yönelmesine neden olmamıştır ve taşra aşırı sağ için maddi olduğu kadar ideolojik de bir tabandır. Çoğu insanın oy kullanmadığı Amerikan taşrasının çamura bulanmış karavan parkları ve rüzgarla savrulan dağ mezralarında bile Trump’a büyük bir destek yoktu. Bunun yerine aşırı sağın maddi çekirdeği, metropol ve metropol dışı arasında bir arayüz görevi gören, daha zengin toprak sahiplerinin, iş sahiplerinin, polislerin, askerlerin ya da serbest çalışan müteahhitlerin komşu beyaz yoksulluk bölgelerinden adam toplamasına ve esasen kentsel endüstrideki kendi istihdamlarından gelen parayı hinterlanddaki siyasi projelere aktarmasına olanak tanıyan, çoğu vatanseverin ve üçüncü pozisyoncunun asıl evi olan, giderek beyazlaşan taşra ve merkez arasındaki alanlardır.
Şiddet burada merkezi bir rol oynamaktadır çünkü bu sağ yapıların birçoğu yakın hinterlanddaki fazla nüfusun bastırılmasında aktiftir. Bu hinterland hızla artan kiralar nedeniyle kent merkezinden ayrılmak zorunda kalanlarla birlikte göçmenlerin de kalabalık biçimde yerleştiği, son yıllarda giderek yoksullaşmış, çeşitli merkez varoşlarını da içeren kent-taşra arasındaki alanlardır. Bu gerici siyaset düpedüz statükonun mevcut polis, hapishane ve yoksulluk dünyasını sürdürmek için kullandığı düzenli şiddetin, kent merkezinin kendisini ve acı çektirilen yufka yürekli liberalleri de hedef alarak genişletilebileceği fikrine yaslanır. Bu gruplara göre dünya, çöküşü zorlayabilecek ve iddia ettikleri Hakiki Toplum’un yaklaşmasını hızlandırabilecek kurtarıcı şiddet eylemleri yoluyla barbarların eline geri verilebilir. İşte bu şekilde, başka yerlerde olduğu gibi ABD’de de aşırı sağ, özünde terörist bir güçtür ve gücünü kullanırken neredeyse her zaman masumları, zayıfları ve mülksüzleri hedef alacaktır. “Dünyayı başlatma” çağrısının ardında her şeyin çöküşünü öylece izleme, dünyayı ateşe vermeye ve herkesi de onunla birlikte yanmaya zorlama arzusu yatmaktadır.
Çeviri ve sunuş: Emre Yeksan
Kaynak metin: Phil Neel, Hinterland: America’s New Landscape of Class and Conflict, s. 54-58, Reaktion Books, 2018
- Karl Marx, Ferdinand Freiligrath’a yazdığı 29 Şubat 1860 tarihli mektupta, partiden bahsederken kelimenin bildiğimiz düzen siyaseti içindeki anlamına karşı “geniş tarihsel anlamıyla parti”den bahsettiğini söyler. ↩︎
- İtalyan Komünist Partisi’nin ayaklanmacı altın çağındaki lideri Amadeo Bordiga tarafından kullanılan bir terim. ↩︎
- Neel’e göre formel parti, yasal ya da yasadışı anlamıyla bir örgütlenme biçimini işaret ederken, tarihsel parti mevcut düzene karşı huzursuzluk içinde olan örgütsüz bir toplamı işaret etmektedir. ↩︎
- ABD’de kadın düşmanlığı, beyaz üstünlükçülüğü ve ırksal saflığa dayalı fikirlerini sosyal medya ve yazdığı kitaplar üzerinden yayan, içinden geldiği işçi sınıfı kültürünü ve eşcinselliğini bu söylemlerin payandası yapan popüler bir figür. ↩︎