19 Mart’ta başlayan kitlesel hareketlilikle Eskişehir’de yıllardır eylem pratiğinin sıkıştığı, kentin icazet alınmış noktalarından taşan eylemler gerçekleşti. Yine gençlerin öncülük ettiği bu eylemler, elbette gençliğin dinamizmini taşıyordu çünkü gençlik fazladan bir caddeyi geleceğin basın açıklamalarına açacak yürüyüşlerle yetinmeyecek, mahkum edildiği geleceksizliğin sorumlularına atılan her taşa bir taş da kendinden ekleyecekti.
İlk günden itibaren direnen üniversiteler Gezi Direnişi’ni selamladı, bugünün direnişinin yüzünü nereye döndüğünü gösterdi. Ali İsmail’in fotoğrafları dövizlerde, mücadele ettiği sokaklarda tanıdık bir yüz olarak yürüdü. Bu selamlamanın ardında belki görsel hafızayla duyulan bir özlemin yanı sıra, sözgelimi kendi bölümünü örgütleyip eylemlerde bilinçli ilkyardımı gerçekleştirecek bir ekip oluşturma farkındalığında sağlık öğrencilerinin gösterdiği gibi, örgütlü eylemliliklerde sorumluluk üstlenme ve kararlı mücadele deneyimlerinden ders alma arzusu da vardı.
Her kentte olduğu gibi kitle içindeki ideolojik karmaşa, faşist grupların kitleyi dağıtma ve devrimci öğrencileri “provokatör” olarak işaretleyip kitlede güvensizlik ve bölünme yaratma çabalarına rağmen Eskişehir’in gençleri dağılmadan eylemlerini sürdürdü. Dördüncü gün başlayan, devrimci öğrencilere yapılan operasyonların ardından öğrencilerin kampüslerden başlayıp kent meydanlarını kuşattıkları, taleplerini haykırdıkları eylemler yavaş yavaş yerini çağrıcılar arası gidip geldikleri birbirinden kopuk koşturmacalara bıraktı.
Gençliğin durmak istemeyen, biri taleplerini duyana kadar her noktaya koşacak öfkesini sönümlendirmek isteyen, temel yurttaşlık haklarından mahrum bırakılmış olmakla duygudaş olamayıp kitleye küsen, CHP’nin işaret ettiği rotalara çekilmiş “seçimci” sola rağmen gençler birleşik mücadele hattını oluşturacak, militan eylemlilikleri sürdürecek yolları aramaya devam etti. Çünkü binlerce genç Odunpazarı’nda sloganlarla CHP’nin miting alanını terk ederken ilk adımı atmıştı: “Mitinge değil eyleme geldik.”
Bu adımın eylem komitelerince arkasında durulmadığı, gençliğin yol aradığı kopuk koşuşturmalar sürerken gecenin ilerleyen saatlerinde sert müdahalelerle dağıtılan eylemciler kaçtıkları ara sokaklarda tek tek polis tarafından işkencelerle gözaltına alınmaya başladı. İktidar yanlısı sivil çetelerin eylemcilere saldırıları baş gösterdi. Alandaki revizyonist eğilimler, egemen ideolojinin kendini pekiştirdiği korku inşasını gençliğin taşan öfkesini mevcut düzene rıza üretecek eylemliliklere sıkıştırmak isteyerek güçlendirdi. Henüz bir mücadele çizgisi etrafında örgütlenememiş gençler de bir korku etrafında örgütlendi: ya bu sokaklarda bir Ali İsmail daha katledilirse?
Küçük bir şehirde her an kendini kolayca yeniden hatırlatan bir korku bu. Kısa bir yürüyüşle merkezi tüm konumlardan muhataplara seslenilecek binaların önünden, geniş meydanlardan geçebilir, Ali İsmail’in katledildiği sokağı tekrar tekrar görebilirsiniz. Kentteki iki devlet hastanesinden merkeze yakın olanına gitmek isterseniz, acilde Ali İsmail beyin kanaması geçirirken kas gevşetici verip gönderen ve Ali İsmail’i bile bile ölüme terk eden doktora denk gelebilirsiniz.
Örgütlenen korkunun etrafından dolanmak bir seçenek olmamalı. Tarihin işaret ettikleriyle tartıştığımız ve bu korkunun kaynağını ifşa ettiğimiz devrimci pratiğimizi sağlamlaştırmak mecburiyetindeyiz. Kentimizde kolluğun, iktidarın ve sivil çetelerinin zor araçlarıyla saldırdığı öğrencilerden biri, bu düzene karşı mücadelenin bir parçası olduğu için katledildi. Söz konusu korku Beyazıt’tan, İzmir’den, ODTÜ’den, Hacettepe’den yankısını duyduğumuz sıra arkadaşlarımızın, Ali İsmail’in ve Gezi Direnişi’nin karşısında bütün gücüyle direndiği ablukanın en sert ve gerçek tezahürü. Bu kentte yalnızca bir Ali İsmail katledilmedi. Bu kentten bir Ali İsmail geçti.
Gezi Direnişi’ni selamlayıp direnişin kararlığına yüzümüzü dönerken, Gezi şehitlerinin parçası olduğu direnişi ondan öğrendikleriyle selamlayacak bütünlüklü bir hareketi oluşturmak için kendi cesaret kıvılcımımızı yaratmaktan başka şansımız yok. Kampüslerden taşarak, kendinin olanı almak için barikatları aşmış Eskişehir öğrencileri bu kıvılcımı yaratarak kendi adıyla anılan şehirde söz sahibi olmalıdır.
“Öğrenci Şehri”, çetelerin faaliyetleri için sağlanan bir konfor, holdinglerin deney sahası olarak değil gençliğin ekonomik, politik, demokratik hak taleplerini yükseltebilmeleri için yanı başında sıra arkadaşlarının olmasından aldığı gücün temelini sağlayarak adını yaşatmalıdır. Çünkü bu kentin gerçekliği, öğrencilerin, okuyamayan, güvencesiz, yoksul gençlerin gerçekliğidir. Sokakları dolduran kafelerin kadroları geçinemeyen sıra arkadaşlarımızla dolu, KYK yurtlarında kalan öğrencilerin okula bir ulaşım aracı yokken, bir göz öğrenci evlerinde ısınmak için doğalgaz yakamıyor, kampüslerimizde sıra arkadaşlarımız intihar ediyorken bu düzenin gençliğin boğazındaki elleri en çıplak haliyle karşımızda.
Yurttaşlıktan kovulmuş olmanın hıncıyla kavrulmuş gençliğin Beyazıt’tan aldığı ilk selamdan devraldığı meşaleyi ne iktidar, ne CHP, ne de seçimci sol dindirdi. Gençliğin kuşandığı öfkesiyle üstüne yürüdüğü bu abluka, omuz omuza direndiğimizde, saatlerce ablukada beklerken bir kişi eksilmeyip birlikte çıktığımızda, barikatları aştığımızda hisettiğimiz gücü; var olduğumuz tüm alanlara, kampüslere taşıyarak mücadeleye katacağımız yolları konuşmaya başladığımızda sarsılacak. Gençliğin taleplerinin göstermelik meclislerde yükseltilmesini beklemediği, kendi öz-örgütlülüğünden gelen politik-ideolojik bağımsız hatta mücadelesini büyüteceği bir hareket için fakültelerimizde komiteleşmeli, yurtlarımızda birleşmeli, örgütlü mücadeleyi büyütmeliyiz.
Çünkü Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden boykottaki fakültelerin çağrısına “Ali İsmail’in Fakültesi boykotta” pankartını asarak dahil olan öğrencilerin örgütlü gücü, Ali İsmail’in düşünü gerçekleştirecek güçtür.