19 Mart isyanı sonrası “genel grev” istemiyle başlayıp 1 Mayıs’ta Taksim tartışmalarında doruğa ulaşan gerçekliği, sınıf siyasetinin ne olduğu ve bu siyasetin neresinde durulması gerektiğine dair bir tartışmaya evriltmeyi anlamlı görüyorum. “Üretimden gelen gücü” kullanıp toplumsal işleyişi kilitleyememiş olmanın pek çok sebebi var. Buradan çıkışın yollarını aramalıyız.
Bir yön arayışına somut, sahici yanıtlar üretmek, kendi arayışlarımızı ve tecrübelerimizi paylaşmak, bu tartışmaları heyecanla takip eden, devrimci kıvılcımın arayışında olan ve bir şey yapmak isteyen başta gençler olmak üzere herkese borcumuzdur.
Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan çalışan kesimlerin büyük oranda örgütsüz olduğu, bu kesimleri örgütleme görevini üstlenen sosyalistlerin parçalı, bölünmüş, âtıl ve yanılgılarla dolu olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Örgütlü işçilerin büyük kısmı sarı sendikaların üyesi. Konfederasyon merkezlerinin, hakim büyük sendikaların kendine has bağımlılıkları var. İçlerinde az sayıda konfederasyon üyesi sendika ve dışlarında kalan bağımsız-mücadeleci sendikaların ağırlıkları zayıf. Esasen çalışanlar milyonlar ve emek mücadelesi de bu sendikalardan ibaret değil.
Holdingci güçlerin örgütlü boyunduruğu altında, herhangi bir hukuki güvencesi de kalmamış milyonlarca emekçinin toplumsal özgürlüğünü kazanmamız için sebatla çalışmaya ihtiyacımız var. Hedefimiz, milyonlarca emekçiyi hakiki bir güç haline getirmek. Sermaye devletinin karşısına emekçilerin bağımsız, proleter bir güç olarak çıkabilmesini sağlamak. Sendikalar bunun kolaylaştırıcı bir unsuru olabilir ama tartışmamız sendikalardan ibaret değil.
Kolay, kestirme bir yol yok. Üretim ilişkileri etrafında şekillenen, dayatılan bir çalışma rejimi gerçekliği var. Meclis, siyasi partiler, yasalar, hukuk, yargı, sendikalar, dernekler, tarikatlar bu rejimi tahkim ediyor. Örgütlü bir sınıf, tüm araçları ve aparatlarıyla milyonların sömürüsü üzerinden bu ülkeyi yönetiyor. Bu çalışma rejimi etrafında yükselen “holdingci düzen” bizm gerçekliğimiz.
Bu gerçekliği hissetmeden herhangi bir kalkışma mümkün değil. Düşük ücretler, iş kazaları ve cinayetler, meslek hastalıkları, verilmeyen tazminatlar, ödenmeyen mesai ücretleri, kötü çalışma koşulları, sarı sendikalarla örülü örgütlenme ilişkileri, kariyer hedefleri, vergiler, geleceksiz ve güvencesizlik cenderesi, işsizlik, çaresizlik, kimsesizlik bu düzenin esasları. Bu esasları hissetmeden bir yol bulmak mümkün değil.
İşte günümüzde bu gerçekliğin içinde bir yol arıyoruz. Bu gerçeklik içinde nefes alarak, her katmandan emekçinin direngen, mücadeleci, kitlesel örgütlenmesini yaratmanın, güç inşa etmenin yolunu… Adanmış, maaşsız, gönüllü bir proleter devrimciliğin değerli görülmediği, siyasetin vekillere, profesyonel sendikacılara, parti sözcülerine havale edildiği bir dönemde üstelik.
Proleter güç siyaseti inşa etmeyi yeterince siyasi bulmayan bir iklimin içindeyiz. Hükümet, beşli çete, tarım politikası, belediyeler vb. üzerinen siyaseti anlayan, siyaseti sınıfların mücadelesi olarak değil toplumda var olan egemen kamplar ve sokaktaki algılar üzerinden kavrayan, icra eden bir anlayış… Bir güç inşa etme cesaretiyle değil, devrimcilik üretme iradesiyle de değil, kendi bayrağına, sözüne, siyasetine taraftar toplama, taraftarlaşma anlayışıyla yürüyen bir anlayış… Çağın ruhuna teslim olmuş bir zavallılık.
Proleter güç örgütlenmesini profesyonel sendikacılara, çevrecilere, dernekçilere bırakıp kendine profesyonel bir siyasal alan kuran sosyalistler ise giderek yabancılaştıkları yığınlara, yabancılaşmış bir siyaset biçimiyle yaklaşıyor. En basit toplumsal eylemde bile onlarca farklı fraksiyonun bir sürü bayrağını yarıştırma çabası düşündürücü. Kendini göstermeye odaklanmış bu “siyaset”, yabancılaşmış ve apolitik bir siyasi biçim. Alan örgütlenmesini “ekonomik”, kendi örgütlenmesini “siyasi” görüyor. Bayrakla alana siyaset taşıyor. Diğer çabaları da küçümsüyor.
Geleneksel işçi örgütlenmeleri ise sendikalizm ve sarı sendikacılık batağına bulaşmış durumda. Kendi üyelerinin (kısmi) çıkarları dışında sınıfın genel çıkarlarını hedeflemediklerinden hem klasik ekonomizme saplanıyorlar hem de farklı siyasi kampların aparatı haline geliyorlar. Bu da holdingci bir sendikacılık biçimi olarak iş görüyor. Bu bayrakçı siyaset biçimi dolayısıyla burada kendine konuşma ve bayrak sallama alanı buluyor. Sosyalistler kitlelerin bir sınıf olarak örgütlenmesi görevine, kendi siyasal faaliyetlerinin gömleğini bu örgütlenme faaliyetinin üzerine geçirme biçiminde yanıt veriyor.
Mevcut holdingci mekanizmanın esası işçi sınıfının genelini siyasetten dışlayıcı, uzaklaştırıcı, yabancılaştırıcı olması. İşçi sınıfı kendi emeğine sadece çalışırken yabancılaşmaz; bu düzenin çarkları içinde yer alan siyasal alan kurulumu, işçi sınıfının siyasal olana yabancılaşmasının da bir biçimidir. Hakiki bir sınıf hareketi, dolayısıyla, bu yabancılaşmayı ortadan kaldıracak türde örgütlenme biçimlerini, eylem biçimlerini, var olma biçimlerini aramakla ve bulmakla ilgilidir aynı zamanda. Bizi sendikalizmden, ekonomizmden ve diğer yabancılaştırıcı siyasal örgütlenme biçimlerinden ayıran budur.
Bu ancak gösteri toplumunun çekiciliğine aldanmadan yapılabilir. Gösteri toplumu “kendinde” bir olgu değil, bizzat sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden bir yapıdır. Kendi siyasi oluşumlarının tavırlarını ifade etmeyi, kendine taraftar toplamayı asli siyasi faaliyet olarak görenler dolayısıyla burada bir kusur işler: sınıfın örgütlenmesine dayanmayan, çağrıcı olan ama içeriden olmayan, kendini sınıf siyaseti yerine ikame eden, sınıfın içinden gelmeyen; ezcümle, sınıfı siyasete yabancılaştıran bir faaliyet.
Toplum kesimleri içinde yaygın çalışma yapmanın, yaşanan sorunları toplumsallaştırmanın ve siyasi bir meseleye dönüştürmenin zorlu, yüksek düzeyde çabaya dayalı olduğu bir gerçek. Bu çaba, devlete ve toplumsal sınıflara dair tutarlı bir analizle, stratejik bir yönelim olarak kavranmadığı zaman, çeşitli zamanlarda gelişen tepkilere butik bir yaklaşımla, kolaycı ve kestirme içerik ve biçimlerle müdahale ihtiyacı olarak kendini gösteriyor. Oysa sınıf örgütlenmesini ileri götürecek çabalar içerisinde olmak kendini sarı sendikacılık, sendikalizm, ekonomizm ve politisizmden ayırır. Proleter güç siyaseti inşa etmek, bağımsız mücadeleci bir sendika yaratmak, işçi komite meclisleri oluşturmak, çiftçi mücadelesinin içinde kökleşmek, köy köy direniş örgütlemek ve pek çok şey yaparak, mütevazı bir şekilde çalışarak mümkündür. Proleter bir örgütlenme temelinde, yani taban inisiyatiflerinin hakim olduğu bir çabanın bu güç inşasına yönelmesi mümkündür.
İşçilerin, köylülerin, emekçilerin binlerce sorununun bağlanacağı derin bir politik zemin var. Bu derin politik zemini ancak bu kitlelerle birlikte nefes alarak inşa edebiliriz. Emekçiler içinde köklenmek, nefes almak, yaşamak, paylaşmak, dövüşmek, yenilmek, öğrenmek, ezcümle, var olmak… Varoluşu gereği politik olan sınıflar mücadelesinde parçalanmış, dağılmış, örgütsüz proleter gerçekliği bir sınıf olarak örgütlemek için sınıfımızın ihtiyaç duyacağı her türden düşünsel, hukuki, bilimsel aracı sınıfın kullanımına sunmak bizim görevimizdir.
19 Mart’ta başlayan isyan ve 1 Mayıs’ta Taksim iradesiyle cisimleşen sürecin, “genel grev, genel direniş” parolasıyla ufkunu hazırlayan; işçi sınıfının kurtuluşu için emek etmek isteyenlerin tüm niyetlerinin dökülebileceği anlamlı nehir yatağını bu ırmakta bulur. Devrimci olan, köklenmeyi, nefes almayı, yaşamayı ve dövüşmeyi mümkün kılan araçların oluşturulması, bu araçların kendini dev aynasında görmeden, ısrarla, sebatla, coşkuyla, devrimci bir arzuyla çalıştırılması ve çalışmak isteyecek emekçilere yer açılmasıdır.