Kadın cinayetlerine ilişkin yargılama sisteminin vahameti malumunuzdur. Ancak kusursuz işleyen bir yargı sistemi dahi olsa ortada yaşam hakkı elinden alınmış, ifade ve temsil hakkı artık bulunmayan birinin varlığı söz konusuyken verilecek hiçbir karar hakkaniyetli olmayacaktır. Buna rağmen hukukun öngöreceği en ağır cezanın verilmesi yargılamanın bir mücadele alanına dönüşmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Sırf yasalarda yer alıyor diye cezaların uygulanacağını düşünmek, yarın pişmanlıkları beraberinde getirebilir. Bu nedenle kararların hem cezalandırıcı nitelikte olması hem de gecikmeksizin uygulanması için davaların olabildiğince toplumsallaşması bir zorunluluktur.
Bu yazıyla 13 ay önce kaybettiğimiz Gülhan Albayrak’ın davasının takip ettiğimiz son iki duruşmasında edindiğimiz gözlemleri aktarmak ve böyle bir toplumsallaşmaya olan ihtiyaca işaret etmek niyetindeyiz.
Gülhan’ı 16 Mart 2024’te evininin önünde 7 kurşunla öldüren fail Muhammet Tarhan dosyada tutuklu yargılanan tek sanık olarak duruşmalara cezaevinden SEGBİS ile bağlanmış, Tarhan’a cinayetin ardından yardım eden, dosyada hem sanık hem de failin tanığı olarak yer alan İbrahim T. ise yurtdışına kaçtığı için her iki duruşmaya da katılmamıştı.
7 Şubat’ta görülen ikinci duruşmada Gülhan’ın ailesi, akrabaları, arkadaşları ve sendika temsilcilerinden oluşan yaklaşık 50-60 kişi adliyeye gelmişti ancak mahkeme salonunda yer olmasına rağmen yalnızca 7-8 kişinin salona girmesine izin verildi. Duruşma salonunun kapısı çevik kuvvetle çevrilmiş, adliye binasında çok sayıda polis konuşlandırılmış ve çıkışta polis araçları hazır bekletilmişti.
Gebze Emniyeti’nin başka kadın cinayetleri davalarında olmadığı kadar bu davaya ilgili göstermesinin, adliyeye gelenlere girişte tek tek GBT yapmasının, Gülhan’ın DGD-SEN üyesi olması ve direnişler dolayısıyla yakından tanıdıkları DGD-SEN’in duruşmaya katılacağını ilan etmesiyle alakalı olduğunu tahmin etmek zor değil.
Toplamda yarım saat süren ikinci duruşmada Gülhan’ın ailesinin tanık olarak dinlenmesi için hazır bulundurduğu komşularının ifadesi dinlendi. Tanık ifadesinde, Tarhan’ın cinayetten yaklaşık bir yıl öncesinde Gülhan’ın oturduğu binanın etrafında dolaştığı, kendisine Gülhan’ın oturdukları dairenin kapı zilini sorduğunu anlattı. Tarhan’a olayla ilgili savunması sorulduğunda konuyla hiçbir ilgisi olmayan ezberlenmiş ifadelerini sürdürerek mahkeme heyetini Gülhan ile devam eden bir ilişkileri olduğuna ikna etme çabası içindeydi.
Gülhan’ın olay yerinden incelenmek üzere alınan telefonunun her nedense bir yıldır emniyette kayıp olması, failin ise iPhone marka telefonunun şifresini vermemesi ve telefonunun kırılamamasından kaynaklı telefonların henüz incelenmemiş olması gerekçesiyle bu duruşma telefonların imajlarının çıkarılması, tanık ifadelerinin dinlenmesi kararlarıyla jet hızıyla bitirilerek bir sonraki duruşma 11 Nisan’a bırakıldı.
Adliye koridorunda bekleyen çoğunluğu kadınlardan oluşan kalabalık, suçun ayan beyan işlenmesine, görgü tanıkların olmasına rağmen ceza kararının çıkmayıp duruşmanın ertelenmesini alkışlarla protesto ederek adliye çıkışında tepkilerini dile getirdi.
Konuşmalardan birinde bir ablamız adaletin adalet gibi işlemediğini, eğer öldürülen kişi Gülhan değil de bir savcının, hakimin ya da devlet görevlisinin kızı olsaydı, şimdiye kadar tüm suçluların bulunup cezalandırılmış olacağını söyleyip adaletin herkes için eşit şekilde işlemesini istedi.
Bu haklı tepkilerin ve adalet talebinin ortaya konduğu açıklamadan sonra Gülhan’ın kız kardeşleriyle yaptığımız görüşmelerde bir sonraki duruşmaya giden süreçte mahkemenin oyalanmasını ya da bir şekilde haksız tahrik indirimine gitmesini önlemek amacıyla kamuoyu oluşturmanın önemi üzerine konuşup birtakım planlar yapıp, yargılama sürecinin daha güçlü ilerlemesi için sendika avukatlarına da vekalet verilmesi isteğimizi yineledik.
İki duruşma tarihi arasında 8 Mart’ın olması hasebiyle basında çeşitli röportaj, haber ve yazı yayımlanmasından Gebze’de kurum ziyaretleri yapılması, kadın, emek, meslek örgütlerini bilgilendirip destek olmaya davet edilmesine kadar pek çok girişimde bulunduk. 8 Mart eylemlerinde başta Gebze olmak üzere, İstanbul, Ankara, İzmir, Hopa gibi yerlerde katıldığımız eylemlerde Gülhan’ın dövizleriyle, adalet talebimizle 11 Nisan duruşmasına çağrılar yaptık.
Bu yıl Gebze’de düzenlenen 8 Mart eyleminde hep bir ağızdan “Gülhan için adalet, herkes için adalet!” sloganları yankılandı. Dört yıl önce Gebze Meydanı’nda 8 Mart açıklamasını, o dönemde direnişçi bir işçi olarak Gülhan okumuştu. Bu yıl da aynı meydanda adalet arayan kız kardeşi Rabia okuyarak kadınların acılarıyla ve isyanlarıyla kuşaktan kuşağa devrettikleri mücadelelerin kararlılığını göstermiş oldu.
Elbette bu destek çağrılarının da etkisiyle, üçüncü duruşma öncekine göre çok daha kalabalıktı. Hem il dışından hem de Gebze2den çok sayıda kadın, feminist örgüt temsilcisi, sendika temsilcisi, üniversite ve lise öğrencisi, emekliler, LGBTİ+’ler gelerek bu mücadelenin yanında oldular. Bu duruşmanın karar duruşması olabilme ihtimaline karşın Gülhan’ın Erzurum’dan gelen babaannesi ve diğer akrabalarıyla bütün aile bir arada dayanışma içindeydi.
Saat 15’te başlaması gereken duruşma bir buçuk saat gecikmeyle ancak başlayabildi ve salona yine çok az sayıda kişi kabul edildi. Geri kalan kişiler yarım saat sonra adliyenin kapandığı gerekçesiyle polis eşliğinde dışarı çıkarıldı.
Duruşma Gülhan’ın çocukluk arkadaşının tanık olarak ifadesinin dinlenmesiyle başladı. Arkadaşı, Gülhan öldürülmeden bir iki yıl önce sosyal medya hesabından paylaştığı bir fotoğrafta Gülhan’la aynı karede gözüktüğü için fail Tarhan tarafından işyeri basılarak üzerine yüründüğü olayı aktardı. Bunun üzerine sanık müdafisi söz alarak nasıl bir ortamda çekilmiş bir fotoğraf olduğunu imalı bir şekilde sordu. Ailelerle birlikte çekilmiş bir fotoğraftı. Ardından fail Tarhan bu konuyla ilgili olarak “kim olduğunu bilmediğim kişilerce telefonla tehdit ediliyordum, onun olabileceğini düşündüm konuşmaya gittim” şeklinde yanıt verdi.
Fakat savunmasında üzerinde durduğu esas konu bu değildi. Daha önce vermiş olduğu ifadelerle çelişen biçimde yeni bir anlatı çiziyordu. Sanki Gülhan eşinden boşanıp onunla olmak istiyormuş da kendisi onu reddediyormuş gibi yalan beyanlarda bulundu. Cinayetin işlendiği gün olay yerine Gülhan’ın aramasıyla gittiğini, Gülhan reddedilince ona ağza alınmayacak küfürler ettiği için kendisini kaybederek arabada duran silahı eline alıp ateş ettiğini ve gerisini hatırlamadığını söylüyordu.
Onun her cümlesini bir işkence gibi dinliyordu Gülhan’ın ailesi. Her kelime dinleyene birer ok gibi batıyordu. Bu esnada daha fazla dayanamayıp salonu terk eden de oldu, oturduğu yerden ağlayan da beddua eden de… Bir kere dinlemek yetmezmiş gibi bir de ifadenin yazılması aşamasında tekrar dinleniyordu.
İfadesini tekrarlayınca daha iyi anlaşılıyordu ki kelimesi kelimesine aynı sırayla verdiği bu ifade ustalıkla çalışılmış ve ezberlenmişti. Zaten hakim “Neden daha önce anlatmadın, şimdi anlatıyorsun?” diye sorunca, verdiği cevap “Avukatım anlatmam gerektiğini söyledi,” oldu. Dahası, “Öldürdükten sonra Gülhan’ı tekmelediğini gören görgü tanıkları var, buna ne diyorsun?” sorusuna pişkince “Tekmelemedim, ben cani miyim?” yanıtı verdi.
“Evet, canisin!” içimizden öfkeyle geçen buydu. Elbette, failin böyle cümleler kurması, böyle kelimeler seçmesi tesadüf değildi. Başka kadın cinayeti davalarında olduğu gibi katillerin nasıl ceza indirimi aldıklarını iyi biliyordu. Takım elbise giyip, kravat takınca iyi halden, “Seviyordum bana küfretti” deyince tahrikten mahkemenin indirime gidebileceğine oynuyorlardı. Çoğu kez işe yarayan bu taktiği işlemez kılacak ve en üst sınırdan cezanın çıkmasını sağlayacak olan kamuoyunun güçlü desteğini arkamıza almaktı.
Öte yandan mahkeme heyetinin her şeyi gördüğünü ve hak edilen cezayı keseceğini sanmak konuyu politik yönleriyle görememek demektir. Failin çelişkili ve yalan dolu ifadelerine karşı söz alarak bunları açığa çıkarmak, kayda geçirmek, sorularla sıkıştırmak, zorlamak gerekirken katılan vekilinin bundan imtina etmesinin gerekçelerini anlamak güç. Şayet iyi niyetli bir şekilde hakimlerin takdir yetkisine güveniliyorsa (ki olumlu bir intibaa kapılmak için bir neden görünmüyor) sonuç büyük bir hüsran olabilir.
Ailenin bütün bu süreçte yaşadığı kaygıları, çekinceleri, üzüntüleri anlamakla ve sendikayla kurdukları ilişkinin sınırlarını tanımakla beraber, yargılama sürecinin salt hukuki ve teknik bir konu olarak ele alınmasının yol açabileceği sakıncaları görüyoruz. Mahkemelerin kadınları korumaktan daha çok failleri korumakta mahir olduğunu sayısız örnekten biliyoruz.
Daha yakın zamanda, henüz hayattayken yakılarak öldürülen Pınar Gültekin davasında “tasarlayarak ve canavarca hisle kasten öldürme suçundan” verilen ağırlaştırılmış müebbet kararını Yargıtay bozarak, katil Cemal Metin Avcı’nın “canavarca hisle ve tasarlayarak öldürmediği” aynı zamanda kendisine haksız tahrik indirimi uygulanması gerektiği yönünde karara imza attı.
Gülhan Albayrak davasında da mahkeme karar aşamasına doğru giderken fail Tarhan’ın “tasarlayarak ve canavarca hisle kasten öldürme suçundan” cezalandırılması ve bu kararın daha sonra üst mahkemelerce bozulmasının önüne geçilmesi için bugün hem mahkeme salonlarında hem de diğer tüm alanlarda olanca gücümüzle mücadele etmeliyiz.
Gülhan’ın yoldaşları, dostları olarak bu davanın peşini bırakmayacağız. Gülhan’ı yaşarken korumayan devlet, ölümünden sonra da hesabını sormayacaktır, o hesabı biz kadınlar olarak örgütlü gücümüz ve direncimizle mutlaka soracağız. Gülhan’ın ve katledilen tüm kadınların adını, anısını mücadelemizde yaşatacağız.
Gülhan’ın sesi ve isyanı olmak için herkesi 24 Haziran’da Gebze Adliyesi’ne çağırıyoruz.