Salı, Temmuz 15, 2025

Gençliğin tanımı ve eylemi: İlk birikim ve proleterleşme

Gençliğin tanımı, gençliğin kimlerden oluştuğu tartışması 1990’larda üniversite yıllarımızın başat konularından biriydi. Gençlik öğrencilikle mi tanımlanmalıydı? Dahası gençlik toplumsal bir kategori miydi? Ya da gençliğin mevcut siyasal örgütlerden bağımsız bir örgütü mü olması gerekiyordu? Bunlar bizi hayli meşgul eden tartışmaların başında geliyordu. Biz o vakitler herhangi bir geleneğin anaakım damarında yer almadığımız, yani abilerimiz ablalarımız olmadığı için gençlik tanımımızı kendi öğrenciliğimizle sınırlamıyorduk. Temel olarak işçi gençlik başta olmak üzere gençliğin bütün kesimlerini kapsamak gerektiğini iddia ediyorduk. Gençliği bir bütün olarak ele alıyor, farklı alanlardaki gençleri tek bir çatı altında bir araya getiriyorduk. Bu biraz da kendi yapımızın sadece gençlerden oluşmasından kaynaklanıyordu elbette. Ama somut durum bizi gençliğin daha doğru bir tahliline götürmüştü.

Daha büyük siyasal yapılar içinde olanların ise zaten gençler de dahil olmak üzere başka toplumsal kategoriler için ayrı örgütlenmeleri bulunmaktaydı. Bu nedenledir ki onlar gençlik tanımını eğitim görenlerle, okullularla sınırlıyorlardı. Sol hareketlerde üniversite gençliğinin önemli bir yere sahip olagelişi bu eğilimi güçlendiriyordu. Bundan dolayı gençlik denince daha çok liseli ve üniversiteli gençliğin mücadelesi anlaşılıyordu. Gençliği öğrencilikle sınırlayanlar arasında da partinin merkeze bağlı gençlik kolu mu, yoksa ondan göreli bağımsız bir örgütü mü olması gerektiği bir başka tartışmaydı. Gençliğin bağımsız bir örgütü olmasını savunanlar, diğer türlüsünün gençliğin enerjisinin bürokrat zihniyetli aparatçıklarla soğrulacağını dile getirirlerdi. Bu tartışma elbette 1990’lara has değildi. Öncesinde de vardı, sonrasında da devam etti. Konumuz bu olmadığı için daha fazla ayrıntıya girmeden devam edelim.

O zamanlar içinde bulunduğum siyasi yapının anlayışının bir sonucu olarak gençliğin öğrencilikle tanımlanmasının yetersiz, belli bir örgütün alt kolu olarak örgütlenmesinin de mücadele için zararlı olacağını düşünürdüm. Daha sonra bu tartışmalardan koptum. Hem iş güç sahibi olmak hem de mevcut sendikal yapıların ve partilerin bir parçası olmak bu tartışmayı benim için tali hale getirdi.

Tam da burada ikinci paragrafta değindiğim “gençliğin enerjisi” ve üçüncü paragrafta vurguladığım “iş güç sahibi olmak” ve “sendika parti üyeliğinin” tartışmamız açısından önemli olduğunu vurgulayıp devam edeyim.

Üniversite eğitimimin bitmesinin sonrasında her ne kadar gençlik tartışması benim için tali hale gelmiş de olsa sendikal ve siyasal mücadelenin yanında yürütmekte olduğum akademik çalışmalarda gençlik önemli bir başlık olarak zihnimi meşgul etmeye devam etti. Yaptığım çalışmalar hem toplumsal hareketler hem de toplumsal tarih üzerine olduğu için gençlikle bir başlık olarak karşılaşmaya devam ediyordum. Gerek küreselleşme karşıtı hareketler gerekse de meydan hareketlerinde çağdaş isyanlar ve eylemler aynı zamanda gençliğin direnişi olarak da görülüyordu. Devrimler tarihine ilişkin çalışmalarda da gençlik önemli bir toplumsal kategori olarak karşımıza çıkıyordu. Gençliğe ilişkin tartışmalarda solda dahi gençliğin dinamizmi daha marjinal sayılmayacak bir şekilde yaşla ilişkilendirilebiliyordu. Ya da yaşa özgülenen biyolojik ve psikolojik özelliklerle. Gözü karalık, naiflik, maddi çıkarlardan bağımsız düşünme, “delikanlılık” gibi çeşitlendirilebilecek ve eyleme geçmeyi teşvik ettiği düşünülen özellikler de yine bu “yaş” itibarıyla gençlikle özdeşleştiriliyordu. Yani anaakım birçok yaklaşımda olduğu gibi solda dahi bu biyolojik algı sıklıkla ifade ediliyordu.

Oysa gençliğin sadece yaşla ilgili olmadığı özellikle 1960’lı yıllardan itibaren yaygın olarak dile getirildi. Çocukluk ve gençliğin moderniteyle birlikte inşa edilen bir olgu olduğu özellikle akademik çevrelerde genelgeçer bir kabul oldu. Yani gençliğe ilişkin kabullerin aslında sistem tarafından üretildiği vurgulandı. Hatta modernite öncesinde çocukluk ve gençlikten bahsedilemeyeceği iddiası da yaygınlaşmaya başladı. Gerçekten gençlik ile gençliğe ilişkin algı birbirinden ayrıldı. Bu tabii biraz da kapitalizm öncesi dönemlere ilişkin yetersiz bilgiden de kaynaklanıyordu. Ama kapitalizmin bir dönüm noktası olduğu aşikardı. Kapitalizmle birlikte birçok şey gibi gençliğin de inşası elbette önemli bir tespitti. Yani sadece yaş ve biyolojik özellikler ve onlara bağlı psikoloji değil toplumsal sistemin getirdikleri de ciddiye alınıyordu. Sistemin, ulus-devlet inşasının vs. kendi gençlik mitleri ve algıları belli bir gerçeklik de yaratıyordu. Onunla sınırlı olmasa da çekirdek aile ve örgün eğitim sistemi gençliğin inşasında önemli kurumlardı.

Öte yandan bu literatür, gençliğin tanımlanmasında ve analizinde önemli bir adım atmış olsa da aslında oldukça yetersizdi. Yazının başındaki tartışma söz konusu olduğunda bu daha da yakıcıydı. Gençliğin sistem karşıtı eylemlilik hali, sistemin inşa etmeye çalıştığı gençlik tipolojisi karşısında özellikle çarpıcıydı. 17. yüzyıldaki İngiliz Devrimi gibi devrimlerin ortaya çıkışından itibaren gençliğin sınıf mücadelelerindeki yeri, siyasi mücadele içindeki konumu çok çarpıcıydı. 19. yüzyıldan sonra sınıf hareketleri ve sosyalist mücadele içindeki yerleri daha gözle görünür oldukça sınıf dinamikleri yanında ondan ayrı olarak ele alınan bir değişken olarak ele alınmaya başlandı. Oysa patriyarka, sınıf ilişkileri, gerentokrasi birbirinden ayrılamaz. M. Görkem Doğan’ın derlediği Cumhuriyet’in İlk Asrında İşçiler adlı kitabın giriş makalesinde altını çizmeye çalıştığım gibi proleterleşme; çalışılan sektör, yaşanılan bölge, konuşulan dil, inanılan din yanında yaş ve mensup olunan jenerasyona göre farklılıklar arz edebilir. Tıpkı toplumsal cinsiyet, etnik aidiyet formunda diğer başka değişkenlere bağlı olarak değişebileceği gibi.1 Bunlar birlikte ve ilişki halinde var oldukları için proleterleşme süreci bunlardan soyutlanarak ve yalıtılarak ele alınamaz.

Bunu söylemekle birlikte bu yazının sınırları içinde yer ayıramayacağımız patriyarka gibi gençliğin de daha özel bir konumu vardır. Zira burada iddia edeceğimiz gibi gençlik doğrudan kapitalizm ve proleterleşmeyle ilgilidir. Daha doğrusu onlarla ilintili olan “ilk birikim” ile alakalıdır.2 Gençliği tanımlayan kapitalist üretim ilişkisi, ilk birikim ve proleterleşme sürecidir.

İşçi, piyasada satılmak için yani değişim değeri için meta üreten kişidir. Kendi emek gücü de ücret karşılığı piyasada satılan bir meta olan üreticidir. Üretim sürecine ve ürettiği ürüne sömürü düzeni içinde yabancılaşır. Bu nedenledir ki sadece emeğinin ürününe değil kendisine ve emeğine de yabancılaştığı görülür. Daha çok fetihler, yağmalar gibi süreçlerle ilişkilendirilen sermayenin ilk birikimi de asıl olarak emekçilerin üretim araçlarından kopması ve işçi haline gelmeleri sürecidir. Ve bu oluşum sadece kapitalizme geçildiği bir zaman diliminde gerçekleşmiş ve nihayete ermiş bir süreç değildir. Kapitalizmin tarihi boyunca tekrarlanmaya devam etmiştir ve hâlâ etmektedir. Yani proleterleşme sadece feodal üretim tarzı içindeki üretim araçlarından kopan emekçilerin işçileşme süreci değildir. Sermaye birikimine daima içkindir. Sürekli devam eden ve kendisini yeniden üreten bir süreçtir. Dolayısıyla aslında ilk birikim proleterleşmenin ta kendisidir. Sermaye oluşumunun en önemli veçhesidir. Yani kapitalizmin inşası açısından bir özden bahsetmek eğer gerekiyorsa bir açıdan kapitalizmin özüdür.

Kapitalizme karşı ortaya çıkan direnişler, isyanlar ve devrimler bu sürece karşı gerçekleşmiş başkaldırılardır. Nitekim dünya tarihindeki en büyük devrimci kalkışmalar feodalizmden kapitalizme geçiş ve zanaatkârların işçileşme süreçlerinde ortaya çıkmıştır. Direniş ekseriyetle işçileşme sürecinin bir sonucudur. Proleterleşme hâkim üretim tarzının bir parçası olduktan sonra ise toplumsal hareketler sistem karşıtı özelliklerini bir ölçüde kaybetmişlerdir. Kaybetmedikleri yerdeki en önemli halkalardan birisi ise gençliktir.

İşte gençliğin önemi bu noktada ortaya çıkıyor. Proleterleşme sürecine ve onun yarattığı sonuçlara maruz kalan en önemli kesim sistemin çarklarına devamlı girmekte olan bu genç insanlardır. Eğitim sistemiyle ilişkileri yani tahsil durumuna göre proleterleşme sürecine girişleri farklı yaşlarda tecelli edebiliyor. Bu açıdan bakıldığında biyolojik durum ve gençlik ile eşyanın tabiatı gereği proleterleşme süreci ve sınıfsal durum arasında bir çakışma oluyor. Ancak bu sadece bir çakışma. Temel neden değil. Proleterleşme sonucunda sisteme eklemlenen bir kişi “gençlik özellikleri” gösteremeyebileceği gibi yaşını almış bir yetişkinin de proleterleşme sürecinin dışında kalmaya çalışması ve bu sürece tepkisi nedeniyle “gençlik özelliklerini” taşıdığı iddia edilebiliyor. Buradaki fark yazının başında vurguladığım farktan kaynaklanıyor. Proleterleşme sürecini bazı açılardan bakıldığında bitirmiş, “iş güç sahibi” veya “aile kurmuş” kişiler yaşları ne olursa olsun, mesela 17 yaşında bile olsa “gençlik” olarak tanımlanan özelliklerden azade olmaya başlıyorlar. 

Aklıma Cem Karaca’nın konserlerine başlarken başka bir içerikle de olsa söylediği “merhaba gençler ve genç kalanlar” sözü geliyor. Bundan dolayı gençlik yaştan ziyade asıl olarak sınıfsal konumunuz ve üretim sürecindeki yerinizle ortaya çıkan bir durumdur. Nitekim kapitalist sistemin içine girmeden gerek siyasal hareketler çevresinde gerek onlardan bağımsız iktisadi faaliyetler ile sistemin dışında ya da kenarında ayakta kalmaya çalışanlar “gençlik özellikleri” göstermeye devam ediyorlar. 1960’larda “yırtma” imkanlarını daha fazla bahşetse de eğitim sistemi içinde “aydın” kimliği edinen kişiler yaklaşmakta olan “proleterleşme” sürecinin bilincinde olarak bağımsız hareketler geliştirmişlerdi. Bugün ise neoliberal eğitim düzeninde öğrenci daha okurken proleterleşiyor, aldığı diploma da duvara asılan bir aksesuarın ötesine çok geçmiyor. Bu itibarla bu yazı aslında 1960’larla günümüz neoliberal düzeni açısından gençliğin tanımı ve eylemini ortaya çıkarak dinamik açısından temelde bir fark olmadığını iddia ediyor. Tepki, direniş, isyankâr ruh hali aslında proleterleşme sürecinin doğurduğu semptomlardır. Bu bazı tarihsel anlarda büyük devrimci ayaklanmalarda önemli sonuçlar da ortaya çıkarır. Kadınların ve genç işçilerin 1917 Devrimi’ndeki merkezi konumları gibi. 

Toparlarsak, gençlik ilk olarak yaşla, yani biyoloji ve psikolojiyle tanımlanmıştır. Daha sonra gençliğin toplumsal olduğu yani kabaca sistemin onu tanımlamasıyla ve oluşturmasıyla ortaya çıktığı iddia edilmiştir. Oysa bu yazı gençliği kapitalist üretim tarzında proleterleşme sürecine giren ve ilk birikimin nesneleri olan insanlar olarak tanımlıyor. Gençliğin isyancı karakteri ve potansiyeli de yaş veya ona bağlı psikolojiden ziyade bu sınıfsal konumdan kaynaklanıyor.


  1. Makaleye buradan ulaşabilirsiniz. ↩︎
  2. Terimin Türkçede ilk birikim, ilksel birikim, ilkel birikim şeklinde farklı kullanımları var. Ben ilk birikimi tercih ettim. Marx’ın Almancada kullandığı “ursprünglich” ise esasen orijinal ve asıl anlamına da gelen bir kavram. ↩︎

Son Eklenenler