Perşembe, Mayıs 22, 2025

Emperyalizmin yeniden canlanma stratejisi – Prabhat Patnaik

Donald Trump’ın dış politikası, yorumcuları tam anlamıyla bir çıkmaza soktu. Ukrayna’da barış yanlısı bir tavır sergilerken Gazze konusunda bütün bir halkın topluca yok edilmesini desteklemesi, onun dünya siyasetindeki etkisinin “olumlu” olup olmadığını sorgulatıyor. Ancak bu kafa karışıklığının asıl nedeni Trump’ın ne yaptığı değil, emperyalizm olgusunun yeterince kavranamaması. 

ABD önderliğindeki Batı emperyalizmi öyle bir noktaya geldi ki ya Ukrayna’daki savaşı nükleer çatışmaya kadar tırmandırmak ya da emperyalist hegemonyanın adım adım zayıflamasını kabullenmek zorundaydı. Trump ise emperyalizmi bu çıkmazdan kurtarmaya çalışıyor. Buradaki mesele onun barıştan mı savaştan mı yana olduğu ya da Avrupa’nın çıkarlarını gözetip gözetmediği değil; mesele, emperyalizmi bu dar boğazdan çıkarabilecek alternatif bir strateji izliyor olması. Üstelik bunu yapabilecek bir konumda çünkü söz konusu çıkmazı doğuran önceki politikalarla doğrudan ilişkilendirilmiyor.

Trump’ın yavaş yavaş zayıflayan emperyalist hegemonyayı yeniden sağlamlaştırmak için kullandığı yöntem, havuç ve sopa taktiğinin birleşiminden oluşuyor. Ukrayna savaşını tetikleyen provokasyonun temelinde yatan, yani Rusya’nın bu savaşın sonucunda Batı’nın dayatmalarına boyun eğdirilebileceği varsayımının yanlış olduğu kanıtlandı. Ukrayna savaş sırasında giderek zemin kaybetmekle kalmadı, Rusya’yı “rubleyi yerle bir etmek” için uygulanan ekonomik yaptırımlar da ters etki yarattı; ruble, kısa süreli bir düşüşün ardından dolar karşısında yaptırımlar öncesinden bile daha yüksek bir seviyeye çıktı ve dahası, bu yaptırımlar dolar hegemonyasına karşı bir meydan okumanın gündeme gelmesine neden oldu.

BRICS ülkelerinin Kazan zirvesi, “doların terk edilmesini” ciddi bir olasılık olarak ortaya koydu. Tek taraflı emperyalist yaptırımlar, birkaç küçük ülkeye yönelik olduğu sürece oldukça etkili olabilir; ancak çok sayıda ülkeye, üstelik Rusya gibi büyük, gelişmiş ve kaynak zengini ülkelere yönelik olduğunda, yaptırım olarak etkinliğini yitirmekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası ekonomik düzen olarak kabul edilen egemen emperyal düzenin tamamına karşı bir ülkeler bloğunun oluşmasını teşvik eder ve bu alternatif yaptırım uygulanmayan ülkeleri bile kendi saflarına çekme eğiliminde olur.

İşte tam olarak bunu yaşıyoruz ve Trump göreve geldiğinde ilk karşılaştığı durum da buydu. Onun havuç ve sopa yönteminin sopa kısmı iyi biliyoruz. Trump dolar kullanımından vazgeçen ülkeleri ağır gümrük vergileri uygulamakla tehdit etti. Bu, kapitalist oyunun tüm kurallarına aykırı, açık bir emperyalist yıldırma taktiğidir. Sonuçta, bu kurallara göre her ülke ticaret ortağı da kabul ettiği sürece istediği para birimiyle ticaret yapma ve servetini istediği para biriminde tutma özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlüğü yüksek gümrük vergileriyle kısıtlamak, hiçbir uluslararası düzenin açıkça onaylayamayacağı bir zorbalık; ancak Trump açık ve tavizsiz bir emperyalist olarak bu tür ekonomik zorlamaları alenen uygulamaktan hiçbir rahatsızlık duymadı.

Ukrayna savaşını sona erdirme girişimi, bu sopa ve havuç yönteminin havuç kısmını oluşturuyor. ABD’ye ve genel olarak Batı emperyalizmine karşı alternatif bir güç bloğunun oluşması yerine Rusya’ya uygun şartlarda bu savaşın sona ermesi, Rusya’yı böyle bir alternatif bloğun dışında tutacak. Böylelikle emperyalist hegemonyaya karşı mücadeleye yönelik devam eden girişimler de zayıflatılacak.

Elbette, Ukrayna savaşının müzakerelerle sona ermesi herkes tarafından memnuniyetle karşılanmalı ancak bu sonuca barış arzusu ya da Avrupa’nın “güvenlik endişeleri” pahasına ABD’nin çıkarlarının peşinde koşması olarak bakmak meseleyi bütünüyle yanlış okumak olur. Trump bir barış misyonunda değil, aksi takdirde Gazze hakkında son derece saldırgan açıklamalarda bulunmazdı; esasen kapitalizm doğası gereği barışa karşıdır: Fransız sosyalist Jean Jaures’in ünlü sözüyle “Kapitalizm, fırtınanın beraberinde yağmur getirdiği gibi gittiği yerlere savaş götürür.” Trump’ı motive eden barış arzusu değil, emperyalist hegemonyayı daha sağlam bir temele yerleştirme arzusudur. Aynı şekilde, Avrupa güvenliği meselesi de oldukça yanıltıcı: Avrupa’nın güvenliği hiçbir zaman Rusya tarafından tehdit edilmedi ve “Rus emperyalizminin” Avrupa’yı istila edeceği yönündeki söylemler, NATO’nun yayılmacılığını meşrulaştırmak için uydurulmuş birer bahaneden ibaret. Dolayısıyla Trump’ın barış hamlesinin Avrupa güvenliğini zayıflatması gibi bir durum söz konusu bile değil.

Trump’ın Avrupa’daki egemen kliklerden farkı, emperyalizmin şu anda izleyebileceği iki farklı alternatif stratejiden kaynaklanıyor. Bunlardan biri, çıkmaza giren eski Biden stratejisi olan Rusya’ya karşı saldırganlık; diğeri de Ukrayna savaşını sona erdirme ve Rusya’yı Batı emperyalizminin hegemonyasına karşı kurulan ittifaktan uzaklaştırma stratejisi. Avrupa’nın egemenleri ilk stratejiye bağlıyken, Trump ikincisini deniyor. Almanya’daki neo-Nazi AfD’nin Ukrayna savaşına karşı muhalefetini de tam olarak böyle görmek gerekir: partinin Filistin’e karşı aşırı saldırgan tavrı, Ukrayna savaşının sona ermesini istemesiyle çelişiyor, ancak bu genel bir barış arzusu ya da “Avrupa güvenliğine” kayıtsızlık değil belirli bir stratejik pozisyonda ısrar ettiklerinin belirtisidir.

Elbette Trump’ın emperyalizmi köşeye sıkıştırılmış durumdan kurtarma projesi, aynı zamanda emperyalist blokun tamamı üzerinde ABD hegemonyasını pekiştirme projesidir. “Make America Great Again” (Amerika’yı Yeniden Güçlü Yap) sloganı, Batı emperyalizminin sorgusuz sualsiz hakim olduğu ve ABD’nin tartışmasız lider konumunda bulunduğu bir dünyayı yeniden inşa etme amacını taşıyor.  Bu bakımdan Trump’ın projesi, Avrupa’yı Amerikan enerji kaynaklarına bağımlı kılma stratejisinin bir devamı niteliğinde. Söz konusu strateji, Rusya’dan Avrupa’ya uzanan Nord Stream II doğal gaz boru hattının ABD’nin “derin devleti” tarafından patlatıldığı iddialarıyla somutlaşmıştı.

Ancak Trump’ın stratejisinde büyük bir çelişki bulunuyor. Kapitalist dünyanın “liderliğinin” bir bedeli var ve Trump ABD’nin bu bedeli ödemeden “liderlik” rolünü elinde tutmasını istiyor. Bedel iise şu: “lider” diğer büyük kapitalist güçlerin hırslarını tatmin etmek ve kapitalist dünyanın bir bütün olarak krize batmasını önlemek için ticaret açığını tolere etmek zorunda. İngiltere, “liderlik” yıllarında bunu yapmıştı ve daha yakın dönemde ABD de bunu yapmıştır. İngiltere, o dönemde diğer büyük güçler olan Kıta Avrupası ve ABD karşısında ticaret açığı veriyordu, ancak bu İngiltere’ye zarar vermiyordu çünkü bu açığı onlardan elde ettiği diğer tavizlerin yanı sıra sömürge imparatorluğunun görünmez kaynaklarından elde ettiği artı değerle dengeliyordu. İngiltere’nin totalde elde ettiği artı değerin büyük kısmı, işgal ederek sömürgeleştirdiği topraklardan gelen sahte bir artı değerdi ve İngiltere bu artı değerle diğer büyük kapitalist güçlerle olan ticaret açığını kapatıyordu.

Ancak savaş sonrası ABD benzer bir “şanslı” konumda değildi. Diğer büyük güçlere karşı ticaret açığı vermesi, onu giderek daha da derin bir borca batırdı. Trump’ın “Make America Great Again” projesinin bir parçası olarak, ABD’yi giderek artan borçlanmadan kurtarmayı hedefleyen ve bu amaçla tüm ticaret ortaklarına gümrük tarifeleri uygulamaya yönelen yaklaşım küresel kapitalist sistemde ciddi sonuçlar doğuracaktır. Zira küreselleşmiş finans sermayesinin baskısıyla, dünya genelinde devletlerin bütçe açıklarına gitmeleri ve zenginleri vergilendirerek kamu harcamalarını artırmaları engelleniyor. Bu nedenle, dünya kapitalist ekonomisinde toplam talep büyümüyor, yani yeni bir büyüme zemini oluşmuyor. Böyle bir ortamda, Trump’ın gümrük duvarlarıyla desteklediği ekonomi politikası dünya kapitalist krizini daha da derinleştirecek ve bunun faturasını esas olarak ABD dışındaki kapitalist ülkeler ödeyecektir.

Bu nedenle Trump’ın emperyalizmi canlandırma stratejisi, ne yardan ne de serden geçmek anlamına geliyor. Başkalarına gümrük vergileri dayatmaya çalışırken ABD’nin liderliğini ortaya koyma girişimi, dünyanın geri kalanına karşı “zararı komşundan çıkar” politikası demek oluyor. Başkalarının pazarlarını ele geçirerek kendi büyümesini sağlamak anlamına gelen bu türden bir “zararı komşundan çıkar” politikası, emperyalist hegemonyayı yeniden tesis etme projesine temelden ters düşüyor. Biden emperyalizmi nasıl bir köşeye sıkıştırdıysa, Trump’ın onu o köşeden çıkarmaya yönelik hamlesi de yalnızca başka bir köşeye sıkışmasına neden olacaktır.


Özgün Metin: Imperialism’s Revival Strategy
Çeviri: Bala Ulaş Ersay

Son Eklenenler