Pazar, Nisan 27, 2025

Devrimciliğin temeli olarak yoldaşlık

Lenin, 1902 yılında Ne Yapmalı? kitabını yazarken yalnızca bir fikir tartışması yapmıyordu. Devrimci hareketin pusulasını çiziyor, örgütlü ve bilinçli bir sınıfın nasıl ayağa kalkacağını anlatıyordu. Çünkü o da biliyordu: Kendiliğindencilik ölümcül bir hastalıktır! Tarih, kendiliğinden ayağa kalkan ve örgütlenmediği için ezilenlerin hikayeleriyle dolu. Bugün, o tarihin içindeyiz. Bu gemi, biz yelkeni nereye çekersek oraya gider. Yön vermek elimizde.

Kapitalizm, kendimizi hukuka, devlete, partilere, sendikalara sıkıştırarak dizginlenebilecek bir sistem değildir. Kapitalizmin yasası yoğun sömürüdür. Kapitalizm, kendi sürekliliğini sağlamak için yalnızca ekonomik sömürüyü değil, aynı zamanda ideolojik ve psikolojik tahakkümü de örgütler. Toplumsal çelişkilerden doğan öfkeyi, üretim ilişkilerine yönelen bilinçli bir karşı koyuşa dönüşmeden sistem içinde soğurmak adına kimlikler üzerinden, kültürel ve bireysel düzlemde atomize eder. Emekçilerin kolektif özneleşmesini engellemek için öfkeyi sınıfsal bağlamından kopararak, onu bireyler ve gruplar arasında iç çatışmalara kanalize eder; cinsiyet, etnisite, din gibi ayrımları keskinleştirerek bu karşıtlığı sistem içi gerilimlere sıkıştırır. Devrimcilerin görevi, bu öfkeyi yaratan eşitsizlik düzeninin toplumsal temelini görünür kılmak, onu sınıfsal mücadele hattına yönlendirerek kapitalizme karşı müşterek bir direnişe dönüştürmektir. 

İstiyorlar ki sadece izleyelim, sadece öfkelenelim ama asla harekete geçmeyelim. Hareket alanını da kendi çizdiği doğrultuda yarattığı tüm yıkımları, sorunları devlet, kolluk ve hukuk gibi aparatlarla çözüyormuş gibi yaparak, sömürü düzenini kesintisiz sürdürebilmek için geleceğini güvence altına alır. Bu yüzden yasalarla onu dizginlemeye çalışanlar ya gaflet içindedir ya da oportünizmin bataklığında çırpınıyorlardır. Size “sabır” diyenler, “çözüm sandıkta” diyenler, isteyerek veya istemeden bu düzenin hizmetçisidir. Yolu devrimcilerden ayrılır. Devrimciler, liberalizmin bireyci yanılsamalarına, reformizmin düzen içi çözümlerine ve oportünizmin ilkesiz manevralarına karşı ideolojik netlikten sapmamalıdır. Devrim, uzlaşmayla değil, sınıf mücadelesinin keskinleşmesiyle mümkündür. Sistemin sunduğu sahte çözümler yerine, devrimci teori ve pratiğin birliğini esas alarak, stratejik kararlılıkla hareket edilmelidir. İlkesiz tavizler devrimci hattı zayıflatır, bu yüzden devrimci rotasını her koşulda sınıfın çıkarlarına göre belirlemelidir.

Devrimcilik, yalnızca mevcut düzenin eleştirisi değil aynı zamanda onu tarihsel ve sınıfsal bağlam içinde çözümleyerek, bilinçli ve örgütlü bir müdahaleyle aşma iradesidir. Kapitalist üretim ilişkilerinin sürekliliğini sağlamak adına ideolojik, politik ve ekonomik düzlemde üretilen yanılsamalara karşı devrimcilik, diyalektik ve tarihsel materyalizm temelinde şekillenen bir kopuş pratiğidir. Bu, dogmatik tutumlara saplanmadan, her tarihsel kesitte değişen çelişkileri ve mücadele biçimlerini kavrayarak, proletaryanın özneleşmesini hedefleyen devrimci bir hattın inşasını gerektirir. Devrimcilik, reformizmin ve tasfiyeciliğin sızma girişimlerine karşı sürekli bir ideolojik mücadele içinde, teorik berraklığını ve pratik yönelimini koruyarak ilerler.

Bu çarkın bugünkü sahiplerinin en büyük korkusu, örgütlü ve bu örgütlülüğü cüretkar biçimde kullanan bir halktır. Bu halkı yaratmak devrimcilerin görevidir. Kapitalizm insanları düzenli olarak kendi lehine değiştiren, içeren, hareket alanlarını kısıtlayan, aileden arkadaşlık ilişkilerine kadar rahatlıkla sızan ideolojisi (eğitim sistemi, din, medya vs), zor aygıtları (polis, ordu vs) ve pratiğiyle etkisiz, düzen için çalışan birer mekanizma haline getiriyor. Bunu aşmanın yolu devrimci mücadele ve mücadele içinde üretilen yoldaşlıktır; süreğen bir devrimcilik ve sürekli yenilenmesi gereken yoldaşlıktır.

Yoldaşlık, birlikte öğrenme ve dönüşme sürecidir. Yoldaşını tanımak, hatalarını görmek ve ona karşı açıklıkla yaklaşmak, kolektif bilincin temelidir. Bunun oluşması, kurulması pratik olmadan imkansızdır. İş paylaşımında onun güçlü yanlarını gözetmek, eksiklerini tamamlamak ve ondan öğrenmek, mücadeleyi bireysel değil ortak bir inşa süreci haline getirir. Yoldaşını ötekileştirmeden eleştirmek, onun gelişimini kendi gelişimin gibi sahiplenmek, devrimci dayanışmanın en sahici halidir, ondan öğrenmek yoldaşlığın kutsalıdır. Yoldaşlık, kapitalist bireyciliğin dayattığı rekabetçi ve çıkar temelli ilişki biçimlerine karşı sınıfsal öznenin kolektif varoluşunun bir ifadesidir. Bu, bireysel çıkarların ötesinde, proletaryanın ortak kurtuluşunu esas alan, dayanışma ve mücadele içinde şekillenen diyalektik bir ilişkidir. Yoldaşlık, yalnızca duygusal bir bağlılık değil sınıf bilinciyle örülmüş, devrimci pratiğin içinde sınanan ve kolektif eylemle pekişen tarihsel bir bağdır.

Tıpkı Che’nin dediği gibi “Devrim, hayal edebilenlerin değil onu gerçekleştirebilenlerin işidir.” Çünkü devrim, bekleyenlerin değil çabalayanların işidir. Çünkü tarih, “umut edelim” deyip bekleyenleri değil dişiyle tırnağıyla harekete geçenleri, bunun için savaşanları, bu uğurda düşenleri yazar. 

Marx ve Engels, 1848’de işçi sınıfının tarih sahnesine çıkışını müjdeledi. 1917’de Lenin ve Bolşevikler, çürümüş düzeni yıkıp yerine yeni bir dünya kurdu. Deniz, Mahir ve İbrahim, bu topraklarda işçi sınıfının kurtuluşu için en ağır bedelleri ödemekten kaçınmadı. Onlar, “başka bir yol yok” diyenlere inat, yol açanlardı. Bugünün devrimciliği, bu yolda ilerlemek, bu izi sürmek ama bu izle sınırlı kalmamaktır.

Referans alacağımız tarih ve gelenek Paris Komünü’nden, Ekim Devrimi’nden, Küba’dan, Vietnam’dan gelen gelenektir. O gelenek, devrimcilerin mücadeleyi devraldığı ve her koşulda ileri taşıdığı bir mirastır. Türkiye’de referans alacağımız tarih, Türkiye’de sınıf mücadelesinin ve antiemperyalist hareketlerin dönüm noktalarını içeren keskin kopuşlarla şekillenmiştir. 1968 gençlik hareketi, dünyada esen devrimci rüzgarın Türkiye’deki yansıması olarak antiemperyalist ve sosyalist bir bilincin yükseldiği dönemdir. O günün gençleri 1971’de bir kopuş yaşatmış, reformist çizgiden devrimci silahlı mücadeleye yönelen hareketler Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya önderliğinde farklı politik hatlar oluşturmuştur. 1971 Kopuşu, düzen içi mücadele anlayışını reddederek, devletin niteliğine ve devrimci mücadelenin yöntemlerine dair keskin ayrımlar getirmiştir. Bu tarihsel dönüm noktaları, bugünkü devrimci mücadeleye ışık tutan stratejik ve ideolojik mirasın temel taşlarını oluşturur. Bu yüzden Deniz’in kararlılığını, İbrahim’in disiplinini, Mahir’in militanlığını kuşanmadan bu düzeni yıkamayız. Ne uzlaşacağız ne geri çekileceğiz. Kapitalizmin, emperyalizmin, işbirlikçilerin kökünü kurutana kadar çabalamalıyız. “Onlar dövüşerek öldüler”, onların yolunda bizde dövüşeceğiz. Bu yolda düşen tüm devrimcileri anmanın tek yolu kavgamız.

Devrimciler olarak en kıymetli görevlerimizden biri okumak. Lafazanlık, entelektüellik için değil düştüğün yılgınlıktan kalkmak, hatalarından ders çıkarmak, strateji geliştirmek ve yol açmak için okumak… Okuyup harekete geçmek, yol almak devrimciliğin ilkesi, esas görevidir. Komünizme hakim olmak, kapitalizmin insanların ideolojik ve pratik olarak her zerresine kadar işlediği bu yılgınlıktan kurtaracaktır. Bu düzenin hayatlarımız üzerinde ilmek ilmek ördüğü yaşam biçimini okuyarak ve bunu pratiğe dökerek aşabiliriz. Sınıfların ortadan kalktığı bir dünyayı düşleyerek, bunu gözeterek okumak… Marx’ın dediği gibi, “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa asıl mesele onu değiştirmektir!” Bu yüzden Lenin gibi örgütlenmeli, Che gibi savaşmalı, Engels gibi disiplinli olmalı, Marx gibi dünyayı anlayıp, bunu değiştirmek için çabalamalıyız.

Bu çaba yoldaşlığa gebe. Mücadelenin gücü birlikte yürümekten gelir. Yalnız değiliz, her adımda birbirimizi güçlendiririz. Yoldaşlık, her zaman ciddi bir sorumluluk ve kararlılık gerektirse de düzenin alışık olmadığı “dayanışma” demektir.

Bir gün Lenin ve yoldaşları toplantı yaparken, bir yoldaş Lenin’e devrim stratejisi hakkında bir soru sormuş: “Lenin, devrimi nasıl kazanacağız? Nereden başlayacağız?” Lenin, bir süre düşünüp, cevap vermiş: “En önce halkı örgütleyeceğiz, onlara haklarını anlatacağız, sonra… ama bir dakika, senin cebinde ne var?” Yoldaş şaşkın bir şekilde bakmış, “Ne demek istiyorsunuz?” demiş. Lenin tekrar dikkatlice bakmış ve yoldaşının cebinden bir dilim ekmek çıktığını fark etmiş. “Senin cebinde ekmek var!” demiş Lenin. “Bunu burada, böyle devrimci bir ortamda taşıman kabul edilemez. Hemen bunu paylaştır, herkes yesin. Sonra tartışmaya geçeriz!” İşte yoldaşlık, en basit, en sade haliyle böyle özetlenebilir. Gerekirse bir dilim ekmeği paylaşmak…

Marksist terminolojiyle ifade etmek gerekirse, yoldaşlaşmak bireyin kendi sınıfsal konumunun farkına vararak “kendinde sınıf” olmaktan “kendi için sınıf” olmaya geçişinde kritik bir eşiktir. Proletaryanın tarihsel misyonu doğrultusunda, yoldaşlık, yalnızca ortak bir düşmana karşı mevzi almak değil, aynı zamanda devrimci bir bilinç inşasını ve praksis temelinde dönüşümü içerir.

Leninist perspektiften bakıldığında, yoldaşlaşma kendiliğinden hareketin ötesine geçerek disiplinli bir örgütlenme pratiğine dönüşmelidir. Çünkü devrimci mücadelede başarı, bireysel motivasyonların toplamı değil kolektif iradenin merkezileşmesiyle mümkündür. Yoldaşlaşma, bu bağlamda, proletaryanın kendi tarihsel özneleşme sürecinde devrimci bir örgütün inşasına yönelen bir bilinçlenme halidir.

Yoldaşlık, bireysel tercihlerin ötesinde kolektif iradenin inşasını gerektirir. Fikir ayrılıkları mücadele içinde kaçınılmazdır ancak belirleyici olan bu ayrılıkların sekter bir tutumla değil ortak bir zeminde ele alınmasıdır. Aciliyet gerektiren durumlarda, inisiyatif alan yoldaşın yönelimini (eğer bir ideolojik sapma değilse) kolektif çıkar belirler, diğer yoldaşlar ise süreci sekteye uğratmadan bu iradeye katkı sunar. Eleştiri ve şerhler, işin bütünlüğünü bozmayacak şekilde önceden belirtilir ancak esas tartışma iş tamamlandıktan sonra yapılır. Böylece teori ile pratik arasında diyalektik bir denge korunur ve mücadele sürekliliği sağlanır.

Yoldaşlık yalnızca bireyler arasındaki dayanışmayla sınırlı kalmaz, örgütlü mücadele içinde anlam kazanır. Örgüt, kolektif iradenin taşıyıcısıdır ve yoldaşlık, bu iradenin bilinçli bir öznesi olmayı gerektirir. Örgütün kararlarına dair eleştiriler, ortak bir zeminde, kolektif aklın inşasını hedefleyen bir tartışma süreci içinde ele alınmalıdır. Ancak tartışmalar çözüme ulaşmadığında, bireysel tepki yerine, örgütlü bir sabır ve donanım geliştirerek mücadeleye daha güçlü eklemlenmek esastır. Bu, bireysel hırs ya da öfkeden arınmış, devrimci sorumluluk bilinciyle inşa edilen bir irade hattıdır.

Hangi adımı atarsan at, ne kadarını yaparsan yap, o kadar değerli. Bir saatin, bir günün, bir ömrün… Hepsi bu mücadelenin bir parçası. Bu parçaları bütün haline getirmenin yolu yoldaşlaşmak. Yoldaşlaşmak, bireyin kendisini kolektif bir mücadelenin parçası olarak yeniden kurduğu, sınıf bilinciyle şekillenen politik bir özneleşme sürecidir. Bu süreç, salt duygusal ya da bireysel bir dayanışma pratiğinden öte, ortak bir ideolojik zeminde buluşmayı ve kolektif eylemin bir parçası olmayı gerektirir.

Yoldaşlaşmak, tarihsel ve maddi koşullar içinde şekillenen, sınıf mücadelesinin pratik ve ideolojik gereklilikleriyle iç içe geçen bir süreci ifade eder. Kendi başına bir değer taşımaktan öte, devrimci dönüşümün zorunlu bir bileşenidir. Bir yoldaş yalnızca bir mücadele arkadaşı değil aynı zamanda devrimci bir kültürün taşıyıcısıdır. Yoldaşlık kuru bir kalabalık değil kocaman bir yek olmaktır.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Son Eklenenler