Pazartesi, Haziran 23, 2025

Bu seneki 1 Mayıs’ta ne farklıydı?

Son yıllarda, sosyalistlerin Taksim’e dair tartışmalarının gölgesinde geçen 1 Mayıs’lar sıkça yaşanmıştı. Bu sene de benzer şekilde olacak gibi dururken, 19 Mart’tan sonra ortaya çıkan toplumsal tepkinin öğrenci hareketinin öfkesiyle birleşmesi bizi daha farklı bir düzleme taşıdı. Gençlerin de dahil olmasıyla kamuoyunda daha geniş bir tartışma oluştu diyebiliriz.

Uzun bir aradan sonra siyaset sahnesine geri dönen gençliğin dilinde, itici gücü olduğu bu sürecin ilk günlerinden beri hep Taksim vardı. Miting alanlarında Özgür Özel’e “1 Mayıs’ta Taksim’deyiz” dedirten, CHP’nin Filistin’e destek yürüyüşünün rotasını Taksim’e çevirmesine neden olan gençliğin bu söylemi olmuştu. Üstelik bu gençlerin hiçbiri ne Gezi’yi yaşamıştı ne de Taksim’de 1 Mayıs’ın kutlandığı dönemleri hatırlıyordu. İşte bu tavır, aklımızın bir köşesinde yer etmiş Taksim’in önemini, son yıllardaki yasaklarla beraber bize daha iyi anlatıyor. Taksim’in Türkiye işçi sınıfı için tarihsel ve sembolik anlamını unutmamakla birlikte, şu anda esas olanın sermaye sınıfının AKP’de cisimleşen yasakçı tavrına karşı etkili bir mücadele hattı kurmak olduğunu vurgulamak gerekir. 

Filmi biraz ileri sardığımızda DİSK’in başını çektiği çağrıdan sonra yaşanan Taksim-Kadıköy tartışması, uzun zamandır süregelen ve gitgide açılan bir ayrışmayı daha da netleştirdi. Bu ayrımın Taksim inadını mahkum etmeye çalışan tarafında sermayenin çizdiği sınırları aşmayan, patronların çevresinde durarak güçlenen sendikal zihniyet ile sosyalist hareketi düzen muhalefetine angaje ederek büyümeye çalışan sol reformist çizgi olduğunu görüyoruz. Açık bir şekilde, bu çizgiden uzak durmak gerekli olduğunu düşünüyorum. 

Son aylarda yaşanan sokak hareketliliğine rağmen Taksim beyanını görmezden gelmek sadece eksiklik değil, bir tercihtir. Yıllardır kendi mahallesinin konfor alanından çıkmayan flamacı solcular ve holding patronlarının güzidesi sarı sendikaların ortaklığı, Taksim iradesinin yükseltmek istediği mücadeleden farklı bir yol çizdiğini açık şekilde ortaya koyuyor.

19 Mart’ın ardından yaşananlar bürokratik ilişkilerle yosunlaşmış ve işçilerin uzağında duran sendikal yapıların daha da ayyuka çıkmasına sebep oldu. Sermayenin çizdiği sınırları aşmayan, patronların çevresinde durarak güçlenen bu sendikal zihniyet her zaman yaptığını yapmaya devam ediyor. Gençliğin “genel grev” çağrısı karşısında herhangi bir elle tutulur cevap üretemeyen bu konfederasyonlar, sarı sendikacılığın ne olduğunu da herkes için anlaşılır kıldılar.

Adında devrimci ibaresi bulunan DİSK’in bu konudaki yetersizliğine karşı atılan “Öğrenciler Taksim’de, DİSK nerede?” sloganı, bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Asıl utanç verici olan ise Şişli’deki DİSK genel merkezi önünde öğrencilerin polis barikatıyla karşı karşıya bırakılmasıydı. 

Tüm bunlara karşı 1 Mayıs’ta Kadıköy’de olmayı savunanlar tarafından geliştirilen argümanlar işçi sınıfının Taksim’e çıkmak gibi bir arzusu olmadığı ve asla yeterli sayıda kişinin böyle bir çağrıya gelmeyeceği üzerine kuruluyor. Açıklamalarını neden Taksim’de ısrar etmemek gerektiği üzerinden yapmaya çalışmaları, adı konmamış bir mağlubiyet savunusundan başka bir şey değil. Oysa tavrımız, “Taksim neden yasak?” ya da “Hükümet bu yasak ısrarını niye sürdürüyor?” gibi soruların cevabında yatmalıdır. Kadıköy beyanında bulunanlar, yanıtı bilseler bile koltuklarını kaybetmemek için icazet alanından çıkmamaları gerektiğinin farkındalar.

Kadıköy’de 1 Mayıs’ı savunmaya çalışanların üzerinde ısrarla durduğu bir diğer konu da Taksim çağrısı yapanların üsluplarının sertliği olarak göze çarpıyor. Kullanılan dilin “ayrıştırıcı” bulunmasına karşılık bir tür birleşik cephe önerisi sunuluyor. Açıkçası bu niyetin pek karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Hatta solun tarihine baktığımızda öncü kopuş ve ayrışmaların, istisnai olan birleşme girişimlerinden daha büyük ve önemli yerler tuttuğunu görebiliriz.

Bugün DİSK’in varlığını mümkün kılan üyelerin çoğunluğu CHP’li belediyelerde çalışanlardan oluşuyor. Toplam üyeleri 283 bin civarındayken bu belediyelerde örgütlenen Genel-İş’in 171 bin üye sayısı bulunuyor. Aidat gelirleri bakımından bu işçilerin DİSK gözünde önemi olduğu düşünülebilir. Ancak bu zamana kadar gelir kapısının asıl sağlayıcısı olan CHP ile ters düşmediklerini biliyoruz. 

İzmir ve İstanbul’daki belediyelerde defalarca yaşanan işçilerden habersiz gece vakitlerinde imzalanan toplu iş sözleşmeleri bunun en açık örneğidir. Bu durumda ülke gündemini takip edemeyip doğru tahlil yapamadıklarını ve talepler açısından CHP seçmeninin bile gerisine düştüklerini görüyoruz. Adeta “Ne olursa olsun düzen içinde kalacağız” demek için çabalıyorlar. Bahsettiğim bu icazet alanının yol açtığı bir diğer sorun da bu noktada ortaya çıkıyor, iktidar Kadıköy’e gitmeyenleri daha kolay kriminalize edebiliyor.  

1 Mayıs’ta Taksim iradesini ortaya koyan, gençliğin çağrılarını dinleyen ve sınıf siyasetini ileriye taşıma gayreti gösterenler, hemen önceki günlerde ev baskınlarıyla, o gün içinde de İstanbul sokaklarında gözaltılarla yıldırılmaya çalışıldı. Ancak bütün bu şiddet ve düşmanlığa rağmen irili ufaklı grupların saatlerce Taksim’i zorlamasından bu mücadele inadından kolay kolay vazgeçilmeyeceği anlaşılıyor. 

Bu ısrar CHP veya İmamoğlu için değil, AKP-sermaye işbirliğine karşı yapıldı. Yıllardır protelerleşen, konutsuzlaşan kısacası geleceksiz bırakılan işçilerin ve gençlerin mücadelesini ileriye taşıyabilmek için bir adım atılıyor. Elbette bu sadece Taksim’e gidilerek yapılamaz ancak burada önemli olan cüret göstermektir. Sayılardan dem vurarak yapılan matematik hesapları yerine, örgütlenmeye odaklanmak yani işçi sınıfına dokunabilmek gerek.

Unutulan Anadolu’ya, yüzümüzü dönerek devam etmeliyiz. Flama ve koltuk siyasetinden uzaklaşmalı, bundan vazgeçmeyenler karşısında konumlanmamızı sürdürmeliyiz. Bu duruşu daha da temellendirmek ve büyütmeye odaklanmak şarttır. Holdinglerin bugün kapılarının önünde göz göre göre işçi öldürmekten, grev kırıcıları ve güvenlikleri direnişteki işçilere saldırtmaktan çekinmeyecek kadar rahat olabilmesi durumun vahametini ortaya koyuyor. 

Burada iyice belirginleşen ve önümüzdeki dönemde gitgide birbirinden uzaklaşması muhtemel olan bu iki farklı irade örneği, sol/sosyalist güçlerin içindeki keskin bir ayrışmanın habercisi gibi. Bugün takınılacak tavır ve siyaset biçimi, önümüzdeki günlerin yol haritasını da tayin edecek. 

Sivrilmenin, dövüşmenin seçilmediği her yol, çizilen sınırların içine daha çok sıkışmamıza neden olur. Sınıf savaşının güncel ciddiyetini unutanlar bunu hatırlamalı, ona göre konumlanmalıdır.

Son Eklenenler