Pazar, Nisan 27, 2025

Bizim kuşak da nice Mahirler çıkarır

Mahir Çayan ve yoldaşları, 30 Mart 1972’de, Deniz Gezmiş ve yoldaşlarını idam sehpasından kurtarmak için Kızıldere’de savaşarak öldüler. 

19 Mart 2025’ten beri, Gezi’den beri yaşanan en yoğun kitlesel eylemliliklere tanık oluyoruz. 2000’e yakın genç eylem sırasında veya ev baskınlarıyla gözaltına alındı, bunların 301’i tutuklu. Bayramı cezaevlerinde geçirdiler. 13 gündür ortaya çıkan yaygın eylemliliklerin gösterdiği çok şey oldu. Bu sürece solun zayıf yakalandığı malum, birçok yerde sol örgütler eylemlilikleri idare etmek konusunda büyük sıkıntılar yaşıyorlar ama mesele bu değil. Güçsüzlük eleştiri konusu olmaz ama tercihler olur.

Mahirlerin çıktıkları yol, bugün “71 devrimci kopuşu” olarak andığımız yol, daha çok teorik bir mesele (milli demokratik devrim-sosyalist devrim tartışmaları) etrafında ayrılmış solu pratik olarak ayıran, kimin devrimciliğin kimin reformizin yanında olduğunu gösteren bir yoldu. O yolu büyük ölçüde kapattılar. Hem 1972 ve 1980’de askeri müdahaleyle hem de sonrasında gerek içeriden gerek dışarıdan ideolojik saldırılarla. Sovyetler’in yıkılması, eski yenilgiyi kabullenmiş kadroların hapisten çıkışı, “Hayata Dönüş” operasyonu, neoliberalleşme, sarı sendikacılığın gelişimi ve diğer bildiğimiz hikayeler.

Solumuz, 14 gün önceye kadar seçimlerden medet umuyor, vekil veya belediye başkanlığı koltuğu için pazarlıklar yapıyor, hatta bazısı Mahirler için oy istiyordu. 13 gün önce bir slogan hatırlandı tekrar: “Kurtuluş sokakta, sandıkta değil.”

Sözle eylem birbirini tutmaz her zaman. Bu slogan unutulmuş değildi. Sadece ona uygun davranılmıyordu. Ona uygun davranılıp hazırlanılmadığı için de mevcut durumda kitlelerin gerisine düşen sözler söyleniyor, eylem pratikleri geliştiriliyor, polis müzakereleri gerçekleştiriliyor, “kitleleri arkamıza alıp bu itirazı nasıl büyütürüz” demekten ziyade kitleler yönetilmeye, idare edilmeye, “aman Mustafa Kemal sloganı atılmasın, aman gözaltına aldırmayalım, aman bir tatsızlık çıkmasın” ve benzeri endişelerle hareket ediliyordu.

Solumuzun büyük kısmı daha iktidara gelmeden devrimci barutunu tüketmiştir. İktidara gelmeden diyorum çünkü iktidar devrimci barutu tüketme tehlikesi olan yegane konumdur. Artık mevcut düzeni tutmaya, ona saldıranlara karşı devrimi “muhafaza” etmeye ve belki Sovyetler’de olduğu gibi reelpolitik gerekçelerle çeşitli ülkelerdeki isyanlara yardım etmeme veya bastırmak gibi çeşitli şeylere sizi zorlar.

Solumuzdaki barutun eksikliğinin nedeni, esasen herkesin küçük iktidar alanından memnun olması. Birkaç üniversitedeki birkaç topluluğun var olması, bir eylem çağrısı yapıldığında yüzlerce insanın gelmesi onlara yetiyor. Ve bunu tutmaya çalışıyorlar. Devrimci barut, yani aslında iktidar hedefi sona erdi. O Sovyet filminde, bir menşevik mealen “Bu ülkede iktidarı bize verin, biz bu işlerin tümünü hallederiz, biz bu ülkeyi hakkıyla yönetiriz diyebilen bir parti var mı? Böyle bir parti yok!” dediğinde Lenin hiddetle, heyecanla ve kibirle kalkıp “Böyle bir parti var!” diyordu.

Bugün yok. Var diyenler de çocukluk ediyorlar. 

(Evet, bu halen bir Kızıldere yazısı meraklanmayın. Hala Mahirlerden bahsediyoruz. Nostalji yapmaya, onların ne büyük devrimciler olduğunu duymaya ihtiyacınız varsa başka yazılara bakabilirsiniz. Bu bir Mahirlerin çizgisine ilişkin bir yazı, Mahirlere ağıt değil.)

1968’in dünyasında ve Türkiyesi’nde kitleler, tarih sayfalarına bir daha çıkmamak üzere girdiklerinde önderlerimiz bu ayaklanışı devrime dönüştürmenin yol ve yöntemlerini aradılar. Yasalcılığı reddedip yasanın dışında bir yol izlediler. O yol izlenmeye değer. 

Halkın egemenlere ihtiyaç duymadan kendisini yönettiği bir ütopyaya inanıyorsak, bugün, tam da direniş günlerinde, direnişin tüm öznelerinin direnişi yeniden üreteceği, söz, yetki ve karar sahibi olacakları formlar düşünmeli, bunun dışında hareket eden solundan sağına herkesi kitlelerin acımasız barbarlığına terk etmeliyiz. Kitle yürümek isterken onu polisten önce durdurmaya çalışanların notunu bile almadan cezasını kesmeliyiz. Kitleler buna hazır. Öncülük iddiasında olanların kitlelerin cesaretine, militanlığına yaslanmaları yeterli.

Her şeye rağmen “sınıfı bölmeyelim” diyip Maltepe’ye gidenler olmuştur. Tandoğan’daki halaylar bazılarına yetecektir. Göstermelik boykotlarla iki üç kafeyi kapattırabilirler ama Koçlar’a savaş açanlar da var, gözü Taksim’de, Kızılay’da, meydanlarda olanlar da.

Ve önümüz açık. Çünkü bir kere daha “daha az sömürülmek” için mücadele etmenin yeterli olmadığı bir döneme giriyoruz. Kapitalizm ve özgürlük, bir kez daha bir ipte iki cambaz gibi. Ve tarihin bu dönemecinde yine bir reformcular, yasalcılar olacak bir de devrimciler. Tarih yine devrimcileri daha çok hatırlayacaktır ama kavga hatırlanmak için değil kazanmak için verilir. “Halkın yaratıcı dehasının canlı pınarını” bütün Türkiyeye akıtacak bir örgütsel kuvvet inşa edebilirsek, bu kuvveti inşa edecek akıllar ve bedenler yan yana gelirse, bu direniş günleri bu akılları ortaya çıkarırsa, bu direniş günlerine bu akılları ortaya çıkaracak müdahalelerde bulunabilirsek… Sonrasında işimiz çok kolaylaşır. Bizim kuşak da nice Mahirler çıkarır.

Son Eklenenler