Cuma, Şubat 7, 2025

Bir set işçisinin günü nasıl geçer?

Set işçileri ağır ekipmanlarla, uzun saatler, iş garantileri olmadan ve çoğu zaman sigortasız çalışıyorlar. Ümitlerini bağladıkları işler bazen bir gecede keyfi olarak iptal oluyor. Sete hazırlık için harcadıkları mesainin ücretini de çoğu zaman alamıyorlar. Set dışında bir sosyal hayat edinmeleri de çok zor. Yakınlarının özel günlerinde yoklar. Uyku saatlerine ya da haftada bir gün olan izinlerine bile göz konuyor bazen. 

Çoğunluğu ileride ayda birkaç gün çalışarak geçinebilen “o” görüntü yönetmeni, ışık şefi ya da yönetmen olmak hayaliyle çalışıyor. Başka sektörlerde aynı ücreti daha az çalışarak kazanabilme alternatifleri mevcutken onları bu şartlara ikna eden iyimser beklenti aslında insana köleliği kabul ettiren şey mi? “Birkaç yıl daha dişimi sıkayım. Sonra rahatım.” O birkaç yıl ne kadar sürecek?

Şimdi güneş doğuyor. Sete doğru yoldasın. Bunlar çalışmayacağın son dakikalar. Uykuya dalmaya çalışıyorsun. Fakat içine bir kurt düştü. Gece kamera aracına ekipman çantalarından birini koyup koymadığını hatırlayamıyorsun. Ya ofiste kaldıysa? Başın büyük derde girer. 250 kişilik set başlayamaz senin yüzünden. Neyse. Şu anda yapabileceğin hiçbir şey yok. Çalışırken çökmemek için şimdi biraz uyumalısın. 

Kamera testi dün gece geç saatte bitti.  Her şey tamam gibiyken görüntü yönetmeninin aklına en az birkaç saatinizi daha alacak yeni bir fikir geldi. İsteklerini sıraladı, “Halledersiniz” dedi ve gitti. Şef, hoca oradayken sizle kalıp yardım edecekmiş gibi konuştu ama hoca gittikten sonra o da çekip gitti. Bulunduğunuz kamera kiralama ofisinden bazı isteklerde bulunarak sorunu çözmek istedin. Beklemen gerektiğini söylediler. Ücret almadığın test günündeki mesain uzadıkça uzadı, sadece altı saat önce bitti. Set daha başlamadı ama sen şimdiden bitkinsin.

Kahvaltıda ağzına hızlıca bir iki şey atıp hemen kamera aracına koştun. Çanta orada. Rahatladın. Stajyerle yavaş yavaş kamerayı kurmaya başladınız. Ekip toplanmaya başladı. Görünürde teknik bir pürüz yok. Kahve ve sigara eşliğinde geyik muhabbeti neşeni yerine getirdi. Ama keşke geçen gün yaptığın saçma hatayı stajyerin yanında anlatmasalardı. Güldü bir de pişkin pişkin sana bakarak. Bunu zaten burada ciddiye almıyorlar diye düşünüp sürekli sözünden çıkar, sık sık arazi olursa bugün işin çok zorlaşacak.

Kamera hazır. Bir eksik yok. Görüntü yönetmeni geldi. Dünkü istekleri halledildiği için aferini kaptınız. Hocanın keyfi yerinde. Söylediği her cümle ekipte bir neşe ve coşku yaratıyor. İlk çalışmanız değil. Sen de ileride “Serttir ama iyi adamdır” diyerek anlatacağın bazı anılar biriktirmeye başladın bile kendisiyle. Gözüne girebilmek için çok uğraştın. Ona kendinden bahsedeceğin anların hayalini kurdun. Sonunda bir öğle yemeğinde konuyu yapmak istediklerine getirip anlatmaya başlamışken sözünü kesti, “İngilizce biliyor musun?” diye sordu. “Yok hocam” deyince “Önce İngilizce öğren moruk” dedi ve telefonuna gömüldü. O gece serviste dönerken İngilizce öğrenme uygulaması Duolingo’yu yükledin. Hevesle birkaç gün baktın ama sonra bir daha fırsat bulamadın.

Set başladı. Milyonluk ekipmanlara zarar gelmesin ve kiralama şirketiyle başın derde girmesin diye pür dikkatsin. Stajyer sana doğru geliyor. Bir derdi var belli. Sabah boş bataryaları şarja taktığı prizde elektrik olmadığını şimdi fark ettiğini söylüyor. Bu hata yüzünden kamera akülerini yavaş döndürmek zorundasınız bugün. Bir terslik olduğu şefler tarafından hemen fark ediliyor. “Önüne geleni kamera asistanı yapınca böyle oluyor işte.” Yönetmen olup film çekme hayaliyle girdiğin bu meslekte geçirdiğin birkaç yıl sonunda kamera asistanlığı unvanın bile zaman zaman düşebiliyor.

Önce “İngilizce bilmiyorsun” şimdi de “önüne geleni kamera asistanı yapıyorlar”. Hayranı olduğun hocandan iyice uzaklaştın bugün. Onu bu kadar önemsemenin sebebi, üniversite zamanlarında festivalde izlediğin birkaç filmin görüntü yönetmeni olmasıydı. Sadece ticari işler değil sanat filmleri de çektiği için öğrenecek daha farklı şeylerin olacağını düşünerek onunla çalışmayı farklı bir heyecanla beklemiştin.

Eskiden çok film izlerdin. Okuldaki arkadaşlarınla film festivallerine giderdin. Günde üç, bazen dört film bile izlediğin olurdu. Zaten setlerde çalışmaya da bu arkadaşlarından biriyle beraber başlamıştın. “Büyük setlerde işler nasıl yürür görmek önemli. İleride kendi işlerimizi çekerken bu bilgiler lazım olur.” Fakat arkadaşın ilk günden bu iş benlik değil deyip gitti. Ertesi gün bu erken “pes edişi” ve setteki işleyişi sorgulayan bazı cümleleri sette büyük dalga konusu olmuştu. Sen de ortama ayak uydurup aslında sevdiğin arkadaşınla dalga geçerken buldun kendini. Hatta söylenenleri (“O çocuktan hiçbir şey olmaz”) fazla içselleştirip sonrasında mesajlarına bile dönmedin. Son zamanlardaysa “Kaçmış kurtarmış aslında kendini. Akıllı çocuk,” diye düşünürken buluyorsun kendini. 

Öğle yemeği bitişine doğru telefonun çalıyor. “Yarın boş musun?” “Abi arkadaşım gelecekti şehir dışından ama.” “Set bitince gezersiniz kardeşim. Çok sıkıştık. Kamera testi yarın 12.00’de. Haydi görüşürüz.”

Saatler ilerliyor ama set ilerlemiyor. Artık içtiğin kahve ve sigaranın miktarından midenin bulandığı, sırtına giren ağrının dayanılmaz boyutlara geldiği saatlerdesin. Üstelik önünüzde bir mekan değişikliği daha var. Malzemeleri toplayıp oraya geçmek gözünde büyüyor.  Bittikten sonra daha kiralama ofisine gidilecek. Ekipmanlar sayılıp geri teslim edilecek. Yol-duş-uyku-yol adımlarını önündeki birkaç saate paylaştırmaya çalışıyorsun. En azından başını derde sokacak, ya da senin için paydosu geciktirecek bir sorun çıkmıyor diye de teskin ediyorsun bir yandan kendini. Bunun olmaması için hala pür dikkat olmalısın. En ufak bir hata, unuttuğun en küçük bir ekipman parçası, setin bitişini senin için birkaç saat hatta belki bir gün daha bile uzatabilir.

Keşke bugün setin ne zaman biteceği belli değilken yarına gelen işi kabul etmeseydin. Ama bu ekip seni daha önce aradığında da müsait değilim demiştin. 15-20 gün telefonunun çalmadığı, ayın sonunu getiremeyip sağdan soldan borç istemek zorunda kaldığın günlere tekrar dönmemek için stratejik davranman gerek.  Bu ekibi bir kez daha reddedersen başka biriyle çalışmaya başlayıp seni bir daha aramamaları riskini göze alma lüksün yok.

Şöyle çalışmayı sevdiğin iki üç ekip olsa aslında. Artık onlar seni, sen onları tanısan. Her sette bir kendini ispatlama, sınanma, hata yapma stresin olmasa. Arkanı kollayan insanlar olsa. Fena meslek değil baktığında. Yükseldikçe de parası iyileşip fiziksel yükü azalıyor. Her gün değişik bir ortamdasın. Rutin değil. 

Film çekme hayaliyle girdiğin sektörde artık bu tarz hedefler daha ağır basıyor. Ama bunların gerçekleşmesi için de bir an önce kamera asistanlığından kurtulmak, yükselmek gerek. Yükselmek için de kendini iyi pazarlamak gerek. Instagram hesabına biraz daha zaman ayırman lazım. Her gittiğin işten paylaşımlar yapmalısın. Evet bu kendini pazarlama hali biraz garip geliyor insana ama utanmamak lazım. Bizim işlerde önemli bunlar. Giyim kuşama da dikkat etmeli. Bu ayki kaşeler yatınca bir ayakkabı alışverişine çıksan iyi olur. Düzgün görünmezsen kimseyi ikna edemezsin bir şeyler yapabileceğine. Onlardan olduğuna. Sette oraya buraya bir şeyler taşıyan çocuklardan farkın kalmaz. Zaten şu anki durumun bir televizyon dizisinde çalışmaktan iyidir. Haftanın altı gününü fazla mesai ile aynı işte geçirmek daha zor ve geriletici. Gerçi dijital platform dizilerinde şartlar hiç fena değilmiş diyorlar. 

Aslında bunlar bir kenara, aklının bir kenarında hep şu fikir var: Her set sonunda paydos birası içerken diğer kamera asistanlarıyla konuştuğunuz gibi, bir belgesel ya da program fikri bulup birkaç hafta izin gününüzü ayırıp bir demo bölüm çekseniz. En azından elinizde biz yaptık diye gösterebileceğiniz bir şeyler olsa. Gain’den, BluTV’den bir yapımcı falan bulup görüşseniz. Para vermeleri önemli değil. Yayınlansa yeter. Maksat portfolyoyu güçlendirmek. Kimler yapıyor, siz mi yapamayacaksınız? Kesin güzel bir şeyler çıkar ortaya. Bir gün düşünüp bir fikir bulsak başlamak için yeterli. 

Fakat izin günün geldiğinde günün yarısı uyumakla geçince diğer haftaya erteliyorsun bu işler hakkında düşünmeyi. Sanat hakkında düşünebildiğin ender anlar setteki boşlukta çalıştığın işin senaryosundan okuduğun birkaç sayfa ya da lens değiştirirken kulak misafiri olduğun yönetmenin direktiflerinden ibaret. 

Kitap okuduğun ve film izlemeye vakit ayırabildiğin günler… Hoşuna giden bir film izledikten sonra seni saran “böyle güzel bir şeyi ben de yapabilir miyim” heyecanı… Doğru adımları atabilir, kendini iyi pazarlayabilir, sektöre kabul ettirip biraz daha iyi para kazanabilirsen yine o günler gelecek. Henüz değil, ama ileride mutlaka. Yani işte, şu birkaç yıl geçince.

Son Eklenenler