Arnavutluk’un ev sahipliğinde geçtiğimiz haftalarda başkent Tiran’da düzenlenen Avrupa Siyasi Topluluğu zirvesinde kameralara yansıyan bir kare, göçmen krizinden yeni aşırı sağın yükselişine, uluslararası siyasetin riyakârlığından Avrupa’nın yeni yönüne kadar her şeyi tek bir poza sığdırdı. “Sosyalist” partili Arnavutluk başbakanı Edi Rama, İtalya’nın neo-faşist başbakanı Giorgia Meloni’nin önünde diz çökerek onu abartılı jestlerle karşıladı. (Video) Meloni ise yüzüne sahte bir mahcubiyet takınarak benzer yapmacık tavırlarla bu harekete karşılık verdi. Bu jestin arka planında İtalya-Arnavutluk arasında imzalanan ve belki de Avrupa’nın geleceğini etkileyecek göçmen merkezleri anlaşması olduğunu tahmin etmek zor değil. İtalyan mahkemelerinin ve uluslararası mahkemelerin kararlarına rağmen Ekim 2024’de fiilen faaliyete geçen anlaşma uyarınca yılda 36 bin sığınmacının Arnavutluk’ta barındırılması değerlendirilecek. Zirvede bu göçmen kamplarını ziyaret edip etmeyeceği sorulan Meloni, “Gitmek için vaktim yok ama çalışmaların hızı göçmenlerin Arnavutluk’a geri gönderilmesinin işleyişini gösteriyor. Söz verdiğimiz gibi ilerliyoruz” şeklinde verdiği cevap bile Rama’nın reveransını özetliyor.1 Bu sözler, yalnızca Edi Rama’nın bireysel tercihleriyle değil Avrupa’nın geldiği utanmazlık eşiğinin normalleşmesiyle açıklanabilir. Küresel kapitalist sömürü ve emperyal politikaların yarattığı açlık, savaş, iklim krizi gibi yıkımların sonucu olarak göç etmek zorunda kalan milyonlarca insanı bir gelir kalemi olarak gören bu yaklaşım bizim için oldukça tanıdık. Avrupa Birliği ile Türkiye arasında 2016 yılında imzalanan Geri Kabul Anlaşması, göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engelleme karşılığında Türkiye’ye milyarlarca euro vaat etti.2 Anlaşmanın içeriği hiçbir zaman kamuoyuna şeffaf biçimde açıklanmadı, göçmen başına ücret pazarlığı yapıldığı iddiaları gündeme geldi. Hatta Avrupa Birliği’nin, Millî Eğitim Bakanlığı’na aktarılan 8,4 milyon euronun usulsüz kullanıldığı gerekçesiyle iadesini talep ettiği bile ortaya çıktı.3
Ancak Rama’nın diz çöküşü her ne kadar ekonomik temellerle açıklanabilse de karşısındaki Meloni için bunun da ötesinde, faşist ideolojinin temelini oluşturan bir üstünlük taslama sahnesiydi. Çünkü faşizm diz çöktürmeyi sever. Mussolini hayranlığını gizlemeyen ve partisinde birçok faşist kökenli siyasetçiyi barındıran Meloni için bu kare, sadece göçmen pazarlığının değil aynı zamanda tahakkümün simgeselleştirilmesiydi: Üstün ırkın karşısındakini indirgemesi, itaatkâr bedenin eğilerek boyun eğmesi, neo-faşist siyaset için bulunmaz nimetler olsa gerek. Tam da bu noktada Pierre Bourdieu’nün “bedenselleşmiş tahakküm” kavramı devreye girer. Ona göre “İtaat, toplumsal tahakküm ilişkilerinin bedende iz bırakmasıdır; beden, bu ilişkileri yalnızca yansıtmaz, onları taşır, içselleştirir ve yeniden üretir.” (Eril Tahakküm, Pierre Bourdieu). Rama’nın bedeni bu sahnede yalnızca bireysel bir jest değil tarihsel, kültürel ve politik bir teslimiyetin taşıyıcısıdır, özellikle de Arnavutluk’un komünist geçmişini göz önüne alırsak. Bir zamanlar faşizme diz çökmemiş bir halkın onurlu direniş tarihi, kadın partizanların bağımsızlık mücadelesine karşı bir rövanş hissiyatı taşıyan bu karşılamanın “sosyalist” partili bir başbakan tarafından yapılması ise tüm bunları pekiştiriyor. Sonunda faşizmin arzuladığı gibi eşitlik yerine diz çökmek, insan hakları yerine yabancıların dışlanması yüceltiliyor.
Neo-faşizm, yalnızca kaba kuvvetle değil popüler kültürle, unutturulan tarihle, yeniden üretilen imgelerle ilerliyor. Burada son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan “Avrupa’da yükselen yeni aşırı sağ” tartışmalarını hatırlatıp bir virgül koymak lazım. Sistem karşıtı söylemler ve liberal demokrasiye güvenin sona ermesiyle yelkenlerini şişiren yeni aşırı sağ dalga aslında aynı birikim tarzı, aynı üretim ilişkileri ve aynı dışlayıcı temsiliyet pratiklerine sahiptir. Faşizmin hiçbir türünü kapitalizmden ve sermaye düzeninin yönelimlerinden ayrı düşünemeyiz, salt “insan hakları”, “ötekini dışlama”, “yabancı düşmanlığı” gibi kavramlarla meseleye yaklaşmak, faşizmin asıl zeminini —yani sermayenin krize verdiği siyasal refleksleri— görmezden gelmemize sebep olur. Bu konuda Maurizio Lazzarato’nun tespitleri meseleyi iyi netleştirmektedir. Lazzarato, günümüz İtalyan faşistlerinin sözde sistem karşıtı duruşlarının aslında büyük bir aldatmacadan ibaret olduğunu, Arnavutluk ile yapılan göçmen anlaşmasını da içererek şöyle ifade eder:
“Halihazırda hükümette olan İtalyan faşistlerinin sözde sistem karşıtı tutumlarını düşünün. İktidara geldiklerinde egemenliği derhal terk ederek Avrupa’nın emirlerinin itaatkâr uygulayıcıları ve Atlantikçiliğin hizmetkârları haline gelirken, “vatanı” Amerikan emeklilik fonlarına satma sözü verdiler. Faşistler, o büyük vatanseverler, “anavatanı” yoksullaştırmak için sınırlarını “yabancı” sermayeye açarken, birkaç bin göçmene kapatıyor ya da onları Arnavutluk’a sınırdışı ediyor. Amerikalı efendilerine sadakatle hizmet eden Meloni, Atlantik Konseyi (adı her şeyi anlatıyor) tarafından ödüllendirildi.”4
Her ne kadar sisteme karşı biriken öfkeyi arkasına alsa da aşırı sağın hiçbir şekilde sermaye ilişkilerinden bağımsız hareket etmeyeceğini aklımızda tutarak şunu da görmek gerekir: Rama’nın karşılama merasiminin gözümüze soktuğu bir diğer gerçek, güncel ekonomik-politiğin yanı sıra tarihte faşizme karşı en güçlü direnişlerden birini gösteren topraklarda komünist geçmişe yöneltilmiş simgesel bir saldırı oluşudur.
Enver Hoca liderliği birçok açıdan eleştiriye açık olsa da onunla birlikte Arnavutluk emperyalist bloka karşı durmuş, bağımsızlıkçı bir çizgide ısrar etmiş, toplumsal açıdan da balkanlardaki ilk özgürlükçü adımları atan ülkelerden olmuştur. Tarihteki ilk ateist devlet olmasını da bunu destekleyen bir olgu olarak görmek lazım. İyisi ve kötüsüyle Enver Hoca çokça konuşulmuş, iktidarı sırasında halkı yönetim süreçlerinden uzak tutan despotik bir tarz benimsediği eleştirilerinin yanı sıra tezleri Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkede devrimcileri etkilemiştir.
Ancak hiçbir devrimci mücadele bir lidere ya da tek bir figüre indirgenemez. Arnavutluk’taki anti-faşist direnişin başarısı, isimleri kitaplara geçmeyen binlerce partizanın, köylünün, emekçinin, kadının zor koşullar altında gösterdiği inatçı ve örgütlü mücadele sayesinde mümkün olmuştur. Gerçek devrimci değerler işte bu kolektif ruhtan doğar. Meloni gibi neo-faşistlerin hayali diz çökme üzerine kurulu bir siyaset olabilir, unutulmaması gereken bir zamanlar bu topraklarda kimsenin faşistlere diz çökmemesi için ödenen bedellerdir. Meloni bir kadın olarak, kürtaj karşıtı, “kutsal aile” adına kadını eve, anneliğe, itaate mahkûm eden politikaları savunmakta. Bu gerici ideoloji kadını doğurganlıkla, fedakârlıkla, diz çökmekle tanımlarken, Arnavutluk’un devrimci geçmişinde birçok kadın, Ramize Gjebrea, Liri Belishova gibileri yalnızca eşitlik istemediler, eşitliğin örgütleyicisi oldular.
Elbette bunları hatırlarken romantize etmeden, rejimin kadınlara karşı tutumundaki çelişkileri de görmek zorundayız. Ramize Gjebrea zekası ve cesaretiyle partizanlara yön vererek faşizme karşı direnişte simge olmuştur ancak trajik idamı Arnavutluk’taki rejimin erkek egemenliğine karşı da hafızalardadır. Liri Belishova bir gözünü kurtuluş hareketinde cephede kaybederken ülkenin birçok yerinde öğretmenlik yapmış ve sonraki tüm siyasi hayatını Enver Hoca muhalifi bir komünist olarak geçirmiştir. Sevasti Qiriazi, yine benzer şekilde partizan saflarına katılmadan çok önce İstanbul’da Robert Koleji’nde eğitim görmüş, ABD’ye giderek üniversiteyi tamamlayan ilk Arnavut kadını olmuş daha sonra Arnavutluk’a dönerek ilk laik okulun temellerini atmıştır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün olduğu gibi adı bilinmeyen niceleri olduğu da kesindir.
Mussolini’nin Liri Belishova’lara gücü yetmedi, onları teslim alamadı. Oysa izlediğimiz bu karşılama sahnesi, Meloni’nin Edi Rama’ya tüm bunları yaptırabileceği bir çağda yaşadığımızı ima ediyor. Avrupa Birliği, bir zamanlar demokrasi ve insan hakları vaadiyle kurulduğu masalları unutururcasına, bugün aşırı sağın dilini benimsemiş, göçmen karşıtlığını resmi politika haline getirmiş durumda. Ama tarih bunlara aldırmaz. Ne Edi Rama’nın reveransı ne de Avrupa’nın utanç verici suskunluğu, partizanların diz çökmeden yürüdüğü yamaçların izini silebilir.
- https://www.hurriyet.com.tr/dunya/arnavutluk-lideri-rama-italya-basbakani-meloniyi-dizlerinin-uzerinde-karsiladi-42803796 ↩︎
- https://bianet.org/haber/ab-den-turkiye-ye-multeciler-ve-sinir-yonetimi-icin-toplam-1-2-milyar-euro-271335 ↩︎
- https://www.karar.com/guncel-haberler/avrupali-sasirdi-biz-sasirmadik-1859355 ↩︎
- https://heimatloskultu.org/2024/12/13/yeni-bir-dunya-duzeni-icin-politik-kosullar-maurizio-lazzarato/?utm_source=chatgpt.com ↩︎