19 Mart’ta başlayan gençlik isyanına dair bir yığın değerlendirme yapıldı. Gençlerin sosyolojik profili, faşist eğilimler, geleceksizlik vs. hakkında bolca konuşuldu. Zamanla tekrar tekrar konuşulacaktır, buna ihtiyaç da var. Ama bu yazı bunlarla alakalı değil. İki buçuk ay sonra önümüzde duran bazı problemlerin, buradan nereye gidilebileceğinin yazısı bu. Gençlik örgütlerinin üniversitelilerle ilişkisi, eriyen kitle seferberliğinden elimizde ne kalacağı, 1 Mayıs’ta iyice somutlaşan soldaki ayrışmanın gençliğe yansıması gibi birkaç mesele var.
Önderleşenlerle birleşmek
Eylemler başladıktan sonra göze ilk çarpan şey kitlenin örgütsüzlüğüydü. Bu, esasen gün gibi ortada duran bir gerçeklikti. İlk tutuklama dalgaları sonrası sol örgütlerin alandan çekilmesi veya kalanların çoğunun CHP mitingine katılmakla yetinmesi, Saraçhane barikatı önünde faşizan eğilimlerin hakim olmasıyla örgütsüzlük iyice belli oldu. Zamanla eylemleri sürdüren üniversite öğrencileri sol bir dil tutturabildiler. Bunu da çoğunlukla örgütsüz öğrencilerin kendi okullarında oluşturdukları inisiyatifler üzerinden yapmayı başardılar. Geldiğimiz noktada, bu inisiyatifler ve gençlik örgütleri arasında açık bir ayrışma var.
Bugün gençlik örgütleri arasında da bir üniversite öğrencisi profili kalmadı. Tabii ki bu durum geleneksel üniversite öğrencisi tipinin sadece birkaç okul ve fakülteyle sınırlı kalmasıyla da ilişkili. Ancak öğrenciler bu süreçte okullarında bir araya gelebilecek zeminler oluşturabildiler. Gençlik örgütleri bu zeminlerde var olmakta pek de başarılı değil. Bu ayrımın ayyuka çıktığı zamansa 1 Mayıs oldu. 1 Mayıs’ta üniversite öğrencileri eyleme çıkmayı beklerken gençlik örgütleri çoktan eyleme çıkıp gözaltına alınmıştı. Bu yıl Taksim iddiasının altında kalınmamış olsa da çok daha başarılı bir 1 Mayıs geçirebilirdik. O günkü bazı koordinasyon eksikliklerinin bunda payı olsa da, süreç boyunca böyle bir ayrım olmasaydı 1 Mayıs’a da yansımazdı.
Gençlik örgütleri ve üniversite öğrencileri arasında varoluşsal bir ayrım olmamalı. Öncülük etmek yalnızca eyleme çağırmakla, “bugün git, yarın gel” demekle olmaz. Kitlelerle doğru siyasi zeminde bağ kurabilmek öncülüğün temel şartlarındandır. Eylem tecrübesine yaslanarak yeni politikleşmiş kitleye yol yordam göstermek önderlik etmek demek değildir. Doğru önderlik, kitleye öğretirken kitlelerden de öğrenerek yapılır. Yoksa eylem düzenleme işi iki günde çözülür, iletişim ağları kurulur ama mücadeleyi doğru talepler etrafında sürekli kılacak irade kitlenin içinden çıkar.
Genç devrimcilerin hemen hemen hepsi yaşları gereği bir halk isyanının içinde bulunmadı, buna Gezi de dahil. Uzun zamandır süren bir yenilgi döneminin içinde örgütlendik. Bu dönemden miras kalan insanları mücadeleye çağırmaktan çekinmenin, dükkancılığın, butik eylemlerin bir manası yok. Sol siyasetin yenilgi döneminde edindiği alışkanlıklardan kurtulmanın tam sırası. Bugünün isyancıları kendilerine özgü dilleriyle, yordamlarıyla belirli bir yoldan gidiyorlar. Eylemlere gitmeye, mücadele etmeye, örgütlenmeye her zamankinden daha açıklar. Twitter lugatıyla ifade edersek, şıkır şıkırlar. Bize düşen, devrimci arzuyu bu kitleyle buluşturmaktır.
Eskiden gençlik hareketleri için kullanılan “küçük burjuva eğilimli” gibi tanımlamaların bugün geçerliliği kalmadı. Saraçhane kitlesi sadece üniversite öğrencilerinden değil işsizlerden, üniversiteye devam etmeyip daha yirmi beş yaşında birçok kez iş değiştirmiş güvencesiz çalışan gençlerden de oluşuyor ki üniversite öğrencilerinin çoğu da okumaya devam edebilmek için bir yandan çalışmak zorunda.
Uzaklarda saf bir proleter yaşam aramaya gerek yok. 19 Mart’tan beri sokağa çıkanlar farklı bir proleter varoluşun içindeler. Henüz tanımlamakta zorlanıyoruz belki ama oradalar. O halde proleterleştirenlere karşı birden fazla kulvarda savaşmanın da imkanı var. Sadece eski tanımlamaların değil, bu kitle ayağa kalkmışken solun eski küçük iktidar alanlarının da bir hükmü yok. Yine isyana hazırlıksız yakalandık hayıflanmasını duymak istemiyorsak, yine isyanın muhtevasını kavrayamadan eriyip gitmesini istemiyorsak beklemeye gerek yok. Kılavuzumuz Marksizm Leninizm heybemizde, kitle de birlikte çalışmak için önümüzde duruyor.
Bugün bir Dev-Genç’imiz de yok
Mahir Çayan, 1971’deki konuşmasında Türkiye devrimci hareketinin durumunu anlatırken “Bugün proleter devrimci hareket henüz parti seviyesinde bir örgütlenmeye gidememiştir. Elimizdeki tek savaşçı örgüt Dev-Genç’tir.” der. Bugün ise bir Dev-Genç’imiz de yok.
19 Mart’ta birçok üniversitede öğrenciler eylemlere birlikte katılmak için yeni inisiyatifler oluşturdu. Bunlar çoğunlukla öğrencilerin güvende hissedeceği şekilde eylemlere katılmasını sağlamak için ortaya çıktılar. Farklı üniversitelerdeki inisiyatifler eylemlerde koordinasyonu sağlayabilmek adına İstanbul Üniversiteler Koordinasyonu’nu (İÜK) oluşturdular. Başta bir iletişim ve haberleşme ağı olarak kurulsa da süreç daha fazlasını İÜK’e dayatmıştır. Gittikçe eriyen kitle seferberliği yeni bir forma bürünmeye ihtiyaç duyuyor.
Öğrenciler 25 Nisan’da, 1 Mayıs’ta Taksim iradesine sahip çıkmak için DİSK’in önüne gittiler. Sosyalist partiler Arzu Çerkezoğlu’nun tek yazısıyla DİSK’in arkasına dizilirken, öğrenciler DİSK önünde “Taksim, iktidarın lütfuna bağlı bir alan değil fiili-meşru mücadelenin kazanımıdır” dediler. 10 Mayıs’ta Boğaziçi’nde düzenlenecek finans zirvesine Mehmet Şimşek’in gelmesini engellediler. Aynı gün Çalık Holding korumalarının döverek öldürdüğü Erol Eğrek için birçok şehirde eylemlere katıldılar.
Gençlerin sadece Ekrem İmamoğlu’nu savunmak için sokağa çıkmadığı hep söylenmişti. Süreç içerisinde eylemlerle bu kanıtlanmış oldu. Fakat gençliğin devrimci hareketi bir grup arkadaşın eylemden eyleme koşturmasından ibaret olamaz. Bu hareketliliğin kısa süreli bir “aktivizm” tecrübesi olarak kalmayıp, birlikteliğin küçük bir altkültür ortamına dönüşmeyip, Türkiye genelinde yurttaşlık hakları savunusu olması ve geleceğine göz dikilmiş gençleri birbirine bağlaması gerekir.
İÜK’teki üniversitelerin yazdığı ve ilk kez 7 Mayıs’ta CHP’nin Beyazıt mitinginde okunan öğrenci manifestosunda siyasi tutsakların serbest bırakılmasından Kanal İstanbul’un iptaline, polis şiddeti sorumlularının yargılanmasından meydanların özgürleşmesine kadar birçok talep yer aldı. İletişim-haberleşme ağının ötesine geçmenin ilk adımları, hem yapılan eylemlerle hem taleplerle çoktan atıldı. Bugün gerekli olan, mevcut yapıyı muhafaza etmek değil hareketin gidişatına uygun örgütlenmeyi (gerekirse mevcut olanı yıkarak) yeniden yaratmak ve kitlesel öğrenci hareketi içinden çıkacak öz-örgütü oluşturmaktır.
Hakim solun küçük iktidar alanlarını aşacak ve her öznenin direnişi yeniden üretebileceği, kitlesel ve militanlığını koruyan, meşruluğunu kanunlardan değil katılımcılarının ortak iradesinden alan örgütlenme formu üzerinde çalışmalıyız.
Biz, düzenin seçme ve seçilme hakkına bile göz dikerek yurttaşlıktan kovduğu, hakim solun kortejine 3-5 kişi katmaktan ibaret gördüğü gençliği uygun talepler etrafında örgütlemeye, bu talepleri de “somut koşulların somut tahlilleri” ışığında siyasallaştırmaya, flamalarımızı geri çekip devrimci mücadele tarihinin ufkuyla mücadele içinde mütevazı yerimizi almaya hazırız. Gençliği anne babalarıymış gibi koruyup kollamaya, kitlelerin sivri uçlarını törpülemeye değil kitlelerin militanlığını desteklemeye, mücadele içinde bir yoldaşlık hukuku oluşturmaya adayız. Kitlelere makul görünmekten, izinli alanlarda ajitasyonlar yapmaktan değil kitlelerin devrimci siyaseti mücadele içinde kendi tecrübeleriyle benimsemelerinden yanayız.
Ayrılıklar
Sol içinde 1 Mayıs’ta ortaya çıkan yarılma üzerine de oldukça yazıldı. Bunlarda atlanan bir şey vardı: O da bu yarılmanın İstanbul’daki öğrenci hareketine de yansımış olması. Üniversitelerin yaptığı eylem çağrılarının imzacılarına bakınca bu ayrım açık bir şekilde görünüyor. 25 Nisan’da DİSK önündeki eylemden 19 Mayıs’a kadar düzenlenen eylemlere bakınca, bağımsız öğrencilerin kendi okullarında kurdukları inisiyatifler ile hakim solun gençlik örgütleri açık şekilde ayrışmaktadır. Siyasi mücadeleyi geri çeken hamasi birlik çağrılarına karşı mücadeleyi ileriye taşıyacak ayrılmalar iyidir. Tarih bunun örnekleriyle dolu.
19 Mart’tan beri birçok okulda, zayıf da olsa belli bir düzeyde özörgütlülük sağlanmış durumda. 19 Mart’ta verilen tepki, AKP’nin sonraki hamlelerini rafa kaldırmadı, yalnızca erteledi. Yeni saldırıya karşı bu özörgütlenmeler, kendi otonomluklarını da koruyarak daha keskin bir siyasi zeminde buluşmak zorunda. Soldaki yarılmayı dikkate alınca bunun bazı ayrılıkları da beraberinde getireceği aşikar.
Sürekli 19 Mart isyanında gençlerin CHP’den daha ileri bir tutum sergilediği söyleniyordu. 1 Mayıs’ta bunun sadece CHP için değil, sosyalist partiler için de geçerli olduğu ortaya çıktı. Kitle çizgisi devrimci veya oportünist, reformist olarak farklılaşamazmış ve özünde doğru bir çizgisi varmış gibi kitlesellik savunanlara, 25 Nisan’da DİSK’in önüne giden öğrenciler gerekli cevabı vermişti. Zaten “Evet DİSK yönetimi iyi değil ama kitlesi Kadıköy’de olacak, ne yapalım?” diyenleri, DİSK’i ikna etmek isteyen öğrencilerin yanında görememiştik.
Hareketin ilerlemesine engel olmaya başladığı zaman -1 Mayıs 2025’te olduğu gibi- bölünmelerin olması hareketin sıhhatinedir. Zira bu bölünmelerin eleştirisi, yarının doğru çizgisini güçlendirir. Devrimci tutum, bu büyük görüş ayrılıklarının üstüne gitmeyi gerektirir. “Kitlesellik” adı altında geri bir siyasi çizgiyi dayatanlara karşı bu ayrılıkları derinleştirmekten çekinmemek gerekir. Bu ayrılıklar daha sağlam ve ilkeli birlikler de yaratır. Bu siyasi müdahalelerin kitlelerde yaratabileceği endişelere karşı tutumu da Mahir Çayan çok güzel ifade etmiştir:
“Hakim sınıfların sınırlı demokratik hakları rafa kaldırma hazırlıkları içinde oldukları, proleter devrimci hareketi ezmek için oyunların tezgahlandığı şu günlerde, ilk bakışta saflarımızdaki bu bölünme hoş bir şey değildir. Ve hareketimize sempati duyan, ama gerçek duruma yabancı olan pek çok arkadaşta bu ayrılmanın derin bir üzüntü ve endişe yaratacağı açıktır… Unutmayalım ki, bugün için kötü olan, yarın için iyi bir şey olabilir. Ve bugün, devrimci ilkeler üzerine kurmaya başladığımız birlik, anın üzüntü ve endişelerini memnuniyete çevirecek kadar güçlüdür.”