Sermaye sınıfı en geri ideolojik desteklere dayanarak sınıfın örgütsüzlüğünde hegemonyasını yaygınlaştırırken, işyeri cinayetlerini doğru anlayabilmek için kapitalist üretim ilişkileri içinde işleyen yasaların ve yargılamaların anlaşılması gerektiğinden en azından dosyanın ayrıntılarını, sanıkların elini kolunu sallayarak katlettiği ve yine elini kolunu sallayarak mahkeme salonunda anlattığı ayrıntıları bilmek zorundayız. Çünkü biz bırakın bir uzvunu makinelerin arasında bırakanları, bedenleri toprağın altında aylarca kalanların çığlıkları bile mahkeme koridorlarında sönümlenmekten başka bir seçeneğe sahip olamadığı bu düzene alışmıyoruz.
Zonguldak’ta vahşice öldürülen, sonra cesedi yakılarak yok edilmek istenen Afgan göçmen Vezir Muhammed Nourtani’nin ilk duruşmasının görüldüğü 29 Mayıs 2024’e gidelim. Sanık aileleri salonu doldurmuştu. Nourtani’nin hesabını sormakla can güvenliği arasında seçim yapmak zorunda kalan Nourtani’nin ailesi de duruşma salonundaydı. Milletvekilleri, basın ve avukatlar dışında hiç kimse salona alınmadı.
Nourtani’nin avukatı duruşmanın başında seyirci talep etti. Mahkeme “burası dolmuş değil” diyerek talebi reddetti. Heyet suçlamayı özetledi. Kasten öldürme isnadıyla açılan dosyada “kolluğa haber vermediğiniz, araca bindirdiğiniz, işbölümü yaptığınız, bir kısmınızın delilleri yok ettiği, maktulün eşinin aranarak işe gelmediğinin söylendiği, battaniyeye sarıldığı, benzin istasyonundan bidonla benzin alındığı ve maktulün yakıldığı” eylemleri gereğince cezalandırılmalarının talep edildiği sanıklara iletildi.
Tutuksuz sanıklardan Eray Demirok’tan başlayarak savunmalar alınmaya başlandı:
“Olay tarihinde ben Hakan ve Enver’e ait ocakta çalışıyordum. Olay günü Alaattin’le birlikte kulübede oturuyordum. Afganlı Muhammed geldi, ekmek poşeti alıp içeri gitti. Sercan geldi ‘Afganlıya bir şey oldu yerde yatıyor bayıldı herhalde’ dedi. Biz de Alaattin Abi’yle koşarak içeri gittik. Biz içeri girdiğimizde Afganlı Muhammed yerde sırt üstü yatıyordu. Alaattin parmağıyla Nourtani’nin dilini yokladı. Enver ocak içindeydi, ben de diafondan Enver’i çağırdım. Daha sonra geri içeri girdim. Biz Alaattin ve Sercan ile Nourtani’yi vagonun arkasına koyup dışarı çıkarıyorken Enver Abi geldi, ‘ne oldu’ diye sordu. Bayıldığını söyledik, ‘Hakan’ı aradınız mı?’ dedi. Alaattin Abi kalp masajı yapmış, Sercan Hakan’ı aradı yaklaşık beş dakika içinde Hakan ile Ahmet geldi. Olayı anlattık. Alaattin Abi ‘kalp krizi geçirmiş olabilir, bilmiyorum’ dedi. Hakan Abi de birkaç kere kalp masajı yaptı. Nabzına baktık atıyor gibiydi ama emin değildik. Su getirdik elini yüzünü yıkadık. Nefes alıp almadığına baktık. Hakan Abi ‘benim evden battaniye alıp gel’ dedi. Maktulü battaniyenin üzerine koyduktan sonra aracın bagajına götürdük. Enver ve Hakan olayın ocağın içinde olduğu anlaşılmasın diye hastaneye götürelim dediler. ‘Ocak kaçak, göçmen kimliksiz, infazımız yanmasın’ dediler. Enver Abi ‘kıyafetleri sobaya atın’ dedi. Hakan, Alaattin, Enver, Ahmet arabaya bindi. ‘Hastaneye gidiyoruz siz işinize devam edin’ dedi. Kıyafetleri sobaya attık. Enver aradı, köy tarafına gel dedi. Enver’i aradım meşguldü. Hakan’ı aradım, mahallenin girişine çağırdı. Gittiğimde arabanın başında dördü konuşuyordu. Hakan ‘bunu buraya bıraksak başkası gelip alsa hastaneye götürse mi?’ dedi. Hastaneye götürelim dedim, kalp krizi geçirdiyse otopside çıkar bizlik durum olmadığını buraya atıp bırakmış gibi olmayalım parmak izlerimiz vardır dedim. Alaattin de hastaneye götürelim, dedi sürekli. Hakan abi benden kazma kürek istedi, bende transit araca binerek yola çıktım, korkup abimi aradım. Abime anlattım yaralandığını, ölmüş olabileceğini söyledim. Kazma kürek almadan abimle yanlarına döndüm. Abime de ne olduğunu anlattık. Hakan ‘hastaneye kimliği olmadığı için götüremedik’ dedi. Hakan Abi benzin almamı birkaç defa söyledi, benzin al gel adamı yakalım dedi, ben gitmem dedim. Hakan ve Ahmet kendi araçlarına binerek gittiler. Enver, ben, abim, Alaattin diğer araca bindik, ocağa gidip şarj aleti ve montumu alıp Hakanların yanına döndük ama onları bulamadık. Yukarı çıkarken denk geldik mahalle girişinde. Enver abiyi çağırdılar. Enver abi gidip o araca bindi sonra inip tekrar bizim araca geldi. Abimi bırakıp ocağa gidip işçileri aldık. Alttaki ocağa götürecektik. Afgan bir işçi daha vardı, ailesini arayarak Nourtani’nin işe gelmediğini söyletti Enver. Enver bizim araçtan inip ‘sen işçileri bırak benim Tofaş aracı al gel’ dedi. O sıra giderken Enver Abi tekrar aradı ‘sen bekle’ dedi, ben işçileri bırakıp eve gidip yemek yiyip, duş aldım. Enver tekrar arayıp yol ağzına gelmemi söyledi. Gittim bulamadım, tekrar aradı ve yol ayrımına çağırdı. Ancak dediği yeri bulamadım konum attı attığı konum üzerine belirttiği yere gittim. ‘Seni Hakan abin bırakacak’ dedi, aynı mahallede oturduğumuz için. Enver’e arabasını teslim ettim. Şarj aletimi aldım, Hakan abinin arabasına bindim yola çıktım. Arka koltuğa oturdum, arkada yerde battaniye ve bir buçuk litrelik benzin bidonu vardı. Hakan abi yukarı doğru çıkıp bir yerde durup battaniye ve bidonu ormana atıp, ‘çevirme var ileride sen kullan benim ehliyetim yok, alkollüyüm’ dedi ben de önce kendimi eve bırakıp sonrasını ona bıraktım bilmiyorum. Ben araçta benzini, battaniyeyi görünce adamı yaktıklarını düşünmemiştim, hastaneye götürdüklerini düşündüm başka bir şey sormadım. Enver ve Ahmet ocaktan ayrıldıktan sonra beni yanlarına çağırdıklarında Hakan benden kazma kürek getirmemi istemişti, gömelim demişti.”
Nourtani’nin eşi Kamergül söz alarak beyanda bulundu. “Beni arayan Eray’dı. Görüntülü aradığı için tanıdım” dedi. Eray her ne kadar suçu kabul etmese de dosyada mevcut kamera kayıtlarında Sercan ile gülerek kıyafetleri sobaya atıp, yemek yemeye devam ediyorlarmış.
Bir diğer tutuksuz yargılanan Sercan Kayabaş’ın sorgusuyla devam edildi: “Enver’i arayıp arabada sıkıntı olduğunu söyledim. Arızayı yaptırmamı söyledi. İşçilerle oraya gittik, aracın tamirine başlandı. Enver aradı, Nourtani’nin durakta olmadığını söyledi (servisin alacağı yer). Normalde maktulü ben alıyordum, araba arıza yaptığı için şahinle kendisi almaya gitti. O gün maktul rahatsızmış o yüzden işe gelmeyeceğini söyledi. Enver arabasıyla geldi, Nourtani ve diğer Afganı verdi. Bir taksi ve Şahin’le (Eray kullandı) ocağa geçtik.”
Daha sonra ocak içinde olanlara dair, ezberlemişçesine Eray’la aynı sıra ve kelimelerle olayı anlattı: “Nefes aldığını duydum, hırıltılıydı. Hakan Körnöş ‘bu olayı kimseden duymayacağım, vururum seni’ dedi. Servisi tamamladıktan sonra tekele uğradım, Enver bana ‘telefonunu uçak moduna al’ dedi, sebebini sorduğumda ‘Hakan Abi’n içmiş içmiş sarhoşken adamı yakmış” dedi.” Tabii Sercan bu kısımları karakol beyanında, savcılık sorgusunda da söylememişti.
“Kamerayı baskı altında kaldığım için yönünü yukarı çevirdim.”
Hemen sonrasında diğer tutuksuz sanık Alaattin Çayırlı’ya geçildi: “Ben oraya kömür almak için gittim. Maktul içeriden gelerek benim arabama vagonla kömür döktü, içeri girdi. 5-10 dakika sonra Sercan koşarak geldi, adam bayıldı dedi. 2015’te maden göçüğünde kaldığımdan girmeye korkarım ama maktul kapıya yakındı içeriye girdim, sırtüstü yatıyordu. Dili içeri kaçmıştı. Dilini çektim. Nefes almıyordu. Kalp masajını bilirim. Yaptım ve maktul hırıltılı şekilde nefesi alıp verdi. Son nefesi olduğunu düşündüm. Nabzı yoktu tekrar kalp masajı yaptım. Hakan’a ‘herhalde vefat etti’ dedim. Hakan da kalp masajı yaptı. Araca getirdik hastane için. ‘Gömelim’ dediler karşı çıktım. Hastaneye götürelim dedim. Enver Hakan’a ‘arabayı durdur, zaten Afgan, atalım kimliği yok bir şeyi yok” dedi. Ben saçmalamayın dedim. Ben alkollüydüm Hakan da demiş olabilir. Hatırlamıyorum. Ben Hakan saçmalama deyince ‘şaka yaptım’ dedi. Biraz alkollüydüm, sonrasında eve gittim.”
Sıra geldi patronlara. Tutuklu yargılanan Enver Gideroğlu: “Yerin 300 metre altında çalışıyordum. Eray alt kata haber gönderdi. Acilen yukarı çıkmamı istemiş. Yukarıda her ne olduysa ben bilmiyorum. Ben üst kata çıktığımda Eray, Vezir Muhammed’in çalıştığı yerde bekliyordu. Ne olduğunu sordum ‘fenalaştı dışarı çıkardılar’ dedi. Vezir Muhammed hareketsiz şekilde yatıyordu, ölmüştü. Sercan bana ‘ekmeğini almaya gitti, yedi ondan sonra bir şeyler oldu’ dedi. Alaattin’e durumun nasıl olduğunu sordum, Alaattin bana ‘içerde nefes alır gibi oldu ancak şu an kalbi, nabzı atmıyor’ dedi. Yaklaşık 5 dakika sonra Hakan Ahmet’le birlikte ocağın önüne geldiler. Hakan Muhammed’in kalbine baktı ‘kalp krizi geçirmiş, ölmüş’ dedi. Hakan ‘yok edelim, benim infazım var’ dedi. Ahmet, Alaattin hastane için üsteledi. Eray’a evden battaniye getirmesini söyledi. Biz Eray ile kulübeye gittik. Hakan Sercan’a ‘kamerayı çevir kıyafetleri yak’ dedi mi duymadım. Maktulü battaniyeye koyduk 5 kişi. Hakan arabayı hazırladı. Arabaya koyduk. Alaattin, ben, Ahmet, Hakan arabaya bindik. 15 dakika yol gittik. Bir dağ yolu var bir de hastane yolu var, hastane yoluna döndük. Hakan bana ‘Eray’ı ara transit araçla gelsin siz götürün’ dedi. Arabayı yolun kenarına çektik, Hakan, Alaattin ve Ahmet içmeye başladı. Bir süre sonra Eray yanımıza geldi. Onlar 1-1,5 saat içtiler. Biz Eray’la onlardan yaklaşık 10 m ilerideydik. Hakan 150 TL uzattı Eray’a, ‘benzin al gel, yakacağım’ dedi. Bunun üzerine Hakan Eray’a ‘kazma kürek getir’ dedi. Hakan ısrar ettiği için Eray da kazma kürek almaya gitmek zorunda kaldı. Eray abisi Emre’yle geri geldi. Bunun üzerine Hakan ‘ben Erdal’ı arayacağım kenara bırakacağım gelip ambulansa koyar’ dedi. Alaattin ‘ne yapacaksak yapalım’ dedi. Bunun üzerine Hakan, Ahmet arabaya binip hızlı şekilde aşağı doğru indiler. Emre, Eray, Alaattin ve ben transite bindik. Madenin önüne gidip Alaattin’i orda bıraktık. O sırada madenin dışında Sercan’ı gördüm. Eray’la Sercan’ın yanına gittik. Sercan ‘erken çıkabilir miyim?’ dedi. Hakan ve Ahmet’in arabaya gittik. Ben, Hakan ve Ahmet’in kötü bir şey yaptıklarını sandım. Telefonumu kapatıp olay yerinden uzaklaşmak istedim. Eray’a evlerinin yoluna girip devam etmelerini söyledim. Amacım Eray’ı evine bırakıp oradan uzaklaşmaktı. Ben Eray’ı eve bırakmadan önce Hakan’la yolda karşılaştık, Hakan Eray’a beni sordu. Eray arkada olduğumu söyledi. Camı açıp Hakan’a ne oldu dedim o da ‘neden telefonu açmıyorsun lan’ dedi. Telefonu uçak modundan çıkardım. Sonra beni arabaya zorla bindirdi, alkollü olduğunu anladım. Bana ‘Afganlı Kazım’ı al da gel’ dedi. Neden dediğimde ‘ailesini arayıp işe gelmediğini söyleyecek’ dedi. Kazım’ı alıp geldim, kendi telefonumu verdim ne yapması gerektiğini söyledim. Tekrar Hakan’ın arabasına bindim. Dağ yoluna doğru devam ettik. Boş bir alana girdi. Ahmet’le Hakan bagajı açtı bana aşağı inmemi söylediler. Ben de indim. Ahmet, ben, Hakan indirdik Nourtani’yi. Battaniyeyi Ahmet’le Hakan çekti. Battaniyeyi Ahmet araca koydu. Hakan tekrar arabaya binin dedi. Bindik. 30-40 m çapraz ilerledik. Ahmet Hakan’a arabayı durdur, farları kapat dedi. Hakan dediklerini yaptı. Hakan arkasını dönüp bana ‘yak’ dedi. Ben kabul etmeyince Hakan Ahmet’e söyledi, Ahmet cevap vermedi. Hakan indi Ahmet gel beraber gidelim dedi. Bir dakika sonra ön kapı açıldı. Oradan Ahmet’in benzin bidonu aldığını gördüm. Ahmet uzaklaştı. Ben arabada kaldım. Arabanın camları filmliydi kim döktü, yaktı görmedim. Ancak arkamı dönüp baktığımda alev aldığını gördüm. Ahmet’in elinde bidonla koştuğunu gördüm. O sırada Hakan torpidoda bir şey arıyordu. Bindiler, Ahmet ‘kaç kaç’ dedi. Yola devam ettik. Eray’ı aradım arabayı Zonguldak merkeze getirmesini söyledim. Eray kapıyı açtı araca oturdu Eray ‘ne yaptılar’ dedi, ben de yaktılar dedim. Eray Hakan’ın arabasına bindi ben de kendi arabama bindim. Hakan arabadan inip yanıma geldi, ‘telefon kayıtlarını sil çocuklarını bir daha göremezsin’ dedi. Eve gittim, eşim anladı sordu ben de anlattım. Eşim polise git dedi sıkıntı olur dedim. Ailesine haber verdim, ailesine haber veren benim. Polise gidin dedim. Afganlı Kazım’ın evine gidip olanları anlattım ve ailesine haber ver dedim. O esnada Alaattin beni aradı ‘Hakan’la oturuyoruz çabuk yukarı gel’ dedi. Benim ihbar ettiğim öğrenilmesin diye yanlarına gitmek zorunda kaldım. Arabalarına bindim, Hakan bana ‘ben ne yaptım’ dedi. Hakan oradan uzaklaştı. Alaattin’e polisi arıyım mı dedim yok dedi. Alaattin eve gitti Hakan da arabanın lastiklerini değiştirmeye gitti. Ben Sercan’ı aradım. Tekel Bayii’ne gel konuşacağız dedim. Sonra alındık.”
Nourtani’nin eşi Kamer Gül Nourtani söz alıp Enver’e 20 bin dolara böbreğini isteyip istemediğini sordu. Diğer tutuklu sanık Ahmet Aydın ise olayı hemen hemen benzer şekilde aktardı. Çelişkili beyanları da olsa “çakmağı çakıp” yakan kişinin kendisi olduğunu itiraf etti.
Kendisinin hiçbir şekilde sorumlu olmayacağı, fakat amca oğlunun infazı var diye bir insanı yakan Ahmet’e; Nourtani’nin avukatı kendisine ne vaat edildiği, aradaki siyasi ilişkileri de ifşa edecek soru yöneltti fakat Ahmet’in müdafi bu soruyu engelledi.
Sıra geldi kaçak ocak sahibi MHP Gelik Belde Başkanı Hakan Körnöş’e: “Saat 5 sularında ocağa gittim, Alaattin ile konuştum. Sonra Enver ocağa gelmem için çağırdı, hızlıca gittim. Ocağa gittiğimde Nourtani sırt üstü yatıyordu. Enver ve Sercan’a ne olduğunu sordum. Onlar da boş vagonu iterken düştüğünü söylediler. Gidip baktım sağ mı diye nabzı yoktu. Nefes almadığını fark ettim. Kalp masajı yaptım. Öldüğünü fark edince 112’yi, 118’i arayın dedim. Bunun üstüne Enver bana “senin sicilin var, ocak kapanır, kimliği yok” dedi. Ben de Eray’ı çağırdım. Battaniye istedim. Amacım hastaneye götürmekti. Eray, Alaattin, Ahmet ve ben Nourtani’yi battaniyeye koyup araca taşıdık. Yola çıktık. Sonra durup olayı konuştuk, mazot almışlar arabaya, ben bilmiyorum. Sonra hastane yoluna devam ederken, yol kenarında işemek için durdum. Arkamı bir döndüm, yandığını gördüm.” diyerek Ahmet’i suçladı.
En son görülen ve dosyanın seyrini değiştiren 18 Eylül 2024 tarihli duruşmaya gelelim. Ailenin avukatı dosyaya Koç Üniversitesi’nden alınan “Ölüm sonrası yakıldığı kesin değil” yönündeki bilimsel mütalaa raporunu dosyaya sundu.
Suçla alakası olmadığını öne süren kaçak ocak sahibi olduğu iddia edilen tutuklu sanık Hakan Körnöş ise “Rahmetlinin ölümüyle, bu olaylarla alakam yoktur. Ben hayata dönmesi için elimden geleni yaptım. İlkyardım konusunda deneyimliyim, daha önce de iki kişinin hayatını kurtarmışımdır. Benim kasti bir suçum, eylemim yoktur. Ailem ve küçük yaşta çocuklarım var. Onlarla bakmakla yükümlüyüm, beraatımı ve tahliyemi talep ederim” dedi.
Dosyanın Adli Tıp Kurumu’na gönderilerek bilimsel mütalaadaki iddialar ile dosyanın tamamını kapsayacak şekilde yeniden rapor alınması için sevk edilmesine, tutuklu sanıkların tutukluluk halinin devamına karar vererek duruşmayı erteledi.
Duruşma sonrası Kamer Gül, “İşbirliği yapılmış bir cinayet bu. Hak ettikleri cezayı almaları gerekiyor. Hem toplum için hem de hepsi ‘çocuklarımız var, dışarı çıkmam lazım’ dediler. Onlar beraat istiyor hepsi çocukları olduğunu söylüyor ama Vezir Muhammed’in çocukları olduğunu düşünmediler. Çocukları hâlâ evde, ben onlara nasıl bakacağım, cezalandırılmalarını istiyorum” diye konuştu.
Memleketinden, ailesinden, dostlarından binlerce kilometre uzaklara sürüklenen bir göçmendi Nourtani. Dilini bilmediği, sesini duyuramadığı, varlığını bile hissettiremediği bu topraklarda onu anlamak ve onun için mücadele etmek görevimiz.
Kapitalist düzenin çarkları, binlerce işçiyi aynı şekilde katlederken Nourtani’nin varlığı yalnızca ucuz emeğiyle ölçülen bir sayıdan ibaretti. Kaçak bir maden ocağı onun emeğini sömürerek kâr elde ediyor fakat Nourtani’nin ismi bile duyulmuyordu. Onun adı “Afgan göçmen” veya “kimliksiz” oluyordu, kimse onun hikayesini tam anlamıyla bilmiyordu. Ailesi bile kaçak bir maden ocağında çalıştığını vefatıyla öğrenmişti.
Bu korkunç olaya dair gerçeklerin üstünü örtmek için oluşturulmuş bir labirent gibi görünen ifadelere ayrıntılarıyla değinmemin sebebi şu: Tüm sanıklar Nourtani’nin cenazesine yapılanları kabul etse de kimse cinayeti üstlenmedi. Ocak içinde kalp krizi geçirdiği iddia edilen âna, ölümüne dair ise kimse açıkça konuşmadı. Patron, bu “kazayı” hızla örtbas etti, yargı hiç sorgulamadı. Bizim net olarak bildiğimiz tek şey Nourtani’nin ölümünün tesadüf olmadığıydı. Orası zaten kaçak bir madendi.
Nourtani’nin yaşam savaşını her an hatırlatacak mücadeleyi öreceğiz. Nourtani’nin göç yollarından kaçak bir maden ocağına uzanan hikayesini sessiz bir anı olarak değil yankılanacak ve büyüyecek bir mücadele olarak omuzlanıyoruz. Yitip giden bir dünyayı, yaşanılacak bir dünyaya çevirebilmek için…