Üretim ve ihtiyaç diyalektiği
Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde tarihsel maddecilik kuramının öncüllerini, üretim ile ihtiyaç ilişkisini kurarak başlatırlar:
“Yaşamak içinse her şeyden önce yiyecek, içecek, barınak, giysi ve daha başka şeyler gerekir. O halde, ilk tarihsel eylem, bu ihtiyaçları karşılayacak araçların üretimidir; maddi yaşamın kendisinin üretimidir.”
“İkinci husus şudur: Giderilmiş ihtiyacın kendisi –bu ihtiyacı giderme eylemi ve onun giderilmesini sağlayan aletin elde edilmiş olması– yeni ihtiyaçlara yol açar ve yeni ihtiyaçların bu üretimi, ilk tarihsel eylemdir.” (Marx ve Engels, Alman İdeolojisi)
İki önerme, aslında tek bir önermenin birbirine içerili iki yüzüdür: İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için araçlar (emek aletleri, üretim araçları) üretir. Araçların üretilmesi yeni ihtiyaçları ortaya çıkarır. Üretim olmadan doğal/içgüdüsel ihtiyaçların dışında ihtiyaç olmayacağı gibi bu tür ihtiyaçlar olmadan da üretim var olamaz ve gelişemez.
İnsanı doğadan ayrıştıran yalnızca alet yapımı değildir. Her aletin yapımı başka aletleri ve birçok başka toplumsal etmeni gerektirir. İnsanı doğadan ayrıştıran, doğal/içgüdüsel ve verili ihtiyaçları üretken eylemiyle aşması ve kendi ihtiyaçlarını da kendisinin üretmesidir. İnsan üretken eylemiyle ihtiyaçlarını da üretir, çoğaltır ve bunların nasıl karşılanacağını şekillendirirken, bu ihtiyaçlar da insanın üretken eylemine amacını ve içsel itkisini verir.
Emeğin toplumsal üretkenliğindeki her artış, üretim ve yaşam süreçlerinde yeni ihtiyaçlar yaratarak, yeni emek alanları ve işbölümleri doğurarak, önceden lüks sayılan bazı şeyleri herkes için zorunlu haline getirerek, değişen ve gelişen doyum yeteneğinin de yeni ihtiyaçlar yaratmasıyla; toplumsal emeğin üretim kuvvetlerinde yeni gelişmelerin içsel itkisini yaratır. Hegelyen bir terminolojiyle söylersek, üretim “kendi-başkası” olarak doğurduğu yeni ihtiyaçlar ve doyum yeteneklerinin içinden geçerek, kendine zenginleşmiş olarak döner. Üretimin gelişmesinin doğurduğu ihtiyaçlarda genişleme, gelişme, çeşitlenme; yine üretkenlik artışlarının içsel bir dinamiği haline gelir. Bu anlamda ihtiyaçlar ve doyum yetenekleri bir üretim kuvvetidir. (Marx, Grundrisse)
İster gündelik tüketim ürünleri gereksinimi biçiminde olsun, ister üretimdeki her türlü araç, gereç, ara girdi, hammadde gereksinimi biçiminde olsun, hele ki belirmiş ama henüz gerçekleşmemiş ve gerçekleşmesi üretimin toplumsal ve teknik süreçlerinde bir dizi daha kapsamlı dönüşümü gerektiren gereksinimler olsun, ihtiyaçlar her zaman üretimin ve üretkenliğin gelişiminde içsel bir rol oynar. Bu yüzden insan üretken eylemiyle kendi ihtiyaçlarını üretir ve çoğaltırken, ihtiyaçlar da üretime motivasyonunu, amacını, tasarımını, dönüşümünü ve yenilenme zorunluluğunu vererek, bir üretken kuvvet haline gelir. İhtiyaç, yalnızca ihtiyaç olmadan üretim olmayacağı için değil kendileri bizzat üretkenlik artışından doğan ama dönüp üretimin toplumsal organizasyonu ve teknik yapısında yeni ve daha ileri gelişmeleri zorunlu kılan yeni ihtiyaçlar olarak da bir üretken kuvvettir. Yeni ihtiyaçlar ya da aynı anlama gelmek üzere belli bir tarihsel momentteki verili ihtiyaçları aşan artı-ihtiyaç, başlı başına bir üretken kuvvettir.
Kapitalizmde verili ihtiyaçları durmaksızın aşmak, durmaksızın yeni, artı ve hatta aşırı ihtiyaçlar üretmek başlı başına bir ihtiyaç, dolayısıyla zorunluluk haline gelir.
Kapitalizm durmaksızın daha fazla artı-emek, artı-değer (özellikle göreli artı-değer), artı-kâr üretmeye çalışmakla kalmaz. Durmaksızın, hepsini daha fazla artı-değer ve kâra çevireceği artı-üretim, artı-mekan, artı-zaman, artı-ihtiyaç da üretmek zorundadır. Durmaksızın yeni ihtiyaçlar yaratma zorunluluğu, bir yandan kapitalizmin önceki üretim tarzlarıyla karşılaştırılamayacak kadar yüksek ve hızlı (ancak kapitalizm tarihi boyunca genel bir eğilim olarak düşen) emek üretkenliği artışlarının, diğer yandan ise aşırı-birikim, aşırı-üretim, değerlenme krizlerini hafifletme çabasının bir sonucudur. Çok daha pratik ve maliyetsiz biçimlerde halledilebileceği veya düpedüz ihtiyaç-dışı ve israf olduğu halde reklam, tahrik, beyin yıkama, fetişleştirme gibi yöntemlerle zorunluymuş gibi görünen yapay, manipülatif ihtiyaçlar da bu kapsamdadır.
İhtiyaçların çok yönlüleşmesi
Özellikle emek üretkenliğinin ve kârlılığın arttığı genişleme dönemlerinde kitlelerin tüketim ihtiyaçlarını genişletmek ve çeşitlendirmek, eskiden lüks sayılan bir dizi ürünün zorunlu ihtiyaç olarak kitlelerin tüketimine girmesi; yapay olarak yaratılan ve tahrik edilen ihtiyaçlar dahil, “sermaye-emek ilişkisinin, özünde uygarlaştırıcı cephesi budur ve sermayenin hem tarih önündeki mazereti, fakat aynı zamanda günümüzdeki kuvveti buna dayanır.” (Marx, Grundrisse)
Marx’ın “uygarlaştırıcı” derken kastettiği, kapitalizmin gelişim sürecinde, doğal, sabit ve sınırlı ihtiyaçları tümüyle ortadan kaldırması, verili ihtiyaçları durmaksızın aşması, böylece tüm ihtiyaçları tarihsel, toplumsal, insanların kendileri tarafından yaratılmış ihtiyaçlar haline getirmesidir. Kapitalizm tarihsel, esnek, dinamik, giderek kısalan aralıklarla yenilenen ve çeşitlenen bir ihtiyaçlar çerçevesi yaratmadan kapitalizm olamazdı. Türkiye kapitalizmi ve AKP’nin bir dönemki mazereti ve gücü de buna dayanıyordu: Plazma TV, cep telefonları, TOKİ konutları, otomobil, çocuğunu meslek lisesi ve üniversitede okutabilmek, uçağa binebilmek, AVM’ler, SGK vb.
Böylece kapitalizm, yetileri kadar ihtiyaçları da çok yönlüleşen bir “yeni insan” potansiyelini ortaya çıkarır. Marx, “yetenekleri, ilişkileri, ihtiyaçları zenginleşmiş/çok yönlüleşmiş insan”, yani toplumsallaşmış birey oluşumunu/potansiyelini, komünizmin en temel koşul ve dinamiklerinden biri olarak görür. Bunun günümüzde sınıf mücadelesinin yeni ve daha gelişkin bir düzleme geçişinde de kritik bir etmen olduğunu da ayrıca göreceğiz.
Şimdi Marx’tan uzun, ama işçilerin gereksinmelerinin çok yönlüleşmesini de içerecek biçimde komünizme bağlanan, kritik bir alıntıyı görelim:
“Sermaye açısından artık-değer olarak beliren şey, işçi açısından, kendi bir işçi olarak ihtiyacının, dolayısıyla yaşamını sürdürmek için dolaysız olarak gerekenin ötesinde kalan artık-emektir. Sermayenin büyük tarihi rolü, işte bu artık-emeği, salt kullanım değerinin, çıplak geçimlik üretimin bakış açısından fazlalık olan bu emeği yaratmaktır. Ne zaman ki ihtiyaçlar tüm yönleriyle gelişerek, zorunlu olanın ötesindeki artık-emeği, bizzat bireysel ihtiyaçlardan doğan genel toplumsal bir ihtiyaç haline getirirler; ne zaman ki sermayenin katı disiplini, kuşaklar boyu etkisini sürdürerek, genel çalışkanlık ve üretkenliği yeni kuşakların ortak karakteri haline getirir; ne zaman ki sermayenin sınırsız zenginlik hırsıyla sürekli kamçıladığı emeğin üretici güçleri, bir yandan genel zenginliğin toplumun bütünü tarafından sahiplik ve muhafazasının çok daha az emek süresi gerektireceği, bir yandan da çalışan toplumun kendi genişleyen yeniden-üretim sürecine, sürekli daha geniş alanlarda gerçekleşen yeniden-üretimine bilimsel olarak hakim olabileceği aşamaya varırlar; dolayısıyla nesnelere yaptırabileceği şeyleri insanın kendi emeğiyle yapma zorunluluğu sona erer; o zaman sermayenin tarihi misyonu da tamamlanmış olur. Sermaye ile emek arasındaki ilişki, o halde, para ile meta arasındaki gibidir: biri zenginliğin genelleşmiş biçimini, öbürü ise doğrudan tüketime yönelik içeriğini temsil eder. Ama sermayenin zenginliğin genel biçimi uğruna durmak bilmeyen atılımı, emeğin kendisini doğal darlığının sınırlarının ötesine sürerek, hem üretimde hem tüketiminde evrensel olan, ve emeği, doğal zorunluluk kavramının dolaysız biçimiyle yok olması ve tüm zorunlulukların tarih içinde insan tarafından yaratılmış zorunluluklar haline gelmesi anlamında, emek olmaktan çıkıp tam ve mutlak yaratıcılık faaliyeti haline gelen gerçek anlamda zengin bireyselliğin maddi koşullarını yaratacaktır. Bu anlamda, sermaye üretkendir; toplumun üretici güçlerinin gelişiminin zorunlu bir öğesidir. Bu niteliğini, ancak üretici güçlerin gelişimi önünde bir engel haline gelmeye başladığında yitirir.” (Marx, Grundrisse)
Marx bu görkemli paragrafında, kapitalizmden çıkarsadığı gelişkin komünizm potansiyeli öğeleri içerisinde, işçilerin ihtiyaçlarının tüm yönlüleşmesine de önemli bir yer veriyor. Kapitalizm öncesi dar kullanım değerine dayalı geçimlik emek açısından lüzumsuz sayılan pek çok ihtiyaç, günümüz kapitalizmindeki işçiler açısından son derece çeşitlenmiş zorunlu ihtiyaçlar haline geliyor: Gündelik tüketim ürünlerinin çok çeşitlenmesi bir yana, eğitim, sağlık, iletişim, ulaşım, zaman, mekan, doğa, sanat, spor, eğlence, çok yönlü gelişme ve çok daha fazlası… “Bizzat bireysel ihtiyaçlardan doğan toplumsal ihtiyaç”, çok yönlüleşen yetenek, ilişki ve ihtiyaçlarıyla toplumsal birey olma potansiyeli gelişen işçilerin, tüm yönlü ihtiyaçların birbirine bağlanarak toplumsal bir bütün oluşturmasıdır. Her türlü üretim sürecinin birbirine bağlanması ve birbirine içerili hale gelmesi gibi, her türlü ihtiyaç da birbirine bağlanarak ancak hep birlikte ve toplumsal olarak gerçekleştirilebilir hale geliyor. Kapitalizm öncesi dar, güdük, tikel, tek yanlı kullanım değeri, kapitalist değerin hakimiyetinden geçerek, çok daha gelişkin, tüm yönlü, evrensel bir kullanım değerine dönüşme potansiyeline sahip oluyor. Bireysel ihtiyaçlar, artık toplumsal bireyin çok yönlü ve tarihsel-toplumsal olarak yaratılmış toplumsal ihtiyaçlar olarak, ancak yine tarihsel-toplumsal olarak çözülebilecek tarihsel-toplumsal zorunluluk haline geliyor. Kapitalizmin artı-değer hakimiyeti altında genişlettiği artı-emek, kullanım değeri olarak toplumsal artı-emek kapasitesinin genişlemesiyle, tüm yönlü toplumsal-bireysel ihtiyaçların gerçekleştirilebilmesinin koşulunu oluşturuyor. Tüm bunlar ve daha fazlası yetenekleri, ilişkileri ve ihtiyaçların tüm yönlü gelişmiş, özgürleşmiş ve özneleşmiş, toplumsallaşmış, evrenselleşmiş, yaratıcı bireylerin “yığınsal olarak” ortaya çıkmasının maddi koşullarını oluşturuyor.
Bu paragraf aynı zamanda zahmetli emeğin önceden verili ihtiyaçlarla ilişkisiyle birlikte ortadan kalkmasının toplumsal-maddi koşullarının nasıl oluştuğuna işaret ediyor. Emek, verili ihtiyaçlara tabi olduğu sürece durmaksızın bu ihtiyaçlarını gidermek için didinip duran, sömürüldüğü üretimin hamalı olmaya zincirlenen emek olmanın ötesine geçemez. Kapitalizmin gelişme sürecinde ortaya çıkardığı ise verili tüm ihtiyaçların durmaksızın aşılması, durmaksızın yeni ihtiyaçların üretilmesidir. Bu, verili ihtiyaçlarını karşılayabilmek için üretimin hamalı olan zahmetli emek yerine, verili tüm ihtiyaçların giderildiği ve ortadan kalktığı, bu anlamda eski biçimiyle “ihtiyaç” kavramının da ortadan kalktığı, birbirini koşullayan zorunlu emek ile verili ihtiyaç ilişkisinin ortadan kalktığı, yerini yepyeni ve daha gelişkin ihtiyaçlar üretip karşılayan çok yönlü yaratıcı etkinliğin ve kullanım değeri olarak zenginlik üretiminden çok yönlü yararlanmanın geçmesinin maddi koşullarını geliştirir.
Kapitalizmde çok yönlü ihtiyaçlarına karşın emek geçimi için kölece emek olmaya devam eder
Kuşkusuz kapitalizm bir yandan çok yönlü yaratıcı yetiler ve ihtiyaçların zeminini döşerken işçi sınıfı için bunu imkansız hale getirir. Çünkü bir yandan verili ihtiyaçlardan serbestleşmeyi başlı başına bir ihtiyaç haline getirirken diğer yandan verili ihtiyaçları işçi sınıfının karşısına onu daha fazla köleleştiren daha büyük bir engel olarak çıkarır. Gıda, konut, enerji, ulaşım gibi temel ihtiyaçlar, bir yanıyla tarihsel olarak üretilmiş ve doğal biçimlerinden çokça farklılaşmış olsa da işçiler için halen aşılmamış bir “doğal ihtiyaç” gibi bir zorunluluk ve köleleşme araçları olarak işlemeye devam eder. İşçilerin ihtiyaçları ne kadar çok yönlü toplumsallaşmış olursa olsun, halen başkalarına servet üretmekle koşullu emekleri kendileri için zorunlu “geçimlik emek” olmaya devam eder.
Üstelik işçiler ne kadar çok yönlü zenginlik ve yararlılık üretirlerse, kendi ihtiyaçları da ne kadar çok yönlüleşirse, o kadar kendi verili temel gereksinmelerini (gıda, konut, enerji, sağlık vb.) karşılayamaz hale gelirler.
İhtiyaçların aynı zamanda bir üretken kuvvet olduğunu bilerek başka bir boyutunu daha görebiliriz: Yeni ihtiyaçları, çok yönlü ihtiyaçları bir yana, giderek en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelen emeğin, (açlık, işsizlik korkusuyla çalışma disiplini ne olursa olsun) üretkenliği de belirgin olarak düşer. Hiçbir zorunlu ve yabancılaşmış emek biçimi, yaptığı işten toplumsal-iç sorumluluk ve motivasyon duyan gönüllü etkinlik biçimi kadar üretken ve yaratıcı olamaz.
Böylece kapitalist sistemin içindeki uzlaşmaz çelişkilerin tarihsel gelişim doğrultusunun önemli bir çizgisine varmış bulunuyoruz. Bu, verili toplumsal ihtiyaçların kapitalizmde karşılanmamasının da epey ötesine geçen derinlikteki bir çelişkidir. Uzlaşmaz sınıf karşıtlığının uzlaşmaz kapitalizm/komünizm karşıtlığıyla bütünleşmesi gereğini gösteren bir çelişkidir. İhtiyaçların çok yönlü toplumsallaştığı yerde, bunların karşılanmasının özel sömürüye ve tikel satın almaya bağlı olması çelişkisidir. Verili tüm ihtiyaçların aşılabileceği, yeni ve yaratıcı ihtiyaçlarının belirleyici hale geldiği koşullarda verili ihtiyaçlara kölece tabi olmaya devam etmek çelişkisidir. Tüm yönlü yaratıcı etkinliğin ve kullanım değerleri zenginliğinden tüm yönlü ve yeterince yararlanmanın en büyük ihtiyaç haline geldiği yerde, işbölümüne dayalı tekdüze işlerde güdükleşme ve ömür boyu bir ev, araba sahibi olmak, çocuk okutmak için kölece çalışma çelişkisidir.
Üretimdeki ihtiyaçlar ve kriz
Şimdi Marx’ta alıntıladığımız uzun paragrafın son cümlelerinden hareketle, üretim-ihtiyaç ilişkisinin yeni bir boyutuna, bu ilişkideki çelişki ve kriz durumuna gelelim. Kâra dayalı üretim tarzında, çok yönlüleşen toplumsal ihtiyaçların, hatta verili en temel ihtiyaçların bile karşılanamaz hale gelmesi, yani işçi sınıfının derinleşen sefalet birikimi, bir kriz durumuna işaret eder. Bununla birlikte kâra dayalı üretimde, üretimin yeni ihtiyaçların karşılanamaması daha temeldeki, ilkinin de kökünde yatan daha derin bir kriz durumuna işaret eder.
“Belli bir alandaki emek üretkenliğindeki her gelişme, üretim tekniğindeki ve/veya üretim aletlerindeki başka gelişmeleri, hammaddelerde çeşitlenmeyi ve dolayısıyla bunların elde edilmesi için yeni yöntem ve araçların gelişmesini, yeni becerilerin edinilmesini gerekli kılar, olağan bireysel ve üretim ihtiyaçlarının çeşidinde ve miktarında bir artış yaratarak toplumun toplumsal emek üretkenliğini düşürür. Başka bir anlatımla verili ihtiyaç toplamını üretmek için insanların çalıştıkları süre artar. Toplum hep belli üretkenlik düzeyinde örgütlendiğinden, her üretkenlik artışı toplum üzerinde karıştırıcı bir etki yapar. Üretim kuvvetlerindeki gelişme toplumu emek alanlarına bölerek, toplumsal organizmayı kendi içinde yeniden bir örgütsüzleştirmeye uğratır, toplumsal entropi artar.” (Mustafa Cemal, Eşitlikçi Toplumlar)
Bu, üretim-ihtiyaç ilişkisindeki, bizzat kapitalist üretim tarzının iç çelişkilerinin derinleşmesinden kaynaklanan bir kriz durumudur. Kapitalizm yalnızca kitlelerin genişleyen ve çeşitlenen toplumsal ihtiyaçlarına yanıt vermemekle kalmıyor. Bizzat kendi üretim sürecinin büyüyen ve çeşitlenen yeni ihtiyaçlarına da yanıt vermekte yetersiz kalıyor. Zaten bu nedenle (kâr oranlarının düşüşü) işçi sınıfının her düzeydeki ihtiyaçlarını da daha fazla sınırlandırıp baskılamak için saldırıyor.
Günümüz kapitalizminde yeni teknolojilerin doğurduğu yeni ihtiyaçlara yeterince ve yeterli hızla yanıt verememesi, aynı sorunun bir ifadesi olarak, kapitalizmin tarihsel krizinin bir veçhesi haline gelmektedir.
Yenilenebilir enerji, yapay zeka, otomasyon gibi yeni teknolojilerin düz biçimde ve katlanarak hızla gelişeceği ve dünyayı baştan aşağıya değiştireceği türünden spekülasyonlar bir yana, her yeni teknolojik gelişim adımının doğurduğu yeni üretim ihtiyaçları da katlanarak büyüyor ve karşılanmaları zorlaşıyor. Bunlar yalnızca teknik sorunlar ve sınırlar değil. Çünkü teknolojinin gelişiminin kendisi de salt teknik bir sorun değil. Bilimin, eğitimin, mantığın genel gelişme ve üretime uygulanabilirlik düzeyleri, yeni üretim, emek ve eğitim organizasyonları dahil üretim sürecinin sosyal organizasyonu, işçilerin ortalama bilgi-deneyim-beceri düzeyi ve çalışma koşulları, doğal çevre koşulları (yeni hammaddeler ve enerji kaynakları ve bunların nasıl elde edileceği), her düzeyde yeni kurum, araç, yöntem, düşünce ve ilişki biçimleri… (Sabine Nuss ve Florian Butollo, Marx and Robots: Networked Production, AI and Human Labor)
Tek kelimeyle üretimin yeni ihtiyaçları düz bir tarzda ve bir çırpıda karşılanamadığından, bunlardan biri veya ötekinde adım atıldığında bu da daha başka, daha büyük, daha uzun erimli ihtiyaçları ortaya çıkardığından, üretimdeki yeni gelişmeler ile ihtiyaçlar çelişkisi derinleşme eğilimi göstererek devam ediyor.
Üretimin teknik yapısındaki yeni gelişmelerle bunların (tüm çevreleyen toplumsal ve doğal koşullarıyla birlikte) bizzat üretimde doğurduğu yeni ihtiyaçlar arasındaki çelişki, açıktır ki üretim kuvvetlerinin gelişimi ile kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin bir ifadesidir. Bizzat üretim sürecinin içindeki uzlaşmaz çelişkiler, üretim sürecinin yeni, büyüyen ve çeşitlenen ihtiyaçların karşılanmasının geciktiricisi, sınırlayıcısı ve artan ölçüde engeline dönüşüyor.
Peki, emperyalist kapitalist güçler üretim sürecindeki bu yeni ihtiyaçları nasıl çözmeye çalışıyor? Yeni teknoloji ve ürünlerinde çok kritik bir etmen olan lityum, kobalt, nadir toprak elementleri gibi yeni hammaddeleri ele geçirme savaşları ve darbeleriyle, bunların çıkartıldığı ve işlendiği maden ve fabrikalarda klasik köleciliğe yaklaşan ve kanserojen çalıştırma koşullarıyla, işçilerin posasını çıkaran ve yıkıma uğratan rekabet ve ticaret savaşlarıyla, eğitim sisteminin canına okuyarak ve her şeyi teknisizme indirgeyerek “yaratıcılık ve inovasyon” diye ağlarken diğer yandan yaratıcı emeği de parçalayıp standartlaştırarak, daha uzun ve daha yoğun çalıştırmayla yağmalayarak, kapitalist devletlerin teknolojiye muazzam teşvikleri ve yatırımlarının yine toplumsal ihtiyaçların daha fazla budanmasından çıkarılmasıyla, yeni teknolojilerin kapitalist kullanımının daha düşük ücretli, esnek, güvencesiz işleri yaygınlaştırmasıyla, eko-yıkımla….
İhtiyaçları değil artı-değeri gerçekleştirme endüstrisi
Tüm bunlara karşın yeni teknolojilerin aşırı birikim ve aşırı üretim krizlerinin çok belirgin olduğu üretim alanında kullanımı, finans, ticaret gibi üretken olmayan alanlara göre çok daha sınırlı ve çok daha yavaş. Kapitalist üretim ilişkilerinin üretimdeki yeni ihtiyaçların gerçekleşmesini nasıl sınırlandırdığı, geciktirdiği ve engellediğini buradan da çok açık biçimde görebiliyoruz.
Yeni teknolojilerin lojistik ve ticaret alanında daha yoğun kullanılması ise kapitalizmin aşırı üretim krizini hafifletmeye dönüktür. Tüketici kredileri, market zincirleri, depolar, dağıtım merkezleri, lojistik, ulaşım ve iletişim teknolojilerinde gelişmelerle, sermaye döngüsünü had safhada hızlandırarak üretkenliği yükseltmenin bir yoludur. Sermayenin/metaların bu baş döndürücü üretim ve dolaşım hızı, üretim ve dolaşım alanındaki tüm işçilerin çalışma yoğunluğunu/temposunu yükselterek, sınıf çelişkisini şiddetlendiren bir etkendir. Diğer taraftan sermayenin üretim ve dolaşım süreçlerini daha derinlemesine birbirine içerili hale getirerek, sermayenin yeni kırılganlık alanlarını ortaya çıkarmaktadır. Market, mağaza, depo, dağıtım merkezi, lojistik/nakliyat/ulaşım merkezleri (limanlar, demiryolları, TIR otoyolları, havalimanları, konteynır gemileri vb.), dijital e-ticaret platformlarıyla, bu alanlarda çalışan işçiler de üretimden gelen kuvvete sahip hale gelmektedir. Bu işçi sınıfının dev çaplı toplumsallaşma niteliğinin, yalnız nicel genişleme olmakla kalmadığını, üretim kuvveti niteliğinin de gelişmesi olduğunu gösteren bir örnektir.
Sermayenin üretim ve dolaşım süreçlerinin birbirine daha fazla içerili hale gelmesi, sermaye devresinin hem üretim hem dolaşımda alabildiğine hızlanması, bir yandan emek üzerindeki sömürü şiddetini yıkıcılaştırırken, diğer yandan emek karşısında sermayenin kırılganlığını artırmaktadır. Sermaye süreçlerinin üretim, tedarik, lojistik, dağıtım, mübadele, tüketim gibi farklı evreleri birbirine ne kadar sıkı bağlanır ve içerili hale gelirse, herhangi birinin ya da halkasının örneğin grevle aksamasının etkileri, daha geniş alanlara yayılır. Aynı şekilde sermaye devresi ne kadar hızlanırsa, belli bir kritik halkasının durdurulmasının etkilerini büyütür. Üretimi durdurma kadar, lojistiği, dağıtımı, iletişimi, bilgisayarları, hizmetleri durdurma, blokajlar, tüketici boykotları, markaları hedefe çakma, şirketlerin karanlık icraatlarına dair bilgileri sızdırma mücadele repertuarını zenginleştirir ve birleşik etkisini artırır.
Kapitalizm üretim ile tüketimi ne kadar birbiriyle bütünleştirmeye çalışırsa çalışsın, bunun için ihtiyaçları, ve tüketim tarzını da tıpkı endüstri gibi dizayn ederse etsin, çalışma dışındaki yaşamı da (üniversiteleri, hastaneleri, stadyumları, otoyolları, hatta ev içlerini ve sosyal medyayı bile) AVM’ye, markete, e-ticaret platformlarına çevirirse çevirsin, üretim ile tüketimin (hele ki üretkenlik artışlarında düşüşler ve kitlelerin sefalet birikimi koşullarında) birbirinden sapmasını engelleyemez. Oysa bugün dijital platformlar ve dar yapay zeka algoritmaları bile, toplam toplumsal emek zaman ile gereksinmeler arasındaki ilişkiyi, kâr ve piyasa olmadan yeniden kurmanın olanağını, teknik olduğu kadar toplumsal olarak da ortaya çıkarıyor.
Üstelik kapitalizm kitlelerin gereksinmelerini ne kadar çeşitlendirmiş görürse görünsün, tümünü önceden verili standart kalıplara sıkıştırmaktan kendini alamaz. Nereye giderseniz gidin hep aynı markaların standart dandik, sağlıksız ürünleriyle karşılaşırsınız. Nereye gitseniz, nereye baksanız ateş açan metalar alemi, tüm yaşamın standart meta tüketim kalıplarına dönüşmesi, başlangıçtaki büyüsünü giderek yitirmeye başlar. Metalar dünyası büyüdükçe insanlar dünyası küçülür ve insanlar, önce metaların büyülü dünyası ile gerçek bayağılığı arasındaki farkı, sonra da kendi gerçek çok yönlü toplumsal gereksinmeleriyle meta tüketimin dar kalıpçı koşullayıcılığı arasındaki uçurumlaşan farkı az çok sezmeye başlarlar.
Yeni ve daha gelişkin ihtiyaçların zemini
Marx, meta fetişizmi ve yabancılaşmanın derinleşmesinin belli bir aşamasından itibaren, işçi sınıfının bizzat kapitalizmde çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarının özdeneyiminden, yabancılaşma karşıtı ve gerçek ve daha gelişkin ihtiyaçlar temelinde bir bilincin, en azından zemininin gelişeceğini belirtir. (Agnes Heller, The Theory of Need in Marx)
İlk yapıtlarından Grundrisse ve Kapital’e, 1. Enternasyonal çalışmalarına kadar hep ön planda tuttuğu, işçi sınıfının bu daha gelişkin ihtiyaçları şunlardır:
1) Çalışma süresinin kısaltılması/serbest zaman ihtiyacı. 2) Çalışma ve yaşam koşulları itibarıyla toplumsal işçi sağlığı ve güvenliği gereksinmesi. 3) İşçi çocuklarının, yoksulların, yaşlıların bakımı dahil toplumsal yeniden üretim ihtiyacı. 4) Çok yönlü gelişim/yaratıcı etkinlik ihtiyacı. 5) Nesneleştirilmeye karşı özneleşme, kafaca ve ruhça köleleşmeye karşı özgürleşme ihtiyacı. 6) İşçi sınıfı onuru ihtiyacı. 7) İşçi sınıfının öz/taban (komiteler, konseyler) demokrasisi ihtiyacı. 8) İnsanın (işçinin) en büyük ihtiyacının, daha az metaya karşılık daha çok meta tüketimi değil ama, başka insanlar (başka işçiler) olması. Yani dayanışma, örgütlenme, kolektif mücadele ihtiyacı.
Bugün bu daha gelişkin ve daha radikal sınıf ihtiyaçlarına kadın işçilerin (yeniden üretim emeği dahil) tam eşitliği ve özgürlüğü ihtiyacı, doğanın kapitalizmden korunması ve doğayla kaynaşma ihtiyacı, yalnızca izleyici ya da dijital olarak değil bilim, sanat, spor, oyun, eğlence, etkinliklerinde bulunma ihtiyacı mutlaka eklenmelidir.
Daha gelişkin ve daha radikal ihtiyaçlarda önemli olan: a) Kapitalizmin sınırlarına dayanan ve/veya aşan ihtiyaçlar olması. b) Soyut değil, günümüz koşullarında kitleselleşme zemini olan somut ihtiyaçlar olması. c) Bir yerlerden beklenecek veya dilenecek ihtiyaçlar değil, mücadeleyle gerçekleştirilebilecek ihtiyaçlar olması. d) Bireysel değil ama, bizzat sınıf bireylerinin çoğunluğunun özdeneyim, sezgi ve eğilimlerinden doğan sınıfsal ihtiyaçlar; sınıf mücadelesi ihtiyaçları olması.
Sistemin sınırlarına dayanan ihtiyaçları öne çıkarmamız, günümüzde merkezde duran ücret mücadelelerini küçümsediğimiz anlamına gelmiyor. Marx’ın da vurguladığı gibi, işçi sınıfı bu ücret mücadelelerini vermeyecek olsaydı maddi olandan önce kafaca ve ruhça bir sefiller yığınına düşkünleşirdi.
Kapitalizmde ücret de sanki her türlü ihtiyacın biricik mümkün gerçekleştiricisi veya bu ihtiyaçlardan yoksunluğun telafi edicisi gibi göründüğü bir fetiş biçim kazanır. Ama ücret mücadelelerinin yaygınlaşması, ücretin fetiş biçimine karşı da bir bilincin oluşmasının; ücretin bir bölüşüm aracı ya da çok yönlü ihtiyaçlarını gerçekleştirme veya aşırı çalışmayı telafi etme aracı değil gerçek iç yüzünün sermayenin emek üzerindeki despotik sömürü ve sefalet birikimi aracı olduğunun (bu sömürü ve sefaletin geçici bir süreliğine bir nebze sınırlansa bile durdurulamaması nedeniyle) tohum halindeki sınıf sezgisinin gelişmesinin de zeminini oluşturabilir. Kapitalizmde meta olarak verili ihtiyaçlar, geçim için zorunlu kölece emek ve ücret birbirini koşullar ve ancak birlikte ortadan kaldırılabilir. 21. yüzyılda gıda sorununun, konut sorununun, eğitim-sağlık sorununun halen çözülemediği gibi derinleşen kriz haline gelmesi neyse, ücret sorunu da odur. Ücret mücadelelerinde ücreti birkaç aylığına artırmaya çalışmaktan daha önemli olan, taban inisiyatifini, örgütlenmesini, sınıf dayanışmasını, onurunu, iradesini, deneyimini ilerletmesi ve ücret talebinin arkasında dağ gibi yığılmış ihtiyaçların da patlayıcı basıncını taşıması ve hissettirmesidir.
İhtiyaçlar bastırıldıkça patlamalı bir hal alır
Mevcut ve yeni ihtiyaçlar hiçbir zaman biricik mümkün olanlar değildir. İhtiyaçlar ve bunları gerçekleştirme olanak ve biçimleri yelpazesi olarak var olur veya ortaya çıkar. Ancak sınıflı toplumlarda bu yelpaze içinde neyin ihtiyaç olup olmadığını, bu ihtiyaçlardan hangilerinin kimler için ne ölçüde ve nasıl karşılanacağını belirleyen sömürücü ve tahakkümcü üretim ilişkileridir. Belli ihtiyaçlar ve gerçekleştirilmeleri üretim kuvvetlerinin geldiği gelişme düzeyinde pekala olanaklı olduğu halde mevcut üretim ilişkileriyle bağdaşmadığı için devredışı bırakılır, hatta bu tür ihtiyaçların dile getirilmesi bile engellenmeye çalışılır. Belli ihtiyaçlar ancak kârlı hale geldiğinde ve piyasa talebine çevrilerek bu sınırlar ve biçim içinde tutulur ya da buna kanalize edilir.
İnsanı insan yapan niteliklerden biri kendi ihtiyaçlarını kendisinin üretmesi ve verili ihtiyaçların ötesinde de yeni ihtiyaçlar yaratabilmesidir. Evet ama, sınıflı toplumlarda sömürülenler çoğunluğu, kendi gerçek ihtiyaçlar toplamının ne olduğuna ve bunun için üretimin nasıl düzenlenmesi gerektiğine kendi karar veremez. Sömürücü sınıfın gücü, bir yanıyla, sömürdüklerin ihtiyaçları da kendi çıkarlarına göre şekillendirebilmesinden ve kısıtlayabilmesinden gelir. Doğrudan üreticiler sınıfı kendi ihtiyaçlarını örgütlü ve bilinçli olarak kendileri belirleyemedikçe, onlar için de nelerin ihtiyaç olup olmadığını ve hangi biçimde, ne kadar, nasıl karşılanıp karşılanmayacağını belirleyen kapitalist güç ve ilişkiler olacaktır.
İnsanı insan yapan şeylerden biri de yalnızca kendi ihtiyaçları için değil aynı zamanda başkalarının yani toplumun ihtiyaçları için çalışması ve kendi ihtiyaçlarını da başkalarının emeğiyle, toplumsal emekle karşılayabilmesidir. Üretim kuvvetleri ne kadar gelişir, işbölümü ne kadar karmaşıklaşırsa, her insan da kendi genişleyen ve çeşitlenen ihtiyaçlarını karşılayabilmek için o kadar çok başka insanın emeğine ihtiyaç duyar hale gelir. Üretim gibi ihtiyaçlar da gelişir, çeşitlenir ve toplumsallaşır. İnsanlar o kadar daha fazla birbirine ihtiyaç duyar: Birbirinin ihtiyaçlarını karşılamak çalışır ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak için birbirinin emeğine ihtiyaç duyar hale gelir.
İnsanı insan yapan başkaları için çalışma, o başkaları kendini toplum yerine ikame eden sömürücü sınıf olduğunda işin rengi değişir. Zaten sömürü de üretenlerin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek olandan daha fazla çalıştırıldığı ve/veya üretenlerin kendi ihtiyaçlarının kısıtlandığı koşullarda ortaya çıkabilir. İlki daha ziyade emek üretkenliğinin yükseldiği koşullarda, ikincisi daha ziyade emek üretkenliğinin artırılamaz hale geldiği veya düştüğü koşullarda görülebilir. Sömürücü sınıfın gücü emek üretkenliğinin artması paralelinde emekçilerin zorunlu ihtiyaçlarının da belli ölçüde genişlediği, çeşitlendiği ve az çok karşılanabilir olduğu koşullarda artar. Sömürücü sınıf emek üretkenliğini eskisi gibi artırmaz hale geldiğinde ise, sömürü kapasitesini emekçilerin verili ihtiyaçlarını bile kısıtlayarak sürdürmeye çalışacağından, gücü aşınmaya, sorgulanmaya ve sarsılmaya başlar.
Günümüz Türkiye ve dünya kapitalizminde böyle bir süreçten geçiyoruz. Bırakalım yeni ihtiyaçları, verili ihtiyaçlar bile bastırılıyor, budanıyor. Verili ihtiyaçlarımızın bile daha azı için daha çok çalışmak zorunda kalıyoruz. Verili ihtiyaçlarımız içinde daha acil, daha yakıcı görünenleri (gıda, konut vb.) karşılayabilmek için zaten kısıtlı olan dinlenme, serbest zaman, sağlık, eğitim gibi bir dizi temel ihtiyacımızı da feda etmek zorunda bırakılıyoruz.
Üretim kuvveti, mücadele kuvveti ve gelecek ufku olarak ihtiyaç
Bu koşullarda ihtiyaçlar konusunu Marksist eksenden ele almak da bir ihtiyaç haline geliyor. Bu yazıda gündemleştirmeye çalıştığımız da budur. Son olarak şunları not edelim:
İhtiyaçların ne olup olmadığı kadar nasıl karşılandığı da önemlidir. Kapitalist artı-değer sömürüsüne dayalı meta üretim ve ilişkileri tarzında ihtiyaçlar da ancak meta-ihtiyaç olabilir ve daha en baştan ücretle kısıtlanır. Bugün ihtiyaçlarımızın bir kısmını karşılayabiliyor olsanız bile, yarın işsiz kaldığınızda ya da ücretiniz dibe meta-ihtiyaç fiyatları göğe vurduğunda, hiçbir ihtiyacınızı karşılayabileceğinizin hiçbir güvencesi yok demektir. İnsanın meta-emekgücüne (ücrete), ihtiyaçlarının metaya indirgenmekten çıktığı yeni ve daha gelişkin bir toplumsal sisteme ihtiyacımız var.
Üreten sınıf olarak, kendi toplumsal-bireysel ihtiyaçlar bütünümüzü örgütlü ve bilinçli olarak kendimiz belirleyebiliriz. Üretimi ve yönetimi de kendi ellerimize alarak kimin neye ihtiyacı var, yoksunluğu ve yoksulluğu çözmek, verili ihtiyaçları aşmak için neler yapmamız gerekiyor, üretimin ne kadarını çalışamayacak durumda olanların bakımına ne kadarını yeni ihtiyaçlara ayıracağız? Hepsine ortaklaşa karar verip uygulayabiliriz. Kendi ihtiyaçlarımızı kendimiz belirleyebileceğimiz ve üretimi de buna göre düzenleyebileceğimiz yeni ve daha gelişkin bir toplumsal sisteme ihtiyacımız var.
İhtiyaçlar yalnızca nesnelere dönükmüş gibi görünür. Bu, kapitalizmde meta fetişizmi biçimini alır. Meta fetişizmi insanlar arasındaki üretim ve ihtiyaç ilişkilerinin, nesneler arasında ya da insanlar ile nesneler arasındaymış gibi görünmesidir. Üretimin ve ihtiyaçların günümüzde geldiği gelişme, çeşitlenme ve toplumsallaşma aşamasında, artık herkes doğrudan ve dolaylı olarak tüm başkalarının ihtiyaçları için çalışır, her türlü ihtiyaç doğrudan ve dolaylı olarak tüm başkalarının emeğini gerektirir. Tüm üretim ve ihtiyaç zincirleri hem her biri kendi içinde hem de birbiriyle daha fazla bütünleşmeye başlar. Bir başka deyişle, herkes hem emekleri hem de ihtiyaçları itibarıyla birbirine daha fazla ihtiyaç duyar hale gelir. Bu yüzden üreten ve ihtiyaç duyan insanın en büyük ihtiyacı, yine kendisi gibi üreten ve ihtiyaç duyan başka insanlardır. Bu yüzden en büyük üretim kuvveti de en büyük ihtiyaç da tüm yönlü yeti ve ihtiyaçlarıyla toplumsallaşmış insanın gelişmesidir. Birinin ihtiyacının herkesin ihtiyacı olduğu yeni ve daha gelişmiş bir toplumsal sisteme ihtiyacımız var.
Her üretim tarzının içsel bir bileşenini oluşturan ihtiyaçlar sistematiği de birbirinden farklıdır. Bu ihtiyaçların neler olduğu, içerik ve biçimi, kimler tarafından nasıl belirlendiği, nasıl karşılandığı farklıdır. Komünizmin ihtiyaç anlayışı da kapitalizminkinden çok farklı hatta karşıt olacaktır. Komünizmde ihtiyaçları yalnızca kitlelerin verili ihtiyaçlarının karşılanması olarak düşünmek, güdük ve kapitalizmden kopamamış bir yaklaşımın ifadesi olabilir. Komünizmi verili ihtiyaçlar silsilesinin tümüyle çözüldüğü ve ihtiyaç olmaktan çıktığı, dolayısıyla eski biçim ve içeriğiyle ihtiyacın da sönümlendiği, yerini bireylerin doğrudan toplumsallaşmasının gelişim düzeyi dışında hiçbir sınırı olmadan, yepyeni ve çok daha gelişkin ihtiyaçların herkes tarafından özgürce yaratılıp gerçekleştirebildiği bir toplum olarak düşünebiliriz.
Karşıt sınıfların ihtiyaçları da karşıttır. Sınıf çıkarları dediğimiz de aslında birbirine karşıt sınıfsal ihtiyaçlardır. Bu bir kapitalist ile çalıştırdığı işçinin neleri ne kadar tükebildiğinde görülen büyük eşitsizliğin ötesinde bir şeydir. “Bireysel ihtiyaçların büyümesi ve birbirine bağlanmasından sınıfsal ihtiyaçlar doğar. Bu ihtiyaçlar, aynı zamanda birbiriyle karşıtlık ve çatışma içinde, birbirini sınıf ihtiyaçları olarak şekillendirir ve büyütür. Kapitalist sınıfın ihtiyacı sermaye birikimini hızlandırmak, çoğaltmak, daha fazla emek sömürüsü ve tahakkümü ve kârdır. İşçi sınıfının ihtiyacı bu sermaye saldırganlığına karşı bir araya gelmek, mücadele etmektir. Bu kadarını herkes bilir. Pek bilinmeyen ise üretim gibi sınıf mücadelesinin de yeni ihtiyaçlar doğurduğu, işçi sınıfının asıl sınıfsal ihtiyaçlarının da bu mücadeleler içinde doğduğu, geliştiği ve büyüdüğüdür. Örgütlenme ihtiyacı, dayanışma ihtiyacı, daha etkili daha büyük eylemlere olan ihtiyaç bu mücadelelerde uzmanlaşmış bağımsız öncü ve devrimci sendikal ve siyasal örgütlere olan ihtiyaç. Sınıfın bir bölüğü daha etkili bir eylem ve mücadele yürütüp kazanım elde ettiğinde, bu yeni mücadele biçimleri sınıfın daha geniş kesimleri için bir yeni ihtiyaç haline gelir. Her yeni mücadele biçimi, grev-eylem dalgası, ne kadar kazanım elde edip etmediğinin ötesinde yeni mücadele ve örgütlenme biçimlerine ihtiyaç doğurur. Özetle, insanın üretim eylemi gibi sınıf savaşımı eylemi de yeni ihtiyaçlar doğurur. İlkinde ihtiyaçlar üretimin içsel bir itkisi olduğunda üretim kuvveti olarak iş görür, ikincisinde ise sınıfın içsel bir ihtiyacı olduğunda bir savaşım kuvveti olarak iş görür.
İhtiyaçların bir mücadele kuvveti haline gelmesinde, işçilerin temel yaşamsal ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmesinin harekete geçirici etkisini zaten biliyor ve görüyoruz. Ancak bunun içinde görülmesi gereken başka bir şey daha var: İşçilerin ihtiyaçlarının çok yönlüleşmesi, özellikle genç kuşak işçilerde, ilgi, merak, bilgi, takip, özlem, kızgınlık alanlarını da genişletiyor ve çok yönlüleştiriyor. Mücadelelerde daha inatçı, daha özgüvenli, daha çok yönlü, inisiyatifli, yaratıcı bir “toplumsallaşmış işçi” tipolojisini tohum olarak ortaya çıkarıyor.