ABD seçimlerinin sonuçları bütün dünyada tartışılmaya devam ediyor. Bu anlaşılır bir durum çünkü Trump türü sağ popülizm diye kodlanan siyasetler küresel kuzeyin başka ülkelerinde de güçleniyorlar. Bunlara karşı mücadele yöntemleri de yaygın bir biçimde tartışılıyor. Tim Barker, çevirdiğimiz bu yazıda bu tür siyasetlere karşı geniş cepheci politik taktiğin nasıl boşa düştüğünü göstermeyi amaçlamış. Aynı zamanda anaakımda özellikle Biden Beyaz Sarayı’nın uyguladığı, “ekonomik milliyetçilik” diye de kodlanan, stratejik imalat sanayini ya ülkeye ya da müttefik ülkelere çekmeye dayalı neoliberal küreselleşme mantığına kısmen aykırı politikaların yarattığı istihdam ve başka ekonomik sonuçların istatistiklerini sallayarak işçilerden oy alınamayacağını da gösteriyor. 2024 ABD seçimleri örneğinde liberal demokrasinin kurumlarını muhafaza için geniş cephe siyasetinin emekçiler arasında bir karşılığı olmadığını gördüğümüzün altını çizen bu yazıyı sizlere ulaştırmayı önemli gördük. İyi okumalar.
İki partinin oyları arasındaki fark hiç az değil. Fakat Donald Trump’ın yeniden seçilmesi tarih kitaplarına bir hezimet olarak da geçmeyecektir. Halk oyunun ya da seçim kurulunun payıyla ölçüldüğünde, Trump’ın elde ettiği oy oranı tarihsel açıdan orta seviyelerde yer alıyor. Ancak yine de bu seçim sonucu son derece açık. 2020’de farkın üç puandan az olduğu yedi kararsız eyalet vardı. Bunlardan altısı Biden’a gitmişti. Trump bu eyaletlerin yedisini de kazandı. Ülkedeki binlerce ilçenin neredeyse tamamında, 2020’deki oy oranlarını yukarıya taşıdı.
Sonuç, her türlü uzlaşmanın faşizme karşı geniş bir cephenin parçası olarak meşrulaştırıldığı Demokrat Parti söylemine garip bir şekilde uyuyor, çizim tahtasında bile. Bu stratejinin sınıfsal temeli Halk Cephesi’nden (Front Populaire1) çok Kutsal Birlik (Union Sacrée2) idi. Amerikan deneyimi açısından Harris kampanyası, Nixon’ın 1972’deki “yeni çoğunluk” projesine benzer bir şeyi hedefliyor gibi görünüyordu. Şüphesiz, bugünün Demokratları Nixon’ın havasından ve çevikliğinden yoksunlar. Ancak onun gibi, AFL-CIO3, Business Roundtable4 ve (1972’de yeni doğmuş, 2024’te ihtiyarlamış olan) neo-muhafazakar hareketini kapsayan bir koalisyon kurmayı hayal ettiler. Nixon gibi Biden da ekonomik milliyetçiliğin seyreltilmiş dozlarını uygulayarak ABD’nin küresel hegemonyasının maliyetlerine yönelik iç desteği güçlendirmeye çalıştı. Her iki yönetim de ABD’nin askeri taahhütlerindeki azalmaları (o zaman Vietnam, şimdi Afganistan) acımasız bölgesel jandarmalara (o zaman Şah’a, şimdi Muhammed bin Selman’a) verilen desteğin iki katına çıkarılmasıyla dengeledi.
Geniş bir merkezci çoğunluk arayışı, ülkedeki anaakımın tamamen dışında konumlandırılabilecek bir muhalefet gerektiriyor. George McGovern (Güney Dakotalı bir papazın oğlu ve bir savaş kahramanı olmasına rağmen) böyle bir çağrı için gerekli temeli sağladı. Bunun bir nedeni, platformunun aslında Amerikan toplumunun radikal bir şekilde yeniden düzenlenmesi çağrısında bulunmasıydı: askeri harcamaların üçte bir oranında azaltılması, miras ve sermaye kazançlarının yüksek oranda vergilendirilmesi yoluyla varlıkların yeniden dağıtılması. Business Week’in haberine göre, 1972 yazında ömürboyu Demokrat olduğunu iddia edenler bile “İsviçre bankalarında hesap açmaktan” ve “Kasım ayında Başkan Nixon’ı desteklemekten” söz ediyorlardı. Ulusal karaktere yönelik eleştirileri araştırmak, özellikle McGovern’ın kapatmakla tehdit ettiği silah fabrikalarında çalışıyorlarsa, denizaşırı mevduatları olmayan pek çok kişi için de cazip değildi.
Donald Trump, George McGovern gibi değil. Onu siyaset kurumuna yabancı gösterme çabası başarısız oldu çünkü Amerikan karşıtı hiçbir yanı yok. Siyasi DNA’sı onu Roy Cohn ve Pat Buchanan gibi aşırı Amerikalılar aracılığıyla doğrudan Nixon’a bağlıyor. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, kadın düşmanlığı gibi onun hakkında kabul edilemez olduğu düşünülen şeyler, ancak saf bir çocuğun zihinsel donanımına sahip biri tarafından Amerikan anaakımının dışında görülebilir. “Make America Great Again” sloganı, aç oldukları için yoksullarla alay eden, Afrikalı diplomatları maymunlarla kıyaslayan ve (Pat Buchanan’ın tavsiyesi üzerine) Waffen SS’leri “toplama kamplarındaki kurbanlar kadar mağdur” ilan eden bir Amerikan kahramanı olan Ronald Reagan’dan ödünç alındı. Reagan’ın atadığı kişilerin Harris’i desteklemesini sağlayarak Trump’ın kenar mahallelere sürgün edilebileceği fikri, Trump’a zaten karşı olmayan hiç kimseye mantıklı gelmedi.
Demokratlar yakın seçim sonuçlarına, hatta Trump karşıtı bir halk çoğunluğu oyuyla mukayese edilebilecek bir seçim kaybına bile hazırlıklıydılar. Ancak “tüm demokratik güçlerin koalisyonu” yaklaşımı onları halkın yenilgisine karşı hazırlıksız bıraktı. Parti içindeki en sert ideologların tepkisi, ani bir şekilde agresif bir milliyetçilikten anti-Amerikancılığa kaymak oldu. Rebecca Solnit’in dediği gibi: “Hatamız, yaşadığımızdan daha iyi bir ülkede yaşadığımızı düşünmekti.” New York Times, “ulusun zorla değil, bir izin belgesiyle fethedildiğini” yazdı.
Trump’ın demokratik zaferi direniş kavramını bulandırdıysa da, ona oy veren çoğunluğun sınıfsal bileşimi “Bidenomics” etrafındaki kendini beğenmiş anlatıları tedirgin etti. Yaz boyunca, Biden’ın bunaklığı açık bir sır olmaktan çıkıp manşetlere taşınırken, yönetimin politikasının kilit mimarlarından biri can simidi olarak ekonomiye el attı. ABD ekonomisinden bahseden tweetinde şöyle diyordu:
“Şu anda mükemmele yakın. Yaşamım boyunca Demokratlar için en zor siyasi dönemi yaşarken, bu yönetimin yeni bir ekonomi anlayışı getirdiğini unutmamamız gerektiğini hatırlatmak isterim. Harika işliyor ve ne olursa olsun, hiçbir yere gitmemeli.”
Bu noktada, “ne olursa olsun”, Biden’ın Harris ile değiştirilip değiştirilmeyeceği sorusuna atıfta bulunuyordu. Seçmenlerin üçte ikisinin sandık çıkış anketlerinde ekonominin “iyi olmadığını” ya da “kötü olduğunu” söylemesi ve ekonomiye öncelik veren seçmenlerin ezici bir çoğunlukla Trump’tan yana oy kullanması nedeniyle bu sözlerin artık nihai bir anlamı var. Seçimin ardından Bernie Sanders, “işçi sınıfını terk eden bir Demokrat Parti’nin, işçi sınıfının da kendilerini terk ettiğini görmesi şaşırtıcı olmamalı” dedi. Diğerleri demokratların işçi sınıfını terk ettiğini reddetti, ancak işçi sınıfının partiyi terk ettiğini kabul etti çünkü onlara göre işçi sınıfı faşizmi arzuluyordu ya da daha iyi niyetli bir şekilde ekonominin durumu hakkında yanlış bilgilendirmeye maruz kalmıştı.
Harris’in ya da başka bir Demokrat’ın farklı bir ekonomik söylemle kazanabileceğini söylemek bir yana Harris’in ekonomi yüzünden kaybettiğini güvenle söylemenin mümkün olduğunu sanmıyorum. Ancak Harris’i reddeden işçilerin nesnel ekonomik gerçekliği göz ardı ettiklerini iddia etmek ciddi bir yaklaşım değil. Biden’ın kendi Ekonomi Danışmanları Konseyi’nin geçen ay gözlemlediği gibi, “işçilerin milli gelirdeki payı pandemi enflasyonu sırasında darbe aldı” ve bunun sonucunda “ekonomik pastanın nasıl bölündüğünün önemli bir göstergesi” olan emek payı 2024’te Trump döneminde olduğundan daha düşük oldu. Belki de söylenebilecek en güvenli şey, işçi sınıfının bir sınıf olarak hiçbir şey yapmadığıdır. Seçim sonuçları, yeniden konumlanmanın değil, karşılıksız oy vermenin sona erdiğinin kanıtı: yıllık geliri 100 bin doların altındaki seçmenler temelde ortadan ikiye bölündü.
İşçi sınıfı oylarının el değiştirmesinin elit kesimdeki karşılığı ne olabilir? Harris, yıllık hane geliri 100 bin doların üzerinde olan seçmenleri kazandı, ancak bu hanelerin üçte birinden fazlasına denk gelen oldukça büyük bir grup. Harris, tüm hanelerin yüzde 10’undan biraz fazlasına denk gelen daha seçkin bir grup olan 200 bin doların üzerinde kazananlar arasında da benzer bir farkla galip geldi. Bu grup aynı zamanda kabaca, Biden patlamasının en net kazananı olan borsanın yüzde 93’üne sahip olan Amerikan hanelerinin yüzde 10’una denk geliyor. Thomas Ferguson ve Servaas Storm tarafından yapılan bir araştırmaya göre, aynı üst dilim 2019’dan bu yana yaratılan hanehalkı servetindeki genel artışın yüzde 59’unu elinde tutuyor. Buna karşılık, bu servet patlaması son derece eşitsiz bir tüketim patlamasına zemin hazırladı ve ABD hanelerinin en üstteki yüzde 10’luk kesimi 2020-2023 yılları arasında tüketimdeki toplam artışın yüzde 36,6’sını oluşturdu. Bir sonraki en zengin dilimi de eklediğimizde, hanelerin en üstteki yüzde20’si artışın yarısından fazlasını oluşturuyor.
Marksistlerin ayırt edici pozisyonu, sınıfın bir ilişki olduğu, bir gelir yüzdesi ya da diploma sahibi olmakla ilgili olmadığıdır. Bu bağlamda, Trump’ın Amerikan sermayesinin, ne kadar paraya sahip olduklarından ziyade (hangi parti yönetirse yönetsin sayılamayacak kadar çok) güç ve ayrıcalıkla ilgili kaygıları olan önemli kesimlerinin desteğini almış olması kayda değer. Yaz aylarında New York Times, “sendikaların giremediği inşaat şirketlerinin, büyük federal projelerde müteahhitler ve sendikalar arasında anlaşma yapılmasını gerektiren kurallar konusunda öfkeli olduğunu” bildirdi. Varlığı için dost politikacılara ihtiyaç duyan bir “endüstri” adına çalışan kripto para lobisi, 2024’te federal seçimler için neredeyse diğer tüm kurumsal çıkarların toplamı kadar harcama yaptı. Daha genel olarak, Silikon Vadisi’nin anlamlı bir kısmı “teknoloji savaşının” yeterince ileri gittiğine kanaat getirdi.
Bu güçler kamuoyunda daha çok Trump ile ilişkilendirilse de Demokrat Parti içinde, bir zamanlar “Obama’nın teknoloji sektörüne kendini sevdirmeye çalışmasının akıllıca olduğunu … ve Demokratlar’ın geri adım atarak büyük bir hata yaptığını” söyleyen anketçi David Shor gibi isimler tarafından iyi bir şekilde temsil ediliyor. NYT‘ye göre Harris kampanyası, Shor’un danışmanlık firması Blue Rose Research’e, büyük kısmı teknoloji sektöründen toplanan 700 milyon dolarlık bir bütçe üzerinde “gündem belirleme gücü” verdi. Kripto paraların çoğu Cumhuriyetçiler’e gitti, ancak Chuck Schumer’in “Crypto4Harris” etkinliğinde “Kripto ne olursa olsun burada kalacak … hepimiz kriptonun geleceğine inanıyoruz” demesini sağlayacak kadar demokratlara gitti. Toplumun büyük bir kısmı için bir sınıfın geleneksel olarak oy verdiği partiden kopması kutuplaşma demektir. Ancak ekonominin zirvelerinde, yatırımlarını riskten koruyacak kadar parası olanlar kendilerini her türlü olasılıkta başarılı olacak şekilde ayarlar.
Bununla birlikte, her iki seçenek de sermaye açısından ideal değil. Yaz boyunca, (büyük şirketlerden 200 yöneticiden oluşan) Business Roundtable her iki kampanyayla da bir araya geldi. Trump gruba “kurumlar vergisi oranını düşürmek istediğini” ve petrol üretimini daha da arttırmak istediğini söyledi. Biden’ın temsilcisi Jeff Zients, Demokratlar’ın “küresel ittifaklara verdiği önemin” ve merkez bankalarının bağımsızlığına duyduğu saygının “ABD kapitalizminin gelişmesini sağlayan dünya çapındaki güven ortamını beslediğini” söyledi. Antonio Gramsci’nin kendisi bile, sermayenin getirileri maksimize etmeye yönelik dar çıkarları ile daha geniş “hegemonik” çıkarları arasındaki seçimin daha iyi bir örneğini yazamazdı. 2021’de yazan Paul Heideman da aynı doğrultuda, Cumhuriyetçi Parti’nin “sağa doğru ilerleyişinin, ulusal borç konusundaki gereksiz belirsizlikten, 19. yüzyıldan bu yana şirket zenginleri için oldukça iyi işleyen bir siyasi sistemin meşruiyetini tehdit eden azınlık yönetimine bağlılığa kadar sermaye için pek çok olumsuz dışsallık ürettiğini” gözlemledi. İkincisinin en dramatik örneği, küçük işletmeler dışında örgütlü iş dünyasını kısa bir süre için dehşet içinde birleştiren 6 Ocak olayıdır.
Bu açıdan bakıldığında Trump’ın halk çoğunluğunu kazanmış olması Amerikan iş dünyası için hayatı kolaylaştırıyor. Merkez Bankası’nın bağımsızlığına gelince, eğer Business Roundtable şu anda bu konuda özellikle endişeli değilse, bunun nedeni 2019’u hatırlamaları olabilir. O yıl boyunca Trump, Federal Rezerv başkanından şikayet etmiş ve bir noktada şu tweet’i atmıştı: “Kim bizim daha büyük düşmanımız, Jay Powell mı yoksa Başkan Xi mi?” Ancak yakın çevresine Powell’ı yasal olarak kovup kovamayacağını sorduğunda, kendisine derhal ve kesin bir dille kovamayacağını söylediler. Wall Street Journal‘ın Fed muhabirine göre, Larry Kudlow gibi bir televizyon kişiliği ve “içten bir sadık” bile Powell’ı kovmanın, hatta bunun söylentisinin bile “piyasaların tepetaklak gidişini hızlandıracağını” biliyordu. Hazine Bakanı Steven Mnuchin -Trump’ın ilk dönemi boyunca görevinde kalacak kadar sadık bir isim- Fed Başkanı ile düzenli olarak mesajlaştı ve “Powell’ın arkasını kolladığını açıkça belirtti.” Trump 2024 yazında Business Roundtable’a katıldığında yanında Kudlow’u da getirmişti, bu da yöneticilere Trump’ın “ekonomik popülizminin” söylem alanından çıkma tehdidinde bulunduğu son seferde kolayca çektikleri acil durum frenini hatırlatıyordu.
Kapitalistler daha önce de Trump konusunda olduğu gibi rehavete kapılarak yoldan çıkmışlardı ve Trump’ın öngörülemez, herşeyi kişisel algılayan tarzının iş dünyasının önemli kesimleriyle yeni gerilimler yaratacağını varsaymak yanlış olmaz. Wall Street‘in seçimlere verdiği coşkulu tepki, “piyasanın” Trump’ın kitlesel sınırdışı etme ve cezalandırıcı gümrük vergileri konusunda ciddi olmadığını düşündüğünü gösteriyor. Ancak vaat ettiği kadar ileri gitmese bile, ekonomik milliyetçilik yönünde atılacak her ciddi adımın iş dünyası üzerinde farklı etkileri olacak, bu da siyasi kırılmalara dönüşebilecek. Aynı durum, özellikle enflasyonun geri dönmesi halinde, bütçe açığı konusunda da yaşanabilir.
En büyük joker muhtemelen Atlantik ilişkileri olacak. NATO, kurucularından birinin açıkladığı gibi, “tamamen askeri bir hesaptan” kaynaklanmamış, “Avrupa’da demokrasi yok edilirken ve ekonomik genişleme fırsatlarımız daralırken bizim toplum biçimimizin devam edip edemeyeceği” konusundaki daha geniş endişeleri yansıtıyordu. 1949’da bile Truman yönetimi için Amerikan iş dünyasını, refahlarının kıtalararası güvenlik garantilerine bağlı olduğuna ikna etmek basit bir mesele değildi. Tartışmanın yeniden açılması halinde, herkesin nihayetinde eski kurumsal enternasyonalist inancın her zamanki kadar zorlayıcı olduğuna karar vermesi mümkün. Ancak nasıl çözümlenirse çözümlensin, tartışmanın yeniden açılmasının bile kapitalist sınıf içindeki çatlakları açığa çıkaracağına güvenilebilir.
NYT köşe yazarı Jamelle Bouie, “çoğumuz muhtemelen bu seçimden çıkacak siyasi düzende yaşayarak öleceğiz” dedi. Şansa boyun eğmeden, bunun yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Bouie’nin ima ettiği siyasi düzen fikri, Amerikan siyaseti çalışmalarına Arthur Schlesinger Jr. tarafından kazandırılmıştır. Schlesinger, New Deal dönemine ilişkin ilk cildinin başlığını Eski Düzenin Krizi olarak belirlemiştir. Schlesinger, The Coming of the New Deal adlı ikinci cilt için Machiavelli’den bir epigraf seçmiştir: “Yeni bir düzen başlatmaktan daha zor, başarısı daha şüpheli ve ele alınması daha tehlikeli bir şey yoktur.”
Hem Roosevelt dönemi hem de ondan önceki dönem, kalıcı bir sınıfsal parti aidiyeti üzerine kurulmuştu. 1896 Sistemi, şirket sermayesinin dünya tarihine geçen bir birleşme hareketinde birleşmesi üzerine kurulmuş ve gümrük tarifesi korumalı endüstriyel kalkınmada çıkarları olduğuna inanan sanayi işçilerinin desteğiyle (bir kez değil, defalarca) sandıkta güvence altına alınmıştı. New Deal düzeni, Roosevelt’in serbest ticaret, sosyal refah ve sendikal yasallığın eşi benzeri görülmemiş kombinasyonundan faydalanacak ya da en azından buna tahammül edebilecek işletmelerin arkasında küçük bir ortak olarak örgütlü emeğin dahil edilmesini temsil ediyordu. Neoliberalizmin parçalanmış çağı bile, 1970’lerde, Thomas Edsall’ın ifadesiyle, “iş dünyasının bir sınıf olarak hareket etme yeteneğini geliştirdiği, rekabetçi içgüdüleri yasama arenasında ortak, işbirlikçi eylem lehine batırdığı” benzeri görülmemiş bir seferberlikle başladı.
Hegemonya bir akımdan çok daha fazlasıdır ve bir partiye doğru kritik düzeydeki sınıfsal yakınlaşma sadece dramatik bir seçim gecesinin süslü adı değildir. Belki bir gün 2024’ü yeni bir siyasi düzenin kurulmasında bir aşama olarak yorumlamak mümkün olabilir. Ancak bu, bundan sonra ne olacağına bağlı: Trump’ın zaferiyle neler yapacağına ve diğerlerinin onun ikinci yönetiminin ortaya çıkardığı yerel ve uluslararası güçlere nasıl tepki vereceğine.
Özgün Metin: Dealignment
Çeviri: Bala Ulaş Ersay
- Fransa’da Üçüncü Fransız Cumhuriyeti döneminde birden fazla solcu partinin bir araya gelerek oluşturduğu ve ülkeyi 1936’dan 1938’e değin yöneten bir koalisyon. ↩︎
- Kutsal Birlik, Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’nde sol kanadın I. Dünya Savaşı sırasında. hükümete karşı çıkmama ve grev çağrısı yapmama konusunda anlaştığı siyasi bir ateşkes. ↩︎
- Amerikan Emek Federasyonu ve Endüstriyel Örgütler Kongresi. ↩︎
- Business Roundtable (BRT), Washington, D.C. merkezli, kar amacı gütmeyen bir lobi kuruluşudur ve üyeleri ABD’deki büyük şirketlerin CEO’larıdır. ↩︎