“Yenidoğan Çetesi” sağlık alanında uzun zamandır tanık olduğumuz etik dışı, piyasacı uygulamaların ve bunların yarattığı yolsuzlukların en sistematik olanıydı. Toplumda da büyük infial yarattı. Ama biz bu tartışmayı başka biçimde yapma taraftarıyız. Çokça yazıldığı gibi, bu çeteler sağlıktaki neoliberal dönüşümün sonuçlarından biriydi ama tartışmayı sadece sonuçlardan hareketle yürütmek yanıltıcı olabilir.
Hipokrates’in (MÖ 5) adı tıp etiğinin başlangıcı olarak da anılır. Bu etiğin ilk tanımı hekimlerin hastaların yararını kendi çıkarlarının üzerinde tutacaklarına ilişkin topluma verdikleri söz olarak kabul edilir. Sağlıktaki dönüşüm programı teorik ya da formel de olsa böylesi bir sözden yani hekimlerin diğer insanlara, topluma karşı sorumlu oldukları ilkesinden nasıl oldu da “bebeklerin canına kast edecek” kadar çıkarlarıyla hareket eden çeteler inşa etti?
Bilim ve teknolojinin gelişmesi sağlık alanında, özellikle de teşhis alanında önemli ilerlemeler getirdi. Fakat neoliberalizm sağlığı da kâr edebileceği bir mecraya dönüştürmekte geç kalmadı. Bunun ekonomik-politik boyutu egemenlerce üretildi, sağlık talep eden kişiler ve toplumca “üretildi”. İnsan bedeni onlarca uzmanlık alanına bölündü. Bedenimizin bütünselliğinden kopmak ve günlük hayatımızı sürdürebilmek için uzmana başvurmak zorunda kalacak kadar kendi bedenimize yabancılaşmak pahasına her bir uzmanlık alanı derinleştikçe derinleşti. Elbette bilimdeki gelişmeleri ve ilerlemeleri yadsıyacak ya da olumsuzlayacak değiliz. Sorun, tıp bilimine bütünsellikten ve toplumsal faydadan kopuk, kompartımanlara ayrılmış, ilişkisel olmayan bir ilerlemenin yön veriyor olması.
Bugün ağrı çektiğiniz için hastaneye gittiğinizde kendinizi ilgili organ ya da sisteminizle ilgili bir sürü bilgi ve adı konmamış teşhisle soğuk ve büyük hastane koridorlarında uzmanlar arasında dolaşırken bulursunuz. Mesela kanalınızın daraldığını, hücre yapınızın değiştiğini ama bunun şikayetlerinizi açıklamadığını diğer uzmanların da sizi görmesi gerektiğini söyleyeceklerdir. Bugün tıp bilimi, beden-ruh bütünlüğünden kopmuş, çevre-toplum ilişkisini kuramayan (kurmak için koşullarının da olmadığı) bütünsel düşünemeyen, ince uzmanlıklara ayrılmış ve orada donmuş haldedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık tanımı şöyledir: Sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedence ve ruhça sosyal yönden tam iyilik halidir. Genel kabul gören bu tanıma göre bile bir işi hatta sevdiği bir işi olmayan, gelecek kaygısıyla yaşayan, yabancılaşmış insanlarla çevrili, toplumla ve doğayla bağlantısını yitirmiş, temiz hava, su ve temiz gıdaya ulaşamayan, savaşların olduğu, şiddet dolu bir toplumda sağlıklı olmak mümkün mü?
Yönümüzü kaybetmemek ve sağlık konusunda doğru fikirlere sahip olmamıza katkısı olması açısından Küba’ya bakabiliriz. “Küba sağlıktaki performansı en yüksek olan ülke olarak biliniyor. Yoksul bir ülke olan Küba’da kişi başı gelir 1100 dolar civarındadır. Fakat gelir dağılımı dünyada en eşitlikçi olan ülkedir. Sağlığı geliştirmek için gerekli tüm faktörler Küba’da denge halindedir. Sağlık ve eğitim hizmetleri parasızdır. Öncelik koruyucu sağlık hizmetlerine verilmiştir. Küba’da hekimler hizmet ettikleri toplumla iç içe yaşarlar. Sağlık eğitimi yaygındır. Bir ilkokul öğrencisinin AIDS’e ilişkin bilgisinin Türkiye’deki bir üniversite öğrencisinin bilgisinden daha yüksek olduğu söylenir. Sağlık en öncelikli konudur. İşsizlik yoktur, evsiz insan bulunmaz. Dünyada geliri Küba kadar düşük hiçbir ülkenin bebek ölüm oranı Küba kadar düşük, yaşam umudu Küba kadar yüksek, toplumsal sağlık düzeyi Küba kadar gelişmiş değildir. Küba, aşılarının neredeyse tümünü, ilaçların önemli bir kısmını kendisi üretir. Kendi tıbbi teknoloji sanayisine sahiptir. Çocuk felci hastalığını ortadan kaldıran ilk ülkedir. Bugün Küba’da kızamık, çocuk felci, difteri, boğmaca, yeni doğan tetanosu görülmüyor. AIDS aşısı ve tedavisi konusunda uluslararası sağlık kuruluşlarının da onayladığı, bilimsel çalışmalar yürütülüyor. AIDS tedavisi, her tür organ nakli vatandaşları için ücretsiz gerçekleştiriliyor.”[1]
Küba, koruyucu sağlık hizmetleri ve aile hekimliği sistemini getirerek sağlık alanında bir yığın başarılar yakalamıştır. Kapitalist düzenin ne kadar yabancılaşmış, ucubeleşmiş bir sağlık sistemi ürettiğini anlamak için Küba’da yeniden değerlendirilen 1970’li yıllardaki aile sağlığı sisteminde neler göz önünde bulundurulduğunu hatırlamakta fayda var:
- Poliklinikler arasında entegrasyon eksikliği, polikliniklerde ekip çalışmasının gerekliliklerinin yerine getirilemeyişi,
- Hekim çalışmasında tedavi edici hizmetlerin koruyucu hizmetlerin önüne geçmesi,
- Hekim-hasta arasında toplumsal ilişkinin yetersizliği,
- Birinci basamakta hastaların sorunlarına yeterli çözümlerin üretilemeyişi ve buna bağlı olarak hastanelere sevklerin artması,
- Hekim eğitiminde birinci basamakta çalışmayı özendirecek yönelimin olmaması,
- Birinci basamaktaki eğitim ve araştırma olanaklarının eksikliği nedeniyle sağlık personelinde motivasyon düşüklüğü,
- Hastanelerde ilişkilerin zayıflığı,
- Hekimler arasında birinci basamakta çalışma konusunda isteksizlik,
- Toplumun yaratıcı potansiyelinin yeterince değerlendirilemeyişi,
- Bunların sonucu olarak toplumun birinci basamak sağlık hizmetlerinden memnuniyetinin düşüklüğü.
Tüm bunlar, birinci basamak sağlık hizmeti olarak toplum sağlığı hekimliği modelinin geliştirilmesine neden oldu.[2]
Devrim zamanında Sovyetler Birliği de kendi toplumuna parasız, eşit, ulaşılabilir sağlık hizmetini ilk kez sunan, istisnasız tüm vatandaşlarını sosyal güvenlik şemsiyesi altına alan, zorunlu çalışma süresini hızlıca sekiz saate indiren, çocuk ve kadın emeğini sınırlandıran ilk ülke olmuştur. Bu nedenle bu özelliklere sahip sağlık sistemleri halen onu ilk kuran Sovyet sağlık bakanının adıyla anılır. “Semashko Modeli” olarak bilinir.[3]
Özellikle sağlık söz konusu olduğunda Sovyetler ve Küba gibi sosyalist mücadeleye öncülük etmiş topraklardan bahsetmemiz rastlantısal mı? Elbette değil. Çünkü rastlantı olarak değerlendirdiğimiz durumlar da nedenseldir.
Sağlık sisteminin mevcut durumuyla ilgili çok şey söylenebilir. Burada esas olan, sağlıktaki çeteleşmenin sağlıkta neoliberal dönüşüm ekseninde sağlıkta dönüşüm programı sonucu ortaya çıkması ve bunun kapitalizme içkin olmasıdır. Sağlık siteminin bu parçalı yapısı ve denetimden azade tutulması sağlığın metalaştırılmasına zemin hazırlamıştır. Önce sağlık ocakları kapatılmış, aile hekimliği getirilmiş, genel sağlık sigortası teşvik edilmiş, özelleştirme politikaları uygulamaya konmuştur. Özel sağlık şirketleri, ilaç firmaları eliyle kamu kaynaklarının yağmalandığı, sağlık talep eden hastaların özel şirketlerin insafına bırakıldığı bir sağlık sistemi ortaya çıkmıştır.
Bu haliyle Yenidoğan Çetesi gibi birçok çeteye gebedir bu sistem. Sorunun çözümü de sistem içi denetim mekanizmalarını artırmak, suça bulaşan hastaneleri kapatmak değildir. Talep etmemiz gereken kamucu, koruyucu, bütünsel, ilişkisel, sevk zincirinin işletildiği, halkın üretici potansiyelinin de devreye sokulduğu, çevreci, temel yaşam gereksinimlerinin karşılandığı bir sağlık sistemidir.
[1] İlker Belek. Küba’da Sağlık: Sosyalizmin Başarısı, Yazılama Yayınevi, İstanbul: 2021.
[2] A.g.e.
[3] A.g.e.