Mega Endüstri Bölgeleri: Filyos ve Ceyhan Ağır Sanayi Havzalarının Ekonomisi ve Siyaseti
Erdoğan ve dönemin Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, 2018’de “Mega Endüstri Bölgeleri” projesini duyurdular. Buna göre, önce Adana-Ceyhan, Zonguldak-Filyos, Trabzon-Yatırım Adası, Sakarya-Karasu ve İzmir (liman arkası) Dikili Çandarlı’da, toplam 45 milyar liralık yatırımla 35 bin kişilik istihdam hedefleyen beş Mega Endüstri Bölgesi inşa edilecekti:
“Ortadoğu petrol ve doğalgaz rezervleri, uluslararası enerji boru hatlarına yakınlığıyla enerji sektörü için önemli bir alan olan Ceyhan Enerji İhtisas Endüstri Bölgesi’nde rafineri ve termik santral yatırımları yapılacak. Yanı başında Türkiye’nin en büyük liman projesinin bulunması, lojistik üs olma imkanı açısından yerli ve yabancı yatırımcılar için önemli bir nokta olan Filyos Endüstri Bölgesi’nde elektrikli teçhizat, makine, ekipman, motorlu kara taşıtları gibi yüksek ve orta yüksek teknolojili sektörler faaliyet gösterecek. Ülkenin en büyük savunma ve otomotiv araçları üretim merkezi olan Karasu Münferit Yatırım Yeri’nde, savunma sanayi, raylı sistemler ve ticari araçlar gibi üretimler gerçekleştirilecek. Türkiye’nin deniz dolgusuyla oluşturulan ilk sanayi bölgesi Trabzon Yatırım Adası’nda ise savunma sistemleri, uzay, havacılık, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilişim gibi yüksek teknolojili sektörler bulunacak.” (Sanayi ve Teknoloji Bakanı, 2018)
Ardından Mega Endüstri Bölgeleri’nin sayısının toplam 140 milyar liralık yatırımla 100 bin istihdam öngörecek şekilde (Sakarya, Düzce, Zonguldak, Bartın, Kastamonu, Karabük, Bolu, Bilecik, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, İzmir, Manisa, Trabzon, Rize, Bayburt, Gümüşhane, Giresun, Ordu, Hatay, Adana, Mersin) 22’ye çıkarılacağı açıklandı.
Öncelikle 2018’de ortaya atılan, Karadeniz ve Akdeniz’in hemen her kıyı iline Mega Endüstri Bölgesi dizme iddiasının pek bir gerçekliği olmayan, kof bir seçim iddiasından ibaret olduğunu belirtelim. Bırakalım 22 Mega Endüstri Bölgesi’ni, ilk aşamada yapılacağı söylenen beş Mega Endüstri Bölgesi’nden üçünde yedi yıldır hiç bir gelişme kaydedilmiş değil.
Bakan, Çandarlı için şunları kekeledi:
“İzmir’e mega endüstri bölgesi yapmak… Limana entegre, liman arkası bölgede büyük bir ekonomik bölge. 3 bin hektar civarında alana sahip, ileri teknoloji üretimlerinin yapıldığı, altyapısını devletin yaptığı bir şey. Fabrikasını bile devletin hazırladığı bir şey yapmak istiyoruz. Keşke bu ölçekte bir yer bulabilmiş olsaydık bugün onun da imzasını atmış olurduk. Endüstri bölgesi için yer bulmakta sıkıntı yaşadık. Sulak alanla karşılaşıyoruz, zeytinlik bahçesiyle karşılaşıyoruz. Bakıyoruz, bundan vazgeçmedik ama yer bulmada zorlandık. Vazgeçmedik. Devam edeceğiz.”
Denize 35 milyon ton taşlık dolgu alanının yapılmasının öngörüldüğü Trabzon Yatırım Adası’na ise devlet tek kuruşluk bütçe ayıramadığı, yabancı yatırımcı ve kredi de bulunamadığı için 7 yıldır en ufak bir ilerleme yok. BMC’nin yönetimine tahsis edilmiş Sakarya Karasu’da ise ancak dörtte biri yapılabilen demiryolu yıllardır paslanmaya terk edilmiş durumda.
Büyük ölçekli ve yüksek/orta yüksek teknolojili yerli ve yabancı yatırımları kapsaması öngörülen 20, hatta 10 Mega Endüstri Bölgesi bile, hele ki kriz koşullarında Türkiye kapitalizmine ve kapitalist devletine birkaç boy büyük geliyor. Mega Endüstri Bölgeleri’nin, OSB’ler ve Endüstri Bölgeleri ile karşılaştırılamayacak kadar daha yüksek eşikleri var: Salt altyapısı için bile (büyük liman, havaalanı, demiryolu, otoyol, antrepolar, tesisler vb.) büyük çaplı yatırım, finansman, kredilibite gerekiyor. Yüksek ve orta-yüksek teknoloji için büyük çaplı doğrudan yabancı ya da yabancı ortaklı yatırım çekmek zorunlu görünüyor. Hem kıyıya yakın ve büyük çaplı liman kapasitesine sahip hem akarsu havzası olan, hem havaalanı, demiryolu, otoyol yapımına uygun, hem de büyük çaplı enerji üretim kaynaklarına yakın coğrafi lokasyon bulmak gerekiyor. Bu tür coğrafi lokasyonlar bulunsa bile, nehir boyları ve kıyılar alüvyonlu topraklar ve bataklık alanı ve bazıları da (Karasu’da olduğu gibi) deprem fay hattı olduğu için, drenaj, dolgu vb. dahil altyapı maliyetlerini çok yükseltiyor. En sonu bu tür coğrafi alanlar, ekolojik, biyoçeşitlilik, endemik türler, tarım ve balıkçılık için en zengin alanlar olduğu için, Mega Endüstri Bölgelerinin yol açacağı büyük çaplı eko-yıkıma karşı çevre örgütleri ve yerel halkın ciddi direnişleriyle karşılaşıyor.
Bununla birlikte Mega Endüstri Bölgeleri, yalnızca yapımında hızla yol alınan en stratejik ikisiyle, Filyos ve Ceyhan ile bile Anadolu’nun ağır sanayi haritasında ve hem iç hem uluslarası sermaye haritalarında kritik bir değişim yaratmaya aday görünüyor.
Mega Endüstri Bölgeleri’nin ekonomi-politik arka planı
Türkiye’deki Mega Endüstri Bölgeleri programının, Çin, G. Kore, Tayvan, Singapur ve Hindistan gibi Asya ülkelerindeki hızlandırılmış ve yoğunlaştırılmış Özel Ekonomi Bölgeleri’ni model almaya çalıştığı biliniyor. Bu model, son yıllarda bu ülkelerin hızlı sınai-teknolojik yükselişine karşı hegemonik rekabet gücünü korumaya çalışan İngiltere ve ABD’nin “yeniden sanayileşme” programlarına da girdi. Mega Endüstri Bölgeleri’nin İngiltere’deki yeniden sanayileşme programında aldığı isim, bu bölgelerin muhtevasını anlamaya daha uygun: Serbest Liman ve İleri İmalat Yatırım Bölgeleri.
Serbest liman (deniz ve hava limanları), gümrüksüz ve vergisiz ithalat ve ihracat bölgesi anlamına geliyor. Yani bildiğimiz “serbest ticaret” bölgesi. (Yeni nesil serbest bölgelerin bilinmeyen yönleri için bkz. Serbest Bölgeler altbaşlığı). Hammadde ve girdilerin gümrüksüz ve denetimsiz ithal edilmesi, dahilde imalat ürünlerine dönüştürülerek yeniden ihraç edilmesi… Zaten çok düşürülmüş vergilerin de ihracat gerçekleşip kâr elde edilinceye kadar ertelenmesi. Örneğin, Mega Endüstri Bölgesin’deki büyük bir şirket, ürettiklerini ihraç etmeyip stokta tutarsa hiç vergi ödemiyor. Daha korkuncu, serbest liman bölgelerindeki şirketle, çalıştırdıkları işçilerin sigortalarını (sağlık, emeklilik vb.) da ödememe hakkına sahip oluyor. Dahası, devlet yalnızca arazileri servis etmekle, büyük çaplı altyapı yatırımlarını finanse etmekle kalmıyor, büyük özel iç ve dış doğrudan yatırım anlaşmaları çerçevesinde, fabrika ve tesisleri bile devlet yaptırıp, anahtar teslim 49 yıllığına büyük özel şirketlere devrediyor. “Yatırım Ortamını İyileştirme” adlı cinai hikayenin uç noktası. Hani neredeyse üretim araçlarını da devlet alıp üretimi de devlet yapıp, yalnızca kârları yatırımcıya devredecek. Hadi bu son cümle abartı diyelim, ancak köprülere, şehir hastanelerine, havalimanlarına vb. verilen müşteri/kâr garantisi düşünüldüğünde, insan büyük ölçekli teknoloji yatırımcılarına da kâr garantisi verip vermeyeceğini de merak ediyor. Kesin olan, geleneksel OSB’ler, yeni nesil OSB’ler, Özel Endüstri Bölgeleri, Mega Endüstri Bölgeleri sıralamasında ilkinden sonuncusuna sermaye ölçeği/yoğunluğu, teknoloji maliyet ve riskleri ne kadar yükselirse, bu maliyet ve risklerin o kadar büyük bir bölümünü kapitalist devlet üstlenip topluma yıkıyor.
Tüm bunlar son derece irrasyonel görünüyor. Öyle ya, devlet vergi almayacaksa, üstelik neredeyse tüm sermaye vergilerinden vazgeçtiği gibi neredeyse o yatırımı kendi yapmış kadar büyük maliyetleri ve riskleri üstlenecekse, neden durmaksızın dış yatırım çekmeye çalışıyor? Oysa günümüz kapitalizminin rasyonalitesi tam da budur. Sermaye açığı veren kapitalist ülkeler, hele ki yapısal olarak sermaye yetersizliği içinde olan ve büyüyen çaplı cari açık veren bağımlı kapitalist ülkeler, ekonomisini ayakta tutabilmek için bile, dış yatırım çekmeye, bunun için varını yoğunu mezat etmeye mecburdur. Hele ki dış finansman olanaklarının aşırı pahalandığı ve kıtlaştığı kriz ya da durgunluk koşullarında ölesiye mecburdur. “Yatırım ortamını iyileştirme” denen şeyin bir yanı ve uluslararası kapitalist rekabetin en metazori yönlerinden biri budur. Büyük çaplı bir sermaye değersizleşmesi ve ekonomik çöküntüyü savuşturabilmek için bile, sıcak para, ki bu yetmez, günübirlik ve istikrarsızdır, doğrudan yatırım çekebilmek için hem emek gücünü daha fazla ucuzlatır hem de dış yatırım ve üretim maliyetlerinin artan bir bölümünü üstlenerek emekçilere fatura eder.
İkincisi kâr oranlarının düşmesi, kriz, belirsizlik, çalkantı ve artan risk koşullarında, sermaye uzun erimli, büyük çaplı, geri dönüşü yavaş olacak üretken yatırımlar yapmak konusunda isteksizdir. Kısa vadeli, en hızlı, olabildiğince risksiz ve kolay kârlar peşinde koşturur. Ancak kısa vadeli, finansal, ticari, spekülatif, ilkel birikime ve yağmaya dayalı karlar mevcut yetersiz toplam artı-değerin yeniden paylaşımına dönüktür, yeni artı-değer üretmez. Krizin nedeni zaten üretimdeki kâr oranlarının düşüklüğü, yani aslen artı-değer yetersizliği olduğundan, bu da yangına körükle gitmek anlamına gelir. Kâr oranlarının düştüğü ve yeni artı-değer kapasitesi yaratacak üretken yatırımların yavaşladığı koşullarda; sermayeyi yeni ve daha büyük çaplı artı-değer üretebileceği üretken yatırımlara çekmek, bunun için sermayenin yatırım, üretim, hammadde-girdi, dolaşım, realizasyon maliyetlerini minimize edecek ve kârlılığını yükseltecek, hatta daha yüksek kâr/kârlılık garantisi verecek düzenlemeleri yapmayı kapitalist devlet üstlenir. Marx Kapital’de makineyi kapitalizmde artı-değer/göreli artı-değer sömürüsü aracı olarak tanımlamıştı. Belirttiğimiz koşullarda kapitalist devlet de üretken sermaye yatırım, üretim, hammadde-girdi, dolaşım, realizasyon maliyetlerini minimize ederek (giderek artan bölümünü işçi sınıfına fatura ederek) ve sermayenin artı-değer/göreli artı değer/karlılık kapasitesini ve hızını artıracak düzenlemelerle, bir nevi benzer bir sömürü yükseltimi makinesi olarak işlev görür.
Üçüncüsü, daha ileri teknolojik (yüksek ve orta-yüksek teknolojili) üretken yatırımlar her zaman hem çok daha yüksek maliyetli hem de daha risklidir. Yeni bir teknolojiye veya teknolojik ürüne daha yatırımı tamamlamaya kalmadan birkaç yıl içinde o teknoloji daha yeni ve daha rekabetçi ürünler karşısında kadük olabilir, iç ya da uluslararası ekonomik, siyasal çalkantı ve şoklarla, bütün o büyük çaplı, uzun vadeli üretken yatırım çöp haline gelebilir. Ama üretkenliği (göreli artı-değer sömürüsünü) artırmak, yatırım ölçeği ve üretkenlik eşiğinin giderek yükseldiği uluslararası rekabette/artı-değer zincirlerinde yer tutabilmek, kâr payını yükseltebilmek veya en azından koruyabilmenin tek stratejik yoludur. Türkiye gibi bağımlı kapitalist ülkelerde, genel bir eğilim olarak, üretkenliği ve teknolojiyi (göreli artı-değer sömürüsünü) yükseltebilmenin başlıca koşulu, daha ileri teknolojili yabancı üretken doğrudan yatırım çekmek ve yabancı ortaklıklardır. Burada da kapitalist devlet daha yüksek maliyetli ve daha riskli teknolojik yatırımların, riskinin de büyük bölümü üstlenir. Üretken ve teknolojik yatırımlarda bunun yöntemlerinden biri, devletin sermaye maliyetlerinin artan bölümünü üstlenmesinin ötesinde, sermayenin yatırım, dolaşım ve çevrim hızını artırarak kâr oranlarının yükseltmesinde oynadığı roldür. Özellikle sermaye ve teknoloji yoğun yatırımlarda hız, kârlılığın/artı-kârın en kritik dinamiklerinden biridir. Artı-kâr, rakipler benzerini ya da daha iyisini daha düşük fiyata yapıncaya kadardır. Sonrasında kârlılık, yeni teknoloji kullanımı öncesi düzeyin bile altına düşebilir. Hız faktörü, uluslararası üretken sermayenin kârlılığı düşen alanlardan yükselen alanlara doğru olabildiğince akışkanlık kazanabilmesi için de önemlidir.
Bu açıdan, Mega Endüstri Bölgeler’inde devletin büyük çaplı temel altyapı yatırımlarını (üretimin daha ileri genel koşulları) sağlamasının ötesinde, anlaşmalı yatırımlarda fabrika ve tesisleri de anahtar teslim servis etmesi, gümrüksüz, vergisiz, bürokrasi, denetim ve yasal mevzuatların minimize edildiği “yatırım ve faaliyet ortamı” daha iyi anlaşılabilir.
Dördüncüsü, Mega Endüstri Bölgeleri kapitalist ekonominin ve onun içinde de uluslararası büyük sermaye gruplarının ne pahasına olursa olsun büyüme, özellikle de üretken büyüme mecburiyetinin bir aracı, üretken sermaye birikimini büyütme ve hızlandırmanın bir aracı/kaldıracı olarak ortaya çıkmaktadır. İnşaata, tüketime, borca, sıcak paraya dayalı büyüme bir yere kadar gider. Bir kapitalist ekonominin gerçek büyümesi, ancak üretken (artı-değer) kapasitesinin büyümesi temelinde olabilir. Günümüzdeki üretimdeki kâr oranlarının düşmesi, üretken yatırımların yavaşlaması ve dolayısıyla büyüme oranlarının düşme eğilimi koşullarında, üretken kapasitenin genişletilmesi ve üretkenliğin yükseltilmesi ne kadar zorsa o kadar zorunlu hale gelir. Mega Endüstri Bölgeleri, uluslararası burjuva iktisat yazınında da kapitalist ekonomilerin gerçek büyümesine (üretken kapasitesinin genişlemesine) yeniden itilim kazandırmanın bir aracı olarak gösterilmekte ve dünya çapında yaygınlaştırılması teşvik edilmektedir.
Nitekim Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın “Teknoloji ve İnovasyon 2021” raporu, yeni teknolojiler fetişizmiyle yatıp kalkan Türkiye benzeri bağımlı orta gelişmiş kapitalist ülkelere “siz boş verin en yeni ve en ileri teknolojileri, üretime uygulanabilecek, artı-değer üretim kapasitenizi yükseltecek teknolojilere ve daha büyük ölçek ekonomilerine yoğunlaşın,” gibisinden bir şeyler söylüyor. Bu ülkelerin tıkanmış standart sanayilerinde artı-değer kapasitesini daha hızlı büyütecek teknolojik dönüşüm ve daha büyük ölçekli yeni sanayi organizasyonları görevini, süper teşvikler, “yatırım ortamını iyileştirme”, doğrudan yatırım çekme ve ortak yatırımlar, yeni ve daha sermaye yoğun sanayi alanları gibi ev ödevleriyle devletlere veriyor.
Beşincisi, Türkiye’deki Mega Endüstri Bölgeleri aslen Asya ülkelerinden esinlenmiş görünse de İngiltere ve ABD’deki yeniden ve ileri sanayileşme programlarına benzeştiği yanlar da vardır. İngiltere ve ABD’de Asya’daki Özel Ekonomi Bölgeleri/Mega Endüstri Bölgelerinin muadili olan Serbest Liman ve İleri İmalat Yatırım Bölgeleri programlarının çoğu, bu ülkelerde eskiden sanayi merkezi olan, neoliberalizm döneminde bu sanayilerin kapatılması veya dışa kaydırılmasıyla büyük yoksulluk ve işsizlikle çöküntü bölgelerine dönüşmüş coğrafi lokasyonlarda kurulmaktadır. İngiltere ve ABD’de bugün sosyal yıkım ve çöküntü bölgelerine dönüşmüş geleneksel büyük sanayi-liman bölgelerinde yeni ve daha ileri büyük sanayi bölgelerinin kurulması programları, yeniden sınai istihdam ve büyüme yaratma vaadinin ötesinde küresel irtifa kayıplarına karşı (Trump’ın “ABD’yi yeniden büyük yapma” sloganında olduğu gibi) emperyalist iç ve dış prestij projeleridir. Bizi sanayisizleşmekle eleştiriyordunuz, ille imalat lazımsa onun da en ilerisini, en agresifini, en teknolojiğini yine biz yaparız, der gibidirler.
Bununla birlikte bu yeniden sanayileşme programlarının, geleneksel sanayilerden çok farklı, yalnızca “ileri imalat” değil ileri serbest (neoliberal) imalat olduğunu, buralardaki eski sanayilerin yarısı kadar bile istihdam yaratmadığı gibi, ücretleri yarıya yakın düşüren ve çalışmayı iki kat yoğunlaştıran bölgeler olduğunu gözlerden gizlemektedirler. Burada da sermaye hareketlerinin serbestliği, yalnızca gümrükler, vergiler, bürokrasi ve ticari yasalardan serbestlik değil, asıl emeği güvencesizleştirerek ve sermayenin genişleyen yeniden üretimini azami hızlandırarak, işçilerin kolektif direncinden olabildiğince serbestleşme çabası anlamına gelmektedir. Bu yeniden sanayileşme bölgelerinin işsizlik ve yoksulluğun tavan yaptığı çöküntü bölgelerinde kurulması, lojistik ve imalat tabanında, serbest bölgelerde, daha düşük ücretlerle ve çok daha ağır koşullarda çalışabilecek hazır bir işgücünün varlığını da gözetmektedir.
Benzer bir durumu, Türkiye’nin ilk kuşak geleneksel sanayi kentlerinden ve bir dönem maden işçisi yoğunlaşması ve madenci direnişleriyle “emeğin başkenti” olarak tanımlanan Zonguldak’ta TTK maden işçisi sayısının 40 binden 7 bine indirilmesi, rödevans sistemi, Çatalağzı’ndaki özel, taşeron ve kaçak maden ocaklarıyla madenci cinayet ve sakatlanmalarında yaşanan patlamayla, yine Çatalağzı’ndaki 4 büyük termik santrallin saçtığı kanser ve sağlık çöküntüsüyle Zonguldak’ın bir çöküntü kentine dönüşmesi sonrasında, Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinde Filyos Vadisi’nde bir Mega Endüstri Bölgesi kurulmasında görüyoruz. Zonguldak’ı “Türkiye’nin GAP’tan sonraki en büyük ikinci yatırım alanı olarak yeniden ihya ediyoruz, eskisinden daha büyük ve daha ileri bir sanayi merkezi haline getiriyoruz” söylemi, holding sermayesi için geçerli olabilir ama bölge işçileri için geçerli olmayacaktır. En başta Filyos Endüstri Bölgesi öngördüğü 10 bin kişi civarında istihdamla, Zonguldak’ın son 30 yıllık istihdam kayıplarının yarısını bile karşılamıyor. Filyos Serbest Liman, Endüstri ve Serbest Bölgeleri’ndeki çalışma koşulları, Zonguldak maden ve demir-çelik işçilerinin 90’lı yıllara kadar büyük mücadelelerle kazandıkları haklar düzleminden değil, son 20 yıldaki sosyal çöküntü, işsizlik, özel ve taşeron ocaklardaki iş cinayetleri patlaması ve termik kanser patlaması düzleminden başlayacaktır.
Benzer bir durumu, yine Türkiye’nin birinci kuşak geleneksel sanayi ve pamuk tarımı bölgesi Adana-Çukurova sanayisizleşir ve pamuk ekim alanları üçte bire düşerken, Ceyhan’da kurulan Mega Endüstri Bölgesi’nin aynı zamanda dehşetli deprem yıkımı bölgesinin bitişiğinde olmasından görebiliriz. Adana 1990’da Türkiye’nin dördüncü büyük ili ve önde gelen bir sanayi kentiyken, 1995-2000 döneminden itibaren (tıpkı Zonguldak gibi) sanayi ve nüfus payı sıralamasında hızla gerileyen, işsizlik oranı Türkiye ortalamasının üzerine çıkan, göç almak yerine vermeye başlayan, nüfus artış hızı yüzde 1’e kadar düşen (yani azalan, ki bu düzeyi bile ancak nüfusa oranı yüzde 11’e çıkan Suriyeli göçmenlerle tutturabilmektedir) bir şehir haline geldi. Ceyhan ve Yumurtalık ilçeleri ise asıl Bakü-Tiflik-Ceyhan ve Kerkük-Yumurtalık petrol nakil hatlarının Akdeniz limanlarına varış noktaları olmasıyla, başta enerji ve petrokimya olmak üzere, Doğu Akdeniz’in yeni serbest liman, endüstri ve serbest bölgeleri haline gelmeye başladılar. Ceyhan’ı daha ziyade Toros Gübre’deki büyük işçi direnişlerinden hatırlarız. Tekfen Holding’e bağlı Toros Tarım 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye çapındaki çok sayıda gübre, organik gübre, biyogaz fabrikasını satın alarak, Türkiye’nin en büyük tarım (endüstriyel gübre ve tohum, fide, Akdeniz’den Orta Anadolu’ya sözleşmeli buğday ve patates çiftçiliği vb.) tekeli haline geldi. Orhan Kemal’in emek kırım ve çatışmalarını anlattığı Bereketli Topraklar Üzerinde gibi romanlarındaki Çukurova gerçekliği ise bugün Ceyhan ve Yumurtalık’ta “Kimya ve Enerji Holdinglerinin Kanlı Artı-Değer Dehşeti Altında” tarzında 10 kat büyümüş, yoğunlaşmış ve keskinleşmiş bir sınıf gerçekliğine dönüşüyor.
Hepsi işin içinde!
Mega Endüstri Bölgeleri Ceyhan ve Filyos’un (ve Karasu’nun) solda yalnızca yönetimlerinin ve ilk süper teşvikli yatırım parsel ve projelerinin “yandaş” diye anılan büyük sermaye grupları Rönesans ve Tosyalı’ya verilmesiyle sorgulandı. Bu sermaye gruplarının kapitalist devlet iktidarı tarafından çokça kayırıldıkları, Mega Endüstri Bölgeleri’nin yönetimlerinin de bunlara ihalesiz verildiği doğrudur. Ancak bu grupların artık yalnızca “ilkel birikim” grupları olmakla kalmadığı, İngiltere, ABD, Japonya, G. Kore merkezli tekellerle ortaklıkları, bazıları orta-yüksek teknolojili çok sayıda büyük ölçekli sınai yatırımları olan, doğa yağması, muazzam devlet ihale ve teşvikleri ve mega endüstri bölgeleri dahil inşaat-altyapı rantları gibi ilkel sermaye birikimi biçimleriyle bunun önemli bir kesiminin büyük ölçekli ve giderek orta-yüksek teknolojili üretim sermayesine dönüştüğü ve sanayi sermayesiyle kaynaştığı yeni bir tür mali sermaye gruplarıdır. Bu grupları yalnızca “rant, kat, ihale, teşvik, ilkel birikim” ile sınırlı gören, bu aynı geç ve “yetişmeci” sermaye gruplarının artı-değer, dahası giderek daha sermaye yoğun, göreli artı-değer boyutunu görmeyen solun geniş bir kesimi David Harvey’in yeni ilkel birikimci ama uzlaşmaz artı-değer eksenini ve dolayısıyla sınıf eksenini silikleştiren “yeni emperyalizm” kurgusu gibi, günümüz Türkiye ve dünya kapitalizminin küçük burjuva ve reformist eleştirisinden öteye geçemiyor. Çünkü günümüz kapitalizminin kriz koşullarındaki ilkel birikim biçimlerinin bile, prekapitalist merkantilist ilkel birikim biçimlerinden farklı olarak, artı-değer üzerinde yükseldiğini ve artı-değer kapasitesini yükseltmeye odaklı olduğunu göremiyor.
Kaldı ki Koçlar, Sabancılar vb. bunlardan daha az teşvik alıyor değiller. Örneğin, Koç’un Kocaeli’nde 2020’de başlayan 20.5 milyar liralık Ford Otosan (Türkiye’nin ilk entegre elektrikli otomobil fabrikası) yatırımına verilen teşviklere bakalım: Şirket destek kapsamında Kocaeli’nde parasız yatırım yeri tahsisi, gümrük vergisi muafiyeti, KDV istisnası, KDV iadesi, yatırım katkı tutarının yüzde 100’ü oranında vergi indirimi, 10 yıl boyunca azami tutar sınırı olmaksızın sigorta primi işveren hissesi desteği, 10 yıl boyunca gelir vergisi stopajı desteği, 250 milyon TL nitelikli personel desteği ve enerji tüketim harcamalarının yüzde 50’si oranında enerji desteği aldı. Bu teşviklerin gümrük muafiyeti dahil kapsam ve muhtevasına bakıldığında, Ford Otosan’ın da bir nevi serbest endüstri bölgesi biçimi kazandığını görmek zor değil.
Özel endüstri/mega endüstri bölgesi adını taşısın veya taşımasın, Türkiye kapitalizminde büyük holdinglerin büyük ölçekli yatırım ve iştiraklerinin tamamının, bir nevi fiilen serbest liman ve endüstri bölgesi olarak işletildiği bile söylenebilir. Serbest liman, serbest bölge ve endüstri/mega endüstri bölgelerinin sayısının artması, zaten kaçınılmaz olarak emperyalist kapitalist ve büyük holdingçi kapitalist güçler nezdinde, Türkiye kapitalizmini bir bütün olarak serbest endüstri bölgesine dönüştürüyor.
Serbest Bölgeler
Ancak Mega Endüstri Bölgeleri’ndeki Serbest Liman ve Serbest Bölgeler nedense halen solun dikkatini çekmiş değil. Filyos Vadisi’nde serbest limanın yanı sıra endüstri bölgesinin hemen bitişiğinde onun iki katı büyüklüğünde serbest bölge kuruluyor, üstelik serbest bölgenin sonradan genişletilebilmesi için bir o kadar daha alan rezerve edilmiş. Ceyhan’da ise özel güvenlik bölgesi ilan edilen serbest dolgu liman ve enerji/petrokimya ihtisas endüstri bölgesinin hemen bitişiğindeki Yumurtalık’ta ise TAYSEB (Toros Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi) var ve genişletiliyor.
Türkiye’de 1985-2000 döneminde 18 serbest bölge kuruldu. 2002’de serbest bölgelerde sendika ve grev yasağının kaldırılması ve serbest liman/bölgelerde vergi muafiyetinin bazı kalemlerinin yargı kararlarıyla muğlaklaşması nedeniyle, yeni serbest liman ve bölge ilan ve yapımları uzunca bir süre kesintiye uğradı.
Türkiye’de yeni Serbest Ticaret ve Dahilde İşleme Bölgeleri yapımının bir dönem için kesintiye uğramasının önemli bir nedeni de 1980’ler ve 1990’larda geç kapitalistleşen ülkelerde sayıları muazzam artan, binleri bulan bu tür bölgelerin, dibe doğru rekabetle etkisinin hızla azalması, dış yatırım ve karlılık kapasitesinin dibe vurmasıydı. 2000’li yıllarda dünya çapında her yıl 100’den fazla yenisi yapılan serbest bölgelerin artık üçte ikisinden fazlası boş kalıyor, yatırım çekemez hale geliyordu.
2008-2012 sarsıntısından sonra geç kapitalistleşen ülkeler için eski cazibesini yitiren serbest bölgeleri, uluslararası sermaye birikiminin yeni ve daha yüksek bir düzleminden organize etmeye yönelen ilk Çin kapitalizmi oldu. Çin 2013-2019 döneminde kademeli olarak toplam 21 serbest bölgeyi, pilot Sınai-Teknolojik-Ticari Dönüşüm Bölgeleri olarak belirledi. Bu pilot bölgelerde emek yoğun, düşük “katma değerli” dahilde işleme rejimini hızla ortadan kaldırdı. Her biri stratejik olarak bağlantılı birkaç sektör ve alt sektöre odaklanacak biçimde, ileri ve orta-ileri sanayi-teknoloji yoğun yatırım ve ticarete göre yeniden organize etti. Kapitalist devleti de ilgili tüm bakanlık ve kurumlarıyla, neoliberalizmin altyapı ve finansal teşviklerle sınırlı pasif devlet anlayışından bu bölgelerdeki stratejik odaklı ileri ve orta-ileri imalat teknolojili yatırımlarının seçilip belirlenmesi, organize edilmesi ve agresif büyütülmesinde, yani sermaye birikiminin (teknolojik gelişimden, uluslararası yatırım ve ticaret niteliğine kadar) yükseltilmesinin tüm aşamalarında aktif rol oynayan “girişimci devlet” olarak yeniden yapılandırdı.
Çin 10 yıl gibi bir süre içinde, bu 21 pilot serbest bölgede “yüksek nitelikli endüstriyel kümelenme gelişimi” için, 302’si devlet kurum ve yasalarında olmak üzere, bilim-teknoloji, iç ve dış yatırım, imalat, lojistik, ticaret, finans dahil tam 3400 sınai-teknolojik-ticari dönüşüm organizasyon ve etmeni geliştirdi. 2022 itibarıyla, Çin’in toplam sanayi alanında yalnızca yüzde 1 yer tutan bu 21 yeni nesil Serbest İmalat ve Ticaret Bölgesi, Çin’in toplam “katma değer”, yeni yatırım ve uluslararası ticareti içinde yüzde 18’den fazla paya sahip hale gelmişti. Bu oran, Çin’in önceki dönemindeki, tüm Serbest Ticaret ve Dahilde İşleme Rejimi Bölgeleri toplamından daha yüksek bir yoğunlaşma ve gelişme oranına işaret ediyordu.
Çin’in bu stratejisinde iki noktayı ayrıca vurgulamak gerekir. Birincisi, Çin bu yeni nesil serbest bölgelerde, daha fazla ve daha nitelikli doğrudan dış yatırım çekmek kadar, bu teknolojik doğrudan dış yatırımlarla hem işbirliği hem de rekabet halinde, bir dizi stratejik imalat-teknoloji dalında, bir dizi kendi “seçilmiş” (ve bir nevi devlet ile iç içe geçmiş) büyük işletme ve sermaye grubunu da, daha yüksek uluslararası rekabet gücüne sahip kılarak, agresif bir hızla büyütmeyi gözetiyordu. İkincisi yeni nesil Serbest Ticaret ve İmalat Bölgeleri üzerinden, bölgedeki bir dizi diğer geç ama hızlı kapitalistleşmiş ülkelerdeki (Güney Kore, Tayvan, Tayland, Vietnam, Endonezya, Malezya vb.) benzer serbest bölge girişimleriyle, bölgesel ekonomik işbirliği ve entegrasyonu artırmayı hedefliyordu. Bölgedeki Güney Kore ve Singapur gibi daha ileri teknoloji ülkelerinden teknolojik yatırımlar çekilmeye çalışılırken, daha geri olanlardan daha ileri imalat ve teknolojiye uygun olan hammadde ve girdiler, daha ucuza ithal edilebilecek, tabii bu ülkelerin buna uygun hammadde-madencilik alanlarına büyük yatırımlar yapılacaktı. Çin bu çerçevede ASEAN Sınai Dönüşüm ve Güney-Güney İşbirliği Programına önayak oldu; Bölgesel Kapsayıcı Ekonomik Partnerlik (RCEP), ASEAN-Çin Serbest Ticaret Anlaşması (ACFTA) ve Yakın Ekonomik Partnerlik Düzenlemeleri (CEPA) gibi organizasyonların kurulmasını sağladı.
Çin-Asya modeli Yeni Serbest Ticaret ve İleri İmalat Bölgeleri üzerinde bu kadar duruşumuzun nedeni, Türkiye kapitalist devletinin 2018-19’dan itibaren gündeme getirdiği Mega Endüstri Bölgeleri programının, bir dizi yönüyle bu Asya modelinden esinlenmesi ve onu daha alt düzeyden de olsa uygulamaya çalışmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki mega endüstri projelerini, özellikle de Filyos ve Ceyhan’ı tartışırken şu noktalara dikkat etmek gerekir: Bunlar eski tarz (emek yoğun dahilde işleme vb.) serbest bölgeler değildir. Orta-yüksek sermaye-teknoloji yoğun ağır sanayi bölgeleridir. Filyos ve Ceyhan projeleriyle hem içe dönük, tedarik havzalarını daha ucuz emeğe ve sınai-teknolojik dönüşüme dayalı olarak yoğunlaştırma ve genişletmeyi (Filyos ve Ceyhan’ın Orta Anadolu sanayi havzalarıyla bağı) hem de dışa dönük, bölgesel kapitalist işbirliği ve entegrasyonu geliştirmeyi hedeflemektedir (Filyos’un Karadeniz ülkeleri ve özellikle Doğu Avrupa ülkeleri, Ceyhan’ın Ortadoğu ülkeleri ve özellikle de Körfez petro-dolar ülkeleri ve İsrail, Mısır ile). Böylece bu bölgeler üzerinden, biri Karadeniz-Doğu Avrupa diğeri Doğu Akdeniz-Ortadoğu ile daha yüksek “katma değerli” ve “uluslararası rekabet gücü” artan yeni tedarik zincirlerinin şekillendirilebileceği hesaplanmaktadır. İkincisi, kapitalist devlet, bu ucuz emek-orta yüksek sermaye-teknoloji yoğunluğu bileşimli ağır sanayi bölgeleri kaldıracıyla, Türkiye’nin en büyük uluslararası sermaye grupları olan Koçların, Sabancıların yanı sıra “girişimci devlet” iktidarıyla daha sıkı kaynaşmış Tosyalı, Rönesans gibi bir dizi sermaye grubunu da her birinin kendi sektöründeki alt düzeyden uluslararası rekabet gücüne ve yayılmasına itilim kazandıracak bir kaldıraç kılmayı hedeflemektedir.
Sonuçta Türkiye kapitalizmi ve devleti, bağımlı kapitalist ülkeler için bir dönem cazibesini kaybeden serbest ticaret ve imalat bölgelerini, 2010’ların ikinci yarısından itibaren bu yeni çerçeveyle birlikte yeniden devreye soktu. Kuşkusuz bu, yeni Serbest Ticaret ve Orta-Yüksek Ağır Sanayi Bölgeleri’nde, işçilerin çalışma koşullarının daha iyi olacağı anlamına gelmiyor. Serbest bölgelerdeki işçilerin çalışma koşullarının, zaten çok vahim olan Türkiye’deki genel çalışma koşullarının üzerine tüy diktiği biliniyor. Serbest bölgelerdeki yerli ve yabancı şirket yönetimleri, sendika ve grev yasağı kalktığı halde bu yasakları fiilen uygulamaya devam ediyor. Serbest bölgelerde gümrük, vergi ve belli ticaret yasası rejimlerinden muafiyeti (serbest bölgelerde çalışma yasaları ve genel işçi hakları geçerli olduğu halde), çalışma yasalarından da muafiyet varmış gibi kullanıyor. Serbest liman ve bölgelerin, her türden kirli karanlık ticaret ve işe (uyuşturucu, silah, değerli maden, insan kaçakçılığı, kara para aklama vb.) daha elverişli bir ortam yaratması, mafyatik kirli işleri ve bunların işçilere karşı kullanılmasını da artırıyor. En son Antalya serbest bölgedeki Novamed kadın işçilerinin görkemli direnişinde, işçilerin gün boyunca tuvalete gitmesine izin verilmediğini, 24-36 saat mesailer yaptırıldığını, kadın işçilere mobing, taciz uygulandığını, “mal”, “maymun” gibi hakaretlerin sıradanlaştığını görmüştük. Ceyhan’ın özel güvenlik bölgesi ilan edilmesini hatırlatmak yeterli olacaktır.
Geç kapitalistleşen/bağımlı kapitalist ülkelerde eski serbest bölgeler, daha ziyade “dahilde işleme rejimine” (genellikle son montaj) dayalıydı. Ticari sermaye, üretken sermayeye baskındı. Günümüzdeki yeni nesil serbest bölgeler ise başta daha sermaye-teknoloji yoğun sanayi sermayesi olmak üzere, sanayi, ticaret, finans ve devlet sermayesinin hem her birinin daha büyük ölçekli, hem de bileşik ve stratejik yoğunlaşmasına dayalı, daha yüksek bir mali sermaye kaynaşmasını öngörüyor. Burada artık daha da ucuzlatılmış emekle birlikte, daha büyük çaplı sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesini, göreli daha ileri teknolojiler, daha ucuz ithal hammadde ve girdiler, daha agresif ihracat fiyat rekabeti, daha büyük ölçekli finansman ve tabii devlet gücü ve organizasyonuylabirleştirmek temel haline geliyor.
Birkaç örnek: Dubai Jebel Ali Serbest Bölgesi’nde yüksek teknolojili ihracatın payı yüzde 31. Çin Sozhou Serbest Bölgesi’nde yüksek teknolojili ihracatın payı yüzde 31. Hindistan Ramunajan IT City Serbest Bölgesinde yüzde 10. Güney Kore Incheon Serbest Bölgesi’nde yüzde 32. Singapur Jurong Serbest Bölgesi’nde yüzde 52. Bu serbest bölgelerin tamamında yüksek ve orta-yüksek teknolojili imalat ve ihracatın oranı, yani göreli artı-değer oranı ülke ortalamalarının epey üzerinde. Türkiye’deki serbest bölgelerde de yüksek ve orta yüksek üretim ve ihracatın payı ülke ortalamasının üzerine çıkmış görünüyor (yüksek teknolojili ürün ihracatında ülke ortalaması yüzde 3.5, serbest bölgelerde yüzde 9; orta-yüksek teknolojili ürün ihracatında ülke ortalaması yüzde 23, serbest bölgelerde yüzde 30’un üzerinde).
Türkiye kapitalizminin mevcut genel-ortalama üretkenlik düzeyiyle uluslararası kapitalist rekabette bırakalım yükselmeyi mevcut konumunu koruma olanağı bile yok. Ama Çin’in de ABD’ninkinin yüzde 43’ü düzeyindeki genel üretkenlik düzeyiyle ABD ile rekabet şansı yok. Bugün zaten Asya ülkelerinden başlayıp dünya çapında yayılan yeni sanayi politikası, (Mega Endüstri Bölgesi, Özel Ekonomik Bölge, Sanayi Parkları, Serbest Ticaret ve İleri İmalat Bölgesi vb. dahil adına ne denirse densin), ücret, yatırım, hammadde, girdi dahil her türlü sermaye maliyetlerinin minimize edildiği biçimde, tüm gücünü (finansman, Ar-Ge, üniversiteler, nitelikli işgücü, devlet organizasyonu vb.) emek üretkenliğini/göreli artı-değer kapasitesini/kârlılığı (sermaye yoğunlaşması, merkezileşmesi ve çevrim hızı dahil) artırmaya odaklı yeni endüstri bölgelerinde yoğunlaştırmak. Serbest bölgelerin asıl ekonomi-politiği de ücretler ve İSG dahil her türlü sermaye maliyetini minimize ederek ve sermayenin uluslararası dolaşım hızını da sonuna kadar artırarak, sömürü ve kâr oranlarını maksimize etmeye çalışmak. Geç kapitalistleşen ülkeler açısından bu yeni “kalkınmacı yetişme” ya da en azından daha geri düşmeme stratejisi, sınai-teknolojik-ticari-finansal-idari dönüşüm kapasitesini, daha geniş bir iç-dış hinterlandı olan alt coğrafi bölgeler ve bunun kadar önemlisi, belli “seçilmiş” sermaye gruplarında toplamaya dayanıyor.
Türkiye kapitalist devlet iktidarı, bu kapsamda henüz aktive olmamış Mega Endüstri Bölgeleri’nin yanı sıra özel endüstri bölgeleri ve orta-yüksek teknolojili İhtisas OSB’leri de serbest bölge ilan etmeye başladı. Gidişat tüm Türkiye’nin bir mega serbest bölgeye dönüşmesi doğrultusundadır. Filyos ve Ceyhan’da başlayan bu süreç, özel endüstri bölgeleri ve daha büyük ölçekli ve teknolojik olarak göreli daha ileri İhtisas OSB’ler ile devam etmektedir. Bütün Türkiye coğrafyasının bir serbest bölgeye doğru dönüşümü basit bir ajitasyon abartısı değildir. Örneğin, bugün Polonya bu durumdadır. Polonya kapitalist devleti serbest bölgeleşmeyi, belli imalat sektörlerinde üretim süreçlerinde ölçeksel ve teknolojik dönüşüm gerçekleştiren, verimlilik ve katma değeri yükselten, uluslararası piyasalara dönük yeni ürünler geliştiren her türlü doğrudan yatırıma, ülkenin hangi bölgesinde yapılırsa yapılsın serbest bölge tarzı gümrük ve vergi muafiyetleri uygulamaya kadar vardırmıştır.
Dolayısıyla mega endüstri, özel ekonomi, sanayi parkı ya da ileri imalat bölgesi, adına ne denirse densin, bu yeni nesil serbest üretim ve ticaret bölgelerinin dünyada ve Türkiye’de yaygınlaşmasının işçiler açısından anlamı, dibe doğru yarışın (ücret düşüşleri, çalışma yoğunluğu, süresi ve sağlıksızlık, güvencesizlik, baskılar, grev ve örgütlenme engelleri) yeni bir itilim kazanmasıdır. Büyük sanayi kapitalistleri arasında sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi ve teknoloji rekabetinin kızışması, aslen işçilerin tüm kesimlerine karşı yıkıcılaşan sömürü kapasitesini büyütme, şiddetlendirme ve hızlandırma rekabetidir. Serbest ticaret ve imalat bölgelerinde sermaye ölçeği ne kadar büyür ve teknoloji ne kadar ilerlerse, Marx’ın Kapital’de makineli sanayi bölümünde göstermiş olduğu gibi, işçilerin ücretleri de o kadar düşecek ve çalışma koşulları o kadar ağırlaşacak ve terörize olacaktır. Bu yalnızca bu bölgelerdeki imalat, lojistik ve hizmetlerde çalışan mavi yakalı işçi kesimleri için değil bu bölgelerin kurulumunu yapan, teknolojisini, AR-GE’sini, verimlilik projelerini üreten işçi kesimleri için de geçerlidir.
Bizzat Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD), dünya çapındaki Özel Ekonomi Bölgeleri ve özellikle de bunlar içinde ülkelerin ekonomisinden ayrı tutulan Serbest Liman ve Serbest Bölgelerle bütünleştirilen büyük endüstri bölgelerindeki sosyal standartlar, çalışma koşulları ve çevresel etkiler açısından ciddi endişelerin olduğunu, bu bölgelerde güvencesiz/eğreti (precaire) çalışmanın yoğun olduğunu, sendikaların engellendiğini, bu bölgelerde ülkelerin çalışma sağlık ve güvenliğine ilişkin düzenlemelerin geçerli görünmesine karşın, işçi sağlık ve güvenliğin de ülke ortalamasının altında kaldığını itiraf etmek zorunda kalıyor.
Türkiye kapitalizminde, İSO ilk 500 ve ikinci 500 sanayi işletmelerinde, yüksek ve orta-yüksek teknolojili üretim ve ihracatın payı 2023’ten itibaren birkaç puan artmaya başlamış görünüyor. Bunda sınai dönüşüm programlarının, yeni endüstri ve ihtisas bölgelerinin göreli bir etkisi, Şimşek programının teşvikleri daha sermaye ve teknoloji yoğun sektör ve alanlara doğru kaydırması kadar serbest bölgeleştirmelerin (daha sermaye ve teknoloji yoğun endüstri ve ihtisas bölgelerinin serbest bölge ilan edilmeye başlanması) bir rolü var. Ancak sınai ölçek büyümesi ve yoğunlaşması ve teknoloji donanımında her bir puan artış, işçilerin durumunda birkaç puanlık daha fazla çalışma terörü ve yoksullaşmaya yol açıyor. Bugün “yerli ve milli teknolojinin medarı iftiharı” olarak gösterilen TOGG’daki yoğun taşeron işçilik uygulamalarına bakmak yeter. Çalışma terörü nedeniyle ciddi sağlık sorunları ve sakatlanmalar yaşayarak işi bırakmak zorunda kalan işçilere tazminat dahi ödenmiyor. TOGG taşeronlarının birçoğu iflas etmiş görünürken, işçilerin kıdem ve ücret alacakları ödenmiyor. Serbest bölgeleştirme ise emek üzerindeki sermaye despotizmine kat çıkıyor.
Teknoloji sınıflarüstü bir şey değildir, kapitalizmde teknoloji kapitalist sınıfın işçi sınıfına karşı en ağır ve yıkıcı sömürü, kontrol ve saldırı silahlarından biridir. Teknolojinin en dolaysız ve sert sınıf mücadelesi alanlarından biri olduğunun artık farkına varmalıyız. İlkel birikimle, yağmayla, devasa teşviklerle, enflasyonla, düşürülen asgari ücretle bugün bizden gasp edilen her yaşam ve çalışma enerjisi damlasının yarınki daha büyük sömürü ve kontrole dönüşeceğinin farkına varmalıyız. Serbest Bölgelere karşı unuttuklarımızı da hatırlamalı ve büyük sermayenin uluslararası birikim ve rekabetini daha yoğun emek ve doğa yıkımı üzerinden yükseltmeyi hedefleyen yeni nesil Serbest Ticaret ve Ağır Sömürü Bölgelerine karşı da sınıf stratejimizi geliştirmeliyiz.
Mega endüstri bölgeleri eko-yıkım bölgeleridir
Mega Endüstri Bölgeleri’nin Anadolu’nun en nadide körfez, su ve orman havzası ve deltalarında korkunç bir eko-yıkıma ayarlı olduğu açıktır. Zonguldak Çatalağzı’nda zaten 4 büyük kömüre dayalı termik santralin (ÇATES, ZETES 1-2-3), son 15 yılda ağır bir kanser, erken ölüm, bebek ve yaşlı ölümleri, erken doğumlar ve solunum yolları hastalıkları patlamasına ve işsizlikle de birleşen göç dalgasına yol açtığı biliniyor. Şimdi bunlara Filyos Endüstri Bölgesi’ni beslemek için iki büyük termik santral daha (ZETES-4 ve DETES) ekleniyor. 6 büyük termik santrale kömür yetiştirmek için, Zonguldak TTK’nın rödevans sistemini genişleteceği, özel ve kaçak maden ocağı sayısının artacağı, maden işçilerinin çalışma koşullarının daha da ağırlaşacağı ve maden işçisi katliamlarının artabileceğini de not edelim.
Bir de Filyos Su Havzası’nda (Filyos Nehrinin kollarını oluşturan ve çeperindeki çaylar üzerinde) yapılan baraj ve HES’ler var: Köprübaşı Barajı ve HES (Devrek Çayı üzerinde), Çay Barajı ve HES (Devrek Çayı üzerinde), Andıraz Barajı ve HES (Soğanlı Çayı üzerinde), Aktaş Barajı ve HES (Soğanlı Çayı üzerinde), Araç Barajı (Araç Çayı üzerinde), Hacılar Barajı ve Sulaması, Akhasan Barajı ve Sulaması, Kirazlıköprü Barajı… 6 Termik Santral, 8 Baraj, 4 HES… Yetmiyor, bir de Karadeniz’den gemilerle taşınıp Filyos Limanı’na borularla aktarılacak TPAO doğalgaz endüstri bölgesi (doğalgaz işleme tesisleri) var, ve büyük olasılıkla bu doğalgazın en az bir kısmı da Filyos Endüstri Bölgesi’nde kullanılacak. Yine bitmiyor: Sinop’ta nükleer santral! Bunlara isteyen Zonguldak ve Sakarya’daki 4 RES, 2 GES santralini, Filyos Vadisi bitişiğindeki kıyı ilçesi Kilimli’de planlanan yeni yatırım bölgesi için 2.2 kmlik dolgu akıllı limanla birlikte Dalga Enerji Santrali’ni ekleyebilir. Yine bitmiyor: Kilimli’de Aliağa’dakine eş büyüklükte kıyı boyunca uzanan Gemi Söküm alanları tasarlanmış. (BAKKA bile Kilimli Teknoloji ve Yatırım Bölgesi raporunda, ‘bir de gemi söküm bölgesi yaparsak hem şu Mega Endüstri, Teknolojik Akıllı Yatırımlar ve Yenilenebilir Enerji Bölgesinin dibinde çok sırıtır hem de daha çok tepki çeker, Filyos ve Kilimli yatırımlarını da tehlikeye sokar. Gemi Söküm yapmasak iyi olur, yapılacaksa da ekolojik Gemi Söküm olsun’ türünden şeyler kekelemek zorunda kalmış.)
İnsan artık ne diyeceğini bilemiyor. Sol ekoloji örgütlerine (çok geciktiği için) acil bir Filyos ve Batı Karadeniz raporu ve mücadelesi için çağrıda bulanalım. Çünkü Filyos Mega Endüstri Bölgesi yapılırken, denizi, su havzaları, sazlık alanları, ormanları, doğası ve tarım ve balıkçılık alanları ile Batı Karadeniz’i çökertmek için ayrıca bir İstanbul Kanalı’na gerek kalmıyor.
Ceyhan ise coğrafi olarak çukur bir arazide olduğundan, geleneksel olarak kışın soba dumanının yoğun olarak çöktüğü, zaten aile boyu astım hastalığının çok yoğun bir alandır. Yumurtalık’ta mevcut tek bir termik santrali ile kanser vakalarının yıllık sayısının 5’ten 60’a çıktığı, zeytinlik verimlerinin düştüğü, kıyı bölgelerinde balıkçılık yapılamaz hale geldiği biliniyor.
Şimdi Ceyhan ve Yumurtalık kıyılarında biri faaliyette 16’sı plan halinde tam 17 termik santral var. İsken AŞ Sugözü Termik Santrali (Yumurtalık-Sugözü, 2004’te faaliyet geçti), IC İçtaş AŞ Yumurtalık Termik Santrali, Diler AŞ Akdeniz Termik Santrali, İpekyolu AŞ Sedef Enerji Santrali (Yumurtalık-Demirtaş), Sanko AŞ Yumurtalık Termik Santrali (Yumurtalık-Demirtaş), Emba Elektrik AŞ Hunutlu Termik Santrali (Yumurtalık-Sugözü), Çelikler AŞ Gölovası Termik Santrali (Yumurtalık-Gölovası), Çalışkan AŞ Termik Santral (Ceyhan-Sarımazı), Astoria AŞ Termik Santral (Ceyhan-Sarımazı), Atagür Enerji AŞ Klikya Termik Santrali (Yumurtalık-Sugözü), Suba Enerji AŞ Gölovası Termik Santrali (Yumurtalık-Gölovası), Adana Ayaş Enerji AŞ Misis Termik Santrali (Yumurtalık), Suez Güney Üretim AŞ Ada Termik Santrali (Yumurtalık-Gölovası), Çukurova Demtaş Enerji AŞ Ece Termik Santrali (Yumurtalık-Demirtaş), Terra Power Enerji AŞ Handan Termik Santrali (Yumurtalık-Sugözü), Çukurova Demtaş Enerji AŞ Gamze Termik Santrali (Yumurtalık-Sugözü).
Adana’da bir de tabii Sabancı EnerjiSA’nın parsellediği dev Tufanbeyli Linyit Santrali’ni ve 7 adet HES’i de saymadan geçmeyelim. Yumurtalık-Ceyhan kıyılarında 17 termik santralin faaliyete geçtiği durumda neler olabileceğini düşünmek ise kabustan farksız. Ceyhan-Yumurtalık-İskenderum-Payas-Ersin-Dörtyol 20’nin üzerinde demir-çelik ve petro-kimya ağır sanayi tesisiyle benzeri ancak anti-ütopik bilimkurgu filmlerinde görülen bir dehşet havzasına dönüşebilir.
Türkiye kapitalizmi Marmara Denizi’nden sonra, Batı Karadeniz ve Doğu Akdeniz’i de ölü doğa ve ölü deniz haline getirmeye ant etmiş görünüyor.
Filyos yalnızca Filyos değildir
Kapitalist devlet iktidarının neyse ki yapamıyor olsa da halen devam eden İstanbul Kanalı inadının, İstanbul Hadımköy’deki iki yeni endüstri bölgesinden başlayıp Marmara-Karadeniz kesişme noktasındaki Sakarya-Karasu, sonra Zonguldak Filyos, Trabzon dolgu adası Mega Endüstri Bölgesi hedeflerini, Erdemir ve Kardemir’i ve sayısız serbest endüstriyel büyük liman ve demiryolu-otoyol-havayolu lojistik hatlarını kapsayan büyük bir ağır sanayi kuşağı oluşturma hedefiyle ilişkisini de not edelim. Türkiye kapitalist devletinin Batı Karadeniz ağır sanayi projeleri için tarihsel iştihasına dair kayıtlara bakalım:
1995-1997 yılları arasında dönemin hükümeti DPT’ye, o da Tümaş-Gersar-BPL konsorsiyumuna Zonguldak-Bartın-Karabük Bölgesel Kalkınma Projesi’ni hazırlattı. Buna göre Zonguldak-Filyos’ta Serbest Ticaret Bölgesi oluşturulacak, Erdemir ve Kardemir yeniden yapılandırılacaktı. Bölgenin Almanya Ruhr ve Britanya Galler gibi taşkömürü yatakları ve ağır sanayi tesisleriyle büyük bir ağır sanayi kuşağı haline getirilmesi tasarlanıyordu. Aynı dönemde bunun için BAKKA (Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı) kuruldu, Bartın ve Karabük il yapıldı, Çaycuma, Ereğli, Kababük ve Bartın’da yeni OSB’ler kuruldu. Ancak planın ana çerçevesi uygulanmadı. 2010-13 AKP döneminde, BAKKA bu kez DHL’ye (dünyanın en büyük lojistik ve endüstri-lojistik tasarım ve yönetim şirketi) eski planı kaldığı yerden yeniden ele alıp genişleten dev bir proje tasarımı yaptırdı. Bu proje Filyos Vadisinin ve Limanın merkezinde olduğu, bir yandan Düzce-Bolu-Zonguldak-Ereğlı-Bartın-Karabük’e diğer yandan Ankara, Kırıkkale, Kastamonu, Çankırı, Eskişehir, Kayseri’ye uzanan, Türkiye deniz taşımacılığının yüzde 15’ini gerçekleştirecek, sayısız sanayi bölgesi, havalanı, 7 baraj, 6 hidroelektrik santralı içeriyordu. Filyos Vadisi ise, serbest bölge, Antrepo, OSB, Lojistik Merkez, Termik Santral, petrokimya tesisi, LPG depolama alanı, Tersane ve çok sayıda başka sektör ve tesis içerecekti.
Almanya Ruhr bölgesinde 1950’lerde halen kömür ve maden işçileri, dev çelik, makine, kamyon, lokomotif, demiryolu, silah fabrikalarında, 100 bini Krupp’ta olmak üzere yarım milyon işçi çalışıyordu. 2018’e gelindiğinde Ruhr’da maden ve imalat sanayi işçisi olarak yalnızca 3500 kişi kalmıştı. Türkiye kapitalizmi Almanya emperyalist kapitalizmi ve faşizminin bir dönemki Ruhr Bölgesini mi model alıyor? Aslında Türkiye gibi bağımlı orta gelişmiş kapitalist ülkelerin yapmaya çalıştığı şu: Her biri kendi yükseliş döneminde, Britanya Galler’de, Almanya Ruhr’da, Japonya Tokyo-Osaka Endüstri Koridoru’nda, G. Kore Pusan ve Kwangju Bölgeleri’nde, Çin Doğu Kıyısındaki Özel Ekonomi Bölgeleri’nde, her biri kendi döneminin odak sanayilerinin büyük çaplı yoğunlaşma bölgeleri ve dönemin en ileri teknolojileri ve yoğun devlet destek ve organizasyonu ile bütünleştirerek yükselmişler, dönemin en büyük ekonomik güçlerine meydan okuyacak bir noktaya gelmişlerdi. Türkiye kapitalizmi neden aynısını bugünden yarına yapamasın?
Türkiye kapitalizminin neden bir Almanya, Çin, Güney Kore olamayacağının ekonomi-politik eleştirisi açısından özü, söz konusu ülkelerin hepsinin büyük çaplı sermaye fazlasına sahip ülkeler iken, Türkiye kapitalizminin yapısal-kronik sermaye yetersizliği sorunudur. Ancak bu, Türkiye kapitalizminin sınırlarına dayanmış üretken kapasitesinde uzun erimde, büyük ölçekli ve orta-yüksek teknolojili endüstriyel yatırım bölgelerine doğru bir dönüşümü Asya/Ortadoğu ile Avrupa arasındaki coğrafi-lojistik konumunun potansiyel avantajlarıyla birleştirerek, sermaye açığını azaltmaya ve iç ve uluslararası artı-değer kapasitesini artırmaya, uluslararası konumunu ilerletmeye çalışmayacağı anlamına gelmez. Nitekim, sınai-teknolojik dönüşüm programları kapsamındaki, aslen Batı Karadenizde Filyos’a, Doğu Akdeniz’de Ceyhan ve İskenderun Körfezi’ne odaklanan Mega Endüstri Bölgeleri yönelimi bu çerçevededir.
Kapitalist devlet iktidarının 30 yıldır gündemde olan 2016-17’de ilk adımları atılmaya başlayan Filyos Vadisi planı, daha önce belirttiğimiz BAKKA-DHL planı esasına dayanıyor, onun kısmen revize edilmiş ve daha da genişletilmiş biçimi. Mevcut planda tek değişiklik Filyos’un bitişiğindeki Kilimli’ye de 2.2 kilometrelik deniz dolgusuyla bir liman ve Teknoloji ve Yatırım Bölgesi yapılması ve şimdilik kağıt üzerinde duran Karasu Mega Endüstri Bölgeleri’nin eklenmesi gibi görünüyor. Filyos Liman, Endüstri, Doğal Gaz ve Serbest Bölgelerinin merkezde olacağı, Ereğli ve Karabük’ü de kapsayarak, demiryolları üzerinden Ankara ve Orta Anadolu sanayi havzalarına bağlanması; Orta Anadolu ile Karadeniz ülkeleri ve Doğu Avrupa arasında bir lojistik-endüstriyel-ithalat-ihracat bağlantı merkezi haline gelmesi, aşırı yüklü ve istihap haddini doldurmuş İstanbul-Marmara ve Zonguldak kömür-çelik gibi liman yüklerinin bir kısmının da Filyos’a kaydırılması perspektifinde bir değişiklik yok. Zaten Filyos’un Haydarpaşa’nın 5 katı büyüklüğünde yılda 25 milyon tonluk kapasitesiyle Türkiye’nin 3. büyük limanı olması, serbest liman ve bölge olması, Zonguldak ve Bartın-Karabük hattında ve Orta Anadolu’ya doğru daha geniş bir hinterland’da yeni bir sanayileşme dalgasına itilim kazandıracak, ayrıca Orta Anadolu ile Karadeniz ve Doğu Avrupa arasında yeni bir endüstriyel ithalat ve ihracat akımı yaratacaktır.
Kuzeyde Filyos, Güneyde Ceyhan Mega Endüstri, Enerji, Lojistik Bölgeleri ile bunların arasında, her ikisiyle lojistik bağlantıları kurulması planlanan ve hızla büyüyen Orta Anadolu sanayi havzaları (Ankara, Eskişehir, Konya, Kayseri vd) ile, ilk kez Anadolu’yu boydan boya kesen bir Kuzey-Güney Endüstri-Enerji-Lojistik aksı oluşumu ortaya çıkıyor.
Ceyhan yalnızca Ceyhan değildir!
Ceyhan’da ise görülmemiş bir endüstriyel-lojistik yoğunlaşma planı uygulamada. Bu bölgede de DOĞAKA (Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı) aktif rol oynuyor. Ceyhan Limanı’nın 450 futbol sahası büyüklüğünde dolguyla genişletilmesi, Ceyhan’da Enerji-Petrokimya İhtisas Endüstri Bölgesi, Yumurtalık’ta Toros Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi ve SASA Endüstri Bölgesi, Adana-Ceyhan yolunda Hacı Sabancı OSB, Yumurtalık’a bitişik Karataş’ta Türkiye’nin en büyük Tarıma Dayalı İhtisas Sera OSB ve Tarıma Dayalı İhtisas Su Ürünleri OSB’leri, Ceyhan ve Yumurtalık’ın da olduğu İskenderun Körfezi’nde İsdemir ve başka OSB’ler, Hatay’da yapımına bu yıl başlanan Hassa-Dörtyol Tüneli’nin tamamlanmasını bekleyen Hassa’da Türkiye’nin arazi olarak en büyük OSB planı, (bölgedeki sayısız küçük OSB’yi saymıyoruz bile), Azarbeycan ve G. Kürdistan üzerinden gelen petrol boru nakil hatlarının Ceyhan-Yumurtalık Limanları’nda toplanması (ancak Kerkük-Yumurtalık petrol akımı, Irak hükümetinin Türkiye’ye açtığı uluslararası tahkim davasını kazanması ile bir yıldır kapalı) ve Ceyhan Limanı’nın dünya petrollerinin kritik bir lojistik-dağıtım merkezi haline gelmesi, Ceyhan-İskenderun ile Kayseri arasında yeni lojistik planları, Hassa Tüneli ile Antep-Maraş büyük sanayi havzalarının lojistiğinin Mersin Limanı’ndan İskenderum Körfezine kaydırılmasının ve Ceyhan, Yumurtalık, İskenderun, Payas, Erzin, Dörtyol, Hassa, Antep, Maraş vb. hepsinin birbirine ve kara ve deniz lojistiği ile Ortadoğu ve AB’ye bağlanmasının hedeflenmesi…
Merkezine giderek Ceyhan-Yumurtalık ya da İskenderun Körfezi ve hinterlandının oturmaya başladığı bu bölgedeki sınai dönüşümün geleceği hakkında kabaca şunları söyleyebiliriz: Ceyhan-Yumurtalık ile Antep’i, bir bütün olarak Doğu Akdeniz ve İskenderun Körfezi ile Güneydoğu Anadolu’yu, en geniş planda ise Ortadoğu ile AB’yi birbirine bağlayacak bu büyük uluslararası sermaye koridoru, uzun süredir planlanmış ancak Suriye, Kürdistan ve bir bütün olarak bölgedeki çatışmalar ve istikrarsızlıklar nedeniyle 10 yıldır askıya alındıktan sonra yapımına bu yıl başlanan Hassa-Dörtyol Tüneli’nin yapımını bekliyor. Mevcut durumda dağları dolaşmayı gerektiren Antep-İskenderun ve Maraş-İskenderun hatları, Hassa-Dörtyol tüp otoyol ve demiryolu tüneli ile hem kısalacak hem de daha büyük yüklerin daha hızlı taşınmasını sağlayarak, sermaye maliyetlerinin düşürülmesini, sermaye çevrim hızı ve kârlılığının artırılmasını sağlayacak.
Bu altbölgedeki kapitalist güçler, basit yerel kapitalistler değil: Ceyhan Enerji İhtisas Endüstri Bölgesinin yönetimini almış Rönesans Grubu, bu bölgede çelik profil fabrikası gibi büyük yatırımları olan Tosyalı Grubu, Merinos’u satın alıp Antep’e taşımış oradan Sabancı’nın SASA’sını satın alarak Yumurtalık’a çıkarma yapıp kendi Özel SASA Endüstri Bölgesini kuran, burada SASA Polyester’in yanı sıra petro-kimya ve gübre yatırımları planlayan Erdemoğlu Grubu, Hatay Erzin’e 1.9 milyar dolarlık petro-kimya yatırımı planıyla Bayegan Grubu (Bayegan Türkiye’nin en büyük petro-kimya ürünleri tüccarıdır), Hatay Dörtyol’a 10 milyar dolarlık petro-kimya yatırımı planıyla (muhtemelen Suud ortaklığıyla) Türkiye Varlık Fonu, Yumurtalık’ta Petro-Kimya Mamülleri işletmesi ve özel limanı olan Konukoğlu (Sanko) Grubu, Yumurtalık Serbest Bölgesi’nin altyapı ve lojistiklerini yürütmüş ve Serbest Bölgede yönetiminde ağırlığı olan ve Türkiye’nin önde gelen tarım, kimya ve yenilenebilir enerji tekellerinden Tekfen Grubu, Adana ve çeperinde her daim hegemonik bir etkisi ve bir de Özel OSB’si, Temsa’sı ve Sugözü’nde Termik Santral yapımı olan Sabancı Grubu, Yumurtalık’ta tersanesi olan Nurettin Paksu (Türkiye’nin en büyük tersane gruplarından Tersan), bölgenin en büyük doğalgaz dağıtımcısı Aksa (Kazancı Holding), İskenderun’da çimento fabrikası ve limanı olan Sönmez Çimento, İskenderun Demir-Çelik’in sahibi ve burayı Özel Endüstri Bölgesi haline getirmiş OYAK Grubu, İskenderun’da limanı olan Assan grubu (Kibar Holding), İskenderun ve Dörtyol’da ilk 500 giren demir-çelik yatırımlarıyla MMK (Magnetorosk Grubu-Rusya merkezli), Yazıcı, Ekinciler, Yücel Boru, Atakaş, Net grupları, Hatay Dörtyol’da ve Osmaniye’de demir-çelik fabrikaları (MMK, Yazıcı ve Ekinci’nin de İskenderun’da limanları da var), Hassa-Dörtyol Tünelinin yapımını alan Doğuş Grubu, Maraş’ta Ceyhan Irmağı üzerinde Hidrolektrik barajı ve santralı ve Yumurtalık Sugözü’nde ise Termik Santral planı olan, Hatay-Payas ve Osmaniye’de demir-çelik işletmeleri, İskenderun Körfezinde Aygaz terminali olan, deprem bölgesinde toplam 5 bin konteynerlik depremzede konteynır kentleri “yatırımı” olan Koç Grubu. (Koç Grubu CEO’su Levent Çakıroğlu Koç konteyner kentleri için aynen şunları söylüyor: “Umut Kentleri kurduğumuz şehirler etki gücümüzü, işbirliklerimizi bölgenin kalkınmasını desteklemek ve kalıcı fayda sağlamak üzere kullanıyoruz.” (Dünya Gazetesi, 14 Eylül 2023) Koç Grubu vakıfları bu organize konteyner kentlerdeki depremzedelere iş ve istihdam bulmak adı altında düpedüz depremzede işçi simsarlığı yapmaktan da geri kalmıyor.).
Türkiye’nin en büyük sermaye grupları… Hatay (İskenderun ve Dörtyol) ve Osmaniye’de Türkiye demir-çelik üretiminin üçte biri, haddehane üretiminin yaklaşık yarısı gerçekleştiriliyor. İskenderun Dörtyol ve Osmaniye’de Türkiye’nin en büyük 500 işletmesi arasında giren tam 14 demir-çelik işletmesi var. Osmaniye’de çok sayıda demir-çelik işletmesinin yanı sıra 5 çimento fabrikası var ve Türkiye’nin en büyük çimento fabrikası da plan aşamasında. Adana Ceyhan ve Yumurtalık, Hatay Erzin, Payas, Hassa ve Dörtyol’da, Osmaniye’de planlananlarla birlikte bu bölgede ilk 500’e giren petrokimya ve demir-çelik ağır sanayi işletmelerinin sayısı, 20’nin epey üzerine, Antep ile Hassa demiryolu-otoyol tüneli ve Antep-Adana otoyol projesiyle Antep ve Sabancı OSB’de dahil edildiğinde bu bölgede ilk 500 sanayi işletmesine giren büyük işletmelerin sayısı 50’nin üzerine (ve bir o kadar da termik ve hidrolelektrik santral) çıkacak. Ceyhan-Yumurtalık-İskenderun-Erzin-Hassa-Dörtyol-Osmaniye Türkiye’nin en büyük ve en dehşetli ağır sanayi havzası haline gelecek gibi görünüyor.
Bu büyük sermaye gruplarının hem bu stratejik bölgeyi aralarında parsellemek için çekişmeleri ama hem de buranın Ortadoğu-AB arası çok kilit bir sermaye koridoruna dönüştürülerek buradan kâr patlaması çıkarmak için Hassa Tüneli’nin bir an önce yapılmasını sağlamak, bunun için de Suriye ve Kürt hareketiyle sopa ve havuç politikasıyla sorunların çözülmesi için devlet iktidarı ve Erdoğan’a artan bir baskıları var. Erdoğan’ın Esad ile iş bağlamaya çabalaması ve aynı zamanda şu kötü ünlü “iç cephe” ve “barış” kılığında Kürt hareketini tasfiye etme yönelimlerinin, tek değil ama dinamiklerinden biri bu büyük holdinglerin bu stratejik bölgede muazzam ölçekli stratejik kâr planları. Çünkü bu bölge, az buçuk bir kapitalist istikrar kazandığı durumda Antep-Maraş ile Ceyhan-Yumurtalık-İskenderun arasında, Akdeniz Bölgesi ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi arasında, Ortadoğu ile AB arasında son derece stratejik bir uluslararası büyük sermaye (ağır ve büyük sanayi-lojistik-enerji) koridoru haline gelecek, petro-dolar oligarşilerinden büyük çaplı yatırım çekebilecek, AB ile Ortadoğu’yu iç içe geçiren çok daha geniş ve derin yatırım, üretim, lojistik, ticaret alanı açacak. Tekrar vurgulayalım, bu büyük sermaye gruplarının bölgedeki çok daha büyük kâr potansiyeli kapitalist devlet iktidarının son dönemki anlaşılmakta güçlük çekilen Suriye ve Kürt politikalarının, tek değil, ama dikkate alınması gereken önemli dinamiklerinden biridir.
Filyos ve Ceyhan’ın ekonomi-politiği
Burada Filyos ve Ceyhan’ın Türkiye kapitalizminin üretken kapasitesinin orta-yüksek teknolojili ağır sanayi bölgeleriyle dönüştürülmesindeki rolüne de değinebiliriz.
Filyos Vadisi, Türkiye’nin iki büyük yüksek fırınlı demir-çelik tesisinin (Erdemir ve Kardemir) arasında, ikisine de yakın mesafelidir. Demir-çelikte taşımacılık yüksek maliyetli olduğu için lojistik yakınlık önemlidir. Türkiye’de son yıllarda demir-çelik ağırlıklı ana metal sektörü, üretim değeri payında birinci sıraya kadar çıkmasına karşın, yüksek fırınlarda orta teknolojili, elektrikli ark ocaklı tesislerde orta-düşük teknolojili, yani göreli artı-değer kapasitesi ve kârlılığı sınırlıdır. Ancak çelik üretimi ham biçimiyle ihraç edilmeyip, içerdeki orta-yüksek teknolojili fabrikasyon metal ürünleri, makine, otomotiv ve savunma sanayi yatırımlarında girdi olarak kullanılıp nihai ürün olarak satıldığında, bu üretim zincirleri toplamında göreli artı-değer ve karlılık katlanarak artar. Filyos Endüstri Bölgesinin, hammadde girdi alacağı iki büyük yüksek fırınlı demir-çelik fabrikasının arasında konuşlanması ve burada fabrikasyon metal ürünleri (çelik boru ve profil), makine, otomotiv ve savunma sanayi yatırımlarının öngörülmesinin ekonomi-politik anlamı kısaca bu. Çeliği orta ve orta-düşük teknolojili hammadde biçimiyle değil, üretim zincirinin sonraki aşamasında orta-yüksek teknolojili fabrikasyon metal ürünleri, makine, otomotiv, savunma sanayi ürünleri olarak işleyip, daha yüksek artı-değerli ürünler olarak içe-dışa satmak.
Ceyhan-Yumurtalık ve İskenderun’un enerji, petrokimya, demir-çelik bütünlüğünde dev bir ağır sanayi bölgesi haline gelmekte olması da belirgin. Enerji, petrokimya ağırlıklı kimya Türkiye’den en büyük sermaye yetersizliğinin ve ithalata bağımlılığın olduğu sektörler. Deterjan, sabun, ilaç, boya, gübre, plastik, kauçuk, PVC, otomobil lastiği gibi ürün hammaddelerinde bile ithalata bağımlılık çok yüksek. Endüstriyel kimyasallarda (termoplastik, elyaf, etilen, mineral yakıtlar vb.) ise, SOKAR’a satılan Petkim, tüm modernizasyon, kapasite artırımı girişimlerine karşın Türkiye kapitalizminin iç talebinin bile ancak yüzde 25’ini karşılayabiliyor. Türkiye’de petrokimya bazlı kimyasal hammadde, girdi ve ürünlere talep yılda ortalama yüzde 10 büyürken, üretimin kısıtlı olması, ağır sanayi kapsamındaki petrokimya yatırımlarının yüksek maliyetine karşın kâr potansiyeli de yükseltiyor. Ceyhan-Yumurtalık’ın petrol nakil hatlarının Akdeniz’e çıkış noktası olması itibarıyla, büyük ölçekli ve orta-yüksek teknolojili petrokimya yatırımları bölgesi haline getirilme planının bir yönü bu. Diğer yönü Almanya merkezli olarak AB, yüksek teknolojili petrokimya endüstrisinde dünya lideri olmasına karşın, son dönemde bir yandan Çin ve Güney Kore’nin bu alanda büyüyen düşük fiyatlı rekabeti, diğer yandan Rusya-Ukrayna savaşının doğurduğu enerji-petrol kısıtları nedeniyle, petrokimyada derin bir kriz yaşıyor. Türkiye kapitalizmi AB’deki petrokimya krizinden de rol çalmayı hesaplıyor. Petrokimyada yüksek teknolojili üretim ve ihracatta AB, Çin, G. Kore ve petro-dolar şeyhlikleri ile rekabet etme şansı olmasa da, bu ülkelerdeki dev petrokimya tekellerinden yatırım çekerek, ya da ortaklıklarla orta-yüksek teknolojili petrokimya (ve petrokimya ağırlıklı endüstriyel ve tüketim kimyası ürünleri) endüstrisini kan ter içinde büyütmeyi hedefliyor. (Nitekim Ceyhan Petro-Kimya İhtisas Endüstri Bölgesinin yönetimini alan ve burada petrokimya yatırımı yapacak Rönesans grubunun başlıca ortağı bir G. Kore petrokimya tekeli.)
İskenderun Körfezi’nde bir yanda Ceyhan Enerji/Petro-Kimya İhtisas Endüstri Bölgesi ve Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde uluslararası ortaklı petrokimya bazlı büyük ölçekli yatırımların artırılmaya çalışılması, diğer yanda OYAK-İsdemir ve demir-çelik ve fabrikasyon metal ürünleri OSB’leri ile bir Mega Endüstri Koyu ve Havzasına dönüştürülmesinin kısa hikayesi bu. Burasının bir yandan da Antep (Antep merkezli Konukoğlu ve Erdemoğlu holdinglerin de Ceyhan-Yumurtalık’ta petrokimya bazlı yatırımları,ve birinin SASA Endüstri Bölgesi diğerinin özel limanı var) ve Güney Doğu Anadolu ve Ortadoğu, petro-dolar şeyhlikleri, diğer yandan Akdeniz-AB yatırım-pazar olanaklarını gözetiyor…
Kapitalist devletin, Ortadoğu’da dengelerin değişme olasılığına da aynı zamanda bu altbölge merkezi oluşumuyla yatırım yaptığı söylenebilir. Yıllardır iştiha menzilinde olan Suriye ve G. Kürdistan petrollerinden pay almayı ve Doğu Akdeniz üzerinde ekonomik-siyasi-askeri etkisini artırma hesaplarından geri kalmadığını not edelim. Küresel senaryolarda, Ortadoğu’daki dengelerin nasıl gelişeceğine bağlı olarak, Ceyhan’ın potansiyel Kızıl Deniz-Çin lojistiğinden, ABD-AB-İsrail ekseninin Çin’in Kuşak ve Yol projesine alternatif olarak geliştirmeye çalıştığı uluslararası lojistik hat projelerine kadar “yüksek” jeo-stratejik hesaplar arasında yer aldığını düşünmek gerekir. Kesin olan Kuzeyde Rusya ile NATO-Ukrayna savaşının, Ortadoğu’da İsrail soykırımları ve buna karşı direncin, Ortadoğu’daki güç dengelerinin seyrinin Türkiye kapitalizminin Batı Karadeniz ve Doğu Akdeniz ekonomi-politik projelerinin seyrini de etkileyecek olmasıdır. Bu yüzden Türkiye kapitalizminin sınai-teknolojik dönüşüm programları kapsamındaki iki büyük stratejik ağır sanayi bölgesi yatırım projelerini, iç ve dış siyasetteki gelişmeler ile iç bağıntılarıyla birlikte düşünmekte yarar var.
Son bir söz
Türkiye’de sınai-teknolojik dönüşüm programlarının en stratejik yönelimlerinden birini oluşturan Mega Endüstri Bölgeleri, Türkiye kapitalizminde kriz ve iç çekişmeler, Kürt sorunu ve bölge ölçeğindeki hassaslaşan güç dengelerinin gelişim seyri itibarıyla halen birçok belirsizlik içerse de, en azından ikisinin yapımı devam ediyor. Filyos ve Ceyhan, aynı zamanda Türkiye kapitalist endüstrisinde yeni iç ve uluslararası stratejik sermaye (ağır sanayiyi geliştirme) koridorları oluşturmaya aday: Batı Karadeniz koridoru, İskenderun Körfezi-Hatay-Antep-Maraş koridoru ve bir yandan Akdeniz serbest limanlarına doğru diğer yandan Batı Karadeniz serbest limanlarına doğru uzanacak Orta Anadolu sanayi kent ve havzalarıyla birlikte Anadolu’da bir Kuzey-Güney endüstriyel aksının oluşacak olması.
Bu yüzden Mega Endüstri Bölgeleri bağlamındaki gelişmeleri yakından takip etmek, devrimci sınıf mücadelesi ve örgütlenmesi stratejisi kapsamında, bu yeni gelişmeleri de analiz edip hazırlanmak, sınai dönüşüm programlarının gelişim yönü ekseninden bir coğrafi-stratejik konumlanış haritası çıkarmakta yarar var.
Kaynaklar:
Berna Güler Müftüoğlu/Bağdagül Taniş. 21. Yüzyılda Zonguldak Maden İşletmelerinde Çalışma Hayatı: Bir Kesit, Tek Gerçek. Çalışma ve Toplum Dergisi. 2010/2
Eylül Ece Demir. Türkiye’de Devletin Finans Kısıtı: Türkiye Varlık Fonu. Çalışma ve Toplum Dergisi. 2021/2
Evren Atış. Sosyo-Ekonomik ve Çevresel Yönleriyle Filyos Vadi Projesi. Academia.edu. 2019
Handan Dönmez ve Nilgün Ercan. Kömür Santralleri ve Çevresel Etkileri. TMMOB Kimya Mühendisleri Odası. 2019
Funda Gacal ed. Zonguldak Kömür Kirliliği Özel Dosyası. Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL), Aralık 2021
Karl Marx. Kapital Cilt 1. Sol yay.
Kenan Aslanlı. İsrail-Hamas Çatışmasının Enerji Boyutu. İran Araştırmaları Merkezi, Kasım 2023
İbrahim Gündoğdu. Sermayenin Bölgesel Kalkınma Eğilim(ler)i: Kalkınma Ajansları Yasası Üzerine Tarihsel-Coğrafi Materyalist Bir İnceleme. Praksis Dergisi sayı 19, 2012.
İbrahim Gündoğdu. Maden(ci) Havzasından (Mega) Endüstri Bölgesine: Zonguldak-Filyos Vadisi Projesi ya da Bir Dönüşümün Anatomisi. Ankara Kent Enstitüsü semineri. 19 Mayıs 2024
İlhan Tekeli. Zonguldak Bölge Planları ve Filyos Vadisi Gelişim Tarihi Üzerine. Ekonomik ve Ekolojik Sürdürülebilirlik Açısından Filyos Vadisi Sempozyumu. Çaycuma, 20-21 Mayıs 2017
Mehmet Çetinkaya (BAKKA Strateji Geliştirme ve Programlama Birim Başkanı). Filyos Vadisi Projesi. Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı, Kozlu/Zonguldak. 2015
Marianana Mazzacucato. Girişimci Devlet: Kamu Sektörü Özel Sektör Karşıtlığı Masalının Çürütülmesi. Koç Ün. Yay, 2. baskı 2023
Okan Yaşar. Sanayi Coğrafyası Açısından Bir Araştırma: Hatay ve Osmaniye İllerinde Demir-Çelik Sanayi Kümelenmesi. Akdeniz Ün. Mediterranean Journal of Humanities. 2015
Oğuz TürkYılmaz/Orhan Aytaç/Şayende Yılmaz. Türkiye’nin Enerji Görünümü Oda Raporu. Makine Mühendisleri Odası, 2024
Oktay Kiremitçi/Ömür Genç. İmalat Sanayiine Bütünsel Bir Bakış; 2003-2021, Dünya ve Türkiye. Makine Mühendisleri Odası, Mayıs 2023
Serkan Öngel. Bir Sanayi Kenti Olarak Adana’nın Yükselişi ve Düşüşü. GÜ İslahiye İBBF Uluslararası E-Dergi. 2021, 5(5)
Sevil Acar/Derya Gültekin Karakaş. Dünyada ve Türkiye’de Serbest Bölgeler. Marmara Ün. İktisat Dergisi, 2017
Tuğçe Varol. İsrail-Türkiye Boru Hattı 2020’ye Hazır Olacak mı? 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 2015
Ümit Akçay. Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl (2018-2023): Türkiye’de Kriz, Siyaset ve Sermaye. Doğan Kitap, 2024
… Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Filyos Projesi Çalıştayı (12-13 Şubat 2021) Sonuç Bildirgeleri
…. Adana-Ceyhan Enerji İhtisas Endüstri Bölgesi Araştırma ve Açıklama Raporu. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğü. 2019
… Petro-kimya ve Kimya Sektörü Araştırma Raporu. Çukurova Kalkınma Ajansı. 2021
… Adana’da Kömür Santralleri. Adana Ekoloji Derneği. Tarihsiz.
… Kilimli Teknoloji ve Yatırım Üssü Ön Araştırma Raporu. Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı. Kasım 2023
… PAGEV (Türk Plastik Sanayicileri Araştırma Geliştirme ve Eğitim Vakfı) raporları 2000-2024
… TKSD (Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği) raporları 2000-2024
… TÇÜD (Türkiye Çelik Üreticileri Derneği) sektör raporları 2000-2024
… Advance Manufacturing Plan. UK Depertmant for Business and Trade. 2023
… Special Economic Zones: An Operational Review of Their Impacts. World Bank Competitive Industries and Innovation Program. 2017
… Leveraging a New Generation of Industrial Parks and Zones for Inclusive and Sustainable Development: A Strategic Framework. UNIDO, 2018
… Special Economic Zones, World Investment Report 2019 içinde. UNCTAD, 2019
… The Role of China’s Pilot Free Trade Zones in Promoting Institutional Innovation, Industrial Transformation and South-South Cooperation. UNCTAD, 2023