Geçen Perşembe yapılan Birleşik Krallık parlamento seçimlerinde Avam Kamarası çoğunluğu 14 yıldır hükümette olan Muhafazakar Parti’den İşçi Partisi’ne geçti ve Keir Starmer yeni dönemin başbakanı olmak için çoğunluğu elde etmiş oldu. Oylar ve meclis dağılımı arasında dar bölge tek tur seçim sisteminden kaynaklanan orantısızlık sonucu İşçi Partisi oylarını sadece yüzde 1,6 oranında artırmış olsa da 211 yeni vekillik elde etmiş oldu. Sistemin en büyük mağduru ise Nigel Farage’ın yüzde 14,3 oy oranıyla üçüncü sırada gelmesine rağmen sadece 5 vekillik elde edebilen popülist sağcı Reform Partisi oldu. Önümüzdeki dönemde Farage’ın bu mağduriyeti avantaja çevirmek için uğraşacağını tahmin etmek zor değil.
Dan Evans’ın İşçi Partisi’nin Corbyn sonrası kadrosu üzerine yazdığı bu yazı seçimden bir gün önce yayımlanmıştı. Sonuçlar, özellikle seçim sisteminden kaynaklanan orantısızlık henüz ortaya çıkmış olmasa da oy dağılımı açısından genel resim belliydi. Evans yaklaşmakta olan İşçi Partisi zaferinin sol açısından neden gerçek bir kazanım olarak görülemeyeceğini partinin yönetici kadrosunun tartışmalı sınıfsal konumu ve programı arasındaki ilişki üzerinden ele alıyor. Bunu her ne kadar “profesyonel-yönetici sınıf” gibi tartışmaya açık kavramlar aracılığıyla yapsa da tahlili Batı solunun sınıf mücadelesi açısından girdiği çıkmazı betimlemesi açısından kayda değer. Evans’ın yazısı ABD seçmenini benzer bir açıdan ele alan Riley ve Brenner’ın Amerikan siyaseti üzerine yedi tez yazısı ile Sevinç Türkmen’in Türkiye’deki sınıfsal ayrım tartışmalarına dair teorik bir müdahale içeren Tarihsiz sınıflar, talihsiz analizler yazısı ile bir arada düşünülebilir.
Daha önce duymadıysanız söyleyelim, Keir Starmer bir kalıp ustasının oğlu. Birleşik Krallık İşçi Partisi liderinin sık sık tekrarladığı bu cümle, mütevazı kökenlerini vurgulamak ve işçi sınıfı seçmenlerine hitap etmek amacıyla ekibinin izlediği kapsamlı stratejiyi de yansıtıyor. Aslında, partinin seçim kampanyası hakkında yapılan son haberler, yoğun bir şekilde sınıfa odaklanmış bir liderliği ortaya çıkardı.
Starmer’ın ekibi, uzun sanayisizleşme sürecinin ardından İşçi Partisi’nin karşı karşıya kaldığı zorlukların son derece farkında. Ayrıca gelen haberler, İşçi Partisi’ni işçi sınıfının bazı kesimleri ve diğer düşük gelirli gruplarla yeniden temasa geçirmeye istekli olduklarını gösteriyor. “Kalıp ustası” lafı ve biraz garip de olsa Starmer’ın futbol sevgisini her fırsatta dile getirmesi bu yüzden.
Beklendiği gibi İşçi Partisi kazanırsa, bu strateji muhtemelen ustaca bir hamle olarak selamlanacak. Ancak parti uzun vadede işçi sınıfıyla yeniden bağ kurma konusunda ciddiyse, ki iktidarı gerçekten elinde tutmak istiyorsa bunu yapması gerekiyor, hesaba katması gereken daha karmaşık bir gerçeklik var. Mütevazı kökenlerine rağmen Starmer ve gölge kabinesinin büyük bir kısmı şu anda tamamen farklı bir sınıfın temsilcileri, esasen işçi sınıfıyla sorunlu ilişkileri olan bir sınıfın.
1977’de ABD’li sosyologlar Barbara ve John Ehrenreich, yöneticiler ve elit meslek sahiplerinden oluşan teknokratik bir sınıfın büyümesini ve güçlenmesini tanımlamak için “profesyonel-yönetici sınıf” (PYS) terimini ortaya attılar. Yazar Kenan Malik’in de ifade ettiği üzere: “[Ehrenreich’lar], mühendislerden orta düzey yöneticilere, sosyal hizmet uzmanlarından kültür üreticilerine kadar, eski orta sınıftan farklı ama kapitalizmin işleyişi için gerekli olan, üniversite eğitimi almış profesyonellerden oluşan yeni bir sınıfın geliştiğini savunuyorlardı.” PYS, kadim egemen sınıf olan burjuvazi adına devleti, işgücünü ve aslında kapitalizmin kendisini yönetmedeki özel rolü nedeniyle “beyaz yakalı işçilerden” farklıdır. Sadece üretim sürecini hızlandıran teknolojiyi geliştirmek ve yönetmekle kalmadılar aynı zamanda sosyal hizmet uzmanları olarak aileyi ve toplumu yönettiler, reklamcılar olarak yeni mallar sattılar.
Ehrenreich’lar gibi 60’lı ve 70’li yılların militanları arasındaki umut, PYS ve işçi sınıfının güçlerini birleştirerek şirketlerin büyüyen gücüne karşı koyabilecekleriydi. Ancak bu gerçekleşmedi ve bu sınıf yavaş yavaş devleti kadim egemen sınıftan daha verimli ve yardımsever bir şekilde yönetebileceğine inanmaya başladı. Nihayetinde de ilerici neoliberalizmin Blair ve Clinton dönemindeki siyasi olgunluğa ulaştı.
Bugün Birleşik Krallık’taki PYS üyeleri siyaset ve kamu sektörü, medya, reklamcılık, hukuk, sosyal hizmet ve sivil toplum sektörlerinde kümelenmiş durumda. Londra’da, üniversite kentlerinde ve iç bölgelerde yoğunlaşmakla birlikte, Galler ve İskoçya hükümetlerini de oluşturmakta ve parlamentodaki İşçi Partisi’nin büyük bölümünü teşkil etmekte. Her renkten, cinsiyetten ve cinsel yönelimden olan bu temsilciler belli bir ideoloji ve kültürle bir araya geliyor. Bu, teknik uzmanlığa ve eğitimin gücüne duyulan güçlü bir inanç ve bu normlara yeterince saygı göstermeyenlere karşı giderek derinleşen bir düşmanlık olarak tanımlanabilir.
Starmer pek çok açıdan PYS’nin vücut bulmuş hali. Kendisi hakkında konuşmaktan rahatsız olduğu aşikar olsa da, en rahat, doğal ve enerjik göründüğü röportaj, “yüksek başarı elde eden, parlak bireylerin” başarı sırlarının konuşulduğu High Performance podcast’indeydi. Liderlik ve yönetim stratejilerine karşı belirgin bir tutkusu olduğunu ve politikacıların “sorunları tanımlayıp onları çözmemesinden” hoşlanmadığını ifade etti – sanki politik değişim işi tek başına ele alınıp tek tek işaretlenebilecek bir dizi sorundan ibaretmiş gibi. Ayrıca teknoloji ve yapay zekaya da güçlü bir inancı var. Starmer’ın gölge kabinesi, teknolojinin “hizmet sunumunun her yönünü elden geçirmek için” kullanılacağını söylediği NHS (Ulusal Sağlık Sistemi) başta olmak üzere kamu hizmeti arzında “reform” olasılığına odaklanmış durumda. Bu görüşe göre, sorunlar daha iyi yönetim ve daha “yenilikçi” sistemlerle çözülebilecekken daha fazla paraya ya da yatırıma gerek yok.
Eğitime ve eğitimin öncelikle sosyal hareketliliği kolaylaştırmak için kullanılması gerektiğine olan hararetli inancı da benzer şekilde PYS kutsal kitabının bir parçası. Ancak sosyal hareketlilik, doğası gereği, eşitsizliğe dokunulmayacağı, “doğru niteliklere” sahip seçilmiş bir azınlığın bunu başarabileceği anlamına gelir. Daha da kötüsü, toplumun alt katmanlarının kaçılacak bir şey olduğunu ima eder. İşçi Partisi’nin işçi sınıfıyla olan karmaşık ilişkisinin tarihi paradoksu da burada yatmaktadır ve bu sorun Starmer’ın kendisinden çok daha derinlere inmektedir.
Bu katmanları yönetmek için ortaya çıkmış olan PYS, romantik paternalizm ve hor görmenin bir karışımı ile baktığı alt sınıflara karşı her zaman çelişkili bir tutum sergilemiştir. Bu görüşe göre, işçi sınıfından insanların kurtarılması, kendilerine yardım etmekten aciz oldukları için bizim -uzmanların- onlara yardım etmesi gerekmektedir. Bu teknokratik paternalizm, işçi sınıfına karşı derin bir şüphe duyan ve yukarıdan getirilecek olan bilimsel, rasyonel bir sosyalizm vizyonuna sahip olan Fabian Topluluğu adlı orta sınıf loncası aracılığıyla İşçi Partisi’nde her zaman gizliden gizliye var olmuştur.
PYS’nin eğilimi genellikle işçi sınıfını güçlendirmek yerine yasaklamak, dürtmek ve onlara ahlak dersi vermektir. Güvenli Başlangıç projesi, Yeni İşçi Partisi’nin bir başarı öyküsü olarak yüceltilir – ve önemli sonuçlar da doğurmuştur – ancak İşçi Partisi, kısmen toplumun ve ailelerin çöküşüne neden olan Thatchercı sanayisizleştirme ve özelleştirme ekonomisi politikalarını benimserken, bekar annelere, sorunlu ailelere ve toplumdan dışlanmışlara yönelik hamasi saldırılar eşlik etti. Gölge kabinenin hazine bakanı Rachel Reeves benzer şekilde sosyal yardım alan insanları şeytanlaştırırken, gölge çalışma bakanı Liz Kendall üretkenliği artırmak için uzun süreli hastaları işe geri döndürme sözü verdi ve çocuk yardımı için iki çocuk sınırını korudu.
Harold Wilson’dan Tony Blair’e kadar İşçi Partisi ne zaman iktidara gelse, işçi sınıfı seçmenleri arasında partiye duyulan heyecan azaldı. Bu durum siyasetin doğal dalgalanmalarına bağlanabilir, ancak görünen o ki ortada çok daha somut bir durum var. Gerçek şu ki, pek çok işçi sınıfı seçmeni İşçi Partisi hükümetlerinin sergilediği otoriter paternalizmden soğumuş durumda. İlerici PYS bunu hiçbir zaman gerçekten anlamadı, oysa sağ bunu anladı ve acımasızca sömürüyor. Margaret Thatcher’ın “özgürlük” ideolojisi işçi sınıfının devlet bürokrasisine ve bu paternalist eğilimlere karşı uzun süredir devam eden düşmanlığından faydalanarak bu kadar başarılı olabilmişti. Ne var ki, PYS’nin işgüzarlığı ve liberal olmadığı algısı, egemen sınıf unsurlarının kendilerini öteki olarak sunmalarına defalarca izin vermiştir.
Starmer hükümetinin hangi politikaları hayata geçireceğine dair spekülasyonların ortasında, daha fazla ahlakçılık ve dadılık yapacağından emin olabiliriz. Onun temsil ettiği sınıfın kas hafızası bu. Nigel Farage’ın ise bir kenarda ellerini ovuşturduğuna şüphe yok.
Özgün Metin: Starmer may be the son of a toolmaker, but he speaks for a very different class – and that’s a problem for Labour
Çeviri: Emre Yeksan