Bir yıl önce birkaç gencin kurduğu “Filistin için Bin Genç” hareketi, toplumsal katmanlara Filistin’le dayanışmanın yalnızca “anti-siyonist” olduğunu söylemekle veya meydanlarda “Kahrolsun İsrail” demekle sağlanamayacağını gösterdi. Filistin için Bin Genç’in ortaya koyduğu siyaset, bu topraklarda yaşıyorsak Filistin’de direnenlerin bizden beklediği gibi, bu dayanışmanın yolunun sözde destekle değil direnişi sahiplenmekten, yerli ve milli işbirlikçi sermaye ve devlete karşı gerektiğinde bedel ödeyerek, anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir programla mücadele etmekten geçtiğini gözler önüne serdi.
Erdoğan, yıllarca halkı tarafından “dokunulmaz” ve “sorgulanamaz” bir lider olarak kabul edildi. Ancak 7 Ekim’den sonra gelişen olaylarla, Erdoğan’ın halkını ve din kardeşlerini korumak için hareket etmediği, aksine kendi iktidarını sürdürmek ve emperyal güçlerin çıkarlarını savunmak için bir korku rejimi kurduğu iyice görünür oldu. Erdoğan’ın iç ve dış politikasındaki bu tutumu, özellikle Filistin için yapılan 6 Nisan eylemi ve Azerbaycan petrol sevkiyatına karşı yapılan protestolar sayesinde daha açık bir şekilde görüldü.
6 Nisan’da İstanbul’da Filistin için yapılan anti-emperyalist eylem polisin sert müdahalesiyle bastırıldı. Bu, Erdoğan’ın “dokunulmaz” liderlik imajını sarstı ve tabanında eleştirilere yol açtı. Gençlerin, Erdoğan’ın Filistin dostu olmadığını ve sadece uluslararası sermayenin çıkarlarını koruduğunu fark etmesiyle Erdoğan’a yönelik tepkiler arttı. Ardından SOCAR Türkiye ofisi önünde yapılan petrol sevkiyatı protestosu, Erdoğan’ın İsrail ile olan ilişkilerinin sorgulanmasına sebep oldu.
Tüm bu gelişmeler, Erdoğan’ın kendi tabanında ve halkta büyük bir güven kaybına yol açtı. Özellikle Erdoğan’ın emperyal güçlerin yanında yer aldığına dair farkındalık arttı ve birçok kişi anti-emperyalist mücadeleye katılmaya başladı.
Bu siyaset, hem doğru bir yaklaşım olarak başarıya ulaşmış hem de devletin bu mücadeleyi bastırmak için her türlü yolu denediğini ortaya koymuştur. Erdoğan, uluslararası işbölümünün bir parçası olarak sermayenin varlığını ve İsrail ile olan işbirliğinin teminatını verirken, Filistin’le gerçekten dayanışan insanları ve mücadele edenleri baskı altına almaya devam etmektedir. Erdoğan’ın İsrail’le müttefikliğini yüzüne karşı haykırdığı için üç gün nezarette tutulan, savcının ifade bile almadan “2911 toplantı ve gösteri yürüyüşüne muhalefet” ve “cumhurbaşkanına hakaret” nedeniyle tutuklama talebinde bulunduğu mahkemenin de “nehirden denize özgür Filistin”, “neden Azerbaycan petrolü gidiyor”, “vicdan gemisine neden izin verilmiyor”, “siyonistler faaliyetlerini limanlarımızda sürdürüyor”, “soykırımcılarla işbirliği yapanları TRT forumuna davet ediyorlar” (SOCAR CEO’su Elchin İbadov hakkında), “Free Free Palestine”, “Stop Fuelling Genocide” sloganlarını atmalarını suç olarak gösterdiği birbirinden habersiz biçimde aynı anda eylem yapan farklı kurumlardan dokuz Filistin dostu tutuklanarak cezalandırılmıştır.
Savcının tutanaklara suç unsuru olarak geçirdiği sloganlar ve sorular, Filistin dostlarının ilk günden beri her meydanda dillendirdiği cümlelerdir. Bu sloganlar ve sorular suç olarak kabul ediliyorsa, sokaklarda bunu haykıran herkesin tutuklanması gerekir. İsrail’i ve onun işbirlikçilerini tamamen reddeden, tam karşılarında saf tutulduğunu anlatan sözler, anlaşılan Erdoğan’ı çok rahatsız etmiş ki savcı da hiç tereddüt etmeden suç kapsamına eklemiştir. Hakim 9 kişiyi cumhurbaşkanına hakaretten adli kontrolle serbest bırakırken, 2911’e muhalefetten tutuklamaya karar vermişti. Hiçbir hakaret içermeyen sözlerden yargılanmaları dahi fecaat bir durumken, hakim 2911’i kapsamamasına rağmen eylemi bu kanuna tabi tutarak arkadaşlarımızı tutuklamıştı. Bütün bu tiyatral senaryodan anladığımız aslında ne hakaretin ne toplantının ne de yürüyüşün ana meselemiz olduğu. Bu tutuklamaların tek bir sebebi var: Erdoğan’ın yüzüne karşı “işbirlikçi” denmesi. Erdoğan, “yüreği Filistin’le atan başka”n olarak anılmak isterken, bir grup genç bunun tam tersini söylemişti ve kendisi bu durumdan hiç memnun olmamıştı. Yargı da bu memnuniyetsizliği ortadan kaldırarak asli görevini yerine getirmeliydi, nitekim öyle de oldu.
Erdoğan kendisine işbirlikçi denmesinden rahatsız olurken, “Türkiye’nin Gazze krizinde takip ettiği dik ve dirayetli politika…” gibi konuşmalar yaptığı TRT World forumunda bir diğer konuşmacı da SOCAR CEO’su Elchin İbadov’du. Azerbaycan devlet şirketi SOCAR, BTC boru hattının İngiltere merkezli BP ve Türkiye Varlık Fonu’na bağlı BOTAŞ gibi 9 hissedar şirketi arasında yer alıyor. Eski Sovyet ülkelerinde çıkarılan ham petrol, BTC boru hattının son istasyonu olan Ceyhan Haydar Aliyev Limanı’ndan dünyaya açılıyor. İsrail de bu sevkiyat aracılığıyla petrol ithal eden ülkelerden biridir. İsrail’in petrol ihtiyacının büyük çoğunluğu Azerbaycan şirketi SOCAR tarafından giderilmektedir. Azerbaycan Gümrük Bürosu’nun verilerine göre, İsrail’in Azerbaycan’dan petrol ithalatı 2024’ün ilk yarısında yüzde 55 artmıştır. Azerbaycan hiçbir rahatsızlık duymadan İsrail’le olan petrol ticaretine devam ederken, devletin resmi kanalı TRT soykırımcının tanklarına yakıt olan petrolün üretici şirketini forumda konuşmacı olarak davet ediyor. Erdoğan gerçekten dik ve dirayetli bir politika yürüttüğüne inanıyorsa, işbirliğini ifşa eden insanları tutuklamak yerine siyonist dostlarının konuşmacı olmasını engellemelidir. Ama biliyoruz ki Erdoğan Elchin İbadov’la yan yana durmaktan çekinmiyor, tam tersine iki devlet tek millet söyleminin meyvesi olan SOCAR işbirliğinden gurur duyuyor. Çünkü kendisi de siyonistlerin en yakın dostu ve ABD’nin ileri karakolu olarak Ortadoğu’da var olabilmelerinin en büyük garantörlerinden biri.
Karşımızda, Filistin için Bin Genç hareketinin tarafları netleştirdiği ve safları belirginleştirdiği bir tablo var. Bir tarafta, 7 Ekim’den öncede Gazze’deki açık hava hapishanesinin duvarlarını beton, çelik ve tel ile güçlendirmekten tutun işgalci İsrail askerlerine içlik temin etmeye kadar her türlü ticareti yapan yerli milli işbirlikçi sermaye; sermayenin çarklarının dönmesini garanti altına alan, İsrail’in sadık müttefiki olan devlet; ve Filistin dostlarının ana muhataplarından biri olan Erdoğan bulunuyor. Diğer tarafta ise bu işbirlikçi sermaye ve bu işbirliğinin garantörü olan Erdoğan’a karşı çıkarak onları ifşa eden ve mahkum eden AKP’nin kendi tabanı da olmak üzere geniş kesimler var. Tutsak edilen 9 arkadaşımız farklı toplumsal katmanlardan gelerek Türkiye’nin İsrail’le işbirliğini teşhir edenlerden yalnızca birkaçı.
Türkiye’de siyasi iktidar, Filistin’e duyduğu hassasiyetini sıklıkla dile getirerek kitlelerden meşruiyet ve rıza devşirmeye çabalasa da somut gerçeklikte İsrail’in ve ABD’nin yanında yer almakta, bu emperyalist savaşta sermayenin koruyucusu olmaktadır. Azerbaycan petrolünün neden Türkiye üzerinden İsrail’e gittiğini, Siyonistlerle olan ticaretin neden devam ettiğini soran dokuz Filistin dostuna karşı, “siyonist ağzıyla konuşma” diyen Erdoğan hamasi söylemlerine devam ederek toplumsal kesimleri ikna etmek için laf cambazlığı yapmaktadır. Özlem Zengin “Biz varil başına 80 cent değil, 1.27 dolar alıyoruz” açıklamasıyla bu ticareti yaptıklarını utanmaz bir dille açıklayarak aslında Türkiye’nin ABD’nin baskısı altında olan elleri kolları bağlı bir ülke olmadığını aksine emperyal bir güç olma çabası içerisinde NATO’ya göbekten bağlı, NATO’nun çıkarlarını gözeten bir yerde durduğunu göstermektedir. Küresel sermaye düzeninin uluslararası işbölümünde, Türkiye’de iktidar üzerine düşeni yaparak Ortadoğu’da Suriye’yi işgal etmeye ve İsrail’i beslemeye devam ediyor. Bölgesel savaşın çıkar paydaşlarından biri olmak için içeride siyasetini sürdürürken rıza oluşturmak adına Filistin meselesini hamasi söylemlerine meze eden Erdoğan, kendi tabanına da tekabül eden geniş kesimlerle çelişmekten imtina etmeden dokuz kişiyi ders vermek için cezalandırdı.
Ortadoğu yeni bir emperyal saldırı altındayken, asli görevimiz iktidarın gözlerini kamaştıran, ağzını sulandıran savaşı onların kursaklarında bırakmaktır. İsrail’e olan desteği fiilen kestirmek, Türkiye’den Ortadoğu halklarına vereceğimiz en büyük destektir. Filistin dostlarının bu açık planını gören devletin, iktidarın ve Erdoğan’ın bildiği önlem ise tutuklama.
Ama iktidarın da bildiği ama bir türlü alışamadığı, gerçekliğini kavrayamadığı sloganımız belli: gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz.