Aksa Tufanı Operasyonu’nun üzerinden bir yıl geçti. Bugün, iyimser bir tahminle, bölge genel bir savaşın yalnızca bir adım ötesindedir. Bu durumun yerleşimci-sömürgeci İsrail devletinin, özellikle şu anki soykırımcı hükümetinin bilinçli bir siyasi tercihi olduğunun altını çizmek gerekir, savaşı isteyen ve çağıran onlardır. Fakat bunun aynı zamanda ABD’nin stratejik tercihiyle de uyumlu olduğunu belirtmek gerekir. Beyaz Saray, 7 Ekim 2023’ten beri İsrail’in soykırımcı ve tırmandırıcı siyasetini hem Gazze’de, hem Batı Şeria’da, hem de bugün Lübnan’da desteklemektedir. Netanyahu kadar iştahlı değillerse bunun nedeni yaklaşan başkanlık seçimlerinde Michigan eyaletinin kilit seçim çevrelerinden biri olması ve buradaki Müslüman seçmenlerin belirleyiciliğidir. Beklenir ki ABD seçimlerinden sonra Türkiye’nin güney ve güneydoğu sınırlarının ötesinde cehennemin kapıları sonuna kadar açılsın. Bu ateşin “sınır” dediğimiz harita üzerindeki muhayyel çizgilerin ötesinde kalacağına inanmak içinse “bir an evvel seçim yapılsın da CHP iktidara gelsin ve her şey çok güzel olsun” eblehliğinde bir analiz seviyesi gerekir.
Günümüz haberciliğinin üçkağıtçılıklarından biri de insanları balık hafızalı olmaya itecek şekilde olayları keyfi başlangıç tarihlerinden itibaren ele almaları: Filistin meselesi 7 Ekim 2023 günü başlamadı, tıpkı Donbas meselesinin Rus işgaliyle başlamadığı gibi. İsrail’in işgal ettiği toprakların bir karışını dahi bırakmak gibi bir niyeti olmadığı gibi, güncel sınırlarının ötesindeki Ürdün ve Lübnan’a ait su başta olmak üzere diğer doğal kaynaklara erişim için askeri yöntemlere başvurmaktan çekinmeyeceği açıktır. Zaten, Aksa Tufanı ile Batı basınında yarattığı mağduriyet sempatisini bir yıldır bu amaçlarına ulaşmak için sistematik biçimde kullanmıştır. Gazze’de ve Batı Şeria’daki insanlık suçları küresel gündemin yukarı sıralarına doğru çıkmaya başlayınca da odağı Lübnan’a ve özel olarak da Lübnan Hizbullahı’na kaydırmıştır.
Lübnan Hizbullahı işgal altındaki Filistin’den farklı olarak Batı kamuoyunda sempati yaratabilecek bir aktör değildir. Nitekim 7 Ekim sonrası da Filistinlileri görünmez kılacak şekilde Hamas bir öcü olarak bilinçli bir biçimde öne çıkarılmış, ancak bombalanan her hastane, öldürülen her gazeteciden sonra Hamas demek kabak tadı verince odak Lübnan’a kaymıştır. Hizbullah Lübnan’da bir iktidar unsurudur. İkiye bölünmüş ülke siyasetinde Hristiyanların çoğunluğu, Şiiler ve Suriye devleti yanlısı Dürziler ile birlikte iktidarı oluştururlar1, iki bakanlık kontrollerindedir. Lübnan’ın ötesinde de bölgesel bir aktördürler. Esas dayanağını İran İslam Cumhuriyeti’nin oluşturduğu Direniş Ekseni’nin sıklet merkezi Lübnan Hizbullahı’dır, bu eksenin zaten küresel olarak siyasi sözcüsü de yakın zamanda suikasta kurban giden Seyid Hasan Nasrallah’tı. Direniş Ekseni son 15 yılda Avrasyacıların “Batı Asya”, Atlantikçilerin “Ortadoğu” dediği coğrafyada Atlantikçi müdahaleciliğin en muhkem karşıtı olmuştur. Kabul etmek gerekir ki esas olarak Şii çoğunluğu bastıran Irak BAAS’ını yok eden ABD’nin kendini beğenmiş ahmaklığı ve Rusya’nın Libya’da olandan ders çıkarıp Suriye BAAS’ına yardıma koşması Direniş Ekseni’nin bu bağlamda işini önemli ölçüde kolaylaştırmıştır. Lübnan Hizbullahı bu gücüyle batılı liberallerin “acıyacağı” bir mağdur değildir, tam tersine pasif destekçisi oldukları tek kutuplu düzene bir tehdit oluşturmaktadır.
ABD’nin herhalde seçime kadar çekingen kalacak ama ondan sonra tam boy olacak İsrail saldırganlığına verdiği destek de bununla alakalıdır. Lübnan Hizbullahı’nı ezmek Direniş Ekseni’ni dağıtacağı gibi İran’ı da savaşa çekmeyi mümkün kılacaktır. Biz Komite’de ve e-Komite’de defalarca gerilemekte olan tek kutupluluğu muhafaza etmek için ABD’nin Rusya, İran ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni kendisi için görece bedelsiz savaşlara sürüklemeye çalıştığının altını çizdik. Ukrayna örneğinde istenen sonuçları yaratmasa da bu senaryo işledi. O senaryo daha başarılı olsaydı, Tayvan benzer amaçla Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı kullanılacaktı ki bu plan hâlâ rafa kaldırılmış değildir. Biz de ısrarla İran’a kim saldıracak diye sorduk, Türkiye’nin bu noktada kullanılma tehlikesinin altını çizdik. Zira toplumumuzun çatışan mahallelerinde farklı motivasyonlarla kuvvetli bir İran düşmanlığı vardır2 ama tabii bu savaş, ağır bir hava bombardımanıyla İran’ın altyapısını, askeriyesini ve diğer devlet kurumlarını zayıflatıp geri kalanının çeşitli iç savaş parametreleriyle çözümüne dayalı bir planla da yürütülebilir. Tam da bu yüzden İran Aksa Tufanı’ndan bu yana İsrail’in tüm provokasyonlarını alttan almış ve ABD’yi, onun donanması ve hava gücünü doğrudan savaşın içine çekecek adımlardan kaçınmıştı. Açıkçası Direniş Ekseni uzun ve orta vadede jeopolitik durumun kendi lehlerine olduğunu düşünmekte ve ölçüsüz bir adımla kendileri açısından olumlu dengeleri aleyhlerine değiştirmekten kaçınmaktadır.
Fakat dans iki tarafla olur, İsrail Aksa Tufanı sonrasını tam da bu yüzden, yani var olan dengeler kendi aleyhine göründüğü için, bilinçli ve planlı bir tırmandırma stratejisiyle ABD’yi doğrudan denkleme çekecek bir provokasyon ve şiddet sarmalı yaratmaktadır. Çünkü kendisi tek başına Direniş Ekseni’ni yenemez. İsrail’in dokunulmaz olduğuna dair Türkiye’de de çok alıcısı olan3 bir anlatı vardır. Kuşkusuz bu anlatının altının bütünüyle boş olduğu iddia edilemez. İran devletinin her noktasına sızmış muhbir ağı ya da Lübnan’daki çağrı cihazları ve walkie-talkieler üzerinden yapılan IŞİD benzeri terör saldırısı birer vakıadır. Bununla birlikte, 2006’da Temmuz Savaşı’nda Lübnan’dan çekilmek zorunda kaldığından beri Hizbullah’ın dayattığı angajman kurallarına uymak zorunda kalıyordu. Gerek İran’ın Şam Büyükelçiliği’nin vurulması sonrasında gerekse de geçen haftaki balistik füze saldırısıyla bu coğrafi olarak küçük ülkenin hiç de dokunulmaz olmadığı ortaya çıktı.4 Bu devlet hakikaten Atlantikçi destek olmadan bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. İsrail’in bu tehdide karşılığı IŞİD usulü yumuşak sivil hedeflere karşı hava kuvvetleri ya da gizli servisleri eliyle terör saldırıları düzenlemekten başka bir şey değildir. Tabii nükleer kapasitesi de vardır. Ama Hizbullah’ın İran, Irak, Suriye yoluyla işleyen lojistik bağı ayakta kaldığı sürece Metula’dan girip Beyrut’a kadar yürüme kapasitesi yoktur. İsrail bu yüzden İran’a saldırmak, söz konusu lojistik bağlantıyı kesmek için ABD hava kuvvetlerine ve donanmasına muhtaçtır.
Tüm bu değerlendirmelerden bizi en doğrudan ilgilendiren şu sonuç çıkarılabilir. Emperyalistlerin Direniş Ekseni’ne karşı müdahalesinde ne ülkemiz bir atlama tahtası olarak kullanılmalıdır ne de coğrafyamızın ilerici güçlerinden herhangi biri bu muhtemel savaşta Atlantikçi güçlerin (tarafsız kalıyoruz aldatmacasıyla) yanında yer almalıdır. Bu noktada bir-sıfır geride olduğumuzu da unutmayalım, zira Kürecik radarı aktif bir biçimde çalışmaktadır. Demek ki ülkemizin barış yanlısı toplumsal güçleri ideolojik mücadeleyi daha da yükseltmelidir. Başka yazılarda değindiğimiz Filistin davasına karşı soğuk hatta hasmane tutumun bir an evvel Türkiyeli devrimci ve yurtsever kesimlerin arasından sökülüp atılması gerekir. Bu toprakların devrimci geleneğinin herhangi bir unsuru emperyalistlerin tetikleyeceği bölgesel savaşa kullanışlı aptal durumunda yakalanmamalıdır.
- Muhalefeti ise Suudi eksenindeki Hariri ailesinin siyaseten kontrol ettiği Sünniler, Suriye hükümeti karşıtı Canbolat klanının etrafındaki Dürziler ve Batı yanlısı olduğu için İsrailci olan Falanjist Hristiyanlar oluşturur. ↩︎
- Laikçi mahalleye içkin Atlantikçilik, İslamcı mahallenin geniş kesimlerindeki mezhepçilik ve milliyetçilerin Soğuk Savaş döneminde semirtilmiş Adriyatikten Çin Seddine Türk Dünyası hayallerinin ortasında olması nedeniyle. ↩︎
- Bakınız: “İlericisiyle Gericisiyle ‘Keşke İsrail Olsak’ Koalisyonu” yazısı. ↩︎
- İran saldırısının etkisiz olduğuna dair ideolojik anlatı toplumumuzun ikinci dipnotta değindiğimiz kesimlerinde yaygın. Burada savaş pornosu yapmak istemiyorum kısmen “İran saldırısına dair dört soru, dört yanıt” yazısında yapmıştım. Bu yazıda da belirttiğimiz gibi İran sadece vurabileceğini, İsrail’in dokunulmaz olmadığını göstermek istiyor ve görebildiğimiz uydu fotoğrafları (İsrail sansürüne rağmen görülebilenler) isabetleri gösteriyor. Bunun ötesinde bir yıkım ABD’nin doğrudan müdahalesine yol açabileceği için İran bunu yapmıyor. Ayrıca 181 füzenin beş hedefe esaslı bir satürasyon saldırı için çok az olduğunu buna rağmen isabet kaydetmelerinin İran’ın bu noktadaki teknolojisinin küçümsenmemesi gerektiğini gösteriyor. ↩︎