Pazartesi, Aralık 2, 2024

Her kötü Hollywood devam filminde olduğu gibi esas kötü geri döndü

ABD başkanlık seçimleri beklendiği gibi sonuçlandı, Trump iki tarafa da gidebilecek yedi eyaleti de kazanıp Beyaz Saray’a seçildi. Senato’daki denge de Cumhuriyetçiler lehine değişti, oradaki değişim daha kalıcı da olabilir. Üstelik 1992 seçimlerinden sonra ikinci defa Cumhuriyetçiler halk oyunda da Demokratları geçmiş olacak. Başta California olmak üzere bir iki eyalette hâlâ oy sayılıyor ama Trump 74 milyon oya ulaşabilir, geçen seçimde 74 milyonun birkaç yüz bin üstünde oy almış ve kaybetmişti. Harris ise hâlâ 69 milyonlarda California’nın kalan oyları yetmiş milyonu bulmasına belki yeter ama Biden’ın geçen seçimdeki 82 milyonu geçen oyuna ulaşamayacağı gibi Trump’ı da tabii ki geçemez. Bu sayıların da anlattığı gibi geçen seçimden 13 milyon daha az oy kullanılmış durumda, bunların neredeyse hemen hepsi 2020 seçimini ABD başkanlık seçimleri tarihinde en çok seçmenin sandığa gittiği seçim yapıp, Biden’ı Beyaz Saray’a gönderen Demokrat seçmenler. Sandık çıkış anketleri seçmenler arasında tarihte ilk defa oy veren bağımsızların demokratları geçtiğini gösteriyor, bu anketlere göre Demokratlar, Cumhuriyetçiler ve bağımsızlardan daha az sandığa gitti.

Kamala Harris’in niye bu kadar başarısız olduğuna dair ABD televizyonlarında yorum yapan herbokologlar kendi durdukları yeri meşrulaştıracak yorumlar yapıyorlar.1 Büyük çoğunluğu oluşturan anaakım sözcüleri Harris’in (kültürel bölünmede) çok solcu olduğunu, İsrail’e yeterince destek vermediğini iddia ediyor, bütçe açığını artıracak sosyal harcamalar önermesini büyük bir hata olarak görenler de var. Kısacası “yeterince sağcı değiliz, Trump gibi sağcı popülistleri yenmek için daha da sağa gitmeliyiz” anlamındaki bilindik “halk sağcı biz de onların hoşuna gidecek siyasetleri benimsemeliyiz” tekerlemesini tekrarlıyorlar. Ahlaken sağcılaşmayı aklından bile geçirmeyen anaakım ilericilik ise bu önermenin ilk kısmını sahipleniyor: halk sağcıdır. Şok içinde bu sağcılığın sadece üniversite mezunu olmayan beyazlarla sınırlı olmadığını, önemli bir kısım Hispanik ve azımsanmayacak sayıda siyahi erkeği de kapsadığı sonucu bu seçim sonuçlarından anladıkları tek şey. Dolayısıyla “faşizm geliyor” yaygarasını artık gırtlaklarını yırtarak koparıyorlar.

Sanders Demokrat Parti anaakımına teslim olduğundan beri tek makro siyasal strateji olarak Demokrat Parti’yi sola çekmeyi gören işçici popülist çevreler2 ise Harris’in Bush dönemi savaş çığırtkanı Cumhuriyetçileri yanında taşımasına, İsrail’in soykırımına sessiz kalmasına dikkat çekip partinin ana stratejisinin de hâlâ görece müreffeh üniversite mezunu seçmene odaklandığını, yoksullara ise yeterince yönelmediğini ve bunun sonucunda cepte gördükleri azınlık gruplarında destek kaybetmeye başladığının altını çiziyorlar. Harris aslında seçim kampanyasında tıpkı Biden gibi alt gelir gruplarına dönük kimi sosyal destek projeleri önerdi. Fakat buradaki sorun iki farklı düzeyde olan inandırıcılık eksikliğidir. Birinci düzey Demokrat Parti’nin ve Harris’in de parçası olduğu Biden Beyaz Saray’ının inandırıcılığı. Hem 15 dolar asgari ücret hem de sendikal örgütlenmeyi kolaylaştıracak yasal düzenleme konusunda Biden Senato’da kendi partisinin senatörlerinden gelen itirazı bahane edip hemen geri adım atmıştı. Partideki ilericilerin Cumhuriyetçi Parti’nin radikal kanadına oranla kendi müesses nizamlarını sorgulamaya daha az eğilimli olduğu ise çeşitli olaylarda ortaya çıkmış bir gerçek.

Harris’in kendisinin ise zaten hiçbir inandırıcılığı yok. Tam da bu yüzden 2016 Demokrat Parti önseçimlerindeki kampanyası daha hiçbir eyalette sandıklar kurulmadan bitmişti. Kendi partisinin seçmeninin bile onu sevmemesinin bazı nedenleri var. California başsavcısıyken siyahi erkekleri ot kullanmaktan içeri tıkıp köle emeği olarak hapishanelerde çalıştırma siyasetinin şampiyonlarındandı. Biden’a başkan yardımcısı olarak dayatılmasının nedeni parti tabanında sahip olamadığı ilgi ve sevgiyi parti merkezindeki zengin bağışçılar içinden bolca bulmasıdır. Onun asla önseçim kazanamayacağını bilen ama onu Beyaz Saray’da görmek isteyen bu bağışçılar 19. asrın ortasından beri ilk defa anaakım iki partiden birine önseçim olmadan başkan adayı dayattılar, Biden’ın sağlığı bahanesiyle. Biden’ın bunadığı bir sır değildi, buna rağmen önseçim süreci bitmeden bu rahatsız edici gerçek yokmuş gibi davranıldı, süreç bitip Harris kendi solundan bir adayla karşılaşma zorunluluğundan kurtulunca paraşütle ve tüm demokratik teamülleri ezerek partinin adayı oldu.

Demokrat Parti’yi sola çekmek isteyenler bir süredir uslu çocuklar haline zaten geldikleri için bu antidemokratik atamayı da sineye çekip Harris’in seçim vaatlerinin Hillary Clinton’ın 2016 kampanyasından ileride olduğunu ifade ettiler. Bunun ve Biden’ın ilk dönemindeki geniş bütçe harcamaları ve pandemide kritik sektörlerde yurtiçine imalatı çekme eğiliminin Trump’ı emekçiler arasında sınırlandıracağını düşündüler ama yanıldılar. Böylece bir süredir devam eden bir eğilim de mantıki sonucuna ulaştı. Yıllık geliri 50 bin ve 100 binin altında olan kesimlerde Trump sandık çıkış anketlerine göre Harris’i geçti. Harris ise esas yıllık 100 bin dolar üzeri geliri olanlarda Trump’ı geçti. Son seçimlere kadar azınlıklardan aldığı destekle “hâlâ yoksullardan biz de oy alabiliyoruz” diyen Demokrat Parti bu kesimlerdeki oy farkını kaybedince, gerçekten olduğu şey yani bir “zenginler partisi” olduğu hakikati bütünüyle ortaya çıktı.

Emekçilerin desteğini kaybetmekte kilit sorun önerdiğiniz siyasaları inandırıcı bir anlatıyla bütünleştirememek. Fakat inandırıcılık sorunu bir yana zaten ucuz kredilerle alım gücü düşen emekçi kesimlerin refah eksiğini giderme siyaseti (Colin Crouch’un deyimiyle özelleştirilmiş Keynesçilik) patenti Clinton ve Blair dönemi üçüncü yolculuğunda olan, zaafları bilinen, o yüzden çok da çekici olmayan uygulamalar. Bu önermelerle yoksul kesimleri cezbedecek bir içerik yok. Buna karşın Trump’ın liberal kozmopolit elitleri suçlayan, onların sebep olduğu krizlerle ülkelerini terk edip yine onların müsamahasıyla güney sınırından ABD’yi “işgale” gelen göçmenleri şeytanlaştıran söylemi, tamamen çarpıtmaya da dayansa açık bir düşman göstererek bu kesimleri bir siyasi söylem ve hedef doğrultusunda sandığa gitmeye seferber etmiş gözüküyor. İşte bu strateji, seçmeni ilgilendiren bir sorunu yalan da olsa inandırıcı bir anlatıyla bütünleştirmeye bir örnek. Bu yöntem işe yarıyor, daha on yıl önce üçe birden daha az oranla Cumhuriyetçilere oy veren Hispanikler bile bugün yüzde 45 oranında Trump’a oy verdi sandık çıkış anketlerine göre.

İnsanlar göçmenlerin başka göçmen istememesine şaşırıyor. Bu mantıkla ABD’de yerliler hariç kimse göçmen karşıtı olmamalı çünkü hepsi Kuzey Amerika’ya başka kıtalardan geldiler. Bir kez siyasal analizle ahlaki ilkeleri birbirinden ayırmazsınız olguları kavramanız zorlaşır, yeni sağın söylem ve siyasetlerine karşı mücadele etmeniz de. Böyle bir algı yönetimi karşısında yapılması gereken emekçileri sorunlarının kökeninde yatan daha somut ve gerçek hedeflere karşı yönlendiren bir siyasi söylem geliştirmek olabilir. Gelin görün ki bunu yapmak bizzat Demokrat Parti anaakımının velinimeti olan zengin bağışçıları hedeflemeyi gerektiriyor. Harris gibi siyasetçilerin bunu yapmayacağı çok açık. Bizzat varlık nedenleri olan, gelir kaynaklarını sağlayan bu kesime karşı bir mücadelenin bayraktarlığını herhalde bu isimler yapamaz. Dolayısıyla Demokrat Parti’yi sola çekmek isteyen bu uzmanlar da boş konuşmak dışında bir şey yapmıyor. Son tahlilde ucuz kredilere, para arzını genişletmeye ve kozmetik yasal düzenlemelere dayalı çözümler buna eşlik eden gerçek bir siyasal seferberlik ve söylem olmadan işçileri cezbetmeye başlayan yeni sağa karşı işe yaramıyor. Herhalde Türkiye’de bu konuda bir şeyler öğrendik, bizzat yaşayarak.

Trump’ın başkan seçilmesinin ABD’de yapılacak son seçim olacağı ve benzeri saçmalıklara girmiyorum. İki sene sonra ara seçimler var Temsilciler Meclisi yenilenecek. Bu kadar kötü bir başkan adayıyla bile Demokratlar polarize ABD siyasetinde koltuklarını büyük oranda korudular mecliste. Cumhuriyetçiler Kongre’nin alt kanadında zayıf bir çoğunluğa sahip olacak iki sene sonra bu çoğunluğu korumaları zordur, kısacası Amerika’nın iki partili gibi gözüken tek parça tahterevallisi daha çok iner kalkar. Fakat Avrupa’nın zorlanacağı açık. Alman koalisyon hükümeti Trump’ın seçilmesinin ilk mağduru oldu. Türkiye de her kesimiyle Avrupacı bir ülke, herhalde bizim ilericilerimiz de Alman yeşilleri, liberalleri ve sosyal demokratları gibi Amerikan demokratları yenilince kendilerini yenik sayarlar. Sonuçta onlarla aynı mahalledeyiz bu havanın ülkemizde emekçi kesimlere yayılmasına izin vermemek gerekir. Biz kendi düşmanlarımızı biliyoruz, portakal renkli soytarı normalde sadece dolandırdığı insanların sorunudur3, sadece Beyaz Sarayda oturduğu için ve o süre boyunca bizim listemize girer.


  1. Başlık için Hollywood tarihinin açık ara en kötü repliğinden (Somehow Palpatine Returned) esinlendim. Star Wars serisinin çocukluk anılarıma saygımdan dolayı seyretmediğim son filmindeki bu ifade taraftarlaştırarak aptallaştırdığınızı düşündüğünüz kitlelere en gerizekalıca fikirleri yedirebileceğini düşünen sözde büyük dimağların moronluğunu güzel ortaya seriyor. ABD başkanlık seçimlerine dair bir şeyler yazmak için oturup seyrettiğim Amerikan herbokologlarının tartışmaları bana bu repliği hatırlattı. ↩︎
  2. Ayıp olmazsa bu kavram için Praksis Dergisinin 64. Sayısındaki yazımı referans göstereceğim. Ne kastettiğimin açıklaması için onu okuyabilirsiniz. ↩︎
  3. Trump’la bu seçimde müttefik olan Elon Musk ya da Peter Thiel gibi teknoloji sermayedarlarının karanlık teknodistopyalarını bize gelecek diye dayatma mücadelelerinde bu başkanlıktan çok şey beklediklerini küçümsememek gerektiğini buraya eklemiş olayım. Tabii ki Beyaz Sarayda oturanın iplerini tutanın kimler olduğu, özellikle yeni aktörler söz konusuysa önemlidir. Bu cümleyi böyle gelişmeleri küçümsemek için yazmadım. ↩︎

Son Eklenenler