Cuma, Ekim 4, 2024

Gezi, kitleleştirme ve seçimciliğin eleştirisi

Tarihimizin en büyük toplumsal eylemlerinden Gezi Direnişi’nin 11. yıldönümünü “seçimlerin ardından” ve krizlerin derinleştiği bir konjonktürde karşılıyoruz. Gezi Direnişi’nin ardından açılan on yıllık bir “seçimler” ve “seçimcilik” dönemi belki de son yerel seçimle birlikte kapandı. Farklı pek çok gerekçeyle bir araya gelen büyük bir kalabalık olarak Gezi Parkı’nı ve Taksim Meydanı’nı almanın kendisi, bugün Gezi olarak işaret ettiğimiz hadisesinin meydana geldiği nihai andı. Sonrasında yine farklı grupların farklı Gezi’leri ve Gezi’yi anlamlandırma çabaları oldu. Konumuz bağlamında anlamlı gördüğüm güzergahlardan biri, Gezi’nin tetiklemesiyle birlikte el yordamıyla aşağıdan oluşan üniversite ve mahalle forumları (meclisleri veya dayanışmaları). Bu deneyimlerin Gezi’nin de işaret ettiği öze denk düşen bir etkisi vardı: siyasetin birkaç yılda bir yapılan sandık pratiğinden fazlası ve esasen bir güç meselesi olduğunun hatırlanması. 

Sandıkla rabıta halindeki diğer güzergah ise Gezi sonrası pek çok seçimle sınandı. Özellikle Mayıs 2023’teki başkanlık seçimlerinde, Gezi,sandıkta zafer kazanmak iddiasıyla kurulan ilişkide bir hayalet olarak geri çağrıldı. Erdoğan’ın gitmesi gibi Gezi’de de var olan taleplerden birinin gerçekleşmesi mümkün görüldü, bunun da toplumsal kapasitede bir etki yaratacağı düşünüldü. Bu gerçekleşmedi. Ancak Gezi’nin daha esaslı başka bir yanı bu arada boğuldu. Temsil, kitleleştirme, seçmenleştirme, sandık gibi burjuva siyasetinin çeşitli ifa biçimleri, Gezi’nin düzendışına uç veren devrimci potansiyelini ehlileştirdi. Burada Gezi’den bahsetme amacımız ise sadece bir dönemleştirmenin başını ve sonunu işaretlemektir. Esas derdimiz, Gezi’den sonra boğulan “devrimci potansiyel” olarak gördüğümüz şeye vurgu yapmak, bunu da daha genel olarak devrim fikrinin çözülmesiyle ilişkilendirmek. Yani devrim, içeriğiyle, biçimiyle, düzenin, nizamın var olan siyasal yönetim ilişkilerinden kopmaktır. Bu da burjuva siyasal mekanizmanın ilhakı, yerine de başka türlüsünün mümkün olduğunun defalarca farklı biçimlerde gösterildiği meclisler, konseyler, sovyetler, komünler, imeceler ve farklı pek çok isimle tarihte ortaya çıkmış bir siyasallaşmanın geçmesidir. 

Gezi’de mevcut iktidar karşısında halkın sokağa çıkması, hükümetin istifasını talep etmesi, bir cepheleşmenin de kendini göstermesiydi. Burada nizamı zorlayan şey, yürümeyen burjuva siyasal düzene karşı halkın kendini ortaya koymasıydı. Halk “ben buradayım, varım, siyasiyim” diyerek, burjuva politik nizamın sınırlarının dışına çıkarak bir potansiyeli açığa çıkarmıştır: siyaset dört yılda bir (hatta Türkiye’de neredeyse her sene) oy verme pratiğinden ibaret değildir ve güçle ilgili bir şeydir. Dolayısıyla, Gezi’de açılan cepheleşme bugün nihai denklemini nizamın çerçevesinde -yani mecliste- yaşıyor olsa da, o cepheleşme aslında nizamın çerçevesinde açılmadı. Mesele salt sokakta açılıyor olması veya kollukla çatışmayı zorluyor olması da değildi, yani fiziki olarak sokak ve çatışma onu sınır dışına çeken unsur değildi. Bu cepheleşmenin anlamı burjuva siyasetinin ötesinde kendini var etme çabası, inadı; burjuva nizam içerisinde temsil edilemez olması, bu açıdan tüm partilerde bir tür kısa devre yaratmış olmasıydı. Burjuva nizam içinde seçmenleşen, dört yılda bir siyasi katılım yolu dışında bir siyasallaşma imkanını (kendi direniş pratikleri dışında) bulamayan kitleler, varlıklarını bir güç olarak sokağa taşıdığında devleti de, ontolojik olarak onun nizamı çerçevesinde faaliyet gösteren siyasal oluşumları da dumura uğrattı. Halkın burjuva partiler, parlamento ve siyasal katılım araçları dışında kendini yönetebilmesinin mümkün olduğunu bize hissettirmesi açısından da devrim düşüncesine, devrimciliğe bir katkı sundu. Fakat Gezi mevcut nizamın Taksim’i ve Gezi Parkı’nı geri almasıyla kapanan, kapandığı kabul edilmesi gereken bir parantezdi. 

Gezi’den beri bugüne kadar pek çok seçim yaşadık ve sürekli olarak bu enerji kendini çeşitli partilerde ifade etmek durumunda kaldı. Bu durum eşzamanlı birtakım olguları da beraberinde getirerek katmerlendi. Giderek tekelleşen bir siyasal yönetim, baskı ve şiddetin günden güne artması sokağa çıkma pratiğini son derece marjinalleştirirken siyasallaşmayı da seçimle sınırlar hale geldi. Dolayısıyla devrimcilik de bu seçimlerde burjuva partiler karşısında yarışan radikal demokrat, sosyalist aday ve partilerin hem seçim aralarında hayatta kalması hem de seçim dönemlerinde kazanmaları için dar bir pratiğe dönüştü. Belki de ancak son dönemde, özellikle emekçilerin tabandan direniş eğilimlerinin görünür hale gelmesi ve kapitalizmin daha çok krize girmesiyle birlikte buralara bakılır oldu ve emekçilere yönelik çalışmalar da bir faaliyet alanı olarak tanımlanmaya başlandı. Nihayetinde, Gezi’yi var edenlerden çeşitli kesimler siyasallaşma biçimlerini Gezi parantezi kapandıktan sonra da nizamın dışına taşırma çabasını sürdürme arayışında meclislere, forumlara, dayanışmalara, sokak eylemlerine, herkesin siyasallaşabilme imkanına yönelik türlü etkinliğe yatırım yapsalar dahi, o veya bu gerekçeyle, farklı sosyalist girişimlerin de dahil olup bu siyasallaşmayı kapsama çabasıyla boğduğu bir gerçeklik gözümüzün önünde adım adım inşa edildi. 

Örneğin, Mayıs 2023  seçimlerinin Gezi’yi deneyimlemiş insanlar için çekiciliği ve heyecanı, “tek adamı” devirme, Gezi’den beri dönüşen siyasallaşma biçiminin bir çıktısı olarak meclise daha fazla sayıda milletvekili gönderme gibi süreçlerde yatıyor olabilir, ama aynı zamanda buruk, can sıkıcı tadı da biraz buradaydı. Çekici kısmı sosyal medya kullanımının yoğun, espirili dilin hakim olması, ayrıca kitlesel olarak ve sokakta olabilmeye izin vermesiydi. Lakin bunun seçimle de ilişkili sorunlu yanı siyasetin bir kampanya yapma biçimine dönüştüğü, gösterileştiği, halkı da seçmen olmaya, kitleleşmeye ittiği gerçeği. Halkın kendi temsil örgütleri varken veya bunları kurmak, geliştirmek gerekirken, meclise vekil yollamak gerekçesiyle (ve halkı temsil etmesi düşüncesiyle) buralardan kişileri meclise içerimlemenin popülizm ve kolaycılık dışında bir açıklaması yok. Şöyle ki, emek ve bedelle kurulacak mücadele alanı ve temsil örgütlerinin yerine bir şeylerin hızlıca, mecliste olma marifetiyle çözülebileceğini varsaymak, yukarıda bahsettiğim devrim düşüncesinden geriye düşmek anlamına gelir. Bu geri düşmek stratejik değil ontolojik bir hata bu biçimiyle. Bir diğer mesele de, bunun devrimciliğin bu toplumda hiç kimseden ve hiçbir süreçten kişisel çıkar ve menfaat beklemeden var olma düşüncesinde açtığı tahribat. Keza seçmenleştirme, parlamenterleştirme, vekilleştirme sürecinin başlı başına bir ekonomisi var, vekillik bir performans içeriyor, en kötüsü de siyaseti profesyonel bir mesleğe dönüştürüyor. Bir nizamı bozma pratiği olan devrimciliğin kendisini seçim nizamında tasfiye ederek, aslında Gezi’de uç veren potansiyeli, canıyla kanıyla hatta bütün hayatıyla bu sistemin karşısında olabilme arzusu ve eylemini (ve de bunu yeterince yapamamış olmanın bedelini) parlamenter nizam içine gömerek, ehlileştiriyor. 

Seçimlerde ister en aşağıdakilerin içinden tercih edilen (adaylık teklif edilen) kişilerden oluşsun, isterse popüler isimlere yaslanılsın, özünde seçimin, millet meclisinin, parlamentonun kendisini merkeze alan; temsiliyet ilişkisini halkın istek ve beklentilerini en iyi şekilde taşıyacak vekiller ile vekilliğin sınırladığı ontolojide ifade eden tarzda bir halkçılığın ifa edildiği söylenebilir. Daha düz ve jenerik söyleyecek olursak, yanlış hayat doğru yaşanmaz ise, amaçlar da araçları meşrulaştırmıyorsa, mevcut parlamentoyu işçilerin, emekçilerin kurtuluşu için bir araç olarak görmek, esas görevlerimizden uzak durmanın, belki de kaçmanın bir ifadesine dönüşmekte. Holdingci güçlere karşı köyünü, işyerini, sendikasını, mahallesini, toplumunu örgütlemeye girişmiş, bu yolda bedeller öderken önderleşen kişileri seçim yarışına sokmanın popülist ve parti çıkarlarına uygun hizmet etmek dışında, daha geniş vadede yaratacağı olumsuz etkileri hesaba katmak gerekir. Bu kişileri kendi mücadelelerinden koparmanın bir politik ekonomisi var ve vekilliğe, belediye meclis üyeliğine, böyle zor zamanlarda halk içinden yetişen emekçi kadroların heba edilmesi karşılaştığımız mevcut gerçekliktir. Oysa Gezi’de tam olarak emekçilerin etkin bir şekilde özneleşmesi ve siyasete kurucu bir şekilde dahil olmasını deneyimlemiştik.

Coğrafyamız küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına göre yeniden kurulurken ve devasa dönüşüm süreçleri geçirirken, temsil, seçmenleştirme ve vekillik ontolojisi açısından mevcut parlamentoyu ve onun temsil sınırları içerisinde kurulacak siyasallığı işaret etmek, siyasetle seçimciliği aynı şeylermiş gibi ele almaya benziyor. İşte bu sebeple ve sadece bu sebeple, burjuva siyasallığını yeniden ürettiği, emekçi ayaklanmalarını baskılamak veya yatıştırmak için var olan siyasi partilerin öne çıkmasına da vesile olduğu için mevcut seçim diyalektiği sorunludur. Seçimlerin fetişleştirilmesi, -özellikle son birkaçının- ölüm kalım meselesi haline getirilmesi de gerçek bir siyasal çalışmanın atlanması açısından bir apolitizmi ifade ediyor. 

Anadolu’da küresel fabrikanın örgütlenmesi burjuva siyasallığını yerinden edecek başka bir stratejik odaklanma anlamına geliyor. Bu, odağında sınıf çalışması olan bir güç siyasetidir. İşçilerin, köylülerin kendi yönetsel ve mücadele araçlarının geliştirilmesi, bunun için birliklerinin kurulması, sürekli bu konuda yetkileştirilmelerine yönelik katkı sunulmasıdır. Burjuva temsil araçlarından, temsil yarışına giren burjuva biçiminden kopulması, kendi temsil araçlarınının inşa edilmesidir. Bunun için mevcut temsil ilişkisini en baştan kırmak, buralara gerçek anlamda hiç bulaşmamak gerekir. Bunun için, sınıfın burjuva politik bedenler içinde kitleleştirilmesi değil, kendi politik bedenini yaratması gerekir. Yani birilerinin işçiler adına yapabileceğini göstermek değil, bizzat işçilerin yapabileceği pratik fiiller yaratmak, durumlar yaratmak, örgütler yaratmak. Bunlar fabrikada, ofislerde, evlerde, tarlalarda, sınıfların oluştuğu sınırsız mekanda, sınıf mücadelesinin gün be gün içinde aranabilir, kurulabilir. Sürekli onu bir seçim yarışına, sosyalistlerin ve devrimcilerin bile birbirleriyle yarıştığı sahneye davet eden bir siyaset görüntüsünden uzak durmakla, o yarışın bir parçasına dönüşmeden başka türlü bir arayışı var ederek mümkün olabilir. Yani, bizi sınıfa dönüştüren bu düzenin mekanları olarak her türlü işyerinde, yaşam alanında, eğitim alanında; sendika, dernek, parti, kooperatif vb. her türlü mücadele örgütü içerisinde, tabandan siyasete dahil olmayı, özneleşme süreçlerini geliştirmeyi aramak zorundayız. Bunun için daha fazla sebat etmek, daha iyi çalışmak, örgütlenmek, örgütlenme enerjisi ve arzusu icat etmek zorundayız. Gezi, bu arzunun en güçlü göründüğü yerdi. Ondan öğrenmek ve daha ileriye adım atmak zorundayız. 

Son Eklenenler