“Hakkımı Ver” diyenler 15 Aralık’ta Ankara’da buluşuyor. Çeşitli işkollarından sendika temsilcilerinin, çok sayıda aydın, sanatçı, akademisyen ve gazetecinin çağrısıyla başlayan kampanya sonucunda kölelik koşullarında çalışmaya karşı direnen işçiler, hayatta kalma mücadelesi veren emekliler, üreten ve ürettiklerine yok pahasına çökülmesine itiraz eden çiftçiler, toprağının maden ve enerji şirketleri tarafından gasp edilmesine karşı direnen köylüler ve yaşam alanlarının ranta açılmasına karşı direnenler talepleriyle iktidarın karşısına çıkacak.
Mayıs 2023 seçimlerinin ardından göreve getirilen Mehmet Şimşek komutasındaki ekonomi yönetimi, halkı açlığa ve yoksulluğa mahkum etme programı uyguluyor. “Rasyonel politikalara dönüş” olarak pazarladıkları orta ve uzun vadeli programlarla sermayenin kâr oranlarını koruma ve artırma hedefiyle çalışırken, uluslararası finans sermayesine de yüksek faizlerle bol kazanç garantisi veriyor. Önceki dönem uyguladıkları “düşük faiz, yüksek enflasyon” politikası sayesinde şaibeli enflasyon oranlarında ücret zamlarıyla emekçilerin ücretleri enflasyon karşısında eritilirken, holdingler de rekor kârlar açıkladı. Seçimler döneminde uygulanan bu programın faturasını işçi ve emekçilere kesmek için “ücretler artarsa enflasyon da artar” yalanıyla zam talepleri baskılanıyor, “kamuda tasarruf” adı altında tedbirler açıklarken sarayın ve diyanetin bütçeleri şişiriliyor, eğitim ve sağlık gibi hizmetlere kaynak aktarımı kesiliyor. Asgari ücrete ara zam verilmeyerek ücretli çalışanlar daha da yoksullaştırılıyor.
2025 yılı asgari ücret tartışmalarının yaşandığı son birkaç ayda, geçen yılki asgari ücret tespit sürecinde olduğu gibi, yine asgari ücrete yapılacak zammın gerçekleşen enflasyona göre değil hedef enflasyona göre yapılması gerektiği tekrarlanıyor. Eylül ayında duyurulan Orta Vadeli Program’da (OVP) 2025 yılı hedef enflasyonu yüzde 17 olarak açıklanırken son yapılan revizyonla bu oran yüzde 21’e çekildi. Holdingcilerin bu yılki asgari ücret zammı için belirledikleri oran yüzde 25 olarak farklı ağızlardan sürekli tekrarlanıyor.
Mehmet Şimşek neredeyse katıldığı tüm toplantılarda bir oran söylemese de hedef enflasyon vurgusu yaparken, Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan bulduğu her fırsatta asgari ücret hakkında konuşmayı sürdürüyor. Karahan, ekim ayında Washington’da yabancı yatırımcılarla yapılan bir toplantıda asgari ücrete yüzde 25 civarında bir zammın enflasyon ve büyüme beklentileriyle uyumlu olacağını söylerken, son İTO meclis toplantısında kapalı kapılar ardında sermayedarlara asgari ücret konusunda “istediklerinizi net olarak söyleyin, sonra sıkıntılar çıkmasın” diyerek “sizin adınıza konuşuyorum ama beni yalnız bırakmayın” dedi.
IMF Türkiye masası şefi de her fırsatta asgari ücretle ilgili konuşarak zammın enflasyonu artıracağını, bu yüzden düşük tutulması gerektiğini söylüyor. MÜSİAD, TOBB, ATO gibi sermaye örgütleri yüzde 25 oranını defalarca ifade ederek sermaye sınıfının asgari ücret masasındaki üst sınırını hatırlatıyorlar. Sermaye istiyor, iktidar hızla yerine getiriyor. Bütçe taslağından da anlaşılan o ki asgari ücret konusunda iktidar patronların talebine göre yüzde 25 civarında bir zam öngörmüş. Patronların belirlediği tutarı bir ortaoyunuyla halka yutturmaya çalışma işlevi dışında bir işlevi olmayan asgari ücret tespit komisyonundan 2025 yılında emekçileri açlık sınırının altında ücretlerle çalışmak zorunda bırakacak bir sonuç dışında hiçbir şey çıkmayacaktır.
Eylül ayında açıklanan OVP’de işçi ve emekçilerin haklarına yönelik yeni saldırılar eklenirken, topyekûn emeği boyunduruk altına alma programı olduğu gizlenmiyor. İktidar 2025-2027 yılları arasında uygulanması planlanan programda daha önce deneyip yapamadığı kıdem tazminatının gaspını bu programda “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” adıyla hayata geçirmeyi planlıyor. İş kanununda yapılacak düzenlemelerle “güvenceli esneklik” gibi kavramlarla pazarlamaya çalıştığı belirli süreli iş sözleşmeleri yaygınlaştırılmak isteniyor. Emeklilik yaşını daha da yükselterek çalışanlara mezarda emeklilik dayatırken, emeklilere de açlık sınırının altında sadakaya muhtaç bir yaşam ya da çalışmak zorunda kalarak 70 yaşında iş cinayetlerinde ölmek kalıyor. Memleketin tamamı maden ve enerji şirketleri için sınırsız bir şantiyeye dönüştürülürken, bu yağma ve talan politikalarına karşı direnenler türlü saldırılara uğruyor.
Aynı programın bir diğer ayağı da onyıllardır inşa edilerek bugüne geldi. İşçiler örgütsüz, sahipsiz, beş kuruşa muhtaç bırakılarak onurunun ayaklar altına alındığı bir iş ilişkisi içinde kölelik koşullarında çalışmaya zorlanıyor. Holdinglere adeta sendikasızlık garantisi verilmiş gibi işçilerin tüm sendikalaşma çabaları toplu işten atmalarla sonuçlanıyor, devlet ise direnen işçinin tam karşısında konumlanarak garantörlüğünü uyguluyor. Buna rağmen direnen işçiler ise çocuklarının gelecekte iş bulamaması ile tehdit ediliyor, açlığa mahkum edilerek cezalandırılmaya çalışılıyor. Bütün yaşam alanları yerel ve küresel holding ağlarıyla kuşatılan işçiler buna rağmen direnme iradesiyle onur ve haysiyet mücadelesini sürdürüyor. Direnenler artık muhatabın siyasi iktidar olduğunu biliyor. Bu yüzden bir bir yönünü Ankara’ya çeviriyor.
Çatalca’da bulunan Polonez fabrikasında sendikaya üye oldukları için işten atılan 146 işçi, dört aydır süren direnişleri sonucunda herhangi bir çözüm yolu açılmadığı için Ankara’nın yolunu tuttu. Dört aydır kararlılıkla direnen işçiler bu sürede türlü saldırıyla karşılaştı. Çatalca Emniyet Müdürü onları “çocuklarınız iş bulamaz” diye tehdit etti, müftü “böyle hak aranmaz” diye buyurarak işçilerin eylemine müdahale etmeye kalktı, işçiler defalarca polis tarafından dövüldü, küfür ve hakaretlerle, ters kelepçeyle gözaltına alındı. Çalışma Bakanlığı’nın işçiler lehine raporlarına rağmen işçilerin talepleri kabul edilmedi. Anayasal güvence altına alınmış sendikaya üye olma hakkı holdingci güçler tarafından gasp edilen işçiler sesini bütün ülkeye duyurmak ve bu hak gaspının siyasi muhatabının karşısına çıkmak için Ankara’ya yürüyor. Daha ilk günlerden önleri kesildi. Yürüyüşlerine izin verilmeyen işçiler Çatalca Adliyesi önünde açlık grevi yapıyorlar. Biliyoruz ki direnen işçiler bir yolunu bulur, kesilen yolları açar ve yürür. Polonez işçileri de yolu açacaktır.
Yine geçtiğimiz aylarda Soma’daki Fernas maden işçileri de sendikaya üye oldukları için işten atılmış ve Ankara’nın yolunu tutmuştu. Koç’un ortağı AKP Batman milletvekilinin sahibi olduğu madende sendikaya üye işçilerin bilgileri bakanlık eliyle patronla paylaşılmış, işçiler Bağımsız Maden-İş’ten istifa etmeleri için işleriyle tehdit edilmiş, ardından da işten atılmışlardı. Kölelik koşullarında çalışmaya ve ölüm riskine karşı bir daha 301 olmasın diyerek direnişe geçen işçiler maden önündeki direnişi sırasında gözaltılar, yargılamalar, adli kontrol kararları, yurtdışı çıkış yasakları, ters kelepçe ve polis şiddetine maruz kaldı. Maden önündeki bir aylık direnişin ardından Ankara’ya çıplak ayakla yürüyüşe geçen işçilerin yolları defalarca kesildi, kararlı direnişleri ve kamuoyu desteği sayesinde yollar açıldı, direniş 51 günün sonunda kazanımla sonuçlandı.
Yaz aylarının başında özel sektör öğretmenleri de öğretmenlik meslek kanunu görüşmeleri sırasında taban maaş taleplerini Ankara’ya taşımış, polis saldırıları ve gözaltılarla defalarca yolları kesilmesine rağmen meclise yürümüş ve Meclis Parkı’nda 52 gün boyunca talepleri için nöbet tutmuşlardı. Şimdi de mülakatta mağdur edilerek ataması yapılmayan öğretmenler haklarını aramak için 13 Aralık günü Bolu Gerede’den yola çıkarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim bütçe görüşmelerinin yapılacağı 15 Aralık tarihi hedefiyle Meclis Parkı’na yürüyecek.
Köyünde yaşarken mülksüzleştirilerek işçileştirilen Polonez işçisinden, yıllar boyunca onca emek verip yüksek puan alsa bile ataması yapılmayan öğretmenine dek farklı sektör ve meslek gruplarından işçi ve emekçilerin, direnenlerin Ankara’yı adres göstermesinin nedeni yok sayılmış, hor görülmüş, tüm temsiliyetlerden dışlanmış, yalnızca seçimden seçime oyuna talip olunmuş ve yurttaşlıktan kovulmuş kimseler olarak “biz de varız” demek içindir. “Biz üretiyoruz, emeğimizle, canımızla dişimizle dünyayı var ediyoruz ancak haklarıyla var olan toplumun bir ferdi olarak neden görülmediğimizi oy verdiğimiz vekillere, siyasetçilere, bürokratlara, yani ülkeyi yönetenlere sormaya gidiyoruz” demek içindir. Anayasada, yasalarda var olan ama sıra kullanmaya gelince suç sayılan hakların asıl olarak yurttaşlar için değil onların emeği, bedeni ve yaşamı üzerinden kâr sağlayan sermaye ve onun devleti için uygulandığını yüzlerine çarpmak içindir.
Bu yüzden milyonlarca işçinin ve emekçinin yaşamı ve geleceğini etkileyen ve içinden geçtiğimiz süreçte hükümetin salt ekonomik değil politik saldırısı anlamına gelen asgari ücretin hem yaygın hem de sefalet ücrete dönüştürülmesine dur demek için, sermaye saldırısının bir ayağı olarak planlanan bütçe üzerinde “bizim de söz hakkımız var” demek için doğru adres Ankara’dır. Direnenlerin mücadeleye konu olan haklarının muhatabı olarak Ankara’yı göstermesi, çözümün buradan olacağına olan inançla değil siyasi gerçeklerin halka doğrudan siyasi muhatabının karşısından açıklanması gerekliliğiyle ilgilidir. Bu yüzden “İnsanca yaşam, güvenceli çalışma” için bir araya gelen, “Hakkımı Ver” kampanyasının çağrısıyla memleketin dört bir yanından işçiler, emekliler, çiftçiler, köylüler, kadınlar, gençler olarak 15 Aralık’ta Ankara’da buluşuyoruz, Meclis’e yürüyoruz.
Omuz ver, mücadeleyi büyütelim; bu ablukayı birlikte dağıtalım!